Prof.Muzaffer Şerif nasıl 'Muzafer Sherif'e dönüştü?
Film gibi bir hayat.Sosyal psikolojinin kurucularından, literatüre adıyla giren deneyi olan; Harvard, Yale, Princeton, Oklahoma, Pennsylvania ve Columbia üniversitelerinde bulunan bir bilim insanını nasıl küstürüp kaçırdık?+
1906 yılında İzmir, Ödemiş'te zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. 1919 yılında, 13 yaşındayken İzmir'i işgal eden Yunan ordusundan bir asker yanındaki kişiyi öldürdükten sonra süngüsünü ona doğrultur. Fakat muhtemelen yaşı küçük olduğu için öldürmekten vazgeçer.
Ölümler, işgal, savaşlar, esaret, kurtuluşla geçen ilginç bir çocukluğu olur. Belki de insanların toplu halde sergiledikleri uç davranışları ileride incelemesi için gerekli olan deneyimin en büyüğünü farkında olmadan bu yıllarda edinir.
Hristiyan misyoner bir tarikata ait İzmir Amerikan Koleji’ni bitirir. Yıllar sonra Boston'da bu tarikatın üyeleriyle tanışır.Kendileri fakirlik içinde yaşarken bu okulları ayakta tutmak için nasıl fedakârlıklar yaptıklarına tanık olur ve tarikat, cemaat işlerinden oldukça soğur.
İzmir Amerikan Koleji'nin ardından İstanbul Üniversitesi'nde Felsefe okur ve uluslarası bir yarışmadan kazandığı bursla ABD’ye, Harvard Üniversitesi'ne gider. Burada hayranı olduğu ve kendisini derinden etkileyen William James ile tanışıp 1932’ye kadar orada kalır.
Harvard'da psikoloji alanındaki diğer ünlü isimlerle tanışır. Fransa ve Almanya'ya akademik gezileri olur. Türkiye'ye kısa bir dönüşü olur ama 1933'te yeniden ABD'ye, doktora yapmaya gider. 1936'ya kadar orada kalır. ABD'de Toplumsal Kuralların Psikolojisi adlı bir kitap yazar.
1936'da Türkiye'ye döndükten sonra kendini hareketli bir siyasi ortamın içerisinde bulur. O dönemde Türkiye, Alman cephesine yakınlaşmış ve Nazizm etkisiyle faşist, ırkçı söylemler artmıştı. Muzaffer Şerif yazdığı dergilere yazılarda Nazi karşıtı yazılar kaleme aldı.
Doktorasını Harvard'da değil, çok saygı duyduğu Gardner Murphy danışmanlığında Columbia Üniversitesi'nde tamamladı. Orhan Kemal, Sabahattin Ali, Nurullah Ataç, Rıfat Ilgaz, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav gibi o yılların tanınmış isimleriyle anılır adı.
Niyazi Ağırnaslı, Nermin Menemencioğlu, Bekir Sıtkı Kunt, Hilmi Ziya Ülken, Liko Amar, Yunus Kâzım Köni, Orhan Burian, Reşat Enis Aygen, Dr.Ziya Oykut, Nuri Zaimoğlu, Hüsnü Baki, Kemal Bilbaşar, Burhan Arpad, Hüsamettin Bozok, Zeki Baştımar ile aynı dergilere yazar.
Şerif yazılarında Turancılığı eleştirir. Nazi ve ırkçı gruplara karşı öğrencilerini örgütler. 1943’te yazdığı Irk Psikolojisi kitabı anti-faşist hareketin rehberine dönüşünce devletin dikkatini çeker. Yazıları şikâyet edilir ve “Türkçülükle dalga geçmek” olarak değerlendirilir.
Zor günler kapıdadır Şerif için. 1944’te diğer akademisyen arkadaşlarıyla beraber ''milli menfaatlere düşmanlık'' suçlamasıyla tutuklanır. Basında hemen aleyhinde haberler yayınlanır, kendi çıkardığı Adımlar dergisi kapatılır ve mahkemede 27 yıl hapis cezasına mahkûm edilir!
Her şey bir an önce olup bitmişti. Alanında bu kadar değerli bir bilim insanı açıkladığı siyasi görüşleri nedeniyle komünizm propagandası yapıp, vatan millet düşmanı olmaktan 27 yıl hapis almıştı. Durum Şerif'in Harvard'daki arkadaşlarını şok etmişti.
27 yıl hapse mahkûm edilen bilim insanı, sosyal psikolojinin kurucusu, ABD başta olmak üzere dünyanın tüm akademik çevrelerinde son derece saygı duyulan bir kişidir. Harvard'lı akademisyenlerin çabalarıyla ABD Dışişleri Bakanlığı devreye girer.
ABD Dış İşleri Bakanlığı Muzaffer Şerif'in serbest bırakılması için Türk Hükümeti nezdinde girişimlerde ve ricalarda bulunur. Ankara’daki ABD elçiliğinde görevli Harvardlı bir diplomat bizzat süreci takip eder ve Türk yetkililerle sürekli görüşür.
Hitler Almanyası düşüşteydi. Ankara savaş boyunca sürdürdüğü Nazilere krom satışını durdurmuş, Varlık Vergisi uygulamasına son vermişti. ABD'den gelen tepkiler kısa sürede sonuç verdi ve Muzaffer Şerif, yurt dışına çıkma şartıyla 40 günlük tutukluluğun ardından serbest bırakıldı.
ABD'nin ısrarlı talebi 27 yıllık hapis cezasını 40 günde bitirmişti. Amerika Muzaffer Şerif'i devlet bursuyla istiyordu. İlginçtir, Muzaffer Şerif Türkiye'den ABD askeri uçağı ile aldırılırken uçaktaki tek sivildi. Bu uçakla Türkiye çok önemli bir bilim insanını yitirmişti.
Bu bursu kabul eden Muzaffer Şerif II.Dünya Savaşı'nın olağanüstü koşullarında askeri bir uçakla ABD'ye gider. Artık özgürdür ve orada coşkuyla karşılanır. ABD'nin en saygın üniversiteleri peşindedir. Önce Princeton Üniversitesi'ne ardından da Yale Üniversitesi'ne geçer...
Türkiye'de yaşadığı onca değersizleştirme ve itibarsızlaştırmaya rağmen ülkesinden kopmak istemez Muzaffer Şerif. Çok partili sisteme geçildikten kısa bir süre sonra özlediği Ankara Üniversitesi'ndeki işine geri dönmek için başvuruda bulunur.
Fakat devlet Muzaffer Şerif'i sakıncalı bulur. ABD'li eşi Carolyn Şerif reddedilmesi için şahane bir gerekçedir. "Devlet memurlarının yabancılarla evliliği yasak olduğu" yasa maddesi uyarınca eşi ile evliliği sürülür ve başvurusu reddedildi. Bu Şerif için kırılma noktası olur.
Türkiye'ye, çok sevdiği ülkesine tamamen küser ve ipler tamamen kopar. Hayatının sonuna kadar bir daha Türkçe yazmaz. Tüm bilimsel yazılarında ve kitaplarında ''Muzafer Sherif'' imzasını kullanmaya başlar. Üç çocuğu olur ama çocuklarına Türk isimleri vermez.
Şerif’in çocuklarının adları İngilizce olsa da Türkiye'den hatıralar taşıyordu: Sue (yakın arkadaşı Ruhi Su’ya atfen), Joan (Can) ve Ann (An) (Hasan Ali Yücel’in çocuklarına atıf olduğu tahmin ediliyor).
ABD'deki 40 yıllık akademik hayatında birey - grup ilişkilerini araştırdı.
1980'lerde görev yaptığı Pensilvanya Üniversitesi'nden emekli oldu. Eşi Carolyn, onun bazen odasına çekilip, kapıyı arkadan kitleyip ağlayarak Ege türküleri söylediğini aktarır... MUZAFER SHERIF 1988 yılında, ülkesinden binlerce km uzakta, Alaska Fairbanks'te vefat etti.
Muzafer Sherif Türkiye'den gelen tüm röportaj isteklerini, yazı yazma taleplerini daima reddetti. Türk pasaportunu süresi dolunca yenilemedi. Eşi ABD'li olduğu için ABD vatandaşı olabilecekken bunu da yapmadı. Hayatı boyunca küs kaldığı ülkesinin vatandaşlığında kaldı ama gelmedi
ABD'de de cadı avına maruz kaldı. FBI hakkında onlarca dosya hazırladı. Bilimden hiç kopmadı. ''Hırsızlar Mağarası Deneyi'' ve ''Otokinetik'' deneyleri başta olmak üzere sosyal psikolojiye adını altın harflerle yazdırdı, hocaların hocası oldu ve çığır açtı. Keşke küstürülmeseydi.
Tr'de hakkında çeşitli yazılar olsa da dar bir mesleki çevre dışında unutuldu Muzafer Sherif. Adı yaşatılıp, psikoloji fakültelerine verilmeli. Adıyla ödüller verilmeli. Ve en önemlisi, ailesi bulunup barışılmalı. Belki tekrar Muzaffer Şerif Başoğlu olur o zaman...
V'esselam🌿
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Prof.Muzaffer Şerif Nasıl "Muzafer Sherif"e Dönüştü?
Film gibi bir hayat. Sosyal psikolojinin kurucularından, literatüre adıyla giren deneyi olan, Harvard, Yale, Princeton, Oklahoma, Pennsylvania ve Columbia üniversitelerinde bulunan bir bilim insanını nasıl küstürüp kaçırdık?+
1906 yılında İzmir, Ödemiş'te zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
1919 yılında, 13 yaşındayken İzmir'i işgal eden Yunan ordusundan bir asker yanındaki kişiyi öldürdükten sonra süngüsünü ona doğrultur.
Fakat muhtemelen yaşı küçük olduğu için öldürmekten vazgeçer.
Ölümler, işgal, savaşlar, esaret, kurtuluşla geçen ilginç bir çocukluğu olur.
Muzaffer Şerif belki de insanların toplu halde sergiledikleri uç davranışları ileride incelemesi için gerekli olan deneyimin en büyüğünü farkında olmadan bu yıllarda edinir.
En özel yiyeceklerden biridir bal. 2009 yılından bu yana bal koleksiyonu yapıyorum. Gittiğim tüm ülkelerden oraya ait yerel ve özel ballardan hem tattım hem de aldım. Dünya ve Türkiye balları üzerine epey araştırma ve okuma yaptım. İşte bal dünyası++
Bal kutsal metinlerde de geçer: ‘’Rabbin bal arısına şöyle vahyetti: "Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü çiçekten, meyveden, ürünlerden ye ve Rabbinin sana yayılman için belirlediği yolları tut!"
Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir şerbet çıkar ki, onda insanlara şifa vardır.’’ (Nahl Suresi, 68-69) Gerçekten de onlarca değişik türde bal vardır. Aromaları ve lezzetleri dışında temel olarak çiçek balları ve salgı balları olarak iki ana grupta ele alabiliriz balı.
İslam tarihine bakıldığında birçok önemli hadisenin Ramazan ayında gerçekleştiği görülür.
Kuşkusuz bu gelişmeler İslam tarihinin dönüm noktaları olarak ciddi bir hafızayı da ifade ediyor.
Örneğin Endülüs'ün fethi Ramazan ayında olmuştu.++
"En uzak batı" demek olan Magrib-i Aksa adıyla da bilinen Endülüs’ün, yani bugün İspanya ve Portekiz’in bulunduğu İber Yarımadası’nın Müslümanlarca fethi sadece İslam tarihi için değil, aynı zamanda dünya tarihi için de oldukça önemli gelişmelerden biri oldu.
Miladi 711 yılı, 19 Temmuz günü İslam ordusunun komutanı Tarık bin Ziyad ile Vizigotların komutanı Rodrik’in idaresinde yaşanan savaşı kesin zaferle kazanan Müslümanlar hızla İber Yarımadası’na yayıldı. Endülüs fethinin unutulmaması gereken bir diğer ismi de Tarif bin Malik oldu.
Arkasında onu kovalayıp ele geçirdikleri anda öldürmek isteyen bir ordu, önünde ise bilinmeyenlerle ve tehlikelerle dolu bir coğrafya vardı.
Eşine az rastlanan, insan üstü bir mücadele verdi ve Endülüs Emevi Devleti'ni kurdu.++
Emeviler iktidara geldikleri andan itibaren fetihlere giriştiler ve büyük askeri başarılar elde ettiler.
Afganistan'dan Hindistan'a, İran'dan Kuzey Afrika ve Endülüs'e uzanan inanılmaz büyüklükte bir coğrafyanın hakimi oldular. Kıbrıs'ı, Girit'i, Kafkasya'yı fethettiler.
Ancak fethettikleri coğrafyada son derece otoriter bir yönetim kurdular. Özellikle de devlet idaresi hususunda, İslamiyet öncesinden itibaren rekabet halinde oldukları Haşimoğulları'nı çok sıkı kontrol altında tutuyorlardı. Haşimoğulları'nın her hareketi izleniyordu.
1989 yılında Mekke’de ender görülen, istisnai bir arkeolojik kazı gerçekleştirildi.
Kazının arkasında dönemin güçlü isimlerinden, 1973 petrol ambargosu ile Avrupa’yı dize getiren, S.Arabistan Petrol Bakanı, Mekke doğumlu Zeki el-Yemani vardı.++
Bu kazı çok değerliydi. Çünkü Mekke döneminde vahyin önemli bir bölümü bu evin çatısı altında gelmişti. Hz.Muhammed'inﷺ küçük bir mescidinin de olduğu bu evde Hatice(ra); Kasım, Abdullah, Rukiyye, Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Fatıma'yı doğurmuştu.
Yapılan kazı, Hz.Muhammed’inﷺ eşi Hz.Hatice’nin evini açığa çıkarmıştı.
Olabildiğince hızlı, adeta bir kurtarma kazısı gibi gerçekleştirilip tamamlanan çalışmanın ardından, bir kazı raporu niteliğinde de olan “The House of Khadijah bint Huwaylid" adlı kitap yayınlandı.