“Yaşları ilerleyip torun torbaya karışsalar bile yiyip içtiğine dikkat eden, pantolonuna uyacak bluzu seçen, saçlarını şarap kızılına yahut platin sarısına boyatmakta beis görmeyen; onları tarayan, şekil veren,
ellerinin üzeri güneşle ve geçen zamanla beneklenip buruşsa da onları özenle kremleyen; cümle sonlarına muzipçe ‘şekerim’ kelimesini ekleyen;
hayvanları, çiçekleri ve çocukları sevmekten vazgeçmeyen,
umudunu ve şükrünü asla yitirmeyen,
yaşa bağlı ağrı ve sızılar yaşasa da bunu belli etmeyen;
bu ağrı ve sızıları yaşamın güzelliklerini ve renklerini görmeye engel meseleler saymayan,
yürüyüşünde bir eda olan,
yaşam deneyimlerini üstüne başına, saçına, gözündeki ışıltıya, beslenmesine,
gülüşüne ve etrafa saçtığı pozitif elektriğe yansıtan;
çantanın püsküllüsünü, ayakkabının afillisini seçen, tevekkülü her şeye sarmalayıp sade ve doğal bir olgunlukla hayatın getirdiklerini kabullenen ama bir kedi teslimiyetiyle uysalca ve sevinçle yaşayan kadınları seviyorum ve
onlara baktıkça, yorulup nefeslenmek için oturduğum köşeden dimdik ayağa fırlıyorum.
Bana hayatın parlak ve cilalı kısmını gösteriyor böyle kadınlar. Hayatın her şeye rağmen yaşanılır olduğunu, yaşanmaz olacak kadar zorlayıcı kısımları ise sabır ve metanetle bekleyerek atlatmak
gerektiğini, ne olursa olsun can çıkmadan umudun ve koşturmanın bitmeyeceğini ve bitmemesi gerektiğini anlatıyorlar sessiz bir alfabeyle…
Yaşı ilerlediği halde rimel markası soran, ‘pabuçların harikaymış şekerim nerden?’ diye sıkıştıran, karşı tarafa iltifatla karışık güzel
cümleler aşılayan, mutluluk saçan ve mutlu yaşayan kadınları seviyorum.
Vizyonunu hep geniş tutan, aç ve tükenmeyen bir merakla etrafı gözlemleyen, ülkeler aşan, insanlara karşı duyarlı ve algıları hep açık;
yürürken önüne değil,
yere değil,
dimdik karşıya bakan,
insanların gözlerinin içine bakan,
hayata olan ilgisini hiç yitirmeyen,
yaşamanın bir sanat olduğunu içine sindirmiş ve tam da bu yüzden yüzü,
sürdüğü parlatıcı sebebiyle değil,
yaşama olan tutkusu ve temiz kalbi yüzünden ışıl ışıl parlayan kadınları seviyorum.
Edasını ve işvesini hiç yitirmeyen, baktıkça insanın içine yaşam enerjisi pompalayan, fularını ayakkabısına uyduran, evin içinde kaybolan yavru ağzı rujunu bulamadığında ev halkını bunun için ayaklandıran ve huysuzlanan, sabah uyanır uyanmaz günlerden pazar olsa bile kırmızı
rujunu sürüp sallantılı küpelerini takan, evin içinde dans edip şarkı söyleyerek dolanan;
yeni aldığı pabuçlarını giymek için ertesi günü bekleyemeyip, giyip evin içinde onlarla gezinen kadınları seviyorum.
Çünkü bu, yaşama olan tutkunun sönmediğinin belirtisi, biliyorum.
Yaşamla bağını kesmeyen;
hayatı, Allah'ın bir zuhuru olduğu için seven, olgun, sevinç dolu, algıları açık, nazik, anlayışlı, dişi, bakımlı, enerji dolu, mızmızlanmayan, ağlamayan, hem çocuksu, hem de güçlü,
rengarenk ve gülüşü zengin kadınları seviyorum.
Ne olursa olsun ‘vakit çok geç’ demeyen,
hayatı bir şarkı gibi söyleyen,
yaşı geçse de ruhu geçmeyen kadınların aramızda çoğalmasını diliyor,
Bizleri, sizleri çok seviyorum…”
(Kadın Kısmısı sayfasından Alıntı...)
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Eski Anam Babam takvimi.
Her yerde bulamazsınız.
Gençler bilmez….
Doğum tarihlerinde ve diğer olaylarda tabirleri duyduğunuz bu terimlerde tahmini zaman belirlemek için kullanabilirsiniz.
Rumi Aylar Miladi Takvime Göre Başlangıç Bitiş
Zemheri Ayı 14 Ocak – 13 Şubat
Gücük Ayı 14 Şubat – 13 Mart
Mart Ayı 14 Mart – 13 Nisan
Abrul Ayı 14 Nisan – 13 Mayıs
Mayıs Ayı 14 Mayıs – 13 Haziran
Kiraz Ayı 14 Haziran – 13 Temmuz
Orak Ayı 14 Temmuz – 13 Ağustos
Ağustos 14 Ağustos – 13 Eylül
İlk Güz 14 Eylül – 13 Ekim
Orta Güz 14 Ekim – 13 Kasım
Son Güz 14 Kasım – 13 Aralık
Kara Kış 14 Aralık – 13 Ocak
CEMRELER
Cemre Havaya Düşer7 Gücük 20 Şubat
Cemre Suya Düşer14 Gücük 27 Şubat
Cemre Toprağa Düşer21 Gücük 6 Mart
Rumi Takvim Ayları
Rumi Takvimime Göre 2 Ay vardır
Sokaklar sessiz.
Yürek kimsesiz.
Yürüyorsun nefessiz karanlığa doğru...
ne sokak lambaları aydınlatıyor yüreğini,
ne ısıtıyor ellerini.
Ve sen üşüyorsun kuytu akşamlarda.
Ve yürüyorsun nefessiz...
yürüyorsun kimsesiz karanlığa doğru.
Çiçekleri solmuş, yaprakları dökülmüş mevsimin
Dönüşü yok mu, bu nasıl bir yemin?
Sokağı ıslatan gözyaşları söyle kimin?
Yollar ıslak ve de kumludur.
Yürüyorsun hala...
yeter artık, dur!
Bütün saatleri durdur.
Beklediğin an-ı seyyale bu mudur?
Ne sokak kaldı gözlerde.
Kaldırımlar inişli çıkışlı hayat basamakları,
İnip de çıkamadığın...
bu dem her şey oldu darmadağın.
Çık Benden Bakiye sığın.
Sokaklar sessiz.
Yollar ıslak.
Ne okuldan çıkan çocukların sesi var kulaklarında.
Ne bir nağme yüreğini sızlatan, dudaklarında.
1500'lerde İngiltere'de insanların çoğu Haziran'da evleniyordu senelik banyolarını da Mayıs'da yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı..
Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.
Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu.
Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu.
Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki, içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü.
İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the Baby out with the Bathwater) deyimi buradan gelmektedir.