ADI Sezgi. Antalyalı bir ailenin 15 yaşındaki canı gibi sevdikleri kızı. Güzel, tatlı, hayat dolu. Kolunda sakızdan çıkan ejdarha dövmesi var. Daha çocuk yani. Markete gitmek için evden çıkıyor. Parmak arası terlikleriyle. Ve bir daha haber yok.
KAÇIRIYORLAR SABAHA KADAR TECAVÜZ EDİYORLAR
Sonradan anlaşılıyor ki, Facebook üzerinden tanıştığı aşağılık, yüreksiz, kansız bir insan müsveddesi onu kaçırıyor. İki de arkadaşı var yanında. Bu üç pislik, bir eve kapatıyorlar Sezgi’yi.
Kolundan şırıngayla eroin veriyorlar, alkol içirerek sabaha kadar tecavüz ediyorlar.
Vahşetin sınırı yok, tecavüz ettikleri yetmezmiş gibi, kızcağızın göğüs kafesini, ağzını, burnunu kırıyorlar ve öylece bırakıyorlar. Zaten 41 kilo, kuş gibi bir şey.
Bu kadar şiddet, iğrençlik ve bu kadar kötülüğe… Küçük bedeni dayanmıyor. Oracıkta can veriyor.
ÖLDÜRÜP BAVULA KOYUYORLAR
Fakat bu üç sapığın kafa o kadar uçmuş ki, farkında bile değiller. Sabah içlerinden birinin ablası eve geliyor, “Sizin dün eve getirdiğiniz kız ölmüş!”diyor.
Üç pislik, Sezgi’nin bedeninde delil kalmasın diye, iğrenç spermleri akıp gitsin diye, banyoya sokup yıkıyorlar. Sonra bir bez bebek gibi, kızcağızı ikiye katlayıp bir bavula koyuyorlar. Kurtulmak istiyorlar. Ama n’apsınlar bilmiyorlar.
Yaksınlar mı, uçurumdan mı atsınlar, gömsünler mi?
Nasıl acı bir şey değil mi bu… İnsanın aklı havsalası almıyor, yüreği kaldırmıyor! Önce hukuk ve adalet… Sonra Allah, bu iğrenç mahlukları bildiği gibi yapsın!
CESEDİ ARI KOVANLARININ OLDUĞU YERE ATIYORLAR
Peki sonra?
Sezgi’nin ölü bedeninden kurtulmak için alelacele Antalya’dan Isparta’ya götürüyorlar, çırılçıplak bir halde bir arsaya atıyorlar. Arı kovanlarının olduğu bir yere. Arılar tanınmayacak hale getirsin Sezgi’yi diye. Nasıl bir iğrençliktir bu.
İnsan denilebilecek bir varlık yapabilir mi bütün bunları? Bunların açıklaması, “O gece kafamız iyiydi, yaptık işte bir toyluk!” olabilir mi?
Olamaz! Bunlar, insan değil! En ağır şekilde cezalandırılmaları gerekiyor. Çürüsünler hapiste ve bir ömür vicdan azabı çeksinler.
Bundan sonra olanlar da fena. 10 gün sonra çıplak bir kadın bedeni bulunuyor.
Amaaa…
Sezgi olduğunu anlayamıyorlar önce. O günlerde bir hayat kadını da kayıp. O zannediyorlar. Biri öldürmüş atmış… Bu ülkede hayat kadınlarının insan olarak değeri olmadığı için,
kimsenin pek umurunda olmuyor! Adli Tıp’ın yaptığı üstünkörü incelemede Sezgi’nin bedeninde üç ayrı sperme rastlanıyor. Ama bir süreliğine kayıp hayat kadını zannediyorlar ya… Kaynayıp gidiyor.
“Ölüm nedeni belli değil” raporu veriyorlar.
“Uyuşturucu ve alkole de rastlanmadı” yazıyorlar. Bedenindeki kırıklar raporda geçmiyor bile. Ne de olsa birden fazla erkeğin sperminin olduğu bir hayat kadını uğraşmaya değmez diye düşünüyorlar ve Kimsesizler Mezarlığı’na gömüyorlar.
Bu arada Sezgi’in kız kardeşi Sevgi işin peşini bırakmıyor. Cesur bir kadın avukat buluyor. Sibel Önder. Müthiş bir avukat. Bu davaya yüreğini veriyor. Artık hayatta olmasa da Sezgi için adaleti tecelli ettirmeye ant içiyor.
Peki tecavüzcüler nasıl mı ortaya çıkıyor?
Sezgi’yi attıkları yerdeki lastik izi alınıyor, aracın geçtiği MOBESE’lere bakılıyor, araç tespit ediliyor… Kiralık olduğu anlaşılıyor. İğrenç herifler kendi adlarına kiralamışlar.Yakayı ele veriyorlar. Gerisi de çorap söküğü gibi geliyor.
Bu arada Facebook yazışmaları ortaya çıkıyor. Zaten kendileri de itiraf ediyorlar.
“Gece boyunca içki ve uyuşturucu kullandık. Kıza da içirdik. Kolundan eroin de verdik, öldü, biz de ondan kurtulmaya çalıştık” diye…
Ama inanabiliyor musunuz? Dava açılmıyor!!!
Şüpheli olarak mahkeme karşısında bir gün tutuklu kalıyorlar ama delil yetersizliğinden salıveriliyorlar. Sebebi Adli Tıp. Çünkü Sezgi’nin raporda tecavüz yazmıyor. Ölüm sebebi belirtilmiyor. Ve bu iğrenç adamlar serbest dolaşıyor.
YARGILAMA ASIL ŞİMDİ BAŞLIYOR
Tam 7 yıl uğraşıyor avukat Sibel Önder. Hatta adamlardan biriyle Facebook’tan güya arkadaş oluyor, bir seneye yakın yazışıyor, güvenini kazanıyor, bu cinayeti detaylı anlattırıyor. Yeni deliller elde ediyor. Yeni tanıklar buluyor.
Katillerinin hak ettikleri cezayı alması için canla başla çalışıyor. Bu arada, 7 savcı değişiyor. Avukat pes etmiyor, Adli Tıp’la resmen mücadeleye girişiyor. Bitmez tükenmez sorular soruyor. Her Adli Tıp raporunun gelmesi bir buçuk yıl sürüyor.
Maktul, tecavüze uğramadıysa burnu neden kırık? Neden ağzından kan gelmiş? Neden üç ayrı adamın spermi var üzerinde? Uyuşturucu yok diyorsunuz, ama adamlar var diyor, içki içirdik diyor, neden içki çıkmadı sizin incelemenizde…
Sonunda da iş Ulusal Kriminoloji’ye gidiyor.
Aylar sonra sonuç geliyor…Maktulün avukatının tespitleri doğru. “Zorlamalı ölüm ve tecavüz!”
SEZGİ ARTIK BENDİM SEZGİ ARTIK HEPİMİZDİK
Bugün yaşasaydı 22 yaşında olacaktı… Ama o aşağılık herifler işkence ederek Sezgi’yi öldürdü… Şimdi rapor geldi…
7 yıl sonra. Ve iddianame hazırlandı… Davası açıldı… Yarın da mahkemesi var. Adalet inşallah 7 yıl sonra Sezgi için işleyecek.
Nefesimizi tuttuk, kararı bekliyoruz. Yine Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu ve Canan Güllü tam destek, diğer kadın örgütleri de…
Yine cesur kadınlar devrede. Avukat Sibel Önder gibi. Bunca yıl bu davanın peşini bırakmadığı için kendisini bütün kadınlar adına alkışlıyorum.
Ve söylediği şu cümleyi onunla birlikte tekrarlıyorum.
“Sezgi artık kimsesiz değildi, Sezgi artık bendim, Sezgi artık hepimizdik…
Ölünün dili yok ama benim, bizim var…” Cesur kadınları yazmaya devam edeceğim…
Ayşe Arman. ☹️☹️☹️😡😡
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Ölmekten başka çaresi kalmayan bir kadının hikâyesi bu. ALS hastasıydı. Ağrısını dindirmenin başka bir yolu kalmamıştı. Acılar içinde eriyerek kaybolmaktansa ‘ötenazi’ hakkını kullanan ABD’li sanatçı Betsy Davis, ‘bu taraf’taki son
48 saatini her ayrıntısını planladığı bir partiyle, dostlarıyla kutladı. Giderayak insanoğluna hayatın sıcaklığı, ölümün hafifliği üzerine küçük bir masal anlattı.
Bilinmezlikten, bilmediğinden korkar insan. Kimse bilmez ölümün aslında ne olduğunu.
Bu yüzden insanlığın en büyük korkusudur ölmek. Kim bilir belki de Sokrates haklıdır. Belki de: “İnsana verilen en büyük iyiliktir” ölüm. Betsy Davis’in hayatta en sevdiği alıntılardan birinin bu olması tesadüf değildi. Hayatını tesadüflere bırakmayan, yaşamını heykelle, resimle,
Okunacağını ummuyorum ama yazıyım.
Hamza Yerlikaya ve Devlet bankası yanyana gelince aklıma geldi. Anne O Bizden Biri kitabımda yazdım. Takdirlerinize.
1931’de Ankara’da, Mustafa Kemal Atatürk, yurtdışında Türkiye’yi iyi temsil ettiğini duyduğu Kurtdereli’yle tanışıyor ve o günün
geceyarısı kendisine bir mektup yazıyor.
Mektubunda da: “Çoluk çocuğun için sana ufak bir armağan gönderiyorum.
O, bu mektubumla beraberdir.
Pehlivan ömrünün tam sağlıkla uzun sürmesini dilerim.” diyor.
Geceyarısı bu mektubu, Salih Bozok’u görevlendirerek Zafer Oteli’nde kalmakta olan Kurtdereli’ye yolluyor.
Mektubun içinde de 1000 Liralık bir İş Bankası çek’i koyuyor; çekin üzerini de imzalayarak ve “Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a 1000 T. Lira veriniz.
Geçmiş vakitlerin birinde alimin biri, boğazın öbür yakasına geçmek için bir sandalcının yanına gelerek ona
sorar:
– Karşıya geçirmek için ne kadar
para
alıyorsun?
– Garşuya bir liraya geçürüm efendü.
Alim, sandalcının bu bozuk Türkçe ile verdiği cevabı beğenmez.
– Bu ne biçim konuşma böyle? Yoksa sen dilbilgisi bilmiyor musun?
– Yok ağam, güççükken haytalık ettük, okuyamaduk!
– Tüh, yazık sana! Desene gitti
hayatın dörtte biri!
Bir müddet gittikten sonra dil alimi tekrar sorar:
– Allah bilir şimdi sen, matematik de bilmezsin!
– Yok beğüm! Onu da bilmem! Dedik ya, güççükken haylazluktan okula gidemedük!
– Tüh yazık, yazık! Hayatının dörtte biri daha boşa gitti!
Bir müddet daha yol aldıktan sonra alim, tekrar sorar:
İsmet İnönü bir gün yorgun ve sinirli bir halde Çankaya'ya çıkıyor.
Kahveden sonra Atatürk soruyor: - Hayrola İsmet?.. Sende bir fevkaladelik var bugün... Ne oldu?.. Neye sinirlendin?
- Türk Hava Kurumu'nun toplantısı vardı da...
- Eee, ne olmuş varsa?
- Fuat beyi (THK Başkanı) epey terlettim... İstifaya falan kalktı.
- Çalışkan çocuktur Fuat... Kurumu da iyi yönetiyor.
- Bunlara bir diyeceğim yok... Fakat canımı sıkan bir şey oldu.
- Neymiş o?
- Hesaplarda bir kuruş oynuyor.
- Bir kuruş.
İnönü:
- Daha önceki toplantıda dikkatimi çekmişti... Bu bir kuruşun nereye gittiğini öğrensinler diye talimat vermiştim. Bulamamışlar... Fuat beyin hassasiyetini anlıyorum... Ama milletimiz ondan daha hassastır... Verdiği paranın nereye gittiğini mutlaka bilmek ister...
Duvardaki çatlaktan bakan fare, çiftlik sahibi ile karısının bir paket açtıklarını gördü.
“İçinde yiyecek mi var?” derken, bir baktı ki fare kapanı.
Hemen bahçeye koşup alarmı verdi.
“Evde kapan var! Evde kapan var!”
Tavuk gıdaklayıp kafayı kaldırdı ve,
“Bay fare, bu sizin için ciddi bir sorun olsa da şahsen beni ilgilendiren bir tarafı yok ne yazık ki.” dedi.
Fare dönüp bu sefer keçiye,
“Evde kapan var, evde kapan var!" dedi.
Keçi konuyla ilgilendi ama kendi hesabına
“üzgünüm bay fare, vah vah! Emin ol senin için dua edeceğim.” dedi.
Fare bu kez öküze yöneldi:
“Evde kapan var! Evde kapan var!” diye bağırdı nefes nefese.
Öküz: “Wow, Bay Fare, senin için üzüldüm, ama burnumu sokacağım bir şey değil.” dedi.
Şair Deniz İnan’ın "Karşı Evin Annesi" isimli şiiri 2019 yılında Avrupa’da en iyi Türk Şiiri ödülünü almıştır.
KARŞI EVİN ANNESİ
Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle,
Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi
İmrenirdim...
Mutfağındaki eksik malzemeden bi haber
Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına
Bilmezdim anne
Karşı evin babasında bitermiş iş
Bunu görmezdim...
Hep başın ağrırdı
Başın, hep ağrırdı
Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar
Seni sevmezdim...
Küçüktüm anne
Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş,
Çeşmeden akmayan suya
İsyan etmezdim...
Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken,
Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi.
Özenirdim...