TANERUNAL Profile picture
Jan 7, 2022 8 tweets 2 min read Read on X
Milletvekili emeklilerine 16.000.-TL az geliyormuş😮 Partiler bu durumu düzelteceklermiş!🤭
Binlerce Mv emeklisi 30 yıldır uçuk paralarla hayat boyu sefa sürüyor bir de az buluyorlar!
Ulusal Birlik iktidarında Mv hizmeti SGK hizmeti sayılacak ballı emekli maaşları kaldırılacaktır
2- Ulusal Birlik Hareketi iktidarında En düşük Emekli maaşları asgari ücret düzeyinde olacaktır. Milletvekilliği hizmeti SGK hizmeti sayılacak, Milletvekili, bürokrat veya siyasetçi ballı emekli maaşları kaldırılacaktır.
3-Ulusal Birlik Hareketi iktidarında, Milletvekili maaşları 2 Asgari ücreti geçmeyecek, Diğer bürokrat ve siyasetçi maaşları 3 asgari ücreti geçemeyecektir.
Bunu az bulanlar ülkeyi zenginleştirsin, dar gelirlinin asgari ücretini yükseltsin.
4-
4-Ulusal Birlik Hareketi iktidarında, Siyaset saltanat sürme yeri olmaktan çıkarılarak Mv ve Genel Başkanlık dahil parti yöneticiliği 8 yıl ile sınırlandırılacaktır.
Siyaset bir ticaret yeri olmaktan çıkarılacak millete hizmet yerine dönüştürülecek, +
5- +bu 8 yılın sonunda Belediye Bşk olamayacak, hayat boyu bir daha kamu veya özel sektörde ballı yönetim kurulu üyeliği maaşları alamayacak,bir şahsın siyasetçi bürokrat öğretim görevlisi vd her kim olursa olsun 2 yerden maaş alması yasaklanacaktır.
6- Milletin bu kadar yoksul ve çaresiz olduğu bir dönemde 100.000 TL Cumhurbaşkanı, 80.000.-TL Bürokrat, yolluk vs 60.000.-TL milletvekili maaşı ödenmesi kabul edilemez. Bu gelir adaletsizliğinin ve üzüntü verici görünümün önüne geçilecektir.
7- Bize sadece millete hizmet etmek isteyen, halkın acılarını yüreğinde hisseden, yokluğu ve yoksulluğu onlarla paylaşan, tek bir yoksul ve çaresiz kalmayana kadar canıyla başıyla bizimle mücadele edecek arkadaşlarımızın katılmasını bekliyoruz.
Biz bu güne kadar her sözümüzün arkasında durduk, gerçek dışı veya siyasetçi ağzıyla tek satır yazmadık.

Buradan ilan ediyorum. Ulusal Birlik Hareketi Türkiye'nin geleceği olacaktır. Tüm yanlışları düzelteceğiz.

TANER ÜNAL
ULUSAL BİRLİK HAREKETİ KURUCU GENEL BAŞKANI

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with TANERUNAL

TANERUNAL Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @TNERUNAL

Jun 2
Sn DEVLET BAHÇELİ NE YAPIYOR?

5 Şubat 2025’den bu yana Devlet Bahçelinin ameliyat edildiği söylendikten sonra yaşanan süreç bu süreçte Sn Bahçeli adına verilen demeçler,

Hiç bir görüntüsü olmadığı halde telefon aramaları Son Olarak Devlet Bahçeli'nin "yeni bir milli kimlik Tebarüz etmektedir (görülmektedir)" şeklindeki yaptığı konuşması şaşkınlığımızı daha da artırmıştır.

Benim tanıdığım Bahçeli Yeni bir Milli kimlikten Bahsetmezdi.

"Milli Kimlik" açıklaması yapan Bahçeli 4 Nisan günü mezarlıkta Alparslan Türkeş’in kabri başında gördüğümüz Yeni Bahçeli’ye de benzemiyordu.

Bu şahsı da Sn Bahçeliye benzetemedik.
Sn Bahçeli “Yeni bir Milli Kimlik” gibi uçuk bir söz sarf etmezdi.

Eğer bu konuşmaları birisi yazıyor eline veriyor oda okuyorsa bile burada konuşmayı keser yine de böyle bir söz sarf etmezdi.

Tereddütlerimizi dillendiriyoruz.

Değerli Arkadaşlarım,
Bilhassa Türklüğe, Türk Milletine, Türk Ulusal Kimliğine karşı açıkça yapılan bir saldırı ile başlayan ve ileride kapımıza dayanacağının aşikar çok vahim gelişmeler ile karşı karşıyayız!

Ulusal bütünlüğümüzü yok etmeye yönelik siyasiler tarafından yapılan son 50 yıldır yanlış işlerin, bizler yaşamasak bile gençlerimizin olaylarla karşı karşıya kalacağı bir sürece doğru olduğunun görüyor ve derin üzüntü yaşıyoruz.

Bizde bunlar tekrar yaşanmasın diye her zaman olduğu gibi gece gündüz çırpınıyor milletimizi uyandırmaya çalışıyoruz.

Tüm Değerli Arkadaşlarımızdan Türk’ün sesinin daha gür çıkması programları yayına hazırlayan arkadaşlarımızın hevesinin kırılmaması için,

Atayurt Tv Kanalına abone olmasını, Atayurt Tv kanalındaki programlarımızı tıklayarak izlemenizi, e posta ile ve Sosyal medya mesajlarıyla yakınlarınıza, tanıdıklarınıza dağıtmanızı istirham ediyorum.

Sevgiler, Saygılar, Selamlar.

Videomuzun tamamı linktedir.
İzleyiniz izletiniz.
youtube.com/watch?v=cJzY6t…
TEPELERE ÇIKARDIĞIMIZ SİYASİLER TARAFINDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ TAHRİP VEYA YOK ETME OPERASYONU YÜRÜTÜLMEKTEDİR.

İZLEYİNİZ İZLETİNİZ

Tüm Değerli Arkadaşlarımızdan Türk’ün sesinin daha gür çıkması için, Atayurt Tv Kanalına abone olmasını,

Atayurt Tv kanalındaki programlarımızı tıklayarak izlemenizi, e posta ile ve Sosyal medya mesajlarıyla yakınlarınıza, tanıdıklarınıza dağıtmanızı istirham ediyoruz.

Sevgiler, Saygılar, Selamlar. ❤️🙏🙏🇹🇷🇹🇷🇹🇷

Konuşmamızın tamamı linktedir tıklayarak izleyebilirsiniz.
youtube.com/watch?v=cJzY6t…
3- "YENİ BİR KİMLİK"TEN BAHSETMEK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNE, TÜRK MİLLETİNE, KARŞI OLMAKTIR.

Tüm Değerli Arkadaşlarımızdan Türk’ün sesinin daha gür çıkması için, Atayurt Tv Kanalına abone olmasını, Atayurt Tv kanalındaki programlarımızı tıklayarak izlemenizi, e posta ile ve Sosyal medya mesajlarıyla yakınlarınıza, tanıdıklarınıza dağıtmanızı istirham ediyoruz.
Sevgiler, Saygılar, Selamlar. 🙏🇹🇷🇹🇷🇹🇷

youtube.com/watch?v=cJzY6t…
Read 26 tweets
Apr 26
KANAL İSTANBUL İLE İLGİLİ GERÇEKLER, YALANLAR, YANLIŞLAR
MARUZ KALACAĞIMIZ BÜYÜK FELAKETİ AÇIKLIYORUZ
BİLGİSELİMİZİ OKUYUNUZ OKUTUNUZ..

BÖLÜM-1

Değerli Arkadaşlarım,
Son yıllarda ortaya atılan Kanal İstanbul Projesi bağlamında, gelişen olaylara Kanal İstanbul projesinin mahzurlarını anlatan yazılarımızı sizlerle paylaştık.

Kanal İstanbul projesinin meydana getireceği onlarca dev soruna ilaveten Marmara Denizinde onulmaz, geri dönülmez etkileri olacağını, zaten doyum aşamasına gelmiş kirliliğin daha da artacağını, Marmara Denizi’nin bu yükü asla kaldırmayacağını anlattık.

Bu günkü paylaşımımız da Kanal İstanbul ile ilgili bilinmeyenleri çok önemli gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz.

Değerli Arkadaşlarım,
2011 yılından bu yana Ülkemizin gündeminde yer alan Kanal İstanbul felaketine karşı tepkilerimizi dile getirmiştik.

Son 3 yıldır durdurulan faaliyetler İBB'ye yapılan operasyonlar itibarıyla son bir aydır artan bir şekilde gündemi işgal ediyor.

Bugün yapılan İBB operasyonları üzerine CHP Grup Başkanvekili Ali Mahir Başarır, sosyal medya hesabından yaptığı ve gazetelerde yer alan paylaşımında, “Kanal İstanbul güzergahındaki İSKİ’nin Sazlıdere Barajı havzasında, İstanbul’un içme suyu kaynağını tehdit eden TOKİ konutlarına yıkım kararı alması İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne (İBB) yönelik operasyon gerçekleştirildiğini” açıkladı.

Yine dünkü gazetelerde “lise 10'uncu sınıf Coğrafya kitabının 3. Ünite "Küresel Ortam: Bölgeler ve Ülkeler" başlıklı kısmında Kanal İstanbul Projesi'ne "okuma metni" olarak yer verildiği anlatılırken Coğrafya kitabının 243'üncü sayfasında, "İstanbul Boğazı'ndaki gemi ve tanker yoğunluğunu azaltmak ve yaşanabilecek riskleri en aza indirebilmek amacıyla devletimiz tarafından 'Kanal İstanbul' projesi hazırlanmıştır. Kanal İstanbul, Karadeniz kıyısında Terkos Gölü'nün doğusundan başlanarak Marmara Denizi kıyısındaki Küçükçekmece Gölü vasıtasıyla Marmara Denizi'ne ulaşım ve taşımacılık amaçlı bir deniz yolu açılması projesidir. Proje kapsamında açılacak kanalın 50 cm uzunluğunda, 120 metre genişliğinde ve 50 metre derinliğinde olması planlanmaktadır" sözleriyle öğrencilere sunuldu.

Değerli Arkadaşlarım
Olayların gelişmelerinden anlaşıldığına göre Hükümet Kanal İstanbul’u yapmakta kararlı ve Kanal İstanbul konusu gündemimizi işgal etmeye devam edecek.

Bu gün tarihçi yönümüz ile değil de 2006 yılına kadar Türk Tarihi ve Sosyal Kültürel faaliyetler yürüten bir arkadaşınız olmakla beraber aynı zamanda Büyük Barajların ve sulamaların planlama raporlarını hazırlamış ve inşa etmiş bir Mühendis kardeşiniz olarak da "Kanal İstanbul" projesini ele alacak, her vatandaşımızın bilmesi gereken çok önemli bilgileri sizlerle paylaşacağız.

Bu paylaşımımızda sizlere bilinmeyenleri veya en az dile getirilen hususları aktarıyor sadece ve sadece gerçeklerin ışığında toplumsal bir aydınlanma meydana gelmesi bakımından bizde sizler gibi elimizden gelen tüm gayreti sarf ediyoruz.

KANAL İSTANBUL PROJESİNİN BOĞAZ GEÇİŞİNİ RAHATLATACAĞI İDDİASI GERÇEKLERE AYKIRIDIR!

Değerli Arkadaşlarım
Kanal İstanbul Projesi’nin tek gerekçesi, kaza riskine karşı Boğaz’daki tanker ya da gemi trafiğinin çok yoğun olması. Gelecekte de bunun artacağının yönünde ifadeler çağımızın gerçekleri ile alakalı değildir.

Artarda doğalgaz, petrol boru hatları yapılıyor. Daha yeni Tanap Projesi’nin açılışı yapıldı. Bu tür boru hatlarıyla zaten tankerlerin boğazdan geçilmesinin önüne geçilebilir, oralara aktarılabilir.

Boğazlardaki trafiğin artığı şeklindeki beyanlarda gerçeği yansıtmamaktadır. İstanbul Boğazı’ndan 2011 yılı ve öncesinde bir iki defa 55 bin gemi civarında geçiş olmuştur.

Ancak zamanımızda ise bu sayı 40 binler civarına inmiştir. İstanbul Boğazı’ndaki en önemli ve tehlikeli yük olan ham petrolün taşınması ile ilgili projesi, hazır olan Novorossisk – Samsun – Ceyhan Petrol Boru Hattının inşası ve son zamanlarda sık sık gündeme gelen İpek Yolu isimli raylı sistemin devreye girmesiyle binlerce ton yükün trenlerle taşınabilecek olması, İstanbul Boğazı’nın deniz trafiği yükünü zaten daha da azalacaktır.

Boğaz’dan bahsedilen tehlikenin uzaklaştırılmasının en isabetli çaresi, tehlikenin bu bölgeden doğru çarelerle uzaklaştırılmasıdır. O çare de Novorossiysk – Samsun – Ceyhan boru hattıdır.

Ayrıca İstanbul Boğazı’ndan geçecek olan gemilere belli teknik standartların getirilmesidir.

Zamanımızda Süveyş Kanalından geçecek gemiler için boyut olarak Suezmaks, Panama Kanalından geçecek gemiler için Panamaks gemi tipleri oluşturulmuştur.

İstanbul Boğazı’ndan emniyetli geçebilecek gemiler için de ‘yeni bir ad altında yeni bir gemi modeli/tipi oluşturularak oluşabilecek tehlikeler varsa bunların önüne geçilebilir.

Kanal İstanbul Türkiye de bu güne kadar yapılmış veya yapılmak istenilen en yanlış ve Türk milletine en çok zarar verecek projelerin ve siyasi faaliyetlerin başında gelmektedir.

Paylaşımımızda izlediğiniz videoda görüldüğü gibi Arapların yoğunlukla pazarladığı Kanal İstanbul’un yapılması ile birlikte çok kapsamlı ve telafi edilmesi mümkün olmayacak dev zararlar ve sorunlar yumağı ile karşı karşıya kalacağımızı üzülerek ifade etmekte yarar görüyorum.

Zincirimize Devam Ediyoruz
Bizi izlemeye devam ediniz..
BÖLÜM-2

KANAL İSTANBUL’UN GEREKLİLİĞİ KONUSUNDA ÖNE SÜRÜLEN GEREKÇELER GERÇEKLERE AYKIRIDIR.

İstanbul Boğazında 3 önemli tanker yangını olmuştur.
14.12.1960 saat 2.30’da Yunan bayraklı gemi World Harmony ile Yugoslav petrol tankeri Peter Zoranic çarpışmış ve yanmıştır.

14-15.11.1979 Libya’dan aldığı 96 bin tonluk ham petrolü Köstence Limanı'na götürmekte olan 150 bin grostonluk Rumen tankeri "İndependenta", Karadeniz yönünden gelen Yunan kosteri Evrialiyle saat 5.30’da çarpışmıştır. Tanker Haydarpaşa Dalgakıranı açığında yanmıştır.

13 Mart 1994 saat 22:20’de Karadeniz’den Marmara Denizi’ne geçmek üzere İstanbul Boğazı’na giren Kıbrıs Rum Bayraklı Nassia adlı ham petrol yüklü tanker ile, Marmara Denizinden Karadenize çıkmakta olan aynı ülke bayraklı Shipbroker adlı kuru yük gemisi, Boğazın Hamsi Limanı-Filburnu hattında çarpışmış ve yanmıştır.

Kanal İstanbul Projesi’nin tek gerekçesi bu kazalardır. “kaza riskine karşı Boğaz’daki tanker ya da gemi trafiğinin çok yoğun olması” ile ilgilidir.

Halbuki, İstanbul Boğazında 1994 tanker yangını kazasından beri 200 mden daha uzun tankerler (Dolu veya boş) gece geçirilmemektedir. Gündüz geçtiğinde de bu tankerlere 1 veya 2 römorkör eşlik etmektedir.

Ayrıca bu tankerlerde 2 makinanın bulunması ve ikisinin de çalışır durumda olması şarttır. Boğazda alınan tedbirler sonucunda 1994 yılından beri yangınlı kaza olmamıştır.

Büyük ve idaresi güç gemilerde dümen arızasından olan bazı kazalar vardır. İleri teknoloji kullanılarak gerekli ek tedbirler alınırsa Boğaziçi'nde gemi kazası olmaz.

Nitekim, 1994 de 28 denizcinin hayatını kaybettiği ve 15 bin ton ham petrolün çevre felaketi oluşturduğu NASSIA Tankeri kazasından sonra alınan emniyet tedbiri ise 200 metrenin üzerindeki tankerlerin İstanbul Boğazı'ndan gece geçemeyeceği olmuş olup, 1 Temmuz 1994 de yürürlüğe koyduğumuz "Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü" ve "Deniz Trafik ayırım düzenleri" ile gerekli tedbirler alınmıştır.

Bir diğer tedbir ise 30 Aralık 2003 de faaliyete başlayan ve Türk Boğazlarındaki deniz trafiğini İstanbul Boğazı, kuzey girişinden, Çanakkale Boğazı güney girişine kadar, planlayan, gözetleyen ve denetleyen, riskli gördüğü gemilerle ilgili ilave emniyet tedbirlerinin oluşturulmasını sağlayan, dünyadaki en gelişmiş teknolojilerle donatılmış "Türk Boğazları Gemi Trafik Hizmetleri" faaliyete başlamıştır.

Bir başka emniyet tedbirimiz ise 2005 yılında, 250 metrenin üzerindeki tankerlerin İstanbul Boğazından gündüz geçişleri esnasında “Kılavuz Kaptan almaları ve Römorkör refakati hizmeti” verilmesi olmuştur.

Kaldı ki Boğazlardan gemiler gidiş-geliş olarak çift şeritli geçiş yapmaktaydılar. İstanbul Boğazında Marmaray denizaltı tüneli yapılırken, gemilerin geçişi tek şeride indirilmiştir.

Marmaray bittiği halde gemi geçişi çift şeride dönüştürülmemiştir. Tankerlerin denizde beklemelerinin sebebi İstanbul Boğazı geçişinin halâ tek şeritte devam ettirilmesidir.Image
BÖLÜM-3

MARMARA DENİZİ, KANAL İSTANBUL’UN GETİRECEĞİ YÜKÜ KALDIRAMAYACAK, KİRLİ ATIKLARIN DEPOLANDIĞI CANLILARIN YAŞAMADIĞI ÖLÜ BİR DENİZ HALİNE GELECEKTİR!

Değerli Arkadaşlarım,
Kanal İstanbul ile yaklaşık 500.000 nüfuslu bir uydu kent planlanmaktadır. Yapılacak olan kent, Türkiye’nin en önemli ve verimli tarım arazilerinin üzerinde bulunması tehlikenin büyüklüğünü de göstermektedir.

Uzmanlara göre inşa sırasında gereken hazır beton hacmi 70 milyon m3, çimento hacmi ise 20 milyon m3 olacaktır. Dolayısıyla yaklaşık 90 milyon m3 kum ve kireç taşı temini için Trakya’nın birçok yerinde kum ve taşocakları açılırken ormanlar, dereler, yer altı suları yok edilecektir.

Yeni Kanal Şehrinin kanalizasyonu arıtılsa da, Marmara Denizinin tabanında ilave bir fosseptik siltasyonuna neden olacaktır.

Bu durumda Çekmece Çukurluğundaki tüm taban faunası ve florasının “daha hızla” yok olması kaçınılmazdır.

Kanal kapsamında kullanılması gereken kum ve kireçtaşı gereksinimi sonucu ardı ardına açılacak maden ocakları, on binlerce dekar zirai toprak ve yüzlerce hektar orman örtüsü yok edilecektir.

Böylece, boğazlarımız ve denizlerimiz dışında ayrı bir doğa felaketi daha yaşanacaktır.

Sevgili Okurlarım,
Akdeniz ve Ege denizi yoluyla Tropik denizlerden gelen flora ve karnivorlar şu anda Egede bile söz konusudur. Küresel ısınma nedeniyle Süveyş Kanalından Akdeniz’e ulaşan zehirli yosunlar, canlı yaşantıyı olumsuz etkilerken, tropik okyanuslardan gelen kimi zehirli, kimi yırtıcı balıklar da yerel balık popülasyonu için zamanla soykırım boyutlarına varan tehlikeler doğurmaktadır.

Bu tehlike, yeni ve akıntısız bir bağlantı yolu yüzünden Karadeniz’e kadar uzanabilir.

Kanal yapımı için ortadan kaldırılması gereken yeşil örtü nedeniyle ve de bölgede ortaya çıkabilecek vadi etkisiyle iklim değişebilecek ve hakim rüzgar yönündeki değişim nedeniyle zincirleme olarak başkaca olası ekolojik olumsuzluklar ortaya çıkabilecektir.

İstanbul Boğazı en derin yeri 120 metre, ortalama derinlik ise 60 küsur metre. Temel olarak 2 tip akıntı var; Karadeniz’den gelen az tuzlu (yani hafif) üst akıntısı (Bu boğazda yaklaşık 25 metre derinliğe kadar olan alanı kapsar; Bunun altı ise Akdeniz’den Çanakkale kanalı ile gelen sıcak ve yüksek tuzlu dip akıntısı. İstanbul Kanalı 20 metre derinlikte olacak. Yani Karadeniz Marmara'ya akacaktır.

Bütün bu sistemin temelinde birçok Avrupa, Türk, Rus ve Kafkas devletlerinden gelen büyük akarsular sayesinde Karadeniz Marmara'dan yaklaşık 10-15 santim daha yüksektir; yani bileşik kaplar teorisine göre Karadeniz Marmara denizini doldurmağa çalışır.

Ancak Cebelitarık’dan gelen okyanus akıntılarının bir taraftan Akdeniz ve Marmara'yı doldurmağa çalışması ile milyon yıl evvel bir "su dengesi" oluşmuş. Bugün devam ediyor.

Karadeniz’in Marmara’ya gelmesi sonucunda Marmara Denizi’ne olumsuz etkileri olacak. Oluşacak şiddetli akıntı neticesinde oluşacak farklılıklar beraberinde, deniz tuzluluk oranında oluşacak farklılıklar, deniz canlılarını da ciddi şekilde etkileyeceği beklenmektedir.

Bu durum Kanal İstanbul, Karadeniz ve Marmara denizlerinin kendilerine has tuzluluk ve seviye farklılıklarının bozulmasına, Karadeniz'den Marmara'ya yoğun akış sebebiyle, Marmara'nın oksijensiz bir ölü denize dönmesine, ortaya çıkan hidrojen sülfürün atmosfere yayılmasına sebep olacaktır.

Hidrojen sülfürün yaydığı kötü koku ve kirli hava muhtemelen İstanbul'u etkileyecektir. Marmara denizindeki oksijensiz ölü deniz takriben 3 -4 yıl içerisinde Karadeniz’i hatta Ege denizini bile etkilenecek denizlerde kalan tüm canlıların ölümü ile birlikte bu gün bile büyük tehlike teşkil eden (Resimlerde izlediğiniz) müsilaj sorunu ile kıyaslanamayacak derecede felaketler zinciri ortaya çıkaracaktır!

MARMARA DENİZİ ERGENE ÇAYI ÜZERİNDEN AKTARILAN KİRLİ ATIKLARI bile TOLORE EDEMEMİŞTİR. MÜSİLAJ SORUNU MARMARA DENİZİNİN ÖLÜM HALİNE GEÇTİĞİNİN İLANIDIR.

Sevgili Okurlar,
Marmara Denizi çevresindeki nüfus yoğunluğu ve bu yoğunluğu meydana getiren insanların günlük faaliyetleri sırasında ürettiği evsel, sanayi ve tarımsal atıklar Marmarayı kirletmektedir.

Karadeniz’den gelen kirlilik, Tuna Nehri’nin Avrupa’da drene ettiği devasa alan ve buradan kaynaklanan yükler de fasılalı olarak Marmarayı kirletmektedir.

Marmara Denizi yerel ve ithal kaynaklardan gelen yüklerle baş etme gücünü kaybetmiş veya kaybetmek üzereyken Ergene nehrinin organize Sanayi siteleri tarafından kirletilen sularının yine bu organize sanayi sitelerinin yönetimleri tarafından Meriç nehriyle birleşip Kuzey Ege’deki Saroz Körfezi’ne dökülen Ergene nehrine boşaltılan atıkların sırf maliyeti düşürmek için, Ergene Nehrine değil de 4,5 km açıkta Marmara Denizi’nin 47 metre derinliğine boşaltılması yapılmıştır.

Bu yapılan yasa dışı işleri sanki çevre kirliliğine yol açmayacak bir arıtmaymış şeklinde göstermek için Ergene Derin Deniz Deşarj A.Ş adlı bir şirket kurulmuş sözde arıtma faaliyeti adı altında Marmara Denizi 13 yıldır Endüstriyel atıklarla doldurulmuştur.

Ergene deşarjı ile birlikte Marmara Denizi’nin oksijensiz kaldığı, nefes alamaz hale geldiği, yoğun kirliliğin sonucu oluşan müsilajın denizdeki oksijen seviyesinin yetersiz olması sebebiyle parçalanamadığı görülmektedir.

Müsilajın denizin dibine çöktüğü, denizdeki mercanların ve dipte yaşayan canlıların üzerini kapladığı, balıkların solungaçlarını tıkadığı, balıkların ve diğer canlı türlerinin ölümüne yol açtığı, canlı çeşitliğinin yok denecek kadar azaldığı hepimizin bildiği gerçeklerdir.

Müsilajla birlikte deniz suyunda patojen bakterilerin ürediği, bunun salgın hastalıklara ve enfeksiyonlara yol açabileceği, Ergene deşarjı devam ettiği takdirde Karadeniz ve hatta Ege’nin de yok olma tehlikesi altında olduğu söylenmesine rağmen sözde arıtılmış sanayi artıklarının bir yıldır hiçbir tedbir alınmadan Marmara Denizine basılmaya devam edilmesi Marmara Denizi’ni geçen sene esir alan müsilajın Çanakkale kıyılarında görülmesine sebep olduğunu üzülerek izliyoruz.
Kanal İstanbul ile maruz kalacağımız felaketler -Marmara Denizinden Ege denizine - katlanarak artacaktır.

En geniş manada verim almamız gereken, kıymetli deniz kaynaklı proteine ulaşabileceğimiz biyolojik bir koridor yok edildi! Uzmanlar şu ana kadar eksilen 124 çeşit ticari öneme sahip balığın ortadan kalktığını söylüyorlar!

Zincirimize Devam Ediyoruz
Bizi izlemeye devam ediniz..Image
Image
Image
Read 7 tweets
Oct 12, 2024
CUMHURİYETİMİZİ/ DEVLETİMİZİ ETKİSİZLEŞTİRMEK, ÖNEMSİZLEŞTİRMEK VE ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞMAK SUÇU İŞLENMİŞTİR!

BÖLÜM-1
Değerli Arkadaşlarım,
Anayasa Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı "İstiklal Marşı"dır.
Başkenti Ankara'dır.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş; “Anayasada yer alan 'Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür' ifadesi değiştirilmelidir. Çünkü Devletin, ülkesi ve milleti olmaz.” Diyerek hem bilgisizliğini ortaya koymakta hem de Anayasal Düzeni değiştirmeye çalışma suçunu işlemektedir!

Değerli Arkadaşlarım,
1982 Anayasası, 1924 Anayasası ve 1960 Anayasaları da değerlendirilerek 160 konusunda uzman şahsiyet tarafından hazırlanmıştır.

Binlerce kişi arasından liyakatleri göz önüne alınarak, 34’ü Anayasa Profesörü, 45’i Yüksek yargı dâhil bürokrat ve 79’u çeşitli meslek gruplarından seçilen 160 kişi tarafından 8 ay üzerinde çalışılarak ve çeşitli meslek kuruluşları ve konunun uzmanları ile sürekli istişare edilerek hazırlanmıştır.

Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı ile yaptığımız görüşmede, "Cumhuriyetimize / Devletimize ve Milletimize layık bir Anayasa yapıldığını, Danışma Meclisine arkasından halk oylamasına sunulacak Anayasanın 160 uzmanın 236 günlük çalışması ile meydana geldiğini" söylemişti.

Şimdi 160 bilim ve meslek adamı 230 gün gece gündüz çalışmış ve Numan Kurtulmuş’un gördüğünü görememiş de “Devlet” yerine “Millet” yazılması gerektiğini Numan Kurtulmuş mu görmüş!

Vay vay vay,

Ziya Paşa’nın dediği gibi "ne günlere ne damlara kaldık" Bunlarda bu milleti temsil mevkiinde oturuyor. Bunlarda konuşuyor ve Millet dinleyip önemli bir şey dedi sanıyor!

Değerli Arkadaşlarım,
Devlet, kısa tarifiyle “Ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlamış, milletleşmiş toplumların sosyal yaşamlarını düzenlemek ve daha müreffeh yaşamak amacıyla oluşturdukları bir örgütlenme biçimi, diğer bir ifadeyle Millete ait olan Egemenlik gücüyle milleti/Ulusu korumak üzere donatılmış, bir Ulusal birliktir”

Değerli Arkadaşlarım,
Devlet, karmaşık bir sosyal, siyasal ve hukuki bir yapıdır. Devlet üç ana temel güçten oluşur

1- Millet
2- Vatan/Yurt Toprağı
3- Siyasi/Demokratik veya teokratik yönetim.

Tüm Anayasa hukukçularının ve Hukukla iştigal durumunda kalmış tüm vatandaşlarımızın bileceği gibi Devlet bu unsurlardan yalnızca birine indirgenemez.

Devlet bu üç temel güçten biriyle yer değiştiremez.

Yani Numan kurtulmuş’un söylediği gibi laf ebeliği ile “Devlet” ile “Millet” yer değiştirilemez.

Koca Ragıp Paşa ’nın, “Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler" deyişinde olduğu gibi Numan Kurtulmuş’in bu sözleri bilgisizliğinden değil, "Devleti etkisizleştirmek, güçsüzleştirmek, önemsizleştirmek için yürütülen sinsi bir planının dışa vurumu dur."

Numan Kurtulmuş bilinçli bir şekilde Anayasal düzeni yıkmaya çalışma suçunu işlemektedir.

Devam Ediyoruz.Image
NEDEN ANAYASA İLE UĞRAŞIYORLAR?

Bölüm-2
Değerli Arkadaşlarım,
Anayasanın ilk 5 maddesi “Yeni kurulan Türk devletini" kısaca “Türkiye Cumhuriyetini” Altıncı maddesi ise "İlk 5 Maddede Bahis olunan Devletin/Cumhuriyetin Kurucusu olan Milletin Egemenliğin ve kayıtsız şartsız kendisine ait olduğunu" ifade etmekte devamla “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Denilerek ilk 5 maddede bahsedilen devlet ile Millet arasındaki bağ en mükemmel şekliyle anlatılmaktadır.

MARUZ KALDIĞIMIZ TÜM İHANETLERİN ANA SABEBİ YÜCE DEVLETİMİZİ/CUMHURİYETİMİZİ YIKMAKTIR!

Değerli Arkadaşlarım,
Bir önceki bölümde iade ettiğimiz gibi Devlet üç ana temel güçten oluşur.

1- Millet
2- Vatan/Yurt Toprağı
3- Demokratik veya teokratik yönetim vd.

İşte bu üç temel unsur zafiyete uğrarsa devlet yıkılır!

1-Yabancılara toprağını veren devletin gücü azalır. Vatan/Yurt dediğimiz Toprakların tümünü kaybeden devlet ortadan kalkar.

2-Devleti teşkil eden milletin etnik parçalara bölünmesi, bu parçaların kendini devlete ve millete ait saymaması, devletin hayatiyetini tehlikeye sokar!

3- Devleti yöneten siyasi gücün devletin düşmanlarıyla işbirlik içerisinde olması devletin yıkılma sebeplerinden birisidir.

BU GÜN SİYASİLER VE TEPEDEKİLER ELİYLE DEVLETİMİZ YIKILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR!

İktidar ve yandaşları Türksüz bir Anayasa yaparak, Batı’nın BOP/ Türklerden arındırılmış Anadolu planlarına hizmet etmekte bu sebeple %80’i değişmiş 1982 Anayasasını, Türksüz bir Anayasaya çevirerek, Türk milletinin Cumhuriyetin Kurucusu olması sebebiyle kazandığı hakları, PKK’ gibi etnik, Hizbullah, İŞİD, HTŞ Cemaatler. Din taciri siyasiler gibi Dini Taassup ve şimdilik 13-17 Milyon olduğu görülen ne olduğu belirsiz sığınmacı adı verilen işgalcilerle paylaştırma planları yapmaktadırlar!

Türkiye İstiklal Savaşı şartlarını yaşamakta, 1920 İstanbul hükümeti nasıl işgalcileri ve Türk’ten gayrı herkesin savunuculuğunu yapıyor İngiltere’nin Türksüz Anadolu planlarına hizmet ediyorsa bu gün de BOP Eş başkanı ve Cumhuriyet Atatürk Türk düşmanı siyasiler dahil tamamı Batı’nın BOP/ Türklerden arındırılmış Anadolu planına hizmet etmektedirler.

Türkiye'nin açlık sefalet kötü yönetim gibi çok önemli sorunları varken, sanki tüm sorunlar hallolmuş gibi. Türk, Atatürk, Cumhuriyet/Devlet düşmanı siyasi tarafından Anayasa Değişikliği ile uğraşılması, maruz kaldığımız büyük ihanet ve maruz kalacağımız İstiklal Savaşı ile ilgilidir!

Türksüz Anayasa Türksüz Anadolu demektir. Türk Milletiyle Türk Devletiyle/Cumhuriyetimizle, Atatürk ile uğraşanlar ayaklarını denk alsınlar!
Yapmaya çalıştıkları Anayasal Düzeni Değiştirmektir.
Buna Cumhuriyetin Savcıları başta hiç bir kurum ve kuruluşumuzun müsaade etmemesi gerekir.

Eğer bu "Türksüz Anayasa" ihanetine müsaade edilirse, Atatürk'ün Gençliğe hitabesinin idrakinde olarak, kendisini, Atatürkçü, Kemalist, Türkçü, Devrimci, Milliyetçi vd şekillerde tanımlayan vatan için el ele vermiş Türk Gençliği olarak biz bu ihanete asla ve asla müsaade etmeyiz!

Devam ediyoruz..Image
TÜRK MİLLETİ OLARAK SALDIRI ALTINDAYIZ!

BÖLÜM 3

Değerli Arkadaşlarım,
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'un hedef aldığı, "DEVLET" adı verdiğimiz ve Tarih boyunca Türk milletinin yaşaması için elzem görerek "Yüce" kabul edip uğrunda gözümüzü kırpmadan öldüğümüz müessesenin, ortaya çıkması ve dünyaya yayılması insanlık ve medeniyet tarihinde çok mühim ve çok müspet bir hadise olmuştur.

Milletler devlet sayesinde ve devlet içinde teşekkül etmişler, Ulus devletin sağladığı barış ve hukuki nizam sayesinde bir medeniyet okulu ve uçsuz bucaksız bir uygarlaşma sahası ortaya çıkmıştır.

Ulus/Milli devletler, sağlanan huzur ve güven ortamında yüksek felsefe ve ahlak sistemlerinin ortaya çıkmasını, Bilimsel keşif ve teknik ilerlemelerin yapılmasını, kültürel sahada ve kalkınma alanında her türlü gelişmeyi mümkün kılan, zengin müreffeh, uygar uluslar haline gelmişlerdir.

Bu gün Devletimize Ulusal Birlik ve bütünlüğümüze, Devletimizin kurucusu vatanının Kurtarıcısı Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'e yapılan saldırıların temelinde milliyet duygusuyla bir araya gelmiş Büyük Türk milletini ve Ulusal birlik ve bütünlüğümüzü yıkmaya yönelik saldırıların sürmesi kesinlikle müsaade edilmemesi gereken olaylar zinciridir.

Muarızlarımız bizim, Andımızdan, Ulusal kuruluş şeklimizden, Cumhuriyetimizden/Devletimizden, Vatan topraklarından, Türk Adımızdan feragat ederek gelecekte nereye varacağı belli olmayan karmaşaya doğru kimliksiz, milliyetsiz bir Anayasa ile binlerce yıllık Devlet olma tecrübelerimizi bir kenara atarak meçhule doğru yol almaya davet etmemizi istemekte bunu her gün bangır bangır yüzümüze söylemekte böyle daha özgür olacağımızı sanmamızı sağlamaya çalışmaktadır!

Değerli Arkadaşlarım,
Bir milletin kül halinde milli şuurunu/Ulusal bilincini kaybetmesi ihtimali tabii ki yoktur.

Ancak yönetenler ve işbirlikçiler eliyle gece gündüz, devam eden milliyet aleyhindeki faaliyetler, Ulus devletlerin yaşaması ve bekası bakımından çok zararlı ve tehlikelidir.

Çünkü milliyet duygusunun yok edilmesi imkansız ise de, Ulus devletlerin yıkılması Her zaman mümkündür.

Türklüğe hasım, milliyet hissinden mahrum, Ulus devlete, vatana millete, ihanete Ulusal değerlerimize düşmanlık zihniyetine sahip birkaç bin kişinin türemesi, bunların türlü sahalarda devletin önemli mevkilerine geçmesi, tabir caizse, ülkemizin manevi ve siyasi “köprübaşı ” larını işgal etmesi Ulus Devletimizin yıkılması için kafidir!

Değerli Arkadaşlarım,
Uzun bir tarihe sahip, milli şuura, milli seciyeye malik olan bir milletin milli duygusu kolay kolay yok edilemez, Ancak Ulusun tepesine yerleşmiş siyasilerin sistemli yıkım faaliyetleri neticesinde, o milletin kurmuş olduğu milli/Ulus devlet, Ulusal siyasi teşkilatların ve neticede Devletin temelleri sarsılabilir o devlet yıkılabilir.

Hazar İmparatorluğunda ve bunun gibi 50 civarında Türk Devletinde böyle içeriden yıkılma ve dağılma meydana gelmiştir. Millet şuuru kuvvetli olduğu halde, en yakınımızda İran örneğinde olduğu gibi içerideki ihanet sebebiyle vatan toprakları bir anda kaybedilmiş, Doğu Türk Hakanlığı/ Safevi İmparatorluğu veya Kaçar Hanedanlığı adı altında hüküm süren Türk Milleti bir askeri darbe ile kendi bünyesinde yaşayan Farsların esiri vaziyetine düşmüştür.

DEVAM EDİYORUZ

TANER ÜNALImage
Image
Image
Image
Read 4 tweets
Sep 14, 2024
ARAP VAHŞETİ

HER TÜRK’ÜN BİLMESİ GEREKEN ELİM OLAYLARI ANLATMAYA BAŞLIYORUZ..

OKUYUNUZ OKUTUNUZ.

Bölüm-1

Değerli arkadaşlarım,
Araplar 644 yılında İran’ı ele geçirmişler Arapların Horasan’a saldırıları 656 yılından itibaren artmıştır.

Bilhassa 650-715 yılları arasında Emevi Saltanatı tarafından Arap çöllerinden getirilen Bedevi Arap unsurlar, ticarette, kültür ve sanatta dünyanın en ileri medeniyeti haline gelmiş Türklerin yaşadığı Semerkant Buhara, Merv, Baykent, Kaşgar, Harizm gibi büyük şehirlere saldırtılmışlar, yıllarca Türk katliamı yapılarak bu şehirlerden ve bölgeden toplanan hazineler Emevi hükümdar ailelerine ve yöneticilerine taşınmıştır.

Bölgenin hâkimi Göktürkler, Bir yanda Kırgız, Karluk ve Uygurlar ile diğer tarafta Çinliler ile sürekli kavga halinde bulundukları için bölgeye müdahale edememişlerdir.

Bu gün ne yazık ki Türklerin koşa koşa ve duyduğu anda kafileler halinde Müslüman olduğu gibi geleneksel bir düşünce yapısı oluşmuş durumdadır. Bunun sebebi İslam ve Türk tarihçilerinin gerçekleri anlatmaması, gerçekleri anlatmaya çalışanlarında yeteri kadar etkili olamamasıdır.

Halbuki Emevilerin özellikle 670’lerden başlayarak 715 yılına kadar bir kısım Türk’ün yaşadığı Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde sürdürdükleri katliam yağma ve talan neticesinde Türkler arasında İslamiyet yayılmamış tam tersine, Türkler bu saldırılar sebebiyle İslam'dan nefret etmişlerdir.

Araplar İslamiyet uğruna değil ganimet ve haraç elde edebilmek için savaşmışlardır. Savaşların temel sebebi mevcut olanı almak Emevi soyunun, muhaliflerinin yöneticilerinin ve savaşan askerlerin zenginleşmesi ile ilgilidir.

Türkistan şehirlerinden Emevi Sarayına ve Arap dünyasına 644-733 yılları arasında 90 yıl boyunca akıtılan servetler ve zenginlikler, Arapları o derece tahrik etmiştir ki Horasan valiliğini elde etmek şöyle dursun Aşağı Türkistan şehirlerinden herhangi birinde biraz seviyeli bir memuriyet elde etmek için bile Emevi devlet adamları adeta yarış eder hale gelmişlerdir

Emevi Valileri elde ettikleri hazinelerin çokluğundan bir kısmına kendilerine ayırırlar ancak Emevı halifeleri bu valilerin mallarına ve ganimetlerine el koyardı. Emevi Halifeleri Valiler zenginleşince, herhangi bir sebeple onları görevden uzaklaştırıyor, mallarını incelemek üzere kendisini ve yakınlarını “istihrac” dairesine alarak işkenceyle neyi var neyi yoksa öğrenerek Validen alırlardı.

Paraya ihtiyaç duyduklarında valiliği daha fazla verene satarlardı. Bu konuda yarışma, “tabii” bir durumdu.

Bilhassa Kuteybe döneminde artan vahşet Türkleri derin acıya boğmuştur Türk ülkelerinin basılması, Türkleri ilerisi ve mukadderatı üzerinde pek acı sonuçlar doğurmuştur.

Türkler birbirleri ile savaşabilirlerdi. Ancak Arapların Türk Yurduna vahşi Bedevi ordularla saldırarak, Kültürlü, mert, Yüksek Ahlaka sahip bir ulusu köleliğe mahkum etmek istemeleri ve maruz kaldığı dehşet verici olaylar Türkler de intikam hissini doğurmuştur.

Araplar Türkleri ne kadar katlederse katletsinler, evlerini barklarını yıksınlar Türkler hepsine katlanmıştır. Ancak kadınlarının, gelinlerinin, kızlarının, çocuklarının esir edip yurtlarından çıkarılmaları şeklinde zuhur eden acı olaylar Türklerin İslam'dan nefretini ve intikam hislerini artırmıştır.
(Bu konudaki ilk çalışmaları ve yayınları geçmişte biz hazırladık sonraki paylaşımlarımızda Kuteybe dönemini de anlatacağız)

Nitekim Bölgede ki Türkler Kuteybe'nin ölümü üzerine hemen toparlanmışlar Sulu Han Etrafında birleşerek 733 yılında Arapları bozguna uğratmışlar ve Arap illerine dalarak intikamlarını fazlasıyla almışlar bununla da yetinmeyerek sürekli saldırılarla Türk'e yaraşır bir şekilde Araplardan intikamlarını almışlardır.

750 yılında Emevi Devletini yıkarak Tüm Emevi yöneticilerini ve hanedan üyelerini Abbasiler adına öldürmüşler Abbasi Devletinin Kurulmasını sağlamışlar, onunda yönetiminde etkili bir hale gelmişlerdir.

Bu gün gençlerimize sanki Türkler aciz zavallı bir milletmiş gibi gösterilerek "Araplar geldi bizi döverek öldürerek zorla İslam yaptı" masalı anlatılıyor.
Türkler istemedikten sonra Zorla bir dini kabul edebilir mi?
Asla..
Nitekim Kuteybe ölünce Türkler o dönemde yaygın olan Maniehizm,Budizm gibi inançlarına geri dönmüşlerdir.

Nitekim Saltuk Buğra Han (920-955) zamanında Türklerin kısmen İslam'ı seçmeleri Karahanlıların politikası ile ilgili olup Türklerin İslamiyet'e Büyük Oğuz kütleleri halinde geçişleri Tuğrul Bey'in Abbasi halifesine hutbe okutarak Arapları hakimiyetine aldığının belli olduğu 1050 yılında başlamıştır.

Türkler Kuteybe'nin Türklere yaptığı zulümden itibaren 335 yıl İslamiyet'e tepki ile yaklaşmışlardır. İslam'a geçiş Türklerin İslam dünyasın da hakim devlet haline gelmesinden sonradır.

Devam Ediyoruz.Image
Image
TÜRK İSLAM ANLAYIŞI "AKIL BİLİM VE GÜZEL AHLAKIN YAŞANMASI" İLE İLGİLİDİR.

TÜRK DÜŞMANI ARAPÇI İSLAM ANLAYIŞI İSE, "AKLI VE BİLİMİ REDDEDER. AHLAK İSE ORTALARDA YOKTUR."

Bölüm-2

Oğuzlar Her ne kadar İslam'a geçseler de Heterodoks dediğimiz Eski inancın kaybolmadığı veya birlikte yaşandığı, Şaman ritüelleri ile birlikte Tengri inancının yaşandığı bir İslam / Tengrici İslam yaşamaya anlayışını devam etmişlerdir.

Maturidi anlayışı bu anlayışın yaşatıldığı bir Türk İslamı ile ilgilidir. Bir Örnek verirsek "Dona girmek" dediğimiz olay Şaman ayinlerini düzenleyen kamların Kurt, Kartal vd gibi kutsal hayvanların suretine girmesi ve bu haliyle ayine devam etmesi ile ilgilidir.

Ahmet Yesevi başta Türk erenlerinin "Dona girmesi" şeklinde anlatılan olaylar Türklerin İslam'a geçseler de binlerce yıl Tengri inancı ile yaşattıkları güzel Ahlak ve yüksek kültür ögelerini İslam dininin içerisine nakşetmişlerdir.

Tuğrul Bey'in kendi adına hutbe okutarak Türk egemenliğini ilan etmesi ile başlayan İslam'a geçiş olayından 250 yıl sonra bile Osmanlı Devletinin kuruluşuna katılan Ahiler, Abdallar, Derviş Gaziler Heterodokstur. Osman Gazi veya 1 Murat Bile Heteroksdur. 1 Murat Ahilerin başkanıdır.

Osmanlı'da devşirme egemenliğinin başladığı Fatih dönemine kadar yönetim de yer alarak "Türk Beyliklerine saldırmak yerine Türk birliğinin sağlanması" fikrini savunduğu için fitne yayılarak idam edilen Çandarlı Halil Paşa'dan önce iktidara gelen Çandarlı ailesi de Hetoroks/Tengirici İslam Ahilerin başkanlığını üstlenmişlerdir.

Devşirme paşalar Arapçı İslam anlayışını kendilerine zırh yapmışlar, Türklerin Tengri inancı ile harmanlanmış ve Şamanist ritüeller ile zenginleştirilmiş İslam anlayışlarını kafirlik olarak görmüşlerdir.

852 yılında Semarkant'ta dünyaya gelen ve Türklerin İslam İnancını zenginleştiren Maturididir. Türkler Maturinin tefsiri ve ortaya koyduğu esaslar ile İslam'ı yaşamaktadır.

Maturidi bir anlamda Türklerin Yaşadığı İslam'ı anlatmış ve savunmuştur.

Türklerin İslam Anlayışı Tengri inancında olduğu gibi Akıl, bilim ve Güzel Ahlak üzerinedir.

"İslamcılık" denilen Dini taassup/ Arapçı İslam anlayışı demektir. Arapçı İslam anlayışı tüm cemaatlerin sürekli empoze ettikleri gibi aklı reddeder. Akıl yerine körü körüne "Biat"tan bahsedilir.

Arapçı İslam anlayışı Hulusi Akar'ın bile bahsettiği gibi Bilimi reddeder.

Arapların İslam inancında Ahlak yoktur. Kuran'da Ahlak üzerine olan emirleri uygulamazlar. Cahiliye Aklı ile uydurdukları Hadisler üzerinden için de güzel ahlakın olmadığı bir Arap milliyetçiliği anlayışını yaymaya çalışmaktadırlar.

Tekrar edelim, Türk'ün İslam İnancı Akla bilime, Ahlaka ve sevgiye dayalıdır.

Tepelerdeki Türk düşmanları ile temel sorunumuzda bunların Emevi artığı Cahiliye Arap yaşam biçiminin hakim olduğu Türk, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı dini taassubu etkin hale getirmeye çalışmaları sebebiyledir.

Devam Ediyoruz.Image
Image
Image
Image
TÜRK TARİHİNİN EN ACI HADİSELERİNDEN BİRİSİNİ ANLATIYORUZ..

Bölüm-3

Araplar Tarih boyunca Türklere ihanet etmiştir. Sümerlerden bu yana Türk Milletinin en büyük düşmanı Araplardır. Daha bir asır önce 1895'de Yemenden 1918'e kadar Arap çöllerinde 2 Milyondan fazla Türk Araplar tarafından kalleşçe arkadan vurulmuş ve alenen soykırıma uğratılmıştır.

Araplar bu günde Hiç bir Ulusal sorunumuzda yanımızda olmamışlardır.

İslam tarihini Arap Milliyetçiliğinin tesirinde kalarak anlatan veya bir takım gerçeklerin aktarılması durumunda dinin zarar göreceği vehmine kapılan fikir ve bilim adamlarının yanında, Türklük duygusunu yok etmek için İslam inancını ümmetçi bir bakış açısı ile yorumlayan yazarların güzel Türk milletine ve Türk Milletinin geleceğine verdikleri zararı göz ardı etmeyelim.

Türk çocuklarının 21. Yüzyılda her türlü ekonomik siyasi ve sosyal problemlerini yenmiş lider ve güçlü bir ülkenin fertleri olmasını istiyorsak bizlere düşen görev gerçekleri anlatmak olmalıdır.

Şimdi Türklerin Araplar tarafından katledilmesi bahsinde sürekli işlenen Kuteybe bin Müslim‘in göreve atandığı (705-715) tarihinden 25 yıl önce Horasan‘da Yaşanmış Türk tarihinin en acı olaylarından birini anlatalım.

SAİD BİN OSMAN

Değerli arkadaşlarım,
I. Yezîd’in veliaht tayin edildiğinin Medine’de duyulması üzerine halk arasında halifeliğin Saîd b. Osman’ın hakkı olduğu söylenmeye başlanınca Muâviye’nin onu çağırıp sorguya çektiği, bu sırada "Muâviye’ye halifelik makamına babası sayesinde oturduğunu hatırlattıktan sonra kendisinin veliahtlığa Yezîd’den daha lâyık olduğunu" söylemekten çekinmediği veya "Said’in halifeden valilik isteğinde bulunduğu sırada bu konularında dile getirildiği" bildirilmiştir.

Muâviye Said’in Valilik talebini kabul ederek kendisini Horasan’a Vali tayin etti. Taberi Said’in Yezide biat karşılığında Horasan’a Vali tayin edildiğini yazar. (Ebu Cafer Muhammed Bin Cerir’üt-Taberi, Tarih-i Taberi, S. 93)

Ubeydullah b.Ziyad’dan sonra Maveraünnehir’de geniş çapta fetihlerde bulunan şahıs, Sa’id b. Osman’dır. ( Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, S.34.)

Said b. Osman iyi bir pazarlık sonucu Horasan’a vali olarak geldikten sonra, o da devrin yaygın teamülüne uyarak hemen bir ordu hazırlamış ve Ceyhun Nehrini geçerek Aşağı Türkistan’ın (Maverau’n-nehir) iç kısımlarına doğru ilerlemeye başlamıştı. Bundan asıl maksadı bölgenin diğer bir refah ve aşırı bir zenginlik şehri olan Semerkant’a (Kaşgari’ye göre Semizkent), hücum etmek ve orasını dilediği gibi yağmalamaktı.

Belirli hedeflere yönelmiş devamlı ve planlı bir fetih hareketi olmaktan ziyade bir bakıma kendisinden önce gelen valilere özenerek bir nev’i yağma hareketi için hazırlanan ve 24.000 kişilik bir ordunun başına geçen Said, derhal Buhara’ya doğru hareket etmiştir.

O sıralarda Buhara Hanlığı’nın başında, Buhara Melikesi Kabaç Hatun bulunuyordu. Bu yağma ordusu ile başa çıkamayacağını anlayan Kabaç Hatun, bu defa da yeni Arap valisinden sulh talebinde bulundu.

Said bu talebi pek ağır şartlarla kabul etti. Yapılan bu anlaşma gereğince:

“Türkler: Said b. Osman’a karşı tutmuş oldukları geçitleri açacaklar, Arap askerlerine karşı hiçbir harekette bulunmayacaklardı. Böylelikle Semerkant’ın yağma edilmesi daha da kolaylaşmış olacaktı. Ayrıca Kabaç Hatun yine bu anlaşma gereğince Said b. Osman’a Türk asilzade (Prensleri)lerinden 50 genci rehine olarak verecekti."

İslam Tarihinin 5 temel kaynağından birisi olan Belazuri tarihinde "Türk asilzadelerinin 80 kadar olduğu ve hepsinin de hükümdar ailelerine mensup yüzleri sanki (kınından sıyrılmış) Kılınçlar gibi parladığı" kaydedilmektedir.

Said b. Osman’ın bu Türk Prenslerini rehin almasının bir diğer sebebi de, Türklerin gidiş ve dönüş yollarını, dar geçitleri tutmaları ve Arap Ordusunu çok müşkül durumlarda bırakabileceklerinden korkmuş olması idi. O, her halükârda kendisinin ve ordusunun emniyet içinde olmasını istiyordu.

Artık Semerkant yolu yeniden Arap askerlerine açılmış oluyordu. Said b. Osman buradan süratle yoluna devam etmiş ve çok kısa bir zaman sonra Semerkant önlerinde görünmüştür. Mahalli Türk Hükümdarı İhşit (Akşit) bu çapulcu Arap ordusunun karşısına dikilecek zaman bile bulamamıştı.

Arap valisi şehri istediği gibi yağma etmek, halkın elinde avucunda ne varsa almakla kalmamış ayrıca, 30 bin Türk gencini de esir etmiştir. Tarihçiler Semerkant İhdişinin Said b. Osman’a bunun dışında 500.000 dirhem altın verdiğini kaydetmektedir.

Said Bin Osman Buhara’dan geçerken Melike ona haber göndererek rehin olarak elinde tuttuğu Türk asilzadelerinin iadesini istedi. Said buna her nedense bir türlü yanaşmak istemiyordu.

Çünkü o, niyetini çoktan bozmuştu. Sudan bahanelerle Hatun’u oyalama yolunu tercih etti. Bir suikaste kurban gidebileceğini, halbuki bu rehinler elinde olursa kimsenin böyle bir şeye cesaret edemeyeceğini, ancak Ceyhun Nehri’ni geçtikten sonra onları bırakabileceğini söylüyordu.

Nehri geçtikten sonra Hatun Said’den tekrar rehineleri serbest bırakmasını ve iade etmesini istedi. Bu defa da o, ancak Merv’e sağ salim ulaştıktan sonra iade edebileceğini söyleyerek Kabaç Hatun’u oyalama yolunu tercih etti.

Türk hakimiyet bölgelerinden çıkıp Merv’e (Arapların askeri karargahına) geldikten sonra, daha önce yaptığı anlaşma ve verdiği sözü tamamen inkar eden Said b. Osman, Kabaç Hatun’un rehineleri almak için Merv’e gönderdiği elçileri huzurundan kovmuş ve onları iade edemeyeceğini bildirmiştir.

Ancak bu şekilde başlayan müessif olaylar bununla bitmeyecek, hem Said b. Osman, hemde bu Türk asilzadelerinin başını hemde kendi başını yiyecekti.

Buraya kadar olan bütün bu izahlarımızdan sonra şimdi karşımıza şöyle bir sual çıkmaktadır. O da Said b. Osman’ın bin bir türlü hile ve entrikalarla dirayetli Türk anası Kabaç Hatun’dan koparıp aldığı bu Türk asilzadeleri, hükümdar evlatlarının akıbetlerinin ne olduğudur.

Said b. Osman, hiç şüphesiz bütün bu yeni uygulama ve teşebbüslerinden sonra Merv’de daha fazla kalmamış, ele geçirdiği büyük servet ve zenginliklerin yanı sıra, bu Türk prensleri ile birlikte Medine’ye dönmüştür. Bu gençler çok iyi bir şekilde değerlendirildiği taktirde, Orta Asya Türklüğü ve aristokrat Türk aileleri ile çok güzel bir din ve kültür köprüsü kurulabilirdi.

Saîd b. Osman bu başarılarına rağmen bir yıl sonra valilik görevinden azledildi (H.57/M.677).

Görevden alınmasında Muâviye’nin onun hilâfet iddiasıyla isyana kalkışabileceği kaygısının rol oynadığı belirtilmektedir (Belâzürî, Ensâb, VI, 247). Bu arada Saîd’in kendi isteğiyle valilikten ayrıldığı da söylenmektedir.

(İbn A‘sem el-Kûfî, II, 31). Saîd b. Osman, Muâviye’nin ölümüne kadar Dımaşk’ta kalmayı tercih etti.

Orada bir iktâ arazisinin bulunduğu ve Muâviye’nin kendisine 100.000 dirhem verdiği Muaviyenin ölümünün ardından Buhara ve Semerkant’tan aldığı ve söz verdiği halde serbest bırakmadığı rehinelerle birlikte Medine’ye gitti.

TÜRK BEYLERİ/PRENSLERİ SAİD BİN OSMAN'I ÖLDÜRDÜ

Said Bin Osman Rehin olarak aldığı 50 Türk gencini Kabaç Hatunun bütün ısrarlarına rağmen ailelerine iade etmemiş, verdiği sözlerin tüm aksine, bu Türk gençlerinin silâh ve elbiselerini, altın ve gümüşlerini azatlılarına dağıtarak, onları hurma bahçelerinde ve tarım işlerinde ve sonradan yaptırdığı konağın inşaat işlerinde çalıştırmıştır.

Ağır hakaretlere maruz kalan Türk asilzadeleri buna dayanamamışlar ve kendisinin üzerine çullanarak öldürmüşlerdir. Ünlü Tarihçi İbn-i Kuteybe ise "Türk prenslerinin Said’i bahçesinde çalışırken öldürmeye karar verdiklerini ve bahçe kapısını kapatmak suretiyle hep birden bıçaklayarak öldürdüklerini" söylemektedir. Bu arada Said b. Osman’ın yanında bulunan Abbas b. Abdülmuttalib’in oğlu Kusem de hayatını kaybetti. (M.S.680-681)

50 TÜRK BEYİ/PRENSİ, UHUD DAĞINDA AÇLIKTAN ÖLDÜ!

Değerli Arkadaşlarım,

Bu hadise bir anda Medine de gerginliğe neden olmuş, Medine halkı Türk prenslerinin üzerine yürümüştü.

Türkler çaresizlik içerisinde Uhud dağına kadar çekilmişlerdir. Uhud dağı Medineliler tarafından kuşatılmış Türk gençleri açlık ve susuzluk içerisinde kıvranarak ölüp gitmişlerdir.

Bizlere kutsal bir mekân olarak anlatılan Uhud dağı Türk tarihinin en trajik olaylarından birinin yaşandığı acı bir tarihi olay ile ilgilidir.

Bu çalışmalarımız da İlk el İslam kaynakları olan Taberi, İbn-ül Esir, İbn Kesir, Belazuri ve Yakubi tarihleri başta dönemle ilgili olayların yaşandığı yıllara en yakın yaşamış diğer Arap tarihçilerinden ve Dönem ile ilgili ciddi araştırmaları bulunan Türk ve Batılı tarihçilerin ilk el kaynaklara dayalı eserlerinden faydalandık olduğu gibi size aktardık.

Sözde İslam adına kan döken, Yetiştiği zümre içerisinde saygın imkan ve görevlere sahip Türk gençlerini kendi yurtlarından zorla getirerek en ağır işkencelere muhatap bırakan, neticede onları isyan ettirerek başkaldırmalarına sebep olan, sonrada açlık ve susuzluk içerisinde ölmelerini seyreden Arapların bu vahşetlerinin insanlığı yüceltmesi gereken bir Din anlayışı ile ilgisinin olup olmadığını taktirlerinize bırakıyoruz.

İslam tarihi diye Türk halkına anlatılanlar ne yazık ki Emevîlerin Cahiliye zihniyetine tekrar dönüştükleri Arap tarihidir. Bize İslam tarihi diye anlatılanlar Türk varlığına düşman Arapçı bir bakış açısı ile yazılmıştır.

Bugün sözde din adamlarının Türk, Atatürk, Cumhuriyet düşmanlıklarının sebeplerinden birisi de Arapçı bakışa sahip olmaları ile ilgilidir.

Yüzlerce yayınevi Türk çocuklarına İslam adına Arap kültürü aşılamakta Türklerin katledilmeleri İslam'ın zaferi olarak öğretilmektedir.

Tepelerdeki Türk düşmanları ile temel sorunumuzda Bunların Emevi dinini yaymaya çalışmaları sebebiyledir. Türk'ün İslam İnancı Akla bilime, Ahlaka ve sevgiye dayalıdır.

Özellikle DP iktidarından itibaren 74 yıldır devam eden bu yanlış bilgilendirme sebebiyle bu gün Türklük şuuru zayıflamış veya Dini taassup ihanetinin içerisine düşmüş bir kaç nesil yetiştirilmiştir.

Tüm Değerli Arkadaşlarımıza sağlıklı, huzurlu, başarılı, güzel günler dilerim. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere Yürekten Sevgiler Saygılar Selamlar.❤️🙏🙏🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷

15.09.2024 Saat 02.50

KAYNAKLAR
İbnü’l-Esir, İslam Tarihi cilt 3, s. 512- 514.
İbn Kuteybe 2 s.168,
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 237.
Taberî, Tarih V, 304-306.
Belâzürî , s. 597-600.
Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, S.34.,
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, S. 142-143.Image
Image
Image
Image
Read 4 tweets
Sep 9, 2024
İZMİR'İN KURTULUŞUNUN 102,YILI KUTLU OLSUN!

30 AĞUSTOS’TAN 9 EYLÜL’E TÜRK TARİHİNİN AZ BİLİNENLERİNİ ANLATIYORUZ

İBRETLE OKUYUNUZ

PAYLAŞARAK OKUTUNUZ.

Bölüm - 1

Değerli Arkadaşlarım,
Kurtuluş Savaşımızın 26 Ağustos 1922 – 1 Eylül arasında yaşanan hadiselerden bir özet sunmuş, Başkomutan Büyük Kurtarıcı Atatürk'ün önderliğinde Kahraman Türk askeri ve komutanlarımızın halen dünyanın hayretle andığı Büyük taarruzun ilk 5 gününü anlatmıştık.

Bu günkü paylaşımımızda 1 Eylül 1922 -9 Eylül 1922 günleri arasında İzmir'e doğru yaşananları ve Kahraman Ordumuzun İzmir'e girişi öncesinde bile yaşanan tarihi gerçekleri paylaşacağız.

RUMLAR DENİZE NASIL DÖKÜLDÜLER?

Değerli Arkadaşlarım,
Tarih 1 Eylül 1922. Topunu, tüfeğini ve bayrağını bırakarak sadece canını kurtarma derdine düşmüş ve hızla batıya doğru çekilmeye çalışan Yunan Askerleri, perişan, bitkin, dağınık bir halde kaçışıyorlardı.

Kanlı ve zalim mahlukat sürüsünü andıran Yunan Askerleri geçtiği yerleri kan ve ateş içerisinde bırakarak suçsuz insanları ihtiyar, genç, kadın ve çocuk farkı gözetmeden öldürerek, kadınlara kızlarımızın ırzına tasallut ederek, her tarafı yağma ederek, şoselerden, patikalardan, keçiyollarından ve sarp vadilerden en yakın denize doğru koşuyorlardı.

Yüzlerce yıl, Türk insanı ile huzur içerisinde kardeşçe ve yan yana yaşadıktan sonra, Yunan ordusunun gelişiyle canavarlaşan ve bu ordu ile işbirliği yaparak silahsız Türk halkının boğazına sarılan, on binlercesini insafsızca öldüren; ancak yaptıklarının hesabını vermesinin artık mümkün olmadığını bilen, eskiden vatandaşımız olan Rumlarda Yunan ordusunun bazen önünde, bazen de onlara yetişmek istercesine arkasında İzmir yönünde denize doğru yol alıyorlardı!

Değerli Arkadaşlarım,
Rahmetli Halamın Rahmetli Beyi Mehmet Gül bir zamanlar Burdur’un ileri gelenlerindendi. 1907 doğumluydu.60’lı yıllarda Skoda gibi birkaç otomobilin ana bayisi tanınmış bir Anadolu iş insanıydı.

Mehmet Gül; Rumlarla ilgili hatırasını bize şöyle anlatmıştı: “Bir gece sabaha karşı bir çığlık seli koptu. Bizlerde dışarı çıktık. O zamanlar Anadolu ‘da her şehirde hatta ilçelerde bile Türk Mahallelerinin yanında Rum Mahallelerini de vardı. 'Anam Oğlum Mehmet git Rum Mahallesinde ne oluyormuş bir öğren' dedi. Koşa koşa gittim.”
“Rum Mahallelerinde insanlar çok elzem bir iki bavul eşyasını alarak bir arabaya yerleştiriyor ve çoluk çocuk arabaya biniyorlar ve hızla hareket ediyorlardı. Tanıdığım bir Rum tacire ‘Ne oldu bey, çığlık çığlığa insanlar nereye gidiyorsunuz Ne bu telaş’ dedim.
Bana “Mustafa Kemal Paşa Afyon’u almış, Türk Askeri İzmir’e doğru ilerliyor. Rumlar kaçıyormuş. Bizim Burdur da ki Rumlar yüzyıllardır dostça yaşadık, bu işlerle hiç alakamız yok. Ancak Rumlar Batı Anadolu’da Türklere çok eziyet etmiş, bizi buralarda yaşatmazlar artık. Biz de gidiyoruz olanlar için çok üzgünüz. Kabahat bizim Rumlarda Türklere ihanet etmemeleri gerekiyordu. Yüzlerce yıllık dostluğun sonu böyle olmamalıydı. Hakkınızı helal edin” dedi. At arabasına bindi sürdü iki-üç saatte binlerce Rum haykırışlar içerisinde şehri terk ettiler. Sabah olduğunda Rum Mahallesinde hiçbir kimse kalmamıştı.” Demişti.

Sevgili Okurlar,
Osmanlı’nın son dönemlerinde ki yapılan tespitlere göre Anadolu’da Rumlar %18 Ermeniler % 17 civarındaydı. Ermeniler genelde Amerika ve Avrupa’ya giderken Rum nüfusun büyük bir bölümü 9 Eylül tarihine kadar Anadolu’yu gemilerle terk etti.

İzmir limanının çevresinde gemiler sıra bekliyor Rumlar kayıklarla bu gemilere doğru yol alıyor kayıklara binemeyenler suya atlıyor, yüzerek gemilere ulaşmaya çalışıyorlardı. Daha bir hafta evvel çılgınca eğlenen Rum Halkı 850 yıldır en iyi şekilde yaşadıktan kendilerini kardeş bilerek yaşayan Türkleri sırtlarından hançerledikten sonra şimdi de canlarını kurtarmak için Yunanistan’a kaçıyorlardı.

Ormanda ve sarp arazilerde, günlerden beri kaçmaya çalışan iskarpinlerinin topukları kırılmış, ipekli ve şeffaf elbiseler giymiş, Rum kadınlar, sanki kendi yurtlarında seyahat ediyormuş gibi, Afyon'da düzenlenecek balo için Yunanistan'dan gelmiş generallerin ve askerlerin eşleri ve metresleriydi. Onlar da güneşin battığı yere doğru can havliyle kaçmaktaydılar...

Aslında kendi kendilerini denize dökmüşler, kendi canlarının derdindeydiler. Türk Askeri onları denizin dibine kadar kovalamıştı!

Rumların ve Yunan Askerlerinin 15-16 Mayıs 1919 günü 8635 İzmirli Türk’ü katlederken önce bazı Türkleri denize sürdükleri sonra kurşunla veya süngüyle öldürdükleri gibi Türkler hiç bir Yunan'ı ve Rum vatandaşını denize itmemiş kimseyi denizde kovalamamıştı..

Türk Ordusu İzmir'e girmeden bir kaç öncesine kadar limana yanaşan veya biraz uzakta kalan çok sayıda gemiye kayıklara binerek kaçmışlar kayıklarda yer bulamayanda kendini denize atarak gemilere yüzmüş ve Yaptıkları çirkinliklerin ve vahşetin utancından kaçarak kurtulduklarını sanmışlardı!

Devam Ediyoruz.Image
Image
Image
Image
İZMİR'İ DOĞRU
Bölüm-2

ZULÜM VE VAHŞET

Sevgili Okurlar,
Kaçan Yunan askerleri ve Rumların yaptıkları vahşet, akıllara durgunluk verecek mahiyette idi.(1) Konuyu izleyen sonra da gördüklerini kitaplaştıran yazarlar bile, vahşetin bu kadarını kabullenemiyorlardı.

T.Ambelas isimli İngiliz (2), Yunanlıların Anadolu'dan kaçarken daha önce yakmadıkları evleri ve köyleri yaktıklarını, halkı işkence ile öldürdüklerini söyledikten sonra; "Kral Konstantin ve askerleri, pek fena muhariptirler. Fakat soyuculuk ve kitalde, birinci mevkii ihraz ederler, duçar oldukları felâkete lâyıktırlar."demiştir.

Bakınız Besim Atalay, Meclis'teki konuşmasında ne diyor: "Alçak düşman!.. Uşak'tan çekilirken Validemi ve hemşiremi kurşunla şehit etmiş, evlerini ve dükkanlarını yakmıştır. Memleket haraptır. Namussuzlar, yerlerde kül yüreklerde kin bırakmıştır."(3)

Halbuki Anadolu’ya girişte 200.000 Türk’ü vahşice katleden 200.000 Kadar kadın ve kızımıza tasallut ederek onları da işkenceyle öldüren Rumların giderken katlettikleri Türkler’in sayısı binleri aşmıştır.

Türklerin birçoğu, yine işkence yapılmak suretiyle öldürülmüştür. Bunlardan, mezarları kendilerine kazdırıldıktan sonra süngülenerek veya kurşunla vurularak öldürülenler olduğu gibi, petrole bulanarak yakılanlar, topuzla başlarına vurulmak ve derileri yüzülmek suretiyle öldürülenler vardır.

Devam EdiyoruzImage
Image
Image
Image
İZMİR'İ DOĞRU
Bölüm-3

KATLİAM.. KATLİAM.. TECAVÜZ!

Değerli Arkadaşlarım,
Karatepe köyü halkından 200 kişi, Cami'ye toplanmış, sonra cami ile birlikte yakılmıştır. Bir Türk çocuğu benzine bulanmış, sonra burnundan tutuşturularak yakılmıştır. Çocuğun çığlıkları, Rumları kahkaha ile güldürmüştür. Ölüleri mezardan çıkararak soymuşlar, bir defasında iki yaşındaki bir çocuğu sırığa geçirerek sokaklarda dolaştırmışlardır.(4)

Tecavüz edilen kadınlar sayısızdır. Alaşehir'de mukim Taşçı Kasap Mehmet namında bir Türk'ün hanımına tecavüze başlamışlar; gördükleri mukavemet üzerine, memelerini süngü ile yaralayıp göğsünü barutla yakmışlardır. Elleri avret mahallinde olarak süngülenen bu genç kadın bilahare ecnebi tetkik heyetleri tarafından da görülmüştür.(5)

Alaşehir'de, Jandarma Giritli Hüseyin Çavuş'un 2 çocuğunu, annelerinin gözü önünde bacaklarından ikiye ayırmışlar ve kadının üzerine atmışlar, sonrada kadını süngülemişlerdi.(6)

Tarihi vesikaları incelediğimizde görüyoruz ki, Alaşehir'deki 4500 evden 4300' ü kül olmuştu. Kasaba'da 3.000. Kişi vahşice işkenceyle katledilmişti. Halk, canını kurtarmak için dağlara kaçmış, günlerce dağlarda aç susuz bir şekilde pençeleriyle düşmanla savaşmıştı.

Bu durum karşısında dehşete düşen 1 Ordu komutanı Nurettin Paşa, verdiği raporda "Yunanlıların önceden tesbit ettikleri plan çerçevesinde Halkımızı ve millî servetimizin tamamını imha etmek üzere hareket ettiklerini" yazıyordu. Manisa'daki 14.000 evden, sadece 1.400 tanesi ufak zararlarla kurtulabilmişti.

Kınlarından çekilmiş kılıçlarını havada sallıyarak dört nala düşmana yetişmeye çalışan Türk süvarileri ve silahları elde koşan Türk piyadelerine, yanan evlerin enkazı arasından fırlayan insanlar ellerindeki odunlarla, hançer, kama ve bıçaklarla eşlik ediyorlardı.

Bunlar, zorla evden alınarak kirletilen sonrada öldürülen veya ölümü seçen kadınların kocaları, çocukları gözlerinin önünde parçalanan analardı. Türk milleti, bir sel dalgası halinde batıya doğru kaçan Yunan'ı kovalıyordu.

Dağlardan, tepelerden, vadilerden, ovalardan göğe doğru yükselen dumanlar ve bunların arasında şimşek gibi parlayan alevler, gökyüzünü kaplamıştı. Duman bulutları, 3.000 metre civarına kadar yükselmişti.

Gökyüzü simsiyahtı. Uşak yanıyor, Eskişehir yanıyor; Aydın, Alaşehir, Turgutlu, Ahmetli, Salihli, Manisa Yanıyordu. Kısaca bütün Batı, cayır cayır yanıyordu!

Devam edecek zinciri takip ediniz.Image
Image
Image
Read 7 tweets
Jul 23, 2024
TÜRBAN GERÇEĞİNİ ANLATIYORUZ..

OKUYUNUZ

RT+RT+RT OKUTUNUZ

Değerli Arkadaşlarım,
İslam dinin de başınızı örtün diye bir ayet yoktur.

Nur Suresi 31. Ayetteki emir, başın örtülmesi değil, göğse takılan süs eşyalarının ulu - orta teşhirinin engellenmesi ile ilgilidir.

Ayeti tefsir edenler “Zinetlerini örtülmesi" emrine “yerlerini” ekleyerek “Zinet yerlerini örtünüz” şekline çevirerek Ayette sanki kadın uzuvlarından bahsediliyormuş şekline çevirmişler, Daha da yetinmeyenler “elleri hariç örtülmelidir“ diyerek Ayetin verdiği mesajı tümden değiştirmişlerdir.

Zinetlerin (Süs eşyalarının) örtülmesi başa takılan bir örtüyle veya boyundan sarkıtılan başka bir örtüyle yapılması kişinin tercihine bağlıdır. Gerçek olan şu ki, ayette başlarınızı örtüp kapatın diye bir emir yoktur.

Nur 31'in dediği, ‘‘Başörtülerini göğüslerinin üzerine salsınlar’’ değil, ‘‘örtülerini veya başörtülerini gerdanlık zinetlerinin üzerine örtsünler’’ şeklindedir. Yani amaç, gerdanlıkların teşhirine engel olmaktır. Ayette örtülmesi emredilen yer de göğüs değil, yaka yırtmacıdır ki o yırtmaç bölgesi gerdanlığın takılma alanıdır.

Ayette başörtüsü kelimesinin geçmesi başın örtülmesinin farz olduğunu söylemek için yetmez. Çünkü farzıyetten bahsetmek için delinin varlığının kesin, manaya delaletinin de zandan uzak olması gerekir... Nur 31 başların örtülmesi için böyle bir kesinlik taşımıyor.

Nur 31. Ayet'ten, başın örtülmesi konusunda gereklilik ifade eden bir emir çıkmaz. Ayette geçen hımar (çoğulu Humur) kadınların başlarını örttüğü örtüleri ifade için özel olarak kullanılan bir kelime değildir; herhangi bir örtüdür.

Her türlü örten şeye hımar dendiği Arap dili lügatlarının ortak beyanlarıdır. Hımar, sadece kadınların değil, erkeklerin başlarını örten şeyi de ifade etmektedir. Kadınların başörtüsü için özel olarak kullanılan kelimeler ‘‘mikna’’ ve ‘‘nasif’’ kelimeleridir. Böyle bir emir yoktur.

Ahzab Suresi 59 “Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, cilbablarını/dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır.” Denilmektedir.

Olayların geçtiği yıllar Cahiliye Araplığından İslamiyet’e yeni geçildiği yıllardır. Bugün kanun ve nizam egemenliği vardır. Sokaklarda kimse tanınmadığı için saldırıya uğramıyor.

Cariyelik de yoktur. Hür kadın-cariye kadın ayrımı söz konusu değildir. O halde Ahzab 59'daki cilbab/dış giysisi giyme emrine sebep teşkil eden peygamber eşi veya hür kadın olarak belirginleşme durumu söz konusu değildir.

Devam ediyoruzImage
Image
Image
Image
2- İslamiyet öncesi Kadınlarımızda Başörtüsü yoktu.

Savaşçı olurlar söz sahibi olurlar yönetimlere katılırlar, yönetirler gerektiğinde hükümdar mevkiinde bulunurlardı.

Kadın Erkek her Türk çok küçük yaşlardan itibaren her ata binmeyi, ok atmayı ve kılıç kullanmayı öğrenir, genç yaşlarda müsabakalara katılarak kendini geliştirir, her an savaşa hazır talimli bir asker olarak yaşamını sürdürürdü.

Türk devletlerinde ülke savunmasında her bireyin üzerine düşen sorumlulukları bulunmaktaydı. Savaş anında kadın, erkek, genç-yaşlı her birey asker kabul edilir ve faal görev alırdı. Türklerde askerlik, bir meslek gözüyle değerlendirilmez, zaruri bir vatana hizmeti olarak kabul edilirdi.

“Kadın veya Erkek her Türk asker doğar” sözü binlerce yıllık değişmeyen Türk töresiydi. Eski Türk Sosyal ve siyasi hayatında kadının müstesna bir mevkie sahip olması bu törenin temel unsurlarından görülüyordu. Kadınlar da Erkekler gibi kahramanlıkları ile anılır savaşlarda ki başarıları dilden dile dolaşırdı.

Erkekler Kadınlara saygılı davranır, Kadınlar devlet idaresinde söz sahibi olurlar gerekirse devleti idare ederlerdi.

Türklerde kadına gösterilen saygı aile düzeni içerisinde de devam ederdi. Bu bakımdan Türk aile düzeni diğer toplumlar veya milletlerden çok daha düzenli ve mükemmeldi.Image
Image
Image
Image
3- Cahiliye Döneminde Araplarda Kadın

Ebu Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe gibi tanınmış kabilelerden birine mensup olmadıkça, ya da Hz. Peygamber’in eşi gibi zenginleşip toplumda kendine yer edinmedikçe Cahiliye döneminde kadın haklarından söz etmek olanaksızdı. Orta ve aşağı tabakadaki kabilelerin kadınları daha doğuştan ikinci sınıf insan muamelesine uğruyordu.

Cahiliye devri Araplarında, doğan çocuğu erkek olduğu takdirde şenlik yapar, iftihar ederdi. Kız olduğu sûrette bilakis sıkılır, utanır, kızarır, bahtsız yavruyu âile için bir utanç bir felaket sayılırdı.. Kız evladı hakkındaki bu geri telâkki, Araplar arasında yeni doğan kız çocuklarını diri diri gömmek gibi tüyler ürperten bir caniliğe yol açmıştır. Bu menfur âdete “ve’id”, diri diri gömülen bedbaht kızcağıza da “mev’üde” deniliyordu.

İnsanlık haklarına layık görülmediklerinden Kadınlara, ana ve baba ile kocalarına varis olmak hakkı da tanınmıyor, erkekler istedikleri kadar kadın alabiliyorlardı. Evlendirilecek kadın, dul olsun, kız olsun iznine ihtiyaç duyulmazdı

Arapların nikâh hususunda yaptıkları en kötü şeylerden biri de üvey anneleriyle evlenmeleri keyfiyeti idi. Bir Arap, karısını boşar veya ölürse, bu adamın büyük oğlu bu kadınla evlenmek istediğinde elbisesini o kadının üzerine atar bu suretle mehir vermeye lüzum kalmadan o kadın nikâhlı karısı olurdu.

Evlilik kadınlar için cehennem hayatı gibiydi. Kadının yaşadığı esaretten tek kurtuluşu, kocası öldüğü sırada üzerine üvey evlatları tarafından elbise atılmadan kendi kabilesine kaçabilmesiydi.

Cahiliye Araplarında Kadınlara tecavüz yaygındı. Pazar yerinde bile kadınlara tecavüz ediliyordu. Neşet Çağatay Cahiliye Çağı Arap tarihi Sayfa 122’de bu tecavüzü Arap tarihçilerden nakille anlatır.

Cahiliye döneminde gerçekleşen evliliklerde kadınla erkeği birbirine bağlayan nikâhın dini bir özelliği olmadığından kadın ancak erkeğine bir çocuk verdikten sonra aileden birisi olarak kabul edilirdi.

Bu nedenle bir kadın çocuk doğurmadan öldüğünde aile bireyi sayılmadığından başsağlığı için o aileye kimse gelmezdi. Kadınların iyi çocuk doğuranlarına ise büyük önem verirler ve şiirlerinde onlara işaret ederlerdi.

Bunu, Lebid’in uzunca bir şiirindeki “Biz dört oğlan anasının çocuklarıyız” mısraındaki övünmesinde görebilmekteyiz. Çocuksuz kadın, diyet vermeye mahkum edilirse, aile bireyi olmadığından bu diyeti kocası yerine ailesi ödemek zorundaydı.

Evlilik dönemine gelen bir kızın eşini seçmek konusunda da en ufak söz hakkı yoktu. Babalar kızlarının yerine karar verir, onun isteğine aldırmaksızın, taliplinin yaşlı ya da kötü huylu oluşuna bakmaksızın kızını istediği erkeğe verirdi.

Kentlerde yaşayan cariyelerin durumu ise çok daha kötüydü. Cariyeler bir mal gibi alıp satılabilir, ya da sahipleri onları fuhşa sevk eder, bu yolla kazandıkları paraları ellerinden alırlardı. Kadının namusuna saygı çölde şehirdekinden daha çoktu.

Devam EdiyoruzImage
Image
Read 8 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us!

:(