Struma Faciası
Karadeniz'de 103’ü Çocuk, 769 insanın ölüm yolculuğu
24 Şubat 1942. Şile açıklarında nazilerden kaçan, aç ve çaresiz 769 Romanyalı Yahudi, Struma adlı motoru çalışmayan bir gemide çaresizce Karadeniz’in soğuk ve hırçın sularında gece boyunca sürüklenmektedir.+
Balkan savaşlarında kullanılan, motoru 1830 yapımı köhne geminin kapasitesi 100 kişidir. Motoru çalışmayan, telsizi olmayan ve çapa zinciri kesilmiş halde Karadeniz'de sürüklenmekte olan gemide gece sabaha karşı korkunç bir patlamayla sarsılır. Struma vurulmuştur...
Gemiyi 1.118 metre uzaktan torpido ile vuran bir Rus denizaltısıdır. Aynı denizaltı bir gün önce Türk kargo gemisi Çankaya’yı da batırmıştır. Zaten deniz üstünde zor duran Struma hızla batar ve 769 Yahudinin 768’i feci şekilde can verir.
Kurtulan tek yolcu David Stoliar isminde, 20 yaşındaki genç bir Yahudidir. Bir de geminin ikinci kaptanı olan İvanof Diko patlamadan sağ çıkar. Mevsim kış, aylardan şubattır ve Karadeniz’in suları buz gibidir. İkisi birlikte bir tahta parçasına yapışıp hayata tutunmaya çalışır.
Buz gibi suyun acısı bedenlerine bıçak gibi saplanmaktadır. Donmak üzeredirler. Ivanof Diko daha fazla dayanamaz ve sıkı sıkıya tutunduğu, kendisini hayata bağlayan kalastan ellerini çekip kendini akıntıya bırakır ve donarak ya da boğularak ölür.
20 yaşındaki David koca denizin ortasında tek başınadır artık. O da donmak üzeredir. Cebinde bir şekilde suya düşmeden kalan çakısıyla bileklerini kesip bu acıya ve korkuya son vermek ister. Fakat donmak üzere olan parmaklarıyla çakısını açamaz.
O esnada 12 kürekli bir Türk arama kurtarma kayığı onu bulur. Kurtarma ekibinde yer alan Şileli balıkçılardan İsmail Aslan ile David Stoliar 62 yıl sonra, 2004 yılında Şile’de buluşur. İsmail Aslan donmak üzere olan David’e üzerindeki elbiseleri çıkarıp giydirmiştir.
David Stoliar önce hastaneye kaldırılır, eli hastane yatağının demirine kelepçelidir. Nişanlısı Elsa ölmüştür. Ardından 8 hafta kadar hapiste yatar. Sonrasında bir Türk Yahudisi olan Simon Brod’a teslim edilir ve Filistin'e giden bir trene bindirilip yurtdışına gitmesi sağlanır.
David, 1948’de İsrail ordusunda kısa bir süre görev yapar ve ardından İngiliz ordusunda Mısır ve Libya’da üniforma giyer. Daha sonra Japonya’ya, oradan da ABD Oregon’a yerleşir. 2014 yılında ölür. O sağ kurtulmasaydı Struma’nın batırılması belki bu denli bilinmeyecekti.
Geminin batırılması Sovyet Ordu Arşivi kayıtlarında yer alır: “Sc-213 denizaltısı 24.2.1942 sabahı korumasız vaziyetteki düşman gemisi Struma’ya rastladı. Gemi 1118 metreden başarıyla torpidolandı ve batırıldı.'' Bu kesin bilgi batıranın kim olduğunu net biçimde ortaya koyuyor.
Bu açıklamanın ardından devam ediyor Sovyet Ordu Arşivi ve ekliyor: ''Genç subaylar, gemi komutanı ve astsubaylar ve torpidoyu ateşleyen Kızıl Filo denizcileri cesaret örneği sergilemişlerdir.” Ancak hayat ilginç kurgularla, çarpıcı adalet örnekleriyle de dolu...
Struma'yı batırıp yüzlerce masumu öldüren Sovyet Sc-213 denizaltısı da 1942’nin Ekim ayında, Karadeniz’e döşenmiş bir mayına çarparak batar. Mayının Romanya tarafından yerleştirildiği ya da bir Alman denizaltı avcısı tarafından batırıldığı da iddialar arasında.
Struma gemisinin yolcularına Filistin’e giriş vizesi vermeyen Büyük Britanya’nın Sömürgeler Bakanı Lord Moyne 1944 yılında Struma faciasındaki sorumluluğu nedeniyle bir suikast sonucu Yahudi direniş örgütleri mensubu iki kişi tarafından öldürülür.
Bu olay Filistin'de İngiliz Manda Yönetimi'ne karşı Yahudi direniş örgütlerinin şiddeti artırmasına da yol açar. Struma faciasının yaşanmasında İngiltere’nin Ortadoğu çıkarlarını gözeten katı tutumu gerçekten de önemli rol oynadı.
Nazi Almanyası tanklarının fiili olarak Edirne sınırına kadar dayanmış bir halde Türkiye üzerinde baskı kurması ve nihayetinde Rusların Karadeniz’de gördükleri her gemiyi batıran saldırgan politikaları da bu faciadan sorumludur.
Nazilerin Türkiye’ye kurdukları baskı, Türkiye’nin savaşa girmemek için tüm taraflara karşı yürüttüğü denge politikası ile her şey bıçak sırtında gitmektedir.
Savaş ateşinin dört bir yanı sardığı, ekmeğin karne ile verildiği zor yıllardır…
Tabi dönem şartlarında Türkiye’nin alındığı kıskacın baskısı altında patlamadan sonra 24 saat boyunca yardım gönderememesi, geminin çapa zincirini kesmesi, telsizini alması, motoru çalışmadığı halde gemiyi Karadeniz’e römorkörle çekip kaderine terk etmesi de acı bir gerçek.
Struma'yı kiralayan Romanyalı Yahudiler zengin ve aristokrat sınıftandı. Kiralamak istedikleri gemi resimlerde çok farklı gösterilmişti. Titanic gibi bir gemiyle Filistin’e ‘’Aliya’’, yani göç edeceklerdi. Dolandırıldıklarını anladıklarında ise iş işten çoktan geçmişti.
Bindikleri Struma Gemisi bir Bulgar gemisiydi. Hayvan taşımacılığı yapıyordu. Daha İstanbul’a girmeden motoru çatlamıştı. Denizde rastlayıp altın, mücevher ve bol para verdikleri başka bir geminin uzmanları geçici bir tamirle hareket ettirebilmişlerdi Struma’yı.
İstanbul'a ulaşıp Boğaza girince motor yine arızalanıp çalışmadı ve zorunlu olarak Sarayburnu – Üsküdar açıklarına demir atmak zorunda kaldı gemi. 12 Aralık 1941’de Romanya’dan ayrılan Struma, 15 Aralık 1941’de Sarayburnu önlerinde kalakalmıştı.
15 Aralık 1941’den, 23 Şubat 1942’ye iki ayı aşkın bir süre İstanbul’un ortasında demirli kaldı Struma. Gemidekilerin erzakı tükendi. Açlık ve susuzluk başladı. Yolcular yatak çarşaflarına yazılar yazıp yardım istiyordu. Çocuklar ağlıyor, yetişkinler korkuyordu.
‘’Yaşasın Türkiye, Kurtarın Bizi’’, ‘’Naziler Bizi Öldürüyor Yardım Edin’’ vb benzeri sloganlardı bunlar. Birkaç istisna dışında kimse inemedi gemiden. Bu istisnaların ilki, tarihi geçmiş olsa da İngiltere’nin onayıyla ellerinde Filistin vizesi bulunan bir, iki yolcuydu.
Diğer istisna ise Standard Oil Company of New York (Şimdiki Mobil) isimli ABD petrol şirketinin Romanya müdürü olan Martin Segal ve ailesiydi. Martin Segal’a İstanbul’da yardım eden kişi Vehbi Koç’tu. Koç, Standard Oil Company’nin Türkiye temsilcisiydi.
ABD'nin ricası ve desteği üzerine Vehbi Koç dönemin Türk Hükümeti nezdinde girişimlerde bulundu. Vehbi Koç, Martin Segal ve ailesi için dönemin İçişleri Bakanı Faik Öztrak ve İstanbul Emniyet Müdürü olan İhsan Sabri Çağlayangil ile uzun görüşmeler yaptı.
Görüşmelerin ardından Seagal ve ailesi gemiden tahliye edildi. İstanbul’un ortasında bir gemide çaresizce yardım bekleyen 769 Romanyalı Yahudi için İstanbul Yahudileri seferber oldu. Evlerde her gün yemekler pişirildi, kayıklarla götürülmek istendi. Kimi zaman engel olundu buna.
Türk Kızılayı devreye girip gemiye 9 hafta boyunca battaniye, ekmek ve yemek yardımı yaptı. Kızılay'ın bu çabalarına İstanbul'daki nazi diplomataları, 'gemide salgın hastalık var, gitmeyin' diyerek engel olmaya çalışsa da bu yardımlar Kızılay tarafından gemiye ulaştırıldı.
Diğer taraftan, o dönemde genç bir delikanlı olan Alarko Holding kurucusu, Leyla Alaton’un da babası olan İshak Alaton'da Struma’ya yardım için en çok çabalayan kişilerdendi.
Türk Yahudi toplumunda yardım işlerini organize eden diğer iki isim ise cemaatin önde gelenlerinden Simon Brod ve Rifat Karako idi. Ellerinden geldiğince bir yolunu bulup gemiye günlük, haftalık erzak, ilaç, sigara hatta kuruyemiş bile ulaştırıyorlardı. Foto: David ve Simon Brod.
Gemiden atlayıp boğazı yüzerek geçip kurtulmaya çalışanlar da oldu ama yakalandılar. Yapılan tüm girişimlere rağmen Struma yolcuları gemiden ne tahliye edilebildi ne de gemi yoluna devam edebildi. Bir gece ansızın Karadeniz’e doğru çekilip ölümün önüne atıldı.
Struma faciası on yıllarca suskunluk içinde kaldı. Batığın yeri tespit edilince dalışlar yapıldı ve deniz altındaki enkaz görüntülendi. Türkiye'de ilk resmi anma, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik'in hükûmet adına katılımı ve taziye konuşması ile 24 Şubat 2015'te gerçekleşti.
Ekonomik yokluklar ile boğuşan ve kendisine zor yeten Türkiye Cumhuriyeti 1938’de, dünyada artan Yahudi Göçleri’nden etkilenmemek için 2/9498 sayılı bir kararname (Yahudiler’in Türkiye’de ikametinin yasaklanması ile ilgili bir kararname) çıkarmıştı. Almanya'dan da çekiniliyordu.
Struma Gemisi'nin rotası:
Bu da geminin her şey yolunda gitseydi hedeflediği rota:
İsrail'in Aşdod Limanı'ndaki Struma Gemisi Anıtı
Struma ile ilgili Türk basınından bazı haberler:
Halit Kakınç, Zülfü Livaneli, Hakan Akdoğan ve Doğan Akhanlı yakın dönem Türk yazın dünyasında Struma konusunu ele alan yazarlar.
Struma Filistin'e varsaydı içindeki yolcuları nasıl bir hayat beklerdi? Faşist Avrupa'nın mazlumları, Filistin'in zalimlerine dönüşür müydü? Kimler savaşı, kimler barışı desteklerdi, bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey Karadeniz'de yaşanan bu acı ve hayatın acımasızlığı...
V'esselam🌿
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Prof.Muzaffer Şerif Nasıl "Muzafer Sherif"e Dönüştü?
Film gibi bir hayat. Sosyal psikolojinin kurucularından, literatüre adıyla giren deneyi olan, Harvard, Yale, Princeton, Oklahoma, Pennsylvania ve Columbia üniversitelerinde bulunan bir bilim insanını nasıl küstürüp kaçırdık?+
1906 yılında İzmir, Ödemiş'te zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
1919 yılında, 13 yaşındayken İzmir'i işgal eden Yunan ordusundan bir asker yanındaki kişiyi öldürdükten sonra süngüsünü ona doğrultur.
Fakat muhtemelen yaşı küçük olduğu için öldürmekten vazgeçer.
Ölümler, işgal, savaşlar, esaret, kurtuluşla geçen ilginç bir çocukluğu olur.
Muzaffer Şerif belki de insanların toplu halde sergiledikleri uç davranışları ileride incelemesi için gerekli olan deneyimin en büyüğünü farkında olmadan bu yıllarda edinir.
En özel yiyeceklerden biridir bal. 2009 yılından bu yana bal koleksiyonu yapıyorum. Gittiğim tüm ülkelerden oraya ait yerel ve özel ballardan hem tattım hem de aldım. Dünya ve Türkiye balları üzerine epey araştırma ve okuma yaptım. İşte bal dünyası++
Bal kutsal metinlerde de geçer: ‘’Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: "Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü çiçekten, meyveden, ürünlerden ye ve Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!"
Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki, onda insanlara şifa vardır.’’ (Nahl Suresi, 68-69) Gerçekten de onlarca değişik türde bal vardır. Aromaları ve lezzetleri dışında temel olarak çiçek balları ve salgı balları olarak iki ana grupta ele alabiliriz balı.
İslam tarihine bakıldığında birçok önemli hadisenin Ramazan ayında gerçekleştiği görülür.
Kuşkusuz bu gelişmeler İslam tarihinin dönüm noktaları olarak ciddi bir hafızayı da ifade ediyor.
Örneğin Endülüs'ün fethi Ramazan ayında olmuştu.++
"En uzak batı" demek olan Magrib-i Aksa adıyla da bilinen Endülüs’ün, yani bugün İspanya ve Portekiz’in bulunduğu İber Yarımadası’nın Müslümanlarca fethi sadece İslam tarihi için değil, aynı zamanda dünya tarihi için de oldukça önemli gelişmelerden biri oldu.
Miladi 711 yılı, 19 Temmuz günü İslam ordusunun komutanı Tarık bin Ziyad ile Vizigotların komutanı Rodrik’in idaresinde yaşanan savaşı kesin zaferle kazanan Müslümanlar hızla İber Yarımadası’na yayıldı. Endülüs fethinin unutulmaması gereken bir diğer ismi de Tarif bin Malik oldu.
Arkasında onu kovalayıp ele geçirdikleri anda öldürmek isteyen bir ordu, önünde ise bilinmeyenlerle ve tehlikelerle dolu bir coğrafya vardı.
Eşine az rastlanan, insan üstü bir mücadele verdi ve Endülüs Emevi Devleti'ni kurdu.++
Emeviler iktidara geldikleri andan itibaren fetihlere giriştiler ve büyük askeri başarılar elde ettiler.
Afganistan'dan Hindistan'a, İran'dan Kuzey Afrika ve Endülüs'e uzanan inanılmaz büyüklükte bir coğrafyanın hakimi oldular. Kıbrıs'ı, Girit'i, Kafkasya'yı fethettiler.
Ancak fethettikleri coğrafyada son derece otoriter bir yönetim kurdular. Özellikle de devlet idaresi hususunda, İslamiyet öncesinden itibaren rekabet halinde oldukları Haşimoğulları'nı çok sıkı kontrol altında tutuyorlardı. Haşimoğulları'nın her hareketi izleniyordu.
1989 yılında Mekke’de ender görülen, istisnai bir arkeolojik kazı gerçekleştirildi.
Kazının arkasında dönemin güçlü isimlerinden, 1973 petrol ambargosu ile Avrupa’yı dize getiren, S.Arabistan Petrol Bakanı, Mekke doğumlu Zeki el-Yemani vardı.++
Bu kazı çok değerliydi. Çünkü Mekke döneminde vahyin önemli bir bölümü bu evin çatısı altında gelmişti. Hz.Muhammed'inﷺ küçük bir mescidinin de olduğu bu evde Hatice(ra); Kasım, Abdullah, Rukiyye, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Fatıma'yı doğurmuştu.
Yapılan kazı, Hz.Muhammed’inﷺ eşi Hz.Hatice’nin evini açığa çıkarmıştı.
Olabildiğince hızlı, adeta bir kurtarma kazısı gibi gerçekleştirilip tamamlanan çalışmanın ardından, bir kazı raporu niteliğinde de olan “The House of Khadijah bint Huwaylid" adlı kitap yayınlandı.