İngiltere'nin yaptırıp Sultan Abdülmecid'e
hediye ettiği bu armayı Osmanlı arması sanıp duvarlara asıp imparatorluk hayalleri kurmak nasıl bir ruh halidir❓
Öyle ya❓ Lozan'ı yenilgi sayan, Atatürk'e İngiliz Kemal diyenler İngiliz armasını da Osmanlı arması sanıp duvara asıyor.
1-Osmanlı arması, Windsor’da
1854 tarihli Kırım Harbi’nde İngiltere, Fransa ve Sardinya, Osmanlıların müttefiki olarak Ruslarla harbetmişti.
Bu vesileyle Fransa, Sultan Abdülmecid’e Legion d’Honneur nişanı verdi...
2- Fransa’dan geri kalmak istemeyen İngiltere de, padişaha Dizbağı Nişanı verdi.
Böylece Sultan Mecid, yabancı nişan kabul eden ilk hükümdar oldu.
3-1346’da Kral III. Edward'dan beri, kendisine nişan verilen kişilerin armasının, Windsor Sarayı’ndaki St. George Kilisesi duvarına asılması âdettir.
Bu vesileyle Kraliçe Victoria, Charles Youngisminde bir arma ressamını İstanbul’a gönderip, padişah için bir arma yaptırttı.
4-Etienne Pisani adlı bir tercüman yardımıyla faaliyetlerini yürüten ressam, saltanat kavuğu, sorguç, tuğra ve ay-yıldızdan müteşekkil bir arma hazırlayıp Londra’daki Osmanlı sefiri Kostaki Efendi’ye teslim etti.
5-Sultan Mecid, kendisine gönderilen arma müsveddesini beğendi ve kraliçeye gönderdi
Arma, yerine asıldı
II. Abdülhamid tahta çıkınca, babasından kalma bu armayı gözden geçirtti. Terazi ve silahlar eklenerek arma son hâlini aldı.17 Nisan 1882'de resmî arma olarak kabul edildi!
6-Son zamanlarda ihtişamlı İngiliz icadı bu Osmanlı armasına her yerde rastlanıyor.
Sanki insanlar, kaybettikleri bir maziye olan hasreti, duvarlara bu armayı asarak,
kompütürlerine, hatta telefonlarına duvar kâğıdı yaparak gidermeye çalışıyorlar... ne garip❓
7-Arma âdeti, Haçlı Seferleri sırasında başladı.
Şövalyeler, kendi müfrezelerini ayırabilmek için muayyen bir arma altında bulundururdu.
Zamanla devlet, hükümdar, asil aile, şehir, hatta tarikat, üniversite, klüp, meslek ve loncalara ait alâmet-i fârika hâline geldi...
8- Arma, evvelâ bayraklarda, sonra kalkanlarda kullanıldı.
Arma, silah demektir. Sonradan elbise, miğfer, eşya, hatta ev duvarlarına işlendi. Miras olarak intikal etmeye başladı...
9-Görsel; İngiltere ve Rusya'nın(dikkat çiftbaşlı Kartalımız) armasıdır...
İngiltere’de 13. asırdan beri arma kitapları neşredile gelmiştir.
İlk zamanlar herkes alabilirdi. Sonradan krallar bağışlamaya başladı.
Hatta 1484’te Kral III. Richard, Londra’da bir arma mektebi kurdu.
10-Zamanla armalarla alâkalı heraldik adında bir ilim şubesi teşekkül etti.
XIV. asırda Bartolus de Sascoferrato adında bir İtalyan hukukçusu, armaların hukuku ve sanatına dair şümullü bir eser kaleme aldı. İngiltere’de sadece arma ihtilaflarına bakan bir mahkeme bugün bile var.
11-Eski Türklerde armaya ongun veya damga denir. Her aşiretin bir ongunu; her beyin de hususî mühür makamında bir tuğrası vardır.
Bu ongun, Avrupa Hunlarında kuş, Selçuklularda çift başlı kartaldır.
Kayı boyunun damgası iki ok ve bir yaydır...
12-Bir armam bile yok!
1925’de TC Maarif Vekâleti bir müsabaka açtı.
Jürinin beşi Güzel Sanatlar Akademisi, beşi de Maarif Vekâleti’ndendi.
Bir altının 8,5 lira olduğu bir zamanda birinciye 1000, ikinciye 500, üçüncüye 300 lira mükâfat va’dedildi.
13- Osmanlı armasından farklı olması için İslâmiyet öncesi eski Türk geleneklerin nazara alınması gerektiği işaret edildi.
Bunlardan numune üzerinde istenen tadilatı yapmak suretiyle Namık İsmail bu arması birinci oldu.
14-Armada, buğday başakları ile meşe yapraklarının içinde üstünde meşale yanan bir kalkan içinde ay-yıldız ile altında bir kurt resmedilmişti.
Arma, 6/I/1927 tarihinde neşredildi. Ama nedense resmi olarak hiç kullanılmadı gayriresmi olarak da bir çok yerde kullanıldı bu ilginç.
15-Günümüzde devletin resmî bir arması yoktur. Çeşitli ay-yıldızlı şekiller bu yolda kullanılmaktadır.Şimdilerde maalesef ortada Türkün özüne ve ruhuna uygun bir arma olmadığından ve de tarihi değerlerimiz erezyona uğratılmış olduğundan olmalı ki bu İngiliz armasına sarıldk!
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
1/ 16.yy Osmanlı kayıtlarında TÜRKMEN olarak adı geçen, ancak, kendini “KÜRT” sanan bazı aşiretler:
Barzani Aşireti
Hörmekli Aşireti
Karaballı Aşireti
Pınarlı Aşireti
Kubatlı Aşireti
Deli budak oymağı Aşireti
Kara güne Aşireti
Şeyhbizin Aşireti
Aygut oymağı Aşireti
Alman Prusya Kralı Büyük II. Frederick, 1750 yılında Berlin yakınlarındaki Potsdam ormanlarında gezinirken, bir değirmenin bulunduğu alçak bir tepe üstünde durur. Manzara güzel, hava nasıl ferahtır.
Adamları değirmenciye kralın bu isteğini iletmek için gider kapısını çalarlar ve yaşlı değirmenci kapıyı açar.
- Buyrun?
- Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
- Satmıyorum ki ne parası?
- Saçmalama Kral istedi.
- Bana ne. Ben satmadıktan sonra kimse alamaz ki.
Adamları gelip Kral'a diyorlar ki;
- Efendim beğendiğiniz yerdeki değirmenci deli. Satmıyorum dedi.
- Çağırın bakalım bana şu adamı.
1)Ömer Seyfettin'in 'Piç' adlı kitabından güzel, bir o kadar da ilginç bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.Ömer Seyfettin, asker bir yazardır.
İstiklal Savaşı'nda bir çok cephede savaşmıştır.Filistin Cephesinde olan bir hatırasında bakın neler söylüyor.
2)"Alman'ların yenilmesiyle savaş bitmiş, mütareke imzalanmıştı.
Filistin'den çekiliyorduk.
Bir kaç arkadaş subayla,karşı tarafın da subaylarıyla, çekilme işlerini görüşmek için gittik. Karşı tarafta, Fransız üniformalı biri sık sık bana bakıyor, gözünü benden ayırmıyordu.
3)Ben buna bir anlam veremiyordum.
Fransız subay yerinden kalkıp bana doğru geldi ve;
'Nasılsın Ömer Seyfettin?' Dedi.
'Beni nerden tanıyorsun? Ben bir yüzbaşıyım. Öyle tanınacak kadar üst düzey bir kumandan değilim.' Dedim.
1)Barış Manço Fransa’da bir televizyon kanalının canlı yayınına konuktur.
Küstah bir spiker vardır ve Barış Manço ile dalga geçmektedir. Sürekli, “İşte Türk, yani barbar, vahşi vs…” demektedir…
2)Barış Manço daha fazla dayanamaz ve spikere;
“Yanınızda kâğıt para var mı?” diye sorar! Bu soruya spiker şaşırır ve “Evet var ama n’olacak ” der. Barış Manço ısrar edince spiker cebindeki kâğıt paraları çıkartır.
3)Bu olaydan az önce Barış Manço canlı yayında “Anahtar” adlı şarkısını söylemiştir.Bu şarkının bir bölümü şöyledir: “Beş Akif- bir Saat Kulesi, iki Kule-bir Fatih, beş Fatih-bir Mevlana, İki Mevlana-bir Sinan” (Barış Manço / Anahtar şarkısı / Darısı Başınıza Albümü / 1992).
Harf Devrimi sonrası İstanbul'da okul çocukları, 16-40 yaş herkesi millet mekteplerine çağırıyor. İnanç, dil, renk, köken ayrımı yapılmadan...Köylere kadar giden tellallar,davulcular,zurnalar eşliğinde bir millet okumaya çağrılıyor.
İyi ama mektebe gelemeyenler hali nice idi? Telaş yoktu, başta Mustafa Kemal Paşa varsa, ''Seyyar Millet Mektepleri'' ayaklarına kadar gider okuma öğretirdi. Peki parayı nereden bulurdu❓ Nutuk'un plak satışlarından, belediye yardımlarından, bağış ve cezalardan vs.
Sonra ise bütçeler planlandı.Böyle böyle hem öğretmen maaşları ödenir hem silgi, defter, karatahta, kalem gibi masraflar karşılanırdı. Bir de ''blöf'' yapardı Gazi Paşa. ''Mektepten diploma almayana iş yok!'' denirdi.Gerçek değildi elbet; kıyabilir miydi halkına❓
ATATÜRK DÖNEMİNDE ASKERLER KUR'AN ÜSTÜNE YEMİN EDİYORDU VE ATATÜRK'ÜN EMRİYLE ASKERLERİMİZE ''ASKERE DİN KİTABI'' ADINDA KİTAP BASILMIŞTI...
1-Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan, dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir önsözü yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlarından büyük âlim Ahmet Hamdi Akseki Hoca tarafınan hazırlanan,“ASKERE DİN KİTABI”; Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde, ++
2-bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur.Çünkü Atatürk imansız ve İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele maneviyatsız bir askerin düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar akıllı, inançlı ve şuurludur.