ATATÜRK, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ İÇİN HER SENE MEVLİT OKUTTU
Çanakkale Muharebeleri’nin Türk Savaş Tarihi’nde çok özel bir yeri vardır.
Çanakkale Muharebeleri denince, 18 Mart 1915 günü müttefik donanmasının Çanakkale Boğazı’ndan geçişinin engellenmesi; daha sonra teşkil edilen İngiliz ve Fransız askerleriyle,
bu iki ülkenin dominyonlarından gelen askerlerden teşkil edilen birliklerle yapılan kara muharebeleri sonunda müttefik askerlerin Boğaz’ı kontrollerine alamayarak gizlice bölgeden çekilmeleri anlaşılır.
Kısacası Çanakkale Zaferi, deniz ve kara muharebelerinde elde edilen zaferdir.
ATATÜRK, Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında esas olan unsurun, Türk askerindeki yüksek ruh olduğunu ifade eder, örneğin Bombasırtı olayını şöyle anlatır:
“Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine geliyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek bir soğukkanlılık ve Allah’a güvenerek biliyor musunuz?
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve çekinme bile göstermiyor; sarsılma yok! Okuma bilenler ellerinde Kur’anı Kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar.
Bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olunuz ki Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
ATATÜRK, Türk askerindeki bu yüksek ruhu hiçbir zaman unutmamış, her yıl Çanakkale şehitleri için mevlit okutmuştur.
ATATÜRK, 1932 yılında Şehit Mehmet Çavuş Abidesi önünde okunacak mevlit için Hafız Yaşar Okur’u görevlendirmişti. Hafız Yaşar Okur, anılarında o günleri şöyle anlatır:
“Sene 1932… Her sene Çanakkale’de şehitlerimiz için okunan Mevlid-i Şerifte İstanbul’un mümtaz hafızları bulunmakta idi.
O sene Atatürk’ün emirleriyle Şehit Mehmet Çavuş âbidesi önünde okunması muvafık görüldüğünden beni huzurlarına çağırdı.
Bu seneki merasime riyaset etmemi söyledi ve İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendiye de Dolmabahçe Sarayından telefonla bildirilmişti.
Hareketimizden bir gün evvel bu emri alıp programı tanzim ederek akşam saat altı buçukta Galata rıhtımına yanaşmış olan Gülcemâl vapuruna gittim.
Akşam saat yediye doğru Galata rıhtımından ayrılan Gülcemâl vapuru hınca hınç dolu… Kamaralar da evvelden tutulmuş… O kadar kalabalık ki Mevlidhanların bazıları güvertede sabahı ettiler. Gece yatsı namazından sonra vapurun salonunda iki hatm-i şerif ve bir Mevlid okundu.
Altı hafızdan mürekkep bir heyet tarafından vapurun kaptan güvertesinde okunan salâ ve tekbir sadaları semaya yükseliyordu.
Sabah saat dokuzda motörlerle Gelibolu’ya çıkıldı. Kadın, erkek geniş bir kalabalık bizi karşıladı.
Tahsis olunan otomobillerle Mehmet Çavuş âbidesine gidildi.
Açık bir ovadayız. Zümrüt gibi yeşillik… Her taraf bayraklarla donatılmış ve misafirlere mahsus defne dallariyle süslenmiş çardaklar yapılmış, ovanın ortasına kırmızı şanlı sancağımıza sarılmış bir kürsü vazolunmuştu.
On hafızdan mürekkep bir heyet kürsünün etrafında toplandı. Hep bir ağızdan tekbir alındı, arkasından tevşih okundu. Sıra ile hafızlar kürsüye çıkıp Mevlidi kıraat ediyorlardı.
Tam velâdet-i Peygamberî okunacağı zaman, İstanbul’dan beri merasime riyaset eden Müftü Hafız Fehmi Efendinin tensibiyle:
“-Yaşar Bey, buyurun velâdet bahrini siz okuyacaksınız” dediler.
Kürsüye çıktım. Başladım okumağa… (Bir acep nur kim güneş pervanesi) mısrasına gelince, birdenbire bir fırtına koptu. Her taraf toz duman içinde kaldı. Zaten epeydir kara bulutlarla kapalı gök, bütün bütün karardı. Arkasından müthiş, bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı.
Kürsünün etrafında ilâhî ve tevşih okuyan hafızlar koşarak çardak altlarına sığındılar. Meydanda kimse kalmadı. Fakat ben Mevlide devam ettim. Sırsıklam olduğum halde, kıpırdamadım. Beş dakika sonra da yağmur dindi, hava açıldı. Her taraf güneş içinde idi.
O zümrüt yeşil ovada şehitlerimizin kokuları esmeğe başladı. Mevlit de hitama erdi.
Hatmi şerifler kıraat edildikten sonra İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi tarafından yapılan beliğ ve veciz bir dua ile merasim hitam buldu.
Bundan sonra şehitlerimizin kabirleri ziyaret edildi ve nutuklar irat olundu. Tahsis edilen otomobillere binerek Gelibolu’ya geldik. Motörlerle Çanakkale açıklarında demirli bulunan Gülcemâl vapuruna binerek akşam üstüne doğru İstanbul’a döndük.
Ertesi akşam Dolmabahçe sarayına gittim. Atamın huzurlarına kabul edildim. Çanakkale merasiminin tafsilâtını verirken bu fırtına bahsine gelince, Atatürk, o yağmur ve rüzgâra rağmen Mevlide devam edişime o kadar mütehassis oldu ki hiç unutmam…
Elini tekrar tekrar masaya vurarak:
“-Aferin Hafızım, çok güzel yapmışsın… Vazife başında iken taş yağsa, insan yerinden kıpırdamaz” diye iltifatta bulundular.
Kaynak: Hafız Yaşar Okur, Atatürk’le On Beş Yıl Dini Hatıralar, Sabah yayınları, İstanbul, 1962, Sayfa 36- 38
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Tarihteki en önemli salgın 1918’de “İspanyol Gribi (H3N8)”
Avrupa’da Balkan savaşları ardından 1. Dünya Savaşı yaşandı… Sağlıksız-vücut direncini yok eden ortamda yaşanan bu dönemde, savaştan dönen askerlerin yaydığı virüslerden kaynaklanan bir salgın ortaya çıktı.
Bugünkü gibi ulaşım olanakları olmadığı için aslında daha az ve yavaş yayılım olması beklenir ama bu salgında 1,8 milyar olan dünya nüfusundan, 50-100 milyon arası insan öldü.
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a hareketinden bir kaç gün önce eski ve yakın arkadaşlarından olup 1926 yılına kadar da beraber oldukları Rauf Bey (ORBAY) aldığı bir habere göre işgal kuvvetleri komutanlığı tarafından izin verilmeyecekti,
ya da Bandırma Vapuru’nu Karadeniz’e çıktıktan sonra batırılacağını haber aldığını söylemiştir.
Aslında Galata rıhtımları, Fransız, Sirkeci rıhtımları da İngilizler’in işgali altındaydı.
Ulupamir'de yaklaşık dört gündür pkk sempatizanları ile arazi kavgaları oluyor. Dağ bayır devriye gezmek zorunda kalıyoruz, on binlerce pkk sempatizanı terörist emperyalist uşağı arasında bir avuç Türk kalmış, en ufak tartışmalarına üç Türk'e onlarca pkklı saldırır duruma geldi.
Devletin kademeleri dahi malum partiden, pkk terör zihniyetli nüfusunun oyu için!, bu kademeler dahi bizim aleyhimize çalışmaktadır. Bizim bu bölgelerde şehitler vermemize sevinen milliyetçi güruh nerede ? Türklük namına Şimdi hiç kimse bizim arkamızda değiller.
*Atatürk 1922′de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türklerin kökeni hakkında şöyle diyordu:
* Efendiler,
Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır.
♦️yıl 1882.
bundan 50 sene önce(1830'lar) filistin'de sadece 9000 olan yahudi nüfusu, padişah ve halife abdülhamid'in yahudilere toprak satışını yasaklamasına rağmen,
++filistinli hain arapların yahudilere toprak satması üzerine 50.000'e çıktı. bu sayede 1882'de filistin'de 2.yerleşim yeri kuruldu.