Türkiye’yi 20 yıldır yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi; Türkiye’nin en merkeziyetçi liderine isyan ederek kurulmuş bir reform hareketiydi.
Hareketin önderlerinin isyanla birleşen kaderleri iktidar ve güç ile sınandı.
Tevazuyla başlayan dostlukları ihtirasla parçalandı…
Türkiye, 16 Ocak 1998 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’in açıklamasıyla ayağa kalktı.
Refah Partisi’nin “Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri" gerekçesiyle kapatıldığı açıklandı.
Milli Görüşçüler partilerinin kapatılmasına alışkındı. Milli Nizam ve Milli Selamet Partileri de daha önce kapatılmıştı.
Kısa zaman içinde aynı program çerçevesinde Fazilet Partisi kuruldu.
Refah Partisi kapatılmakla kalmamış, hareketin büyük lideri Necmettin Erbakan’a da siyaset yasağı getirilmişti.
Bu yüzden Necmettin Erbakan, Fazilet Partisi liderliği için Recai Kutan’ı işaret etti.
Tıpkı Erbakan gibi Mühendis olan Kutan’ın lideri ile tek ortak yanı ihtisası değildi.
MNP’den beri birlikte olduğu Erbakan hocasının hiç sözünden çıkmamış, aynı ilkeleri benimsemiş bir yol arkadaşıydı.
Bu yüzden Erbakan, gözünü bile kırpmadan Kutan’a liderliği teslim etti.
28 Şubat etkisindeki Türkiye’de İslamcı siyasetin ve mütedeyyin kitlelerin biricik umudu olan Fazilet Partisi, 1999 seçimlerinde ciddi şekilde oy kaybetti.
1995’te sandıktan birinci parti çıkan Refah Partisi, 1999’da Fazilet ismiyle ancak üçüncü olabildi.
Yaşanan oy ve dinamizm kaybı, aynı liderlerin ve siyaset kültürünün devam etmesi ve sonuç alınamaması, Milli Görüş hareketini içten içe kaynatmaya başladı.
30 yıllık hareketin içinde ilk kez çatlak sesler duyulmaya başlandı.
Fazilet Partisi içinde kendilerini “genç siyasetçiler” olarak adlandıran bir grup il ve ilçe kongrelerinde genel merkezin karşısına kendi adaylarını çıkartmaya başladılar.
Kamuoyu ise onlara farklı bir isim taktı:
“YENİLİKÇİLER”
Yenilikçi ekibin başını çeken iki isim vardı; partinin Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ile Manisa Milletvekili ve TBMM Grup Başkanvekili Bülent Arınç.
Bu iki ismin etrafında toplanan “Genç Faziletliler” 1999 Seçimleri’nden sonra farklı bir çizgiyi takip etmeye başladılar.
Yenilikçiler özetle şunları söylüyordu:
⁃Parti kadrolarında daha genç isimlere görevler verilmeli.
⁃Asker ve laik bürokrasi ile zıtlaşılmamalı; daha ılımlı bir dil tutturulmalı.
⁃Batı karşıtlığından vazgeçilmeli. ABD ve AB ile uyumlu bir program inşa edilmeli.
Özellikle “Batı Karşıtlığı” meselesi en hassas damardı.
Zira Milli Görüş’ü Milli Görüş yapan “Millici” “bağımsızlıkçı” ve “Anti-Emperyalist” iddialarıydı.
Necmettin Erbakan’ın bütün düşünce dünyası da Emperyalizm ve Siyonizm karşıtlığı temelinde kurulmuştu.
Buna karşılık Yenilikçiler ise Batı ile uyumlu, muhafazakar bir parti istiyorlardı.
Bunun genel merkez tarafından kabul görmesi mümkün değildi.
Ufukta yol ayrılığı olduğu daha günlerde gözüküyordu.
Gelgelelim; 1969’tan beri ilmek ilmek örülen, darbelerin, muhtıraların, ateş çemberlerinin içinden çıkan; Türkiye’de dindar sosyolojinin can kurtaran gibi sarıldığı tek partiyi bırakmak Yenilikçiler için iyi sonuç vermezdi.
Bu yüzden Parti içinde mücadele kararı alındı.
Yasaklı olan köşesinden olup bitenleri izleyen Necmettin Erbakan, parti içinde filizlenen yenilikçi hareket için “baldırı çıplaklar” “çoluk çocuklar” gibi küçümseyici ifadeler kullandı.
Kendisine sadakatle bağlı Milli Görüş teşkilatlarının bu hareketi ezip geçeceğini düşündü.
Erbakan haklıydı.
Kurucu lideri olduğu ve hayatını adadığı hareketinin teşkilatı da dediğini yaptı.
Yenilikçiler, gittikleri her yerde FP teşkilatlarının hakaret ve saldırılarıyla karşılaştılar.
Yenilikçiler yine de pes etmediler.
14 Mayıs 2001 tarihinde yapılacak Büyük Kongre’de Genel Başkan adayı çıkartmaya karar verdiler.
Kongre tarihi manidardı. 1950’de DP’nin CHP’yi yenerek iktidara geldiği 14 Mayıs günü özel olarak seçilmişti.
Yenilikçiler, Genel Merkez’in adayı mevcut Genel Başkan Recai Kutan’ın karşısına Abdullah Gül’ü çıkarttılar.
Erbakan’ın yasaklı olması Yenilikçilerin işine gelmişti çünkü Erbakan’ın adamı yerine bizzat Erbakan aday olsaydı aday çıkartmaları asla mümkün olmazdı.
Hoş, Kongre salonunda Erbakan yoktu ama buna rağmen Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül, “hocayı satanı bizde satarız” sloganları altında sürekli hakaret işiterek konuşmak zorunda kaldı.
Sözleri sürekli olarak kesildi…
Kongre; o kadar büyük bir baskı altında gerçekleşiyordu ki, Abdullah Gül’ün destekçisi Bülent Arınç, ağlamaklı bir ses tonuyla “kimse delegenin iradesine ipotek koymaya kalkışmasın” diye haykırmak zorunda kaldı.
Hoca’ya mutlak sadakatle bağlı delegelerin bu “çoluk çocuğu ezip geçeceği” düşünülen kongre büyük bir sürprizle sonuçlandı.
Gül, 1170 delegenin 521’inin oyunu aldı. Erbakan’ın temsilcisi Recai Kutan ise delege üstündeki tüm baskılara rağmen 633 oy ile kılpayı kazandı.
Herkes şoktaydı.
Partide yenilikçilerin hiç de azımsanmayacak bir karşılığı olduğu ortaya çıktı.
Recai Kutan’a teşkilatlardaki tüm yenilikçileri temizlemesini emretti.
Yenilikçiler kara kara düşünmeye başladılar.
Partiden ayrılma, istifa etme şansları yoktu. Bu İslamcı siyaset jargonunda ümmeti bölmek sayılırdı. İhraç da edilmiyorlardı.
Ne yapacaklarını kara kara düşünürken imdatlarına Anayasa Mahkemesi yetişti.
22 Haziran 2001 tarihinde FP de RP’nin devamı olduğu gerekçesiyle kapatıldı.
Yenilikçilerin beklediği fırsat buydu çünkü “bölücü” damgası yemeden kendi siyasi çıkışları için müthiş bir fırsattı bu.
Anayasa Mahkemesi, dolaylı yoldan Yenilikçilere büyük bir iyilik yapmış oldu.
Necmettin Erbakan’ın işaretiyle hemen 20 Temmuz’da Saadet Partisi kuruldu.
Erbakan, tüm kadrolarına Saadet’e geçiş talimatı verse de bu sefer partinin geniş kesimlerinden hiç alışkın olmadığı bir ses duydu.
“Biz gelmiyoruz”
Fazilet Partisi kadroları resmen ortadan ikiye bölündü.
TBMM’de 103 milletvekili olan Fazilet Partisi vekillerinin 48’i Saadet Partisi’ne, 51 kişi ise 14 Ağustos’ta kurulan Ak Parti’ye iltihak etti.
Gelgelelim, yenilikçilerin 2 senelik mücadelesi sonunda kurulan AK Parti’nin kurucu genel başkanlığı görevi beklendiği gibi Abdullah Gül’ün olmadı.
14 Mayıs Kongre sürecinin dışında olan ve yıpranmadan yıldızını parlatan Recep Tayyip Erdoğan, partinin kurucu lideri oldu.
Sadece Ak Parti’nin değil Türkiye’nin de kaderini değiştiren bu “gerçekçi” kararı bizzat Abdullah Gül almıştı.
Erdoğan’ın hapse giriş-çıkış süreçlerini, sonradan halkın gözünde artan popülaritesini görerek liderliği teslim etti.
Erdoğan’ın halk nezdinde sahip olduğu sevgi kuşkusuz Gül’den fazlaydı. Ancak hareketin tüm cefasını ve kuruluş sancılarını çeken Gül de kurucu kadrolara önemli ölçüde hakimdi. İstese liderliği bırakmayabilir; en azından bunun için savaşabilirdi.
Gül savaşmayı değil uzlaşmayı tercih etti ve liderliği Erdoğan’a teslim etti.
3 Kasım 2002’de Ak Parti sandıktan tek başına iktidar çıktığında Abdullah Gül, Erdoğan’ın yasağı bitene kadar başbakanlığı sürdürdü, sonra başbakanlığı da kendisi teslim etti.
14 Ağustos 2001 tarihinde; Anti Emperyalist, Anti Siyonist kapalı İslamcılığa isyan ederek özgürlükçü, liberal, ABD ve Avrupa destekçisi bir programla kurulan Ak Parti’nin iki kurucu liderinden olan Abdullah Gül ise yıllar sonra partinin kurucusu olmamakla dahi itham edildi…
Daha da ötesi bilgiseli uzatmamak adına değinemeyeceğimiz süreçlerin sonunda 2018 yılında Erdoğan karşıtı cephenin Cumhurbaşkanı Adayı olma noktasına bile geldi Abdullah Gül.
Hoca’ya isyanla birleşen kaderleri, iktidarla dağıldı.
Siyaset ile sınanan dostlukları güç ile parçalandı.
AK Parti’nin ilk Cumhurbaşkanı’nı muhalefetin Çatı Adayı’na dönüştüren çeyrek asırlık melodram böyle başladı…
Bu bilgisel AK Parti’nin kuruluşu ile sınırlandırılmıştır. Gül-Erdoğan çekişmesi başlığı ile ikinci bir bilgisel hazırlanabilir.
Video ve görseller, logoları olan kurumlara aittir.
Montajlar için @EmreEsmertas kardeşime teşekkür ederim.
Okuyan herkese çok teşekkür ederim.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türkiye Cumhuriyeti’nin iki Mareşal’inden biri olan Fevzi Çakmak Paşa, 74 sene önce bugün vefat etti.
Vefatıyla ülkenin kalan 74 yılına damgasını vuracak bir siyasi kırılmanın fitilini ateşledi. (1)
Çakmak Paşa, asker ve siyaset çevrelerinde hep “Mareşal” olarak anılır.
Zira kendisinin dışındaki tek Mareşal olan Atatürk’e hep “Gazi” dendiği için bu sıfatı ömrünün sonuna kadar en çok kullanan kişi Fevzi Çakmak olmuştur. (2)
İmparatorluğun Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanlığı gibi üst düzey görevlerde bulundu.
Milli Mücadele'nin ilk aylarında Kuvai Milliye'ye mesafeli bir tutum sergilese de İstanbul'un işgali sonrası Mustafa Kemal'in liderliğini kabul ederek Anadolu'ya geçti. (3)
27 Mayıs’ın ihtiraslı subayları, fırtına dinip süngüler düştüğünde, ihtilalin yerini siyaset ve bürokrasi aldığında bir sabah ansızın sürgüne gönderildiler.
Yumruklarını sıkarak Tokyo’nun yolunu tutan Muzaffer Özdağ’ın bu uzak şehirde dünyaya gelecek evladı, gerçekleştiremediği ümitlerinin yansıması olacaktı.
Demokrat Parti’yi devirip iktidarı ele geçiren ihtilalci subayların en gençlerinden olan Muzaffer Özdağ, kısacık ömrüne sığdırdığı büyük maceraların ardından şimdi uzak diyarlarda sürgündeydi.
3 Mart 1961’de doğan oğluna koyduğu Ümit ismi, Muzaffer Bey’in gerçekleştiremediği hayallerinin sembolü oldu. (1)
Bebek Ümit Özdağ iki yaşında döndü ülkesine.
Babasından kaynaklı olarak Türk milliyetçiliğinin içine doğmuştu.