DÜNYA’NIN İLK TIP FAKÜLTESİ,
MÜZİKLE TEDAVİ...
MAKAMLARIN SIRRI !
Gevher Nesibe Medrese ve Şifâhanesi Kayseri’nin göbeğinde zamana karşı günümüzde de tüm ihtişamı ile ayakta durmaktadır.
Dönemi,Türkler’in Anadolu’ya yerleşip töreleri, kültürleri ve mimari eserleri ile bu toprakları ihya etmeye başladığı dönemdir.
Topraklara sahip olmak onu yurt edinmiş olmak anlamına gelmez.
O toprakları kendi eserlerinle donatırsan ancak vatanlaşır.
Moğollar Asya’nın neredeyse tamamını ele geçirdiler...
Ancak hiç bir eser binâ edemedikleri için ardlarında hiç bir iz bırakmadan terk edip gittiler.
Medreseler Türk tarihinde önemli yere sahiptir.
Arapça “ders” kökünden gelir ve ders verilen yer anlamındadır.
Medreselerin kökeni Orta Asya olup, gezgin Budist rahiplerin eğitim gördüğü “Viharalar”ın, o bölgelerin zamanla İslâmlaşıp, kimlik değiştirmesi sonucu ortaya çıkmış yapılardır.
Buna bağlı olarak dünyada ilk medrese; 937 yılında Buhara’da Faracek medresesidir.
Büyük Selçuklular döneminde ise şiî yayılışı engellemek ve sünnî inancı yaymak amaçlı olarak, dönemin ünlü veziri Nizamülmülk tarafından kurulan Nizamiye medreseleri ile yaygınlaşır.
Yine, Nizamülmülk tarafından Nişabur’da, Sultan Alparslan’ın oğlu Tutuş adına yaptırılan “ Bimaristanü’l Tutuşî ”, Selçuklular tarafından yaptırılan ilk hastanedir.
Anadolu’da kurulan ilk medrese ise Dânişmendliler tarafından Tokat Niksar’da kurulan Yağıbasan Medresesi’dir.(1151-1152)
Mardin’de 1122 yılında yapılan Artuklu Sultan, Necmeddin İlgazi’nin kardeşi tarafından yaptırılan Emînüddin Şifâhanesi, Anadolu’nun ilk hastahanesidir.
Dünya’da kurulan ilk Tıp fakültesi ise;
Kayseri’deki Gevher Nesibe Şifâhanesi’dir.
Birbirine bitişik iki ayrı yapıdan oluşmakta olup, doğu tarafta medrese batı tarafta ise şifâhane (hastane/bimaristan) bulunur.
Başka bir deyişle, bir taraf hastane iken diğer taraf Tıp fakültesidir.
İşte bu özelliği ile dünyanın ilk tıp fakültesidir!
O dönemdeki Kayseri’nin ilim atmosferi, bu önemli eserin burada olma sebebidir;
•Tıb alanından 66 eser vermiş
Abdüllatif el-Bağdadî,
•Tabipler Sultanı Beyhekim
ünvanlı aynı zamanda
Mevlâna’nın hekimi de olan
Ekmeleddin en-Nahcuvanî, •Ebubekir Sadreddin Konevî,
•Kehhal yani göz hekimi
Kudbeddin Şirazî gibi nice ilim
adamları yanı sıra;
Medrese de görev yapan,
•İnayetullah Seyyid Samed Efendi,
•Yeniçeri Ağası Fahri Paşa.
gibi daha nice önemli alimler yüzünden Kayseri;
“Makkarr-ı Ulema” yani Alimlerin Merkezi olarak anılmıştır.
Yapı eyvanlar ve öğrenci dersliklerinin yanı sıra şifâhane içerisindeki “odalar içine açılan odalar” şeklinde olup bu durum muhtemelen hijyenik şartları sağlamak içindir.
İçerisinde bir de hamam vardır.
1584 yılı Osmanlı Vakfiyesinde yazdığına göre müderrislere (öğretim üyelerine) günlük 20 akçe, öğrencilere ise 8 akçe burs verilmekteydi.
İşlevsel olarak günümüz Tıp fakültelerinin tam karşılığı gibi hizmet vermekteydi.
Genelde medreseler camilere bitişik olarak bulunurken, burada hastahane ile birleşik olması özellikle bu amaç için, yani Tıp eğitimi için hazırlandığının açık bir göstergesidir.
Peki...
Dünyaca meşhur bu yapıya ismini veren Gevher Nesibe Hatun kimdir ?
Gevher Nesibe;
II.Kılıçarslan’ın biricik kızı olup,
I.Gıyâseddin Keyhüsrev’in kız kardeşi, Alâeddin Keykubâd’ın da halasıdır.
Yapı kitâbesi tüm bunları aslında tamamen açıklamaktadır ;
“Bu hastahane Kılıçarslan’ın kızı, iffetli Melîke Gevher Nesibe‘nin vasiyeti üzerine ulu Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında 1206 yılında yaptırılmıştır.”
Gevher Nesibe Hatun ise şifâhane içindeki türbesinde yatmaktadır.
Yapı tüm bu anlatımlardan dolayı farklı isimlerle anılır;
-Çifte Medreseler
-İkiz Medreseler
-Gıyâsiye Medresesi ve Şifâhanesi
-Gevher Nesibe Şifâhanesi
gibi...
Bu muhteşem eser; 1669, 1889, 1942,1955-56,1960 yıllarında restorasyon ve onarımlardan geçmiştir.
Yapı, 1969 yılında Kayseri’de, Ankara Hacettepe Ünv.’ne bağlı olarak açılan Gevher Nesibe Tıp Fakültesi’ne ait bir mülk iken,
1978 yılında kurulan Kayseri Üniversitesi’ne ait bir yapı haline gelir.
(1982 yılında Kayseri Ünv.’nin ismi Erciyes Üniversitesi olarak değişir.)
1982 yılından itibaren ise Tıp Tarihi Müzesi olarak hizmet verir.
2006-2010 yıllarında yapılan kapsamlı bir restorasyonun ardından, 2014 yılında “Selçuklu Uygarlığı Müzesi” olur ve şu an bu şekilde hizmet vermektedir.
Darülşifâhane’de o dönemde tedavi islâm tıbbının etkisinde olup, Biruni ve İbn Sina’nın ilaç ve tedavi yöntemleri ağırlıktaydı.
Anestezi ile ameliyatların yanı sıra katarakt ameliyatları da yapılmaktaydı.
Şifâhenede cerrah, devâsaz (eczacı), danişmendler ve sertabip (başhekim) ve yardımcıları görev yapmaktaydı.
Bünyesinde bulunan hamam , sıcak su taşıyan künkler aracılığı ile yerden ısıtılmaktaydı.
Darüşşifa’da ruh hastaları için bir bölüm (bimarhane) bulunmaktaydı.
Toplam 18 odadan oluşan bu bölümde haftanın belli günlerinde “müzik” ve “su sesiyle” tedaviler yapılmaktaydı.
Zekeriya er-Râzi (854-932);
Melankolik hastaların meşguliyetle tedavi edilmesi gerektiğini söylemiş, bu nedenle onlara müzik öğretilmesi ve güzel sesle şarkı söyleyenlerin dinletilmesini tavsiye etmiştir.
Farabi (870-950);
Kitabü’l-Musîkiü’l-Kebir’de müzikteki makamların insan ruhu üzerindeki etkilerini inceleyerek cetvel haline getirmiştir.
Bu eserde makamlar;
•İnsana neşe veren,
•Sonsuzluk hissi veren
•Korku veren,
•Uyku veren,
•Rahatlık hissi veren...
şeklinde sınıflandırılmıştır.
Farabi’ye göre makamların etkili olduğu vakitler:
• Rehavî makamı; Fecrden önce
• Hüseynî makamı; Tan yeri
ağarırken
• Rast makamı; Güneş iki mızrak
yükseldiğinde
• Buselik makamı; Kuşluk vakti
• Zirgüle makamı; Öğle vakti
• Uşşak makamı; Öğleden sonra
• Hicaz makamı; İkindi vakti
• Irak makamı; Akşamüstü
• Isfahan makamı; Günbatımında
• Neva makamı; Gece vakti
• Büzürk makamı; Yatsı sonrası
• Zirefkend makamı; Uyku vakti
İbn Sina müziğin tıpta oynadığı rolü şöyle ifade eder;
“ Tedavinin en iyi ve etkili yollarından biri hastanın aklî ve ruhî güçlerini artırmak,ona hastalıkla daha iyi mücadele etmesi için cesaret vermek,
hastanın çevresini güzel ve hoşa gider hale getirmek, ona en iyi mûsikiyi dinletmek ve onu sevdiği insanlarla bir araya getirmektir.”
BAZI MAKAMLAR
•HİCAZ: Ada Sahillerinde,
Eğilmez Başın Gibi,
•UŞŞAK: Kadifeden Kesesi,
Gamzedeyim Deva
Bulmam,
•SEGÂH: İncecikten Bir Kar Yağar,
İzmir’in Kavakları,
Dönülmez Akşamın
Ufkundayız,
•RAST: Darıldın mı Gülü Bana,
Yine Bir Gülnihal,
•MAHUR:Beyoğlu’nda Gezersin,
Yemenimde Hare Var,
•NİHÂVEND:Bir Demet Yasemen
Bir İhtimal Daha Var,
MAKAMLAR VE ŞİFÂLARI
•Nihâvend Makamı;
Bel ağrısı, kulunç ve tansiyona
etkilidir.
•Saba Makamı;
Şişmanlık, uykusuzluk, kalp
hastalıklarında
•Buselik Makamı;
Baş ağrıları ve göz hastalıklarına
•Irak Makamı;
Çocuktaki menenjite karşı
•Isfahan Makamı;
Soğuk algınlığı ve ateşli
hastalıklara karşı
•Uşşak Makamı;
Sevinç verir. Ayak ağrıları ve
uykusuzluğa karşı
Darüşifâ’nın ilk başhekimi müziğin hastalıklar üzerindeki etkisini incelemiş ve İspanya Endülüs’ten Şam’a gelmiş bir hekim olan;
Abdülmecid Efdal el-Bahili’dir.
Evliya Çelebi meşhur eserinde;
“Burada hastaların ve dîvânelerin kederini gidermek için günde 3 defa güzel sesli hânendeler ve sâzendeler fasıllar yapar” şeklinde bahseder.
Konuyu...Gevher Nesibe Hatun’un şifâhaneyi yaptırma rivayeti ile noktalayalım;
Sultan II. Kılıçarsan’ın yegânesi , hisli kızı Gevher Nesibe,
Selçuklu ordusundan bir sipahiye aşık olur.
Ancak ağabeyi I.Giyâseddin Keyhüsrev buna şiddetle karşıdır ve ayırmak için bu sipahiyi sefere gönderir.
Ne yazık ki...
Bu genç sipahi gönderilen seferde şehid düşer.
Bu duruma çok üzülen Gevher Nesibe ince hastalığa (vereme) tutulur...
Gün günü erir.
Son bir arzu olarak ağbeyine bir şifâhane yaptırtma isteğini bildirince, zaten kardeşinin durumundan kendisini sorumlu tutan I.Gıyâseddin Keyhüsrev,
derhal kabul eder ve bu dünyaca meşhur eseri yaptırır...
Artık...
Tüm bu olanlar...
Türkülere konu olmuş bir derin tutkunun hikâyesi haline gelir;
“-El çek tabip el çek
benim yaramdan,
-Ölürüm de kurtulamam
ben bu veremden ”
Kalın sağlıcakla.
....................................................
Mustafa Cingil
31/05/2020
Bu işin arkasındaki gizem neydi..? sorusunu kimse sormadı..
Meydanı boş bulan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları 70 yıldır bu propagandayı yaptı.. Maalesef gerçeği bilemeyen ve doğru bilgiye ulaşma imkanı olmayan halkımızın büyük bir bölümü bu yalanlara inandı..
Yalanın siyasi rant sağladığını gören iktidar mensupları dozunu her geçen gün artırarak yalanlarına devam ediyor.
1951'de Amerika'da yayımlanan Caucasus dergisinde "Hayret verici siyasi kehanetler" başlığı altında bir yazı yayımlanıyor.
Bu yazı Atatürk'le General McArthur arasında 1932 yılında yapılmış olan bir konuşmayı naklediyor. Generalin sorusu üzerine Atatürk, yakın gelecekteki savaş ihtimalleri üzerine şu tahlil ve tahminlerde bulunuyor:
"Almanya, kısa sürede büyük bir ordu meydana getirebilecek ve İngiltere ile Rusya hariç, bütün Avrupa'yı işgal edebilecek yetenektedir. Savaşın patlaması 1940-1945'ten daha sonraya kalmayacaktır.
TARIMI AMERİKA’YA KİMLER TESLİM ETTİ ?
( BEŞİNCİ BÖLÜM )
10. BAŞBAKAN YARDIMCISI DENİZ BAYKAL
Deniz Baykal, 30.10.1995-06.01.1996 sürecinde Başbakan Tansu Çiller’in hükümetinde Başbakan Yardımcısı oldu.
Deniz Baykal’ın CHP’si özelleştirmeden yana olmuştur.
Hem de Baykal’ın kendi deyimiyle, “hızlı özelleştirmeden” yana olmuştur.
Deniz Baykal, Başbakan Tansu Çiler’in karar verdiği tüm Vatan Varlıklarının satışına imzasını atarak onaylamıştır.
İşte onlardan bazıları:
Çeşitli yörelerde toplam 27 Yem Fabrikası.
Çeşitli yörelerde toplam 28 SEK Süt ve Süt Mamülleri işletmeleri.
Çeşitli yörelerde toplam 12 ET VE BALIK KURUMU (EBK) kombinaları.
Çeşitli yörelerde toplam 7 ORMAN ÜRÜNLERİ SANAYİ
İşletmeleri.
1923, Cumhuriyet`in ilk kurulduğu yıllardır. Mustafa Kemal Atatürk yurt dışından gelen bir devlet başkanını Türkiye'de ağırlayacaktır.
Resmi törenler için tüm hazırlıklar önceden yapılır. Türkiye'ye gelecek olan konuk devlet başkanının temsili bir flaması vardır. Fakat, T.C. Devleti yeni kurulduğu için, bizde böyle bir sembol henüz yoktu.
Bu durumu fark eden dönemin Türk yetkilileri, konuyu hemen Mustafa Kemal Paşa'ya bildirirler, ve ne yapılması gerektiği konusunda Atatürk'ün emrini sorarlar.
Mustafa Kemal Atatürk aynı gün konu ile ilğili bir çalışma yapar.
Pontus asıllı Rizeliler’in kuyruk acılarının ve Atatürk düşmanlığının sebebi nelermiş!
1918'de kurulan Pontus Rum devleti;
ATATÜRK'ün emriyle HAMİDİYE savaş gemisinden atılan bombalarla dağıtılır;
(15 aralık 1925)
Şimdiki Atatürk düşmanlarıda bu Pontuslardır.
Kurtuluş Savaşı yıllarında 13 Kasım 1918'de İşgal kuvvetlerinin işgaliyle birlikte, RİZE merkezli o bölgede "dönmeler" isyan ettiler, ayrı bir cumhuriyet kurduklarını ilan ettiler!
Bunların büyük bir kısmı İstiklal Harbine de katılmadılar!
13 Kasım 1918'den 15 Aralık 1925 yılına kadar “BAĞIMSIZ DEVLET”
olarak yaşadılar.
1925 Yılına kadarda kendilerini yönettiler.
Devlete vergiyi kestiler, askere gitmeme kararı aldılar.
“Bu topraklar sadece size ait. Sizler Anadolu’ya Malazgirt zaferiyle yerleşmediniz. Çatalhöyük’teki arkeolojik bulgular, sizlerin 10.000 yıldan daha uzun süredir burada bulunduğunuzu kanıtlamaktadır.
(Nisan 2005 İstanbul Teknik Üniversitesi Konferans Salonu- Prof. Dr. Erich Feigl- Avusturya Devlet Onur Nişanı Sahibi)
Bizim resmi tarihimizin büyük bir kısmı bize dayatılan, tahrif (bilerek bozma-değiştirme) edilmiş tarihtir.
Resmi tarihimiz bize Türklerin Anadolu’ya ilk Türklerin Anadolu’ya ilk gelişlerinin tarihidir.
Türkler milattan önce 13 bin yılında Anadolu’ya gelip, Anadolu’nun dip kültürünü oluşturdular.
Ön Türkler Anadolu’ya göçebe olarak değil, göçmen olarak geldiler.