Ali Yağız Baltacı Profile picture
Feb 6, 2022 33 tweets 10 min read Read on X
Türkiye’yi 20 yıldır yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi; Türkiye’nin en merkeziyetçi liderine isyan ederek kurulmuş bir reform hareketiydi.

Hareketin önderlerinin isyanla birleşen kaderleri iktidar ve güç ile sınandı.

Tevazuyla başlayan dostlukları ihtirasla parçalandı…
Türkiye, 16 Ocak 1998 tarihinde Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’in açıklamasıyla ayağa kalktı.

Refah Partisi’nin “Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri" gerekçesiyle kapatıldığı açıklandı.
Milli Görüşçüler partilerinin kapatılmasına alışkındı. Milli Nizam ve Milli Selamet Partileri de daha önce kapatılmıştı.

Kısa zaman içinde aynı program çerçevesinde Fazilet Partisi kuruldu.
Refah Partisi kapatılmakla kalmamış, hareketin büyük lideri Necmettin Erbakan’a da siyaset yasağı getirilmişti.

Bu yüzden Necmettin Erbakan, Fazilet Partisi liderliği için Recai Kutan’ı işaret etti.
Tıpkı Erbakan gibi Mühendis olan Kutan’ın lideri ile tek ortak yanı ihtisası değildi.

MNP’den beri birlikte olduğu Erbakan hocasının hiç sözünden çıkmamış, aynı ilkeleri benimsemiş bir yol arkadaşıydı.

Bu yüzden Erbakan, gözünü bile kırpmadan Kutan’a liderliği teslim etti.
28 Şubat etkisindeki Türkiye’de İslamcı siyasetin ve mütedeyyin kitlelerin biricik umudu olan Fazilet Partisi, 1999 seçimlerinde ciddi şekilde oy kaybetti.

1995’te sandıktan birinci parti çıkan Refah Partisi, 1999’da Fazilet ismiyle ancak üçüncü olabildi.
Yaşanan oy ve dinamizm kaybı, aynı liderlerin ve siyaset kültürünün devam etmesi ve sonuç alınamaması, Milli Görüş hareketini içten içe kaynatmaya başladı.

30 yıllık hareketin içinde ilk kez çatlak sesler duyulmaya başlandı.
Fazilet Partisi içinde kendilerini “genç siyasetçiler” olarak adlandıran bir grup il ve ilçe kongrelerinde genel merkezin karşısına kendi adaylarını çıkartmaya başladılar.

Kamuoyu ise onlara farklı bir isim taktı:

“YENİLİKÇİLER”
Yenilikçi ekibin başını çeken iki isim vardı; partinin Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ile Manisa Milletvekili ve TBMM Grup Başkanvekili Bülent Arınç.

Bu iki ismin etrafında toplanan “Genç Faziletliler” 1999 Seçimleri’nden sonra farklı bir çizgiyi takip etmeye başladılar.
Yenilikçiler özetle şunları söylüyordu:

⁃Parti kadrolarında daha genç isimlere görevler verilmeli.

⁃Asker ve laik bürokrasi ile zıtlaşılmamalı; daha ılımlı bir dil tutturulmalı.

⁃Batı karşıtlığından vazgeçilmeli. ABD ve AB ile uyumlu bir program inşa edilmeli.
Özellikle “Batı Karşıtlığı” meselesi en hassas damardı.

Zira Milli Görüş’ü Milli Görüş yapan “Millici” “bağımsızlıkçı” ve “Anti-Emperyalist” iddialarıydı.

Necmettin Erbakan’ın bütün düşünce dünyası da Emperyalizm ve Siyonizm karşıtlığı temelinde kurulmuştu.
Buna karşılık Yenilikçiler ise Batı ile uyumlu, muhafazakar bir parti istiyorlardı.

Bunun genel merkez tarafından kabul görmesi mümkün değildi.

Ufukta yol ayrılığı olduğu daha günlerde gözüküyordu.
Gelgelelim; 1969’tan beri ilmek ilmek örülen, darbelerin, muhtıraların, ateş çemberlerinin içinden çıkan; Türkiye’de dindar sosyolojinin can kurtaran gibi sarıldığı tek partiyi bırakmak Yenilikçiler için iyi sonuç vermezdi.

Bu yüzden Parti içinde mücadele kararı alındı.
Yasaklı olan köşesinden olup bitenleri izleyen Necmettin Erbakan, parti içinde filizlenen yenilikçi hareket için “baldırı çıplaklar” “çoluk çocuklar” gibi küçümseyici ifadeler kullandı.

Kendisine sadakatle bağlı Milli Görüş teşkilatlarının bu hareketi ezip geçeceğini düşündü.
Erbakan haklıydı.

Kurucu lideri olduğu ve hayatını adadığı hareketinin teşkilatı da dediğini yaptı.

Yenilikçiler, gittikleri her yerde FP teşkilatlarının hakaret ve saldırılarıyla karşılaştılar.
Yenilikçiler yine de pes etmediler.

14 Mayıs 2001 tarihinde yapılacak Büyük Kongre’de Genel Başkan adayı çıkartmaya karar verdiler.

Kongre tarihi manidardı. 1950’de DP’nin CHP’yi yenerek iktidara geldiği 14 Mayıs günü özel olarak seçilmişti.
Yenilikçiler, Genel Merkez’in adayı mevcut Genel Başkan Recai Kutan’ın karşısına Abdullah Gül’ü çıkarttılar.

Erbakan’ın yasaklı olması Yenilikçilerin işine gelmişti çünkü Erbakan’ın adamı yerine bizzat Erbakan aday olsaydı aday çıkartmaları asla mümkün olmazdı.
Hoş, Kongre salonunda Erbakan yoktu ama buna rağmen Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül, “hocayı satanı bizde satarız” sloganları altında sürekli hakaret işiterek konuşmak zorunda kaldı.

Sözleri sürekli olarak kesildi…
Kongre; o kadar büyük bir baskı altında gerçekleşiyordu ki, Abdullah Gül’ün destekçisi Bülent Arınç, ağlamaklı bir ses tonuyla “kimse delegenin iradesine ipotek koymaya kalkışmasın” diye haykırmak zorunda kaldı.
Hoca’ya mutlak sadakatle bağlı delegelerin bu “çoluk çocuğu ezip geçeceği” düşünülen kongre büyük bir sürprizle sonuçlandı.

Gül, 1170 delegenin 521’inin oyunu aldı. Erbakan’ın temsilcisi Recai Kutan ise delege üstündeki tüm baskılara rağmen 633 oy ile kılpayı kazandı.
Herkes şoktaydı.

Partide yenilikçilerin hiç de azımsanmayacak bir karşılığı olduğu ortaya çıktı.

Gelgelelim, Necmettin Erbakan nuh dedi peygamber demedi.

Recai Kutan’a teşkilatlardaki tüm yenilikçileri temizlemesini emretti.
Yenilikçiler kara kara düşünmeye başladılar.

Partiden ayrılma, istifa etme şansları yoktu. Bu İslamcı siyaset jargonunda ümmeti bölmek sayılırdı. İhraç da edilmiyorlardı.

Ne yapacaklarını kara kara düşünürken imdatlarına Anayasa Mahkemesi yetişti.
22 Haziran 2001 tarihinde FP de RP’nin devamı olduğu gerekçesiyle kapatıldı.

Yenilikçilerin beklediği fırsat buydu çünkü “bölücü” damgası yemeden kendi siyasi çıkışları için müthiş bir fırsattı bu.

Anayasa Mahkemesi, dolaylı yoldan Yenilikçilere büyük bir iyilik yapmış oldu.
Necmettin Erbakan’ın işaretiyle hemen 20 Temmuz’da Saadet Partisi kuruldu.

Erbakan, tüm kadrolarına Saadet’e geçiş talimatı verse de bu sefer partinin geniş kesimlerinden hiç alışkın olmadığı bir ses duydu.

“Biz gelmiyoruz”
Fazilet Partisi kadroları resmen ortadan ikiye bölündü.

TBMM’de 103 milletvekili olan Fazilet Partisi vekillerinin 48’i Saadet Partisi’ne, 51 kişi ise 14 Ağustos’ta kurulan Ak Parti’ye iltihak etti.
Gelgelelim, yenilikçilerin 2 senelik mücadelesi sonunda kurulan AK Parti’nin kurucu genel başkanlığı görevi beklendiği gibi Abdullah Gül’ün olmadı.

14 Mayıs Kongre sürecinin dışında olan ve yıpranmadan yıldızını parlatan Recep Tayyip Erdoğan, partinin kurucu lideri oldu.
Sadece Ak Parti’nin değil Türkiye’nin de kaderini değiştiren bu “gerçekçi” kararı bizzat Abdullah Gül almıştı.

Erdoğan’ın hapse giriş-çıkış süreçlerini, sonradan halkın gözünde artan popülaritesini görerek liderliği teslim etti.
Erdoğan’ın halk nezdinde sahip olduğu sevgi kuşkusuz Gül’den fazlaydı. Ancak hareketin tüm cefasını ve kuruluş sancılarını çeken Gül de kurucu kadrolara önemli ölçüde hakimdi. İstese liderliği bırakmayabilir; en azından bunun için savaşabilirdi.
Gül savaşmayı değil uzlaşmayı tercih etti ve liderliği Erdoğan’a teslim etti.

3 Kasım 2002’de Ak Parti sandıktan tek başına iktidar çıktığında Abdullah Gül, Erdoğan’ın yasağı bitene kadar başbakanlığı sürdürdü, sonra başbakanlığı da kendisi teslim etti.
14 Ağustos 2001 tarihinde; Anti Emperyalist, Anti Siyonist kapalı İslamcılığa isyan ederek özgürlükçü, liberal, ABD ve Avrupa destekçisi bir programla kurulan Ak Parti’nin iki kurucu liderinden olan Abdullah Gül ise yıllar sonra partinin kurucusu olmamakla dahi itham edildi…
Daha da ötesi bilgiseli uzatmamak adına değinemeyeceğimiz süreçlerin sonunda 2018 yılında Erdoğan karşıtı cephenin Cumhurbaşkanı Adayı olma noktasına bile geldi Abdullah Gül.
Hoca’ya isyanla birleşen kaderleri, iktidarla dağıldı.

Siyaset ile sınanan dostlukları güç ile parçalandı.

AK Parti’nin ilk Cumhurbaşkanı’nı muhalefetin Çatı Adayı’na dönüştüren çeyrek asırlık melodram böyle başladı…
Bu bilgisel AK Parti’nin kuruluşu ile sınırlandırılmıştır. Gül-Erdoğan çekişmesi başlığı ile ikinci bir bilgisel hazırlanabilir.

Video ve görseller, logoları olan kurumlara aittir.

Montajlar için @EmreEsmertas kardeşime teşekkür ederim.

Okuyan herkese çok teşekkür ederim.

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Ali Yağız Baltacı

Ali Yağız Baltacı Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @aybaltaci

Apr 10
Türkiye Cumhuriyeti’nin iki Mareşal’inden biri olan Fevzi Çakmak Paşa, 74 sene önce bugün vefat etti.

Vefatıyla ülkenin kalan 74 yılına damgasını vuracak bir siyasi kırılmanın fitilini ateşledi. (1)
Image
Image
Çakmak Paşa, asker ve siyaset çevrelerinde hep “Mareşal” olarak anılır.

Zira kendisinin dışındaki tek Mareşal olan Atatürk’e hep “Gazi” dendiği için bu sıfatı ömrünün sonuna kadar en çok kullanan kişi Fevzi Çakmak olmuştur. (2) Image
İmparatorluğun Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanlığı gibi üst düzey görevlerde bulundu.

Milli Mücadele'nin ilk aylarında Kuvai Milliye'ye mesafeli bir tutum sergilese de İstanbul'un işgali sonrası Mustafa Kemal'in liderliğini kabul ederek Anadolu'ya geçti. (3) Image
Read 20 tweets
Feb 5
Umudunu kesen gazeteci, havalimanına gitmeden önce son bir umutla yanındaki sarhoş Fransızlara sordu.

Bir Osmanlı Prensini arıyorum. Burada oturuyormuş. Tanıyor musunuz?

Kafaları güzel Fransızlar, prens kelimesini duyunca "tabii ki, o prens benim" diyerek kahkaha attılar. (1)
Bunca yorgunluğunun sonunda Türkiye'ye eli boş dönecek olan gazeteci bir de üstüne sarhoşların eğlencesi olmuştu. İyice asabı bozuldu.

Hesabı isteyip gitmek istedi. Yapacak bir şey yoktu.

O sırada barın yanına yığılıp kalmış olan pejmürde bir adam gazeteciye yaklaştı. (2)
Ya alkolden ya da pespayelikten pejmürde Fransız'ın söyledikleri tam anlaşılmıyordu.

Gazeteci şu kadarını anlayabildi:

"O prensi biliyorum ben. Zayıf, çelimsiz bir adamdır. Gözleri de görmüyor. Siz onu yanlış yerde arıyorsunuz. Paulliani Pasajı'nda oturuyor." (3)
Read 23 tweets
Nov 12, 2023
1960 senesinin ilk günlerinde, Türkiye'nin Bangkok Büyükelçiliği'nde gün oldukça sıradan başlamıştı.

Yine böyle bir günde Büyükelçilik ofisinin telefonu çaldı.

Arayan Asya ücralarında keşfe çıkmış bir Türk gezgindi ve mutlaka büyükelçi ile görüşmek istediğini söylüyordu. (1)
Sekreter hanım, telefonun o günlerde ismi Burma olan bugünkü Myanmar'dan geldiğini söyledi.

Büyükelçi Necdet Kent, merakla telefonu açtı ve dinlemeye başladı:

"Sayın Büyükelçim, Burma'dan arıyorum. Burada ilgilenmeniz gereken bir şeyler var" (2)
Telefondaki genç Burma'da Türkçe isimlerle dolu mezar taşları bulduğunu söylüyordu.

Mezarlıkların bulunduğu adresi not defretine yazdı Büyükelçi.

Türkiye'nin Burma'da Büyükelçiliği yoktu. Tayland'daki Büyükelçi oraya da akredite konumdaydı. (3)
Read 25 tweets
Nov 3, 2023
2019 İstanbul Tekrar Seçimi sonrası Türkiye'de muhalefet, uzun yıllardır yaşamadığı bir galibiyet coşkusunu iliklerine kadar hissetti.

Dört yıllık zamana yayılacak bu iklim; manipülasyon, dayatma ve sürüklenme kelimeleri ile özetlenebilecek görkemli bir bozgunla neticelenecekti.


Image
Image
Image
Image
23 Haziran 2019 gecesi, Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul'da elde ettiği ikinci galibiyet, uluslararası medya kuruluşları tarafından acil koduyla duyuruldu.

Dünyanın dört bir yanında atılan manşetlerden en çok akılda kalanları ise şunlardı: (1) Image
- Erdoğan, utanç verici bir yenilgi aldı.

- Erdoğan için sonun başlangıcı.

- Erdoğan kendi evinde bir kere daha kaybetti. (2)
Read 63 tweets
Aug 25, 2023
27 Mayıs’ın ihtiraslı subayları, fırtına dinip süngüler düştüğünde, ihtilalin yerini siyaset ve bürokrasi aldığında bir sabah ansızın sürgüne gönderildiler.

Yumruklarını sıkarak Tokyo’nun yolunu tutan Muzaffer Özdağ’ın bu uzak şehirde dünyaya gelecek evladı, gerçekleştiremediği ümitlerinin yansıması olacaktı.
Demokrat Parti’yi devirip iktidarı ele geçiren ihtilalci subayların en gençlerinden olan Muzaffer Özdağ, kısacık ömrüne sığdırdığı büyük maceraların ardından şimdi uzak diyarlarda sürgündeydi.

3 Mart 1961’de doğan oğluna koyduğu Ümit ismi, Muzaffer Bey’in gerçekleştiremediği hayallerinin sembolü oldu. (1)
Bebek Ümit Özdağ iki yaşında döndü ülkesine.

Babasından kaynaklı olarak Türk milliyetçiliğinin içine doğmuştu.

Alparslan Türkeş’lerin, Dündar Taşer’lerin kucağında büyüdü.

Ailesi en iyi eğitimi almasını sağladı. (2) Image
Read 42 tweets
Jul 17, 2023
Dünya futbol tarihinde eşine çok nadir rastlanan olaylardan birisi 2 Mart 2000 tarihinde Almanya’nın Dortmund kentinde Borussia Dortmund- Galatasaray maçında yaşandı.

Sürecin perde arkasında ise futbolun çok ötesine geçen bir hikaye gizliydi.


Image
Image
Image
Image
1960’ların başında başlayan Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün en önemli ayaklarından birisi Almanya’nın Ruhr bölgesi oldu.

Almanya’nın kömür ve çelik üretiminin merkezi olan bu bölgede, İkinci Dünya Savaşı sonrası çok sayıda fabrika açılmıştı. (1)


Image
Image
Image
Image
Fabrikaların insan gücüne ihtiyacı vardı. Dolayısıyla Türkiye’den gelen işçi gücünün yığıldığı noktaların başında Ruhr Bölgesi geliyordu.

Duisburg, Essen, Bochum, Gelsenkirchen ve hikayemizin merkezindeki Dortmund şehirleri Ruhr bölgesinin başlıca merkezleriydi. (2)


Image
Image
Image
Image
Read 23 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us!

:(