1881MKA Profile picture
Jan 22, 2022 26 tweets 6 min read Read on X
ADNAN MENDERES'İN TARIM İHANETİ
Münakit Zirai Emtia Anlaşması

1)Türkiye'yi kelimenin tam anlamıyla her bakımdan ABD emperyalizmin pençesine bırakan Menderes, bilindiği gibi siyasi gücünü din istismarı ve köylü-çiftçi odaklı söyleminden almıştır.
2)Ancak aynı Menderes, bir taraftan Atatürk'ün Türkçe okuttuğu ezanı yeniden Arapça okutmayı "dine dönüş" olarak adlandırıp, milletvekillerine "Siz isterseniz Hilafeti bile getirebilirsiniz" demiştir. Menderes'in DP'sinin 1950/1960 yılları arasında ABD ile imzaladığı tarım
3)anlaşmalarında Türkiye'nin ABD'nin kalmış don yağını ve konserve etlerini de aldığı belirtilmiştir. Ancak bu yağların ve etlerin ne eti olduğu konusunda en ufak bir açıklayıcı madde ve bilgi yoktur.
4)Bugün mağdur edebiyatı yapıp ballandıra ballandıra anlattıkları, yücelttikleri, "Müslümanlığa büyük hizmet etmiş bir siyasi lider" diye tanıttıkları Menderes'in bu ABD'nin helal kesim olmayan sığır ve Domuzları meselesinden hiç söz etmemektedirler.
5) Şimdi bu bahsedilmeyen anlaşmaların belgelerine hadi hep birlikte göz atalım:
1.Belge; ABD, yardım adı altında 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşma ile kendi ihtiyaç fazlası olan buğday, mısır, arpa, konserve ve sığır eti, dondurulmuş et, don yağı ve soya yağı gibi tarımsal
6) ve hayvansal ürünleri Amerikan gemileriyle Türkiye'ye taşıma ücretiyle birlikte 46.3 milyon dolar karşılığında Türkiye'ye verecektir.
7) Belge 2; Türkiye 12 Kasım 1956 tarihli bu anlaşmaya ek olarak 25 Ocak 1957 tarihli başka bir "tarım anlaşmasıyla" ABD'den şu tarım ürünlerini satın alacaktır.
8)Belge 2 devamı;Buğday, arpa, mısır, konserve ve sığır eti, peynir, süt tozu, pamuk tohumu, soya fasulyesi yağı... Bu ürünler Türkiye'ye taşıma ücretleri ile birlikte 19.40 milyon dolara verilecektir.
9)Belge 3; İki maddelik bu Amerika notasında, Amerika Türkiye'den şu isteklerde bulunmuştur:
a)1957 mahsulünden yumuşak buğday veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar diğer herhangi bir yumuşak buğdayı ihraç etmekten kaçınmayı.
10)Belge 3 devamı; b)1957 mahsulünden veya 1 Ağustos 1958 tarihine kadar sert buğday ihracatını asgari bir seviyede tutmayı ve bu devre zarfında vuku bulacak her sert buğday
11)Belge 3 devamı;ihracatını Türkiye'nin kendi kaynaklarından finanse edilecek muadil miktardaki buğday mübaayatı ile telafi etmeyi taahhüt etmektedir.
12)Belge 4;20 Ocak 1958 tarihli ABD noktasının resmi gazetede yayınlanmasıyla Türk dış ticaretinin ABD KONTROLÜNE GİRMESİ RESMEN KABUL VE İLAN EDİLEREK UYGULAMAYA KONULMUŞTUR.
13) 12 Kasım 1956 tarihi anlaşmaya göre adı geçen tarımsal ve hayvansal ürünleri ABD aşağıdaki bağlayıcı şartlarla Türkiye'ye verecektir:

1) Türkiye'ye satılan Amerikan tarım ürünleri fazlası,Amerika'nın aynı malların alıcısı bilinen pazarlara ve Amerika'nın düşman tanıdığı ++
14)+ülkelere satılmayacak ve yanlız Türkiye'nin iç tüketimi için kullanılacaktır.

2) Bu anlaşama ile Türkiye'de satılacak malların dünya mahsul piyasa fiyatları üzerinde tesir yapmaması için dünya piyasası üzerinden fiyat tespit edilecektir.
15)
3) Türkiye'nin yetiştirdiği ve anlaşmada adı geçen ve ya benzeri mahsullerin Türkiye'den yapılacak ihracatı, Amerika tarafından kontrol edilecektir.
16)
4) Amerikan tarım ürünleri fazlası Türk lirası ile satın alınacaktır. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'na yatırılacak olan Türk liraları ABD hükümeti tarafından kullanılacaktır.
17)
5) Türk ve Amerikan hükümetleri, Amerikan tarım ürünlerine ait Türkiye'deki piyasa taleplerini artırmak ve geliştirmek için devamlı gayret sarf edecektir. ++
18)+Her iki hükümet, bu anlaşmanın uygulanmasında özel teşebbüs sahiplerinin etkili bir biçimde rol oynaması için ticari şartları sağlayacaklardır.
19)Bu anlaşmalar ile Türk devletinin hükümeti, bu ağır şartları reddetmedği gibi Amerika’nın dünya piyasa fiyatları üzerinden vereceği buğdayın cinsini,niteliklerini,ne zaman ve nerede teslime dileceğine ait,böyle alışverişlerde normal sayılabileck şartları dahi ileri sürmüyor.
20)% 98’i Müslüman olan Türk halkının İslam usullerine göre kesilmeyip, öldürülerek kanı akıtılmayan, dondurulmuş veya konserve etlerin Türk halkına yedirilmesi için, Türkiye’ye sevk edilecek dondurulmuş veya konserve etlerin İslam usullerine göre kesilmiş olması şartını ++
21)+dahi anlaşmaya koydurmuyor veya aklına dahi getirmiyor. Sözün kısası şu ki dostlar;
Türkiye 1950’lerde ve sonrasında ABD’nin gerçek anlamda bir sömürgesi durumuna getirilmiştir.
22)Atatürk’ün “milletin efendisi” olarak adlandırıp her bakımdan kalkındırmaya çalıştığı Türk köylüsü zaman içinde bitirilmiş, bir zamanlar kendi kendine yeten Türk tarımı baltalanmış, kendi buğdayını, kendi pamuğunu, kendi zeytin yağını, kendi sığırını üretip ihraç ++
23)etmesine izin verilmeyen Türkiye, Amerikan buğdayına, Amerikan soya yağına, Amerikan pamuk tohumuna, Amerikan konserve sığır etine mahkum edilmiştir.
24)Son olarak da, Haydar Tunçkanat’ın 1969’da yayınlanan “İkili Anlaşmaların İçyüzü” adlı kitabındaki şu cümlelerle bitirmek istiyorum:
25)“Geçmişin acı ve kanlı tecrübelerinden sonra öğrendiğimiz gerçeklerden, Atatürk’ün koyduğu ilkelerden ayrılmamış olsaydık, boşa giden yıllar Türkiye’ye neler kazandırırdı bugün.”
Belgeleri merak edenler için; resmigazete.gov.tr/arşiv/10228.pdf

Kaynak merak edenler için:
Sinan Meydan

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with 1881MKA

1881MKA Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @1283MKemal1881

Mar 29
Dinsel gericiliğin Amerikan güdümünde adım adım doruğa tırmandığı ve ABD’nin isterleri doğrultusunda Türkiye’nin din devletine dönüştürülerek Hilafeti kurmaya yönlendirildiği 1989-1995 arasında, Türkiye’de günlük gazetelerde laiklik karşıtı düşünceler yayan kimi Prof.’lar. Polis Akademilerinde ders veriyor; Polis Akademisi öğretmeni Prof. Dr. Aydın Taneri laikliğe veryansın eden köşeyazıları yayımlayarak şöyle diyordu:
Birkaç yıl önce, bir sabah, her zaman ders verdiğim Polis Akademisi’ne derse gidiyordum. Anıtkabir’in yanında çoluk-çocuk toplanmış köpek katl-i âmını seyrediyorlardı. Fenalaştım, çömeldim. İyiliksever bir zat, beni arabasına aldı, akademiye getirdi. Çok sevdiğim komiser öğrencilerim kalp krizi geçirdiğimi zannettiler, ambulans çağırmak istediler.(…) Vahşetin sebebi, katl-i âm emrini verenlerin manevi bakımlardan teçhiz edilmemelerinden ileri geliyor. Din nedir? İman nedir? Milliyet… İnsanlık… Merhamet nedir? Bilmiyorlar… [1]

“Laiklik” lafı kaldırılmalıdır.
(…) Bu sütunlarda laiklik üzerinde çok durduk ve dedik ki: Bu kavram Fransa’dan ithal edilen bir kavramdır. (…) Bildiğimiz kadarıyle laiklik sadece Fransız anayasasında ve onlardan takliden bizde bulunmaktadır. Yani bizim yaptığımız taklitçiliktir.(…) Bizim kanaatimize göre Anayasa’daki laiklik deyimi devletimizin de milletimizin de başına bela olmuştur. (…) “Laiktik lafı kaldırılmalıdır” tezimin ne kadar isabetli olduğu Mahçupyan’dan da anlaşılıyor… [2]

(…) 1937’den beri Atatürk’ten fasla Atatürkçülerin propaganda ettikleri laiklikten bu milletin çok çektiğini vurgulamalıyız [3]Image
Laiklik silahı geri tepiyor!
Laiklik, Latince asıllı Fransızca bir kelime olup “din dışı” demektir. (…) Kaldı ki “din” ile “devlet” zıt değildir. (…) ABD’de 4 yıl önce Başkan Bush Kongreyi (senato ve temsilciler meclisini) imama dua ettirerek açtırdı. Başkan ve memurlar göreve başlarken İncil’e el basıp yemin ederler, içte devlet hayatında din unsuru! En büyük askeri okul olan West Point’in diploma töreninde papaz dua eder. (…) Gelin şimdi bunları bizim laiklere anlatın. (…) Bizdeki laik geçinenler yürekli olarak “ben İslam ve din düşmanıyım” dememekte, Atatürkçülük kalkanı arkasında beyhude bir mücadele havası estirmektedirler. (…) Din ve devlet birbirlerine muhtaç kavramlardır.
Zira muhteşem devlet ahlak ve fazilet üzerine kuruludur. Bunu da dini kaideler sağlar… [4]
Polis Akademisi öğretmenlerinden Prof. Aydın Taneri “Bizden laik olmamızı isteyen Batılılar önce kendileri laik olsunlar” biçiminde konuşan Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in emekli olduktan sonra övdüğü dinsel renkli Türkiye gazetesinde yayımlanan bu gibi köşe yazılarında, özetle:
Laikliğin Fransa’dan taklit olarak alındığını,
Türk milletinin laiklikten çok çektiğini,
Laiktik lafının Anayasa’dan çıkartılması gerektiğini,
Laiklerin “İslam ve din düşmanı” olduklarını,
Devlet Başkanlarının Meclisi imamlara dua ettirerek açtırması gerektiğini,
Askeri okul öğrencilerinin diploma törenlerinde de imamların dua etmeleri gerektiğini,
Din ve Devlet’in birbirine muhtaç olduklarını,
Devlet’in ancak dinî kaidelerin sağlayabileceği ahlak ve fazilet üzerine kurulması halinde muhteşem olacağını öğretmekteydi.
Kitap Gazetesi’nin Ekim 1994 sayısında bu laiklik karşıtı köşeyazılarından alıntılar verdiğimizde, Prof. Aydın Taneri’nin yanıtı şöyle olmuştu:
Bir dergide şahsımıza hücum edildi. Bu konuda (laiklik konusunda-) yazdığımız yazılardan alıntılar yapılarak bir takım yakıştırmalar yapıldı.
Şahsımıza hücum eden yazar, fikirlerimizin tamamını almak yerine cümlelerden kesintiler yaparak hükme varmaktadır. Bu yazar şayet bilimsel bir inceleme peşindeyse, fikirlerimizin tamamından alıntılar yaparak madde madde cevaplandırması icap eder. [5]

Yazılarından alıntılar verilmesini “şahsımıza hücum edildi” diyerek bir suçmuş gibi duyuran Polis Akademisi öğretmenlerinden Prof. Dr. Aydın Taneri’nin köşe yazılarında yaydığı görüşlerin laiklik karşıtı nitelik taşıdığı apaçıktır.Image
İşte laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı laik Polis Akademisi’nde okuyan çoğu komiserlerimiz, 12 Eylül’den sonra, okullarından bu gibi laiklik karşıtı görüşlerle donatılmış olarak çıkıp görevlerine başlamışlar ve görev yerlerine gittiklerinde laiklik karşıtı görüşler yayan ve basında resmi kurumlara parasız dağıtıldığı yolunda haberler yayımlanan Türkiye gazetesi gibi gazeteleri her sabah masalarının üstünde bulmuşlardır. Bunun sonucunda polisimiz laiklik karşıttan ve laiklik yandaşları arasında patlak veren kimi toplumsal çatışmalarda ve olay değerlendirmelerinde, Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican’ın önsözüyle yayımlanan 21.Yüzyılda Polis kitabında da saptandığı üzere, çoğu kez yansız bir tutum sergileyemez olmuştur. [6] Dahası İçişleri Bakanlığı denetmenleri (müfettişleri) yaptıkları denetimlerde kimi polislerin doğrudan Siyasal-İslamcı etkinliklerde bulunduğunu saptamıştır. [7] Polis eğitiminde görev yapanların kimilerinin laiklik karşıtı olduğuna ilişkin bir örneği Şükrü Karatepe Olayı’nda görüyoruz. Refah Partili Kayseri Belediye Başkam Şükrü Karatepe, 10 Kasım 1996 günü Atatürk’ü anma töreninde yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
Müslümanlar! İnananlar! Bu rejime karşı hırsınızı, kininizi, nefretinizi içinizden eksik etmeyin! (…) Laik değilim! Tek başıma da kalsam bu zulüm rejimi değişmeli diyeceğim. Müslümanlar, hırsınızı, kininizi, nefretinizi içinizden eksik etmeyin, Bu bizim boynumuzun borcudur. TC dikta cumhuriyetidir. [8]
RP’li Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, bu konuşmasından dolayı DGM’de yargılanırken, Polis Akademisi öğretmenlerinden oluşan bir bilirkişi takımı Karatepe’nin toplumda laikliğe karşı kin, hırs ve nefret aşılayan bu sözlerini hukuka uygun bulan bir rapor vererek, onu aklamıştır:
Polis Akademisi Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ali Şafak, üye Yrd. Doç. Dr. Vahit Bıçak, üye öğretim üyesi Mesut Bedri Eryılmaz’dan oluşan bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda, Karatepe’nin siyasi eleştiri sınırında kaldığı ve hukuka aykırı davranışından söz edilmesinin mümkün görülmediği belirtildi.(…) Polis Akademisi’nin oybirliğiyle verdiği rapor DGM’de rahatsızlık yarattı. [9]
Şimdi, bir ülke düşünün ki, askeri okullarında laiklik yanlısı bilimgüder bir eğitim verilirken, polis okullarında laiklik karşıtı dingüder öğretmenler eğitim veriyor! Ordusu bilimgüder laik; polisi dingüder, laikliğe karşıt bir ülke olabilir mi? Ya da soruyu şöyle soralım: Bir ülkenin ordusu laik fakat polisi laikliğe karşıt ve din devleti özlemcilerine yandaş bir tutum izlerse, o ülkenin dirliği ne olur, düzeni ne olur, güvenliği ne olur? [10]
1990’lı yılların sonlarında, gazetelerde, polis örgütünün uçaksavar, tanksavar gibi ancak bir düzenli orduya karşı kullanılabilecek türden ağır silahlarla donandığını; polis istihbaratının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gizli nitelikteki telefon görüşmelerini dinlediğini; askeri istihbarat örgütüne polis ajanlarının sızdırıldığını (Kadir Sarmusak Olayı) [11] ve bunun ardından da polis örgütünün, tanksavar ve uçaksavar gibi silahlan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne vermemek için direndiğini okuduk.
Tarikatlarla arası iyi olan ve basında takunyalı diye nitelenen bir İçişleri Bakanı da 1989 yılında: “Korkmayın, artık ordu darbe yapamaz; şu sayıda asker varsa, bunun karşısına şu sayıda polis dikilir,” demişti.
Bunlar Kurtuluş Savaşı yıllarında Çerkeş Ethem’in kendi komutasındaki İslamcı Yeşil Ordu’yu TBMM’nin Atatürk komutasındaki düzenli ordusunun buyruğuna vermemek için nasıl direndiğini anımsatan durumlardı. [12]Image
Read 7 tweets
Feb 20
ŞAŞIRDIK MI ???!!!...
*****
Mayıs 1993…
Pkk azmıştı.
Hergün pusu, hergün karakol baskını, kan gövdeyi götürüyordu.
150 kişilik ağır silahlı terörist grup, Elazığ-Bingöl karayolunda şehirlerarası otobüsü durdurdu, kimlik kontrolü yaptı.
Malatya'dan usta birliklerine giden sivil kıyafetli, silahsız 36 er indirildi.
Geceyarısı saat 03'tü.
Aslanlarımızı yol kenarında yan yana dizdiler, kolkola girin diye bağırdılar, Kalaşnikoflarla, Bixi tabir edilen ağır makineli tüfeklerle taradılar.
Dakikalarca, şarjörleri değiştirip değiştirip boşalttılar.
Delik deşik cansız bedenlerin yanına gelip, suratlarına sıkmaya devam ettiler.
33 askerimiz orada şehit oldu.
3'ü öldü sanılarak bırakıldı.
*
Olay yerinde 1570 mermi kovanı bulundu.
*
Her evladımıza 44'er mermi sıkmışlardı.
*
Memleket ayağa kalktı.
Birilerinin bir şey yapması gerekiyordu artık.
*
Bir şey yapılmalıydı ama, bir şey yapması gereken generallerin çoğu çeşitli bahaneler ileri sürerek, bölgeye tayinini engelliyordu.
Neredeyse Hakkari Dağ Komando Tugayı'na gönderecek komutan bulunamıyordu.
Terfi bekleyen 80 tuğgeneral vardı, isim isim vermek istemem ama, mazeretin bini bir paraydı, istifa ederim diyen bile vardı.
*
Haziran 1993…
Genelkurmay başkanının kapısından içeri bir tuğgeneral değil, bir kurmay albay girdi. Üstün sicilliydi. Kara kuvvetleri komutanı da odadaydı.
*
Genelkurmay başkanı 45 dakika alakasız konulardan bahsetti, muhtemelen gene bahaneler duyacağı endişesiyle mevzuya bir türlü giremiyordu, sonra lafı evirdi çevirdi, “seni Hakkari'ye gönderelim mi?” diye sordu. Hiç tereddütsüz “emredersiniz” cevabını aldı.
Mazeret duymayınca rahatlayan genelkurmay başkanı bu defa “ne zaman katılırsın?” diye sordu. “Hemen” cevabı geldi.
Kuvvet komutanı o güne kadar aldığı mazeret cevaplarından olsa gerek, albaya açık kapı bıraktı, “önce ailenle konuş istersen” dedi. Albay kararlıydı, “hemen gideyim” cevabını verdi.
*
Hemen gitti.
*
Terörle mücadele tarihinde görülmemiş başarı sağladı.
Bin ila 5 bin askerin katılımıyla, 857 defa vurucu operasyon yönetti.
21 defa sınırötesi harekat yönetti.
Pkk'yı bekleyen değil, Pkk'yı kovalayan konuma geçti, örgütün dağ kadrosunu yarı yarıya imha etti.
Askerleriyle birlikte omuz omuza vuruştuğu için, çatışmalara bizzat katıldığı için, emrindeki askerler tarafından “efsane komutan” adı verildi.
Buzul Dağı'nda mesela, beklemedikleri anda baskın yapabilmek için 3500 askeriyle birlikte eksi 40 derecede buzda yattı, tipiye yakalandılar, çanak benzeri bir arazide beş gün mahsur kaldılar, üçüncü gün erzakları bitti, donuyorlardı, “çantalarınızı, hatta tüfeklerin dipçiklerini bile yakın” emri verdi, neticede ummadıkları anda mağaralarda saklanan yüzlerce teröristi basmayı başardılar.
Birinci Dereceden Altın Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası aldı, ayrıca iki defa Üstün Cesaret ve Feragat Nişanı aldı.
Beş defa Üstün Birlik Yetiştirme Nişanı aldı, Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinde beş defa Üstün Birlik Yetiştirme Nişanı'na sahip tek kişi oldu.
Tümgeneral'ken önü kesildi, emekli edildi.
*
Osman Pamukoğlu.
*
günlerden bir gün…
Değerli eşi hanımefendi, kendisi gibi bazı komutan eşi arkadaşlarıyla birlikte Ankara'da bir askeri sosyal tesiste buluşacaklardı.
Osman Pamukoğlu “yolumun üstünde, ben götüreyim” dedi, aracıyla askeri sosyal tesisin nizamiyesine geldiler, eşinin girişi için kendi kimlik kartını çıkardı, bariyerde görevli astsubaya uzattı.
Osman Pamukoğlu girmeyecekti, sadece eşine kolaylık olsun diye aracından inmiş ve kendi kimlik kartını uzatmıştı.
Bariyer açılacak, hanımefendi geçecek, Osman Pamukoğlu aracına binerek, randevusuna gidecekti.
Ama bir tuhaflık vardı…
Kapıda görevli astsubaylar kartı makineye sokuyor, kendi aralarında mırıl mırıl konuşuyor, bariyer açılmıyordu.
Pamukoğlu “hayrola oğlum?” diye sordu. Astsubayların utançtan yüzü kızarmıştı, komutanın gözüne bakamıyor, cevap veremiyorlardı.
“Hayrola?” diye bastırınca, esas duruşta yere bakarak, utana sıkıla cevap vermek zorunda kaldılar.Image
*
“Bu kartın sahibi askeri sosyal tesislere giremez” ibaresi çıkıyordu!
*
Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin en gurur duyulan generallerinden, vatanını seven herkes tarafından efsane olarak anılan komutan Osman Pamukoğlu'nun askeri sosyal tesislere girmesi yasaklanmıştı!
*
Hulusi efendi tarafından yönetilen genelkurmay, aklınca, Osman Pamukoğlu'nu cezalandırmıştı.
Osman Pamukoğlu'nu kendileri gibi zannettikleri için “askeri sosyal tesislere sokmayalım, aklı başına gelsin” diye düşünmüşlerdi.
*
Gülümsedi Osman Pamukoğlu.
Her zamanki gibi gülümsedi.
Gitti.
*
Şimdi sıkı durun…
*
Osman Pamukoğlu 14 sene önce emekli oldu.
14 senedir bir defa bile, tekrar yazıyorum, bir defa bile, herhangi bir askeri sosyal tesise adım atmadı.
*
Askeri sosyal tesislere girişi yasaklanan, güya cezalandırılan Osman Pamukoğlu, zaten, 14 senedir bir defa olsun herhangi bir askeri sosyal tesise gitmedi, bir saniye bile oturmadı, bir çay bile içmedi.
*
Şimdi daha sıkı durun…
*
Osman Pamukoğlu henüz 11 yaşındayken askeri okula yazıldı, teğmenliğinden itibaren 35 sene subay üniforması taşıdı.
Bu 35 sene boyunca, bir defa bile, tekrar yazıyorum, bir defa bile herhangi bir askeri sosyal tesise, askeri tatil kampına filan, adım atmadı.
*
Hulusi efendi emir versin, açıp kayıtları incelesinler…
*
35 sene muvazzaf subaylık.
14 sene emeklilik.
Osman Pamukoğlu ömrü boyunca, bir defa olsun herhangi bir askeri sosyal tesise gitmedi, herhangi bir askeri tatil kampına adım atmadı, bir saniye bile girmedi, bir kahve bile içmedi.
*
Böyle bir prensibi var çünkü.
*
Askerliğin askerlik tarafıyla ilgileniyor.
Sosyal tesis tarafı, ömrü boyunca umurunda bile olmadı.
*
Tekrar yazıyorum.
35 sene muvazzaf subaylık.
14 sene emeklilik.
Bir defa olsun gitmedi kardeşim.
*
Ve, bu onurlu prensipten haberi bile olmayanlar...
Sosyal tesisleri yasaklayarak Osman Pamukoğlu'nu cezalandırdığını zannediyorlar!
*
Suriye sınırını, Irak sınırını, Ege'deki adalarımızı koruyacaklarına…
Osman Pamukoğlu girmesin diye sosyal tesis sınırını koruyorlar!
*
EFSANE ÖYLE KOLAY OLMUYOR.
BÖYLE OLUYOR.
BARİYERLE OLMUYOR.
KARİYERLE OLUYOR.

2020 yılında yazılan bu yazıyı tekrar tekrar okuyalım istedim.Image
@OPAMUKOGLU 🇹🇷🇹🇷
Read 4 tweets
Jan 8
SENUSİ TARİKATI ŞEYH SUNUSİ’NİN SARAY VE VAHDETTİN’E ÇOK YAKIN OLMASINA RAĞMEN ONUN VE SARAYIN İNGİLİZ YANLISI OLDUKLARI İÇİN MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü VE MİLLİ MÜCADELEYİ DESTEKLEDİĞİNİ BİLİYOR MUYDUNUZ❓

Tam künyesi, Seyyid Ahmed eş-Şerîf bin Muhammed eş-Şerîf bin Muhammed bin Alî es-Senûsî (1873-1933) olan Şeyh, 1873 yılında Senusi Tarikatı'nın merkez zaviyesinin bulunduğu Libya'nın Cağbub beldesinde doğdu ve tarikatın üçüncü şeyhi idi. Aile kökeni Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hasan’a ulaştığından Haseni, doğduğu bölgenin geçmişte Seyyid İdris’in kurucusu olduğu İdrisi Devleti’ne bağlı olması hasebiyle İdrisi ve dedelerinin memleketi olan Tilimsan şehri yakınlarındaki Esnus Dağı’ndan dolayı da Senusi künyesini kullandı.

Kardeşlik ve yardımlaşma Senusiyye’nin en temel ilkeleriydi. Çalışmak, öğrenmek ve bildiklerini kardeşlerine öğretmek nafile ibadetlerden daha önemli görülürdü. Müritler eğitim ve ibadet dışında düzenli ve sistemli olarak ziraat, hayvancılık, demircilik, marangozluk ve dokumacılık gibi el sanatları ile de uğraştıklarından, zaviyeler aynı zamanda da ciddi bir üretim ve ticaret merkezleriydi.

Klasik tarikatlardan çok farklı bir şekilde, Hz. Muhammed’in hayatı doğrultusunda ‘dünya hayatının tüm gereksinmeleri ile ahireti birleştiren’ bir yol izledi, ‘Derviş-Mücahid’ kişiliğini yerleştirdi, İngiliz, Fransız ve İtalyanlara boyun eğmedi. Tüm Kuzey Afrika ile birlikte Orta Afrika ve Büyük Sahra'yı kendi aralarında paylaşan işgalci İngiliz, Fransız ve İtalyanlara karşı sürdürdükleri savaşta zayıflamalarına neden oldu.
Büyük Sahra ve Orta Afrika'da Fransızlara karşı savaşan Senusiler, Osmanlı Devleti ile ilişkilerini sıkılaştırdılar.

Sultan Abdülmecid, Senusiyye şeyhi Abdürrahîm el-Mahcûb’u,1856 yılında İstanbul’a davet etti ve Senusuleri destekleyen bir ferman çıkardı.
İtalyanların, 1911'de fiilen Libya'yı işgal etmeleri üzerine Şeyh Ahmed Senusi, Fransızlardan sonra İtalyanlara karşıda cihat ilan etti.Aralarında Mustafa Kemal'in de bulunduğu Osmanlı subayları ile birlikte İtalyanlara karşı direniş başlattı. Mustafa Kemal’in orada ne kadar gözü kara, vatan ve millet sevgisine sahip olduğunu anladı.
Bir yıl sonra 1912’de, Balkan Savaşı'nda büyük bir yenilgi alan Osmanlı, Libya’yı resmen İtalyanlara devretmek zorunda kaldı.

Senusiler, Osmanlı Devleti’nin 18 Ekim 1912’de imzaladığı Uşi (Ouchy) Antlaşması’yla Trablusgarp ve çevresini İtalyanlara bırakmasına şiddetle itiraz ettiler, Osmanlı Subayı Süleyman Askeri’nin Osmanlı askerlerini geri çekmesine karşı çıkarak çatıştılar. 16 Mayıs 1913’te General Mombretti kumandasındaki İtalyan ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı.

İtalyanlar, Şeyh Ahmed Şerîf’e muhalif kabile reisi Ramazan eş-Şitâvî’ye para vererek direnişi kırmaya çalıştılar; ancak 29 Nisan 1915’teSirte yolunda ağır bir yenilgiye daha uğradılar.
Osmanlı Devleti, Sidi Ahmed Şerif Senusi’ye Trablusgarp ve Bingazi Valiliği unvanını verdi, bölgede halk arasında halife naibi olarak görülmeye başlandı. Osmanlı Devleti, Almanların yanında Birinci Dünya Savaşı'na girince, Osmanlı Devleti ve Almanya Şeyh'e, Mısır'daki İngilizlere saldırması yönünde baskı yapmaya başladı.
Böyle güçsüz bir zamanda bu saldırının İtalyanlara karşı vermekte olduğu mücadeleyi zayıflatacağını söylediyse de etkili olamadı.

Şeyh Ahmed Şerif, İngilizlere saldırı emrini vermek zorunda kaldı. 1915 Kasım'ında Sellûm ele geçirildi.
Ancak 24 Mart 1916’da, İngilizler Sellûm’u geri aldı ve Senusi kuvvetleri büyük kayıplar verdi. Şeyh, Trablusgarp bölgesine çekilerek direnişi orada sürdürmek amacıyla önce Cağbûb’a, oradan da Sirtika’ya gitti.Image
Fransız misyonerlerinin önde gelen isimlerinden papaz Charles de Foucauld, 1 Aralık 1916’da Tevârikler tarafından öldürüldü ve Nijer’in kuzeyindeki Agâdes Sultanlığı, 1 Aralık 1916-3 Mart 1917 tarihleri arasında Fransız işgalinden kurtarıldı.

Şeyh Ahmed Senusi, Osmanlı'nın en zayıf düştüğü dönemde bile Osmanlı ile ilişkisini kesmedi, ancak bir müddet sonra aile içinde görüş ayrılıkları ve farklı arayışlar başladı. Birinci Dünya Savaşı boyunca Şeyh Ahmed Senusi ile birlikte hareket eden kardeşi Muhammed Hilal İtalyanlarla, amcası büyük Şeyh Muhammed Mehdi'nin oğlu, Muhammed İdris ise hem İtalyanlarla, hem de İngilizlerle görüşmelere başladı.

Amcası oğlu Muhammed İdris, 1917 yılı Nisan ayında Tobruk yakınındaki Akrama’da; İtalyanlarla uzlaştı, 25 Ekim 1920’de er-Recîme, 11 Kasım 1921’de de Ebû Meryem anlaşmalarını imzaladı. Şeyh İdrîs’e, bu antlaşmalar doğrultusunda 64 bin İtalyan lireti, onunla birlikte hareket eden Senûsî ailesinin ileri gelenlerine de konumlarına göre maaşlar bağlandı.
Bu anlaşmalara göre İtalyanlar, Bingazi ve çevresinin (Merke Cidabiye olmak üzere, Cağbub, Ucle-Calu, Kufra) yöneticisi (Emiri) olarak Muhammed İdris'i kabul ediyor, o da İtalyan işgalini tanıyordu.İdrîs sömürge kanunlarının uygulanmasına yardım edecek, silahlı mücadeleye devam eden bütün Senûsîler’e silâhlarını bıraktıracaktı.

Trablusgarp bölgesinde ise, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey’in desteklediği Ramazan Şitavi ve Süleyman Baruni İtalyanlarla anlaşarak 18 Kasım 1918’de Trablusgarp bölgesinde Musallata’da bir yönetim oluşturdular. İtalyanlar, 1 Temmuz 1919’da başkenti Aziziye olan Trablusgarb Cumhuriyeti’ni tanıdılar.
4 Kişilik Başkanlık Konseyi’ne Süleyman Baruni, Ahmed bin Ali, Abdul Nabi Belker ve Ramazan Bey Suveyhli seçildi.

Bu son gelişmeler üzerine İtalyanlara karşı yalnız kalan Şeyh Ahmed Şerîf, 1918 yılı Ağustos ayında İstanbul’a gitmek üzere Libya'dan ayrıldı. Bir Alman denizaltısı ile Avusturya'nın Adriyatik'deki Pola Limanı’na, oradan da Balkan treni ile 30 Ağustos 1918’de İstanbul’a gitti. İstanbul’a gelişinin ikinci günü Eyüp Sultan’da, Sultan Vahdettin'in kılıç kuşatma merasiminde yeni padişaha kılıç kuşattı, kendisine paşa rütbesi verildi.

Saraya ve Vahdettin’e bu kadar yakın olmasına rağmen, İngiliz yanlısı politikalara karşı çıkınca, Vahdettin tarafından, Mondros Mütarekesi sonrasında maiyetiyle birlikte Bursa’da zorunlu ikamete zorlandı. Burada Milli Mücadeleyi sürdüren Kuvayı Milliye kumandanlarıyla görüşmüştü. Ülkenin işgal edilmesi ile ilgili rahatsızlığını içeren bir mektup yazarak Vahdettin’in verdiği zorunlu ikametten dolayı, Mustafa Kemal’in kendisini resmi olarak çağırmasını rica etti ve resmi çağırma işlemleri sonrası, Ankara’ya gelerek Mustafa Kemal’le de buluşmuştu. Daha sonra her daim Milli Mücadeleyi başlattığı katkı sunduğu için Mustafa Kemal’e tebrik ve iyi niyet mesajları içeren telgraflar gönderdi. Şeyh aynı zaman da yakın zamana kadar İngiliz istihbaratınca takip edildi. Ankara Hükümeti’nin isteği üzerine 1921’de ırak Cephesi’ndeki Arap ve Kürt aşiretleriyle ile de buluşan şeyh, TBMM ile bölgedeki şeyhler arasında anlaşma zemini oluşturmak ve şeyhleri Milli Mücadeleyi desteklemeleri için çalıştı…Image
25 Kasım’da TBMM'de şerefine bir yemek verildi.
Şeyh Senusi, Mustafa Kemal'e, üzerinde;
"Kuran-ı Kerim aramızda sadakat ve muhadenet (samimiyet-dostluk) teşkil edecektir. Bunu halaskar-ı İslam (İlam’ın kurtarıcısı) olan sana hediye ediyorum. Kitabulllah önünde yemin ederim ki, hayatta bulundukça sana yardım edeceğim" yazılı bir Kuran-ı Kerim hediye etti.
Mustafa Kemal de yaptığı konuşmada Şeyh’e;
"Afrika'nın en tabii reisi ve en selahiyetdar (yetkili) Hükümdarı Senusi Hazretleri..." hitabında bulundu.
Şeyh Ahmed Şerîf Senusi, 1 Şubat 1921 Cuma günü Sivas’ta Câmi-i Kebîr’de Milli Mücadele'ye destek için toplanan İttihad-ı İslam Konferansı’na da başkanlık etti ve Hindistan'dan, Cava'ya (Endonezya) kadar bütün Müslümanları Milli Mücadele'ye destek olmaya çağırdı.

II. İnönü zaferinden sonra Nisan 1921’de Mustafa Kemal’e bir tebrik telgrafı gönderdi:
Düşmanın bozguna uğrayarak perişan olduğunu evvelce rüya âleminde görmüş ve bunun müjdesini zât-ı devletlerine arz etmiştim...

...
Mahsus gözlerinizden öper ve arz-ı hürmet eylerim, biz tek bir şahıs gibiyiz, aramızda ayrılık görmüyorum...

Her daim de Milli Mücadele baş kahramanı Mustafa Kemal ve tüm kadrosunu vatanını savunan İslam dünyasının kahraman evlatları olarak gördü ve bahsetti. Lozan Konferansı sırasında Türk tezleri doğrultusunda çaba gösteren şeyh, sonrasında da Mustafa Kemal’i makamında ziyaret etti. Milli Mücadele kahramanı olarak gördüğü TBMM başkanına hediyesi olan mücevher kakmalı kılıç ve ayetlerle süslenmiş kemer Çankaya Köşkü’ndeki duvarda hep asılı durdu.Image
Read 4 tweets
Dec 24, 2024
İngiliz basınından bulduğum bu fotoğraflar Erm2ni meselesiyle ilgili belge niteliği taşıyor. Bunları bugün Erm2niler bile bilmiyor. Arşivlerinizde bulunmalı.

İlk fotoğraf: Sphere dergisinden, 30 Ekim 1915. Başlıkta "Türklerin teşebbüs ettiği" yazılmış fakat içerikte?

İçerikte bakınız ne demişler... 250 bin Erm2ni'nin kurtarılıp gemilerle götürüldüğü açıkça ifade edilirken, kurtarılmaları da fotoğraflanmış. Sözde teşebbüse dair tek fotoğraf yok. İngilizler Dünya Savaşı'nı saniye saniye videoya çektiler ama bu meselede tek fotoğraf bile yok.Bu fotoğraf da yine aynı derginin aynı sayfasında bulunuyor. Muhtemelen aynı yerde çekilmiş. "Erm2nileri kurtardık," diye propaganda yapıyorlar. Ne zamana kadar? 1920'ye kadar. Neden 1920? Ne oldu 1920'de? Az sonra yazacağım...Image
Image
Bakınız aynı dergiden bir başka fotoğraf. Altta Van şehrimizi Türklere karşı Ruslarla beraber savunan Erm2niler anlatılıyor. Fotoğraftakiler Erm2ni çeteler. Yüzyıllarca Türklerle beraber barış içinde yaşarken, savaş patlak verdiğinde Ruslara katılıp Türklere kurşun sıktılar.Bu fotoğraflar dünyanın en ünlü dergisi Illustrated London'dan. 7 Haziran 1919. Bakınız bu sefer de Bağdat'ta mülteci olarak çadırlarda kalan binlerce Erm2ni fotoğraflanmış. Açıklamalar altta. Peki başka ne yazmışlar bilmek ister misiniz?Image
Aynı ay dergi; Dünya Savaşı'nda Erm2nilerin silahlanıp Ruslara katıldıklarını, Türklere karşı (sebepsizce) savaştıklarını, cephaneleri bitince kaçtıklarını, Türkler ve Kürtler tarafından kovalandıklarını, çoğunun bu şekilde öldüğünü açıkça yazmış. Aynı dergi anlatıyor bunu. Sene 1919 dedik. Amerika, Erm2nileri koruma altına alacağını duyuruyor. İstanbul İngilizlerce işgal edilince İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, Rum ve Erm2nilerden, Osmanlı hükümetindeki belgelerde Türkleri soykırımla suçlayacak belgeleri bulmalarını istiyor. Sonuç? Sıfır. Savcılık İstanbul'da delil bulamayınca Amerika'da İngiliz Büyükelçiliğinden yardım istiyor. 13 Temmuz 1921'de "Üzülerek arz ediyoruz ki Türkleri suçlayacak bir belgeye rastlanmamıştır" diye cevap geliyor. Dikkat ederseniz Wilson, Erm2nilere verdiği sözden 1920'de caymıştı!Image
Read 6 tweets
Oct 26, 2024
Atatürk vefat ettikten sonra dünyanın pek çok yerinden Ankara'ya mektuplar geldiğini biliyor muydunuz?

Kırmızı ile gösterilen küçücük bir yerden mektup niye gelmiş?

Devlet başkanları veya resmi görevlilerden ve sıradan insanlardan gelen onlarca mektup. Öyle satırlar var ki...

Özellikle Kerkük mektubu ve gelen mektupları okumanızı istiyorum.Image
1-)Burma diye pek çoğumuzun duymadığı, duyanların da haritada yerini gösteremeyeceği bir ülkenin Rangoon şehrindeki Memon Gençlik Derneği, Atatürk'ün ölümü üzerine Ankara'ya mektup yazmış:

Atatürk, Türkiye'nin ünlü reformcusu ve İslam dünyasının eşsiz kahramanı idi. Image
2-)İngiltere'den Bayard Simmons yazmış:

Kadınlara oy hakkı kampanyasını savunmuş olduğum için kendi memleketimde hapse girmiş ilk İngiliz olarak derin üzüntülerimi sunabilir miyim? Onun kadınlar için yaptıkları bütün dünyanın feministlerince ebediyet minnetle anılacaktır. Image
Read 34 tweets
Oct 10, 2024
CIA BELGELERİYLE 70'LERDE TÜRKİYE'DE TARIM ALANINDA OYNANAN OYUNLAR BAKIN NASIL DEŞİFRE EDİLDİ!

Fulbright bursuyla ABD'ye gidip Askeri Antropoloji alanında uzmanlaştıktan sonra Burdur'a yerleşip susuz tarım yapmaya başlayan Dr Ece Aynur Onur, CIA belgeleriyle Türkiye tarımı üzerinde oynanan oyunları deşifre etti. Bu makalede Onur tarafından yayınlanan belgelerin tamamını Türkçe olarak sizlere aktarıyoruz.

Türkiye ve Haşhaş Problemi başlığıyla yayınlanan ilk belgede; "Türkiye'de haşhaş ekiminin yeniden başlatılması için baskılar artıyor. Hükümet, devlet çiftliklerine haşhaş ekimi için tohum sağlanmasını ve sonbaharda ekim yapılmasına izin verilirse yeterli tohumun elde bulundurulmasını sağlamak amacıyla haşhaş ekimini yakın zamanda izin vermiştir. Yeni kurulan Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümet, Washington'a daha önceki haşhaş ekim yasağını gözden geçirmeye başladığını bildirmiştir. Bu, Türk yetkililerinin soruna nasıl baktığını gösteriyor" ifadeleri yer alıyor.Image
Yayınlanan 2. belgede ise; "Başbakan Demirel hem güvenli hem de liderliğinde etkili olabilecek bir prestij ve popüler çekiciliğe sahiptir. Türk bürokrasisine, eğer baskı yapılması emredilirse bunu uygulamak için güçlü çaba göstermesi konusunda güvenilebilir. Türk hükümetinin kontrolleri uygulama kapasitesine dair bazı göstergeler, haşhaş ekim alanlarının hükümet tarafından düzenlenmesinde görülebilir. Bu düzenleme geleneksel olarak bireysel çiftlikler üzerinde yapılmış ve son zamanlarda haşhaş ekilen il sayısının azaltılmasıyla devam etmiştir. 1967'de 21 olan bu sayı, 1969'da 11'e düşürülmüştür. Bir devlet satın alma kuruluşu olan TMO, yasal afyon ticaretinde tekel konumundadır ve her çiftçinin devlete teslim etmesi gereken afyon miktarını belirleyen üretim kotalarını belirler. Türk tekelci kuruluşu genellikle yasal piyasalarda satabileceğini düşündüğü kadar afyon satın alır. Bu durum genellikle çiftçiyi hükümet fiyatından daha fazla, bazen de daha az bir fiyatla satmak zorunda kaldığı bir fazlalıkla baş başa bırakır." ifadeleri yer alıyor.Image
Yayınlanan 3. belgede ise; "Türkler, 1971 yılında ABD'nin güçlü baskıları ve teşvikleri altında haşhaş ekimini durdurmayı kabul ettiler. Haşhaş ekimini yasaklayan bir kararname çıkardılar, ancak bu yolu bir anlaşma ile kendilerine bağlamadılar. Bu nedenle, Türkiye'de yasal olarak hükümet, her yıl Haziran ayı sonunda bu konuyla ilgili olarak çıkarılan kararname aracılığıyla haşhaş ekimini yeniden yetkilendirebilir. Haşhaş ekimini yasaklayan genel bir yasa yoktur ve hükümetin ilerlemek için yeni bir yetki almasına gerek yoktur. Haşhaş ekiminin yasaklanması kararı Türkiye'de hiçbir zaman siyasi olarak popüler olmadı. Bu karar askeri destekli bir hükümet tarafından alındı." ifadeleri yer alıyor.Image
Read 30 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us!

:(