Ali Yağız Baltacı Profile picture
Feb 10, 2022 40 tweets 13 min read Read on X
Bugünlerde siyasi iktidarın en büyük ortağı ve destekçisi olan MHP, bundan 11 sene önce Türk siyasi tarihinin gördüğü en hoyratça saldırının kurbanı olmuştu.

Bir siyasi partinin mahremiyetine tecavüz edilen bu insafsız kumpasın hikayesi vahşi bir ortaklığın izlerini taşıyordu.
Türkiye’de 22 Temmuz 2007 Seçimleri sonrası yeni bir dönem başlamış; son derece sancılı geçen 2007 yılının ardından AK Parti hem tek başına iktidarını perçinleyip hem de Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yaparak rahat bir nefes almıştı.
2008, 2009 ve 2010 yılları ise AK Parti’nin bir Yerel Seçim ve bir de Referandum zaferi ile geçildi.

2009’daki Yerel Seçimler’de oy kaybetse de İstanbul ve Ankara’yı elinde tutan AK Parti; 2010 referandumunda ise Cemaat’in ve YAE’ci liberallerin de desteğiyle rahat kazanmıştı.
Türkiye, 2011 yılına girerken Başbakan Erdoğan’ın “savcısıyım” dediği Ergenekon/Balyoz operasyonları hız kazanmış; sivilleşme ve demokrasi rüzgarını arkasına alan AK Parti’nin önünde fazla bir engel kalmamıştı.
Gelgelelim, 2002 Kasım’ından beri ateş çemberlerinden geçen; sürekli askerin ve laik bürokrasinin nefesini ensesinde hisseden siyasi iktidarı tüm bu süreçlerde destekleyen ve kadrolarıyla kol kanat geren Gülen Cemaati de; artık desteklerinin karşılığını görmek istiyordu.
Gülenciler talepkâr olmakta pek de haksız sayılmazlardı.

Zira 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AK Parti’nin Parlamento’daki sandalyeleri dışında hiçbir kadrosu yokken; Cemaat kadroları adeta AK Parti adına faaliyet göstermiş; iktidarın bizatihi öz kadroları gibi çalışmışlardı.
Bürokrasi’de, Emniyet’te, Ordu’da, Yargı’da kadro yetiştirmek hem organizasyon, hem zaman, hem de güçlü bir ideoloji gerektiriyordu.

AK Parti’nin hiçbir zaman kendi kadrolarını yetiştirmek için fırsatı olmamıştı. Bu boşluğu da Gülenci kadroları yükselterek gidermeye çalıştılar.
Nitekim, AK Parti’nin Gülencilere güvenmek dışında pek bir da şansı yoktu.

Kemalist Ordu, Laik bürokrasi ve Yargı AK Parti’nin İslamcı kodlarından dolayı teyakkuzdaydı.

Parti 2008 yılında kapanmaktan tek bir oyla kurtulmuştu.
AK Parti tüm bu baskıların arasından sıyrılmayı biraz da Gülencilerin desteği sayesinde başarmıştı.

2011 itibariyle artık tehlike büyük oranda geçmiş; askeri davalarla Kemalist subaylar zindanlara doldurulmuş, Referandum ile de Yargı, iktidar karşıtlığı güdümünden sıyrılmıştı.
AK Parti müthiş bir konforla 2011 Seçimleri’ne giderken ufukta yine tek başına iktidar gözüküyordu.

Ancak tek başına iktidar kimileri için yeterli değildi.

AK Parti, Anayasal Çoğunluğu sağlayacak sandalye sayısına ulaşmak istiyordu.
2007 yılındaki aritmetik tekrar ederse; AK Parti %50 oy bile alsa 320 küsür sandalyede kalacaktı. 550 milletvekilinin olduğu parlamenter sistemde Anayasa’yı değiştirmek için 365 vekil gerekiyordu ve bunun tek bir yolu vardı:

MHP’NİN BARAJ ALTINDA KALMASI!
2007’de Meclis’e dönen Türk milliyetçileri; AK Parti’yi en sert eleştiren partilerin başında geliyordu.

Genel Başkan Devlet Bahçeli, her konuşmasında Başbakan Erdoğan’ı yerden yere vuruyor; AK Parti’nin Türk Milleti’nin başına gelmiş en büyük felaket olduğunu söylüyordu.
Devlet Bahçeli’nin “ihanet süreci” adını verdiği Kürt Açılımı da yine o günlerde filizlenmeye başlamıştı.

MHP de vitesi yükselttikçe yükseltiyor, en ağır sözlerle iktidara yükleniyordu.
İşte tam olarak bu atmosferde 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri kampanya sürecine girildi.

Aday belirleme sürecinde Gülen Cemaati, AK Parti’den yeni taleplerde bulunmuş ve 50 cemaat mensubunun seçilecek yerlerden aday gösterilmesi istenmişti.
Birçok otoriteye göre “Cemaat-Hükümet” savaşının ilk kıvılcımının yakıldığı 2011 Seçimleri MV aday belirleme sürecinde Başbakan Erdoğan, Gülencilere direnç göstermiş ve 50 kişiyi değil sadece 5 Cemaat üyesini seçilecek yerlerden aday göstermeye razı olmuştu.
Geri kalan Cemaat mensupları ise seçilmesi daha zor sıralardan aday gösterildi. Başbakan Erdoğan bu hamlesiyle çok akıllı davranmış ve Gülencilerin arka sıralardaki adamlarını seçtirebilmek için daha çok çalışmaları için zemin sağlamıştı.
Gelgelelim, Gülencilerin çalışma metotları alışılandan daha farklıydı!

Nitekim, 24 Nisan 2011 tarihinde “FarklıÜlkücülük” adlı blog sitesinde yayınlanan görüntülerle Türkiye ayağa kalktı.
Paylaşılan görüntülerde Devlet Bahçeli’ye çok yakın iki Yardımcısı; aynı zamanda partinin Adana ve Kırşehir 1. sıra adaylarının cinsel içerikli görüntüleri piyasaya sürüldü.

Her iki isim de hem genel başkan yardımcılıklarından hem de MV adaylıklarından çekilmek zorunda kaldı.
Ancak asıl görüntüler seçimlere 35 gün kala; 8 Mayıs tarihinde ortaya döküldü.

Bu sefer daha da ağır toplar hedef alındı. Partinin İstanbul 1. 2. ve 3 sıra adayları ile partinin eski İstanbul İl başkanının görüntüleri paylaşıldı.
Görüntüleri paylaşanlar ise asıl videoların 18 Mayıs’ta yayınlanacağını; o tarihe kadar Devlet Bahçeli’nin istifa etmesini istediklerini şart koşarak tehdit ettiler.

Seçimlere bir aydan az zaman kala, Türkiye’nin en büyük üçüncü partisine ulu orta operasyon çekiliyordu.
Devlet Bahçeli ise bir taraftan görüntüleri yayınlanan kurmaylarının istifalarını kabul ediyor, diğer taraftan ise operasyonun hedefinin MHP olduğunu söyleyerek çaresizce direniyordu.
Aynı zamanda devam eden seçim kampanyasında da sertlik doruğa ulaşmıştı.

Meydanlarda birbirine giren Bahçeli ve Erdoğan mitinglerde tarihe geçecek ifadelerle birbirleriyle atışıyorlardı.
Bahçeli sesini yükselttikçe kasetler de ardı ardına geliyordu.

Türkiye’nin seçim gündemi MHP’nin kasetleri oluvermişti.

Bir siyasi parti; resmen yatak odası görüntüleriyle hedefe koyuluyordu.

Devlet Bahçeli, A takımını kurban vermişti.
Başbakan Erdoğan ise aynı günlerde bu kasetleri diline dolamış; hem CHP’nin geçen seneki olayını hem de MHP’deki gelişmeleri meydanlarda anlatıyordu…
Devlet Bahçeli ise tehditlere direnerek istifa etmedi.

Bunun üzerine 21 Mayıs tarihinde bir başka genel başkan yardımcısının görüntüleri paylaşıldı.

Ve bir not bırakıldı: “İstifa ederlerse diğer 5 kişinin görüntülerini yayınlamayacağız”
Devlet Bahçeli, daha fazla kumar oynamak istemedi. Görüntüleri olan diğer kurmaylarının da istifasını istedi. Bunun üzerine tamamı Başkanlık Kurulu, Merkez Yönetim Kurulu gibi partinin en üst düzey organlarında görev alan MV adayları üst üste istifalarını kamuoyuna açıkladılar.
Devlet Bahçeli istifa etmemiş ama tüm generallerini, en yakın arkadaşlarını kumpasa feda etmişti.

Böylece 24 Nisan’dan 21 Mayıs’a uzanan 27 gün içinde MHP’den toplam 16 kişi istifa etti. Bunların 7’si Genel Başkan yardımcısıydı.
Türk siyasi tarihinde ilk kez, bir seçim öncesi bu denli hoyratça saldırılar yapılıyordu.

Türkiye, 12 Haziran sürecine bu tablo altında girdi.

AK Parti, büyük bir seçim zaferi için hazırdı.
Ana muhalefet partisi CHP ise oynanan oyunun farkındaydı.

MHP baraj altına itilmek isteniyordu.

Bu yüzden, 12 Haziran sürecinde CHP Genel Merkezi MHP’ye karşı son derece ılımlı bir dil kullandı.

Seçimlerde ise çok sayıda CHP’li baraj altında kalmaması için MHP’ye oy verdi.
12 Haziran günü gelip çattığında ise AK Parti beklendiği gibi sandıktan tek başına iktidar çıktı. Ancak MHP, tüm uğraşlara rağmen CHP’lilerin de desteğiyle %13 oyla kendi oyunu korumayı başardı. AK Parti istediği sandalye sayısına ulaşamadı.
Kaderin cilvesine bakınız ki; istediği sistemi getirmek için MHP’yi bel altından vurmaktan çekinmeyen bir iktidar anlayışı; 12 Haziran 2011’den 6 sene sonra, MHP’nin desteğiyle arzu ettiği yönetim sistemini Türkiye’ye getirmeyi başardı.
12 Haziran süreci, Gülen Cemaati’nin AK Parti ile iktidarı paylaşma arzusunu açıkça gösterdiği ve Erdoğan’ın direnciyle karşılaştığı ilk olay olarak tarihe geçti.

Bu süreç 7 Şubat, Dershane ve nihayet 17/25 Aralık krizleri ile savaşa dönüşecekti.
17 Aralık 2013 sonrası birbirlerine kılıçlarını açıktan çeken AK Parti ile Gülen Cemaati savaşı sırasında ise nedense Gülencilerin tüm tertipleri ayyuka dökülürken; MHP’lilere yönelik kaset operasyonlarından pek bahsedilmedi.
17/25 Aralık ve 15 Temmuz 2016 sonrası haklarında yüzlerce dava açılan Gülencilere yönelik 2011 Kaset Olayları’na ilişkin herhangi bir soruşturma açıklamaması dikkat çekiyor.
Ne Tayyip Erdoğan’ın ne de Devlet Bahçeli’nin bu konu hakkında pek konuşmaya hevesli oldukları görüldü.

Belki de günümüzde iki yakın ortak olan iki lider; birbirlerine karşı en sert tutumları sergiledikleri bu süreci pek anımsamak istemiyorlar.
Bu bilinçli sessizliğin bir başka sebebi ise; siyasi iktidarın Gülen Cemaati ile kurduğu ittifakın en belirgin ve pervasız olduğu 12 Haziran kumpaslarının sanık sandalyelerinde kimlerin oturacağının belli olması olabilir.
SON NOT: Bilgisel boyunca, cinsel içerikli kasetlerinin görüntüleri yayınlanan MHP’li yöneticilerin isimlerine -açık kaynaklarda bulunmasına rağmen- bilinçli olarak yer verilmemiştir.
Bilgiselde kullanılan tüm video ve görseller şahsıma ait olmayıp logoları bulunan kurumlara aittir.

Montajlar için @EmreEsmertas kardeşime teşekkür ederim.

Başından sonuna okuyan herkese teşekkür ederim.
Böyle ricalarda bulunmaktan mutlu olmuyorum ama beğenileriyle onurlandıran kıymetli takipçilerim aynı zamanda RT ederlerse bilgiselimizin daha fazla insana ulaşmasına katkı sunabilirler.

Tekrar teşekkür ederim 🙏
Kasetlerin ardı ardına geldiği o günlerde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Bayburt’ta bir çocuğa söylediği bu sözler, kaset gündeminin siyasetçilerin psikolojisi üstündeki etkisini çok iyi yansıtmış 😪😵‍💫

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Ali Yağız Baltacı

Ali Yağız Baltacı Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @aybaltaci

Jul 26
Türkiye Cumhuriyeti 101 yıllık tarihinde hiç savaş kaybetmemişti.

2011'de Suriye'de başlayan olaylarsa TR için etkileri kuşaklarca sürecek bir hezimete evrildi.

Yaşananları anlatmak zor olacak.

Bilgisele başlarken derin nefes alıp sinirlerinizin sağlamlığından emin olun. (1)
Arap Baharı adı verilen isyan ve ayaklanma süreci, 2010 yılının son günlerinde Tunus'ta başlamıştı.

Kısa zamanda bölgeye yayıldı.

Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da lider ve rejim değişikliklerini beraberinde getirdi.

2011 yılının Mart ayında yangının adresi Suriye oldu. (2)
Suriye, 1971'den beri Esad ailesi tarafından yönetiliyordu.

Türkiye'deki ulusalcılığı andıran "sol-milliyetçi" bir akım olan Baas Rejimi, Suriye'deki Nusayri (Arap Alevi) azınlığın çok güçlü desteğini alıyordu.

Buna karşın Suriye halkının çoğunluğunun mezhebi Sünnilikti. (3)Image
Image
Image
Image
Read 43 tweets
Apr 10
Türkiye Cumhuriyeti’nin iki Mareşal’inden biri olan Fevzi Çakmak Paşa, 74 sene önce bugün vefat etti.

Vefatıyla ülkenin kalan 74 yılına damgasını vuracak bir siyasi kırılmanın fitilini ateşledi. (1)
Image
Image
Çakmak Paşa, asker ve siyaset çevrelerinde hep “Mareşal” olarak anılır.

Zira kendisinin dışındaki tek Mareşal olan Atatürk’e hep “Gazi” dendiği için bu sıfatı ömrünün sonuna kadar en çok kullanan kişi Fevzi Çakmak olmuştur. (2) Image
İmparatorluğun Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanlığı gibi üst düzey görevlerde bulundu.

Milli Mücadele'nin ilk aylarında Kuvai Milliye'ye mesafeli bir tutum sergilese de İstanbul'un işgali sonrası Mustafa Kemal'in liderliğini kabul ederek Anadolu'ya geçti. (3) Image
Read 20 tweets
Feb 5
Umudunu kesen gazeteci, havalimanına gitmeden önce son bir umutla yanındaki sarhoş Fransızlara sordu.

Bir Osmanlı Prensini arıyorum. Burada oturuyormuş. Tanıyor musunuz?

Kafaları güzel Fransızlar, prens kelimesini duyunca "tabii ki, o prens benim" diyerek kahkaha attılar. (1)
Bunca yorgunluğunun sonunda Türkiye'ye eli boş dönecek olan gazeteci bir de üstüne sarhoşların eğlencesi olmuştu. İyice asabı bozuldu.

Hesabı isteyip gitmek istedi. Yapacak bir şey yoktu.

O sırada barın yanına yığılıp kalmış olan pejmürde bir adam gazeteciye yaklaştı. (2)
Ya alkolden ya da pespayelikten pejmürde Fransız'ın söyledikleri tam anlaşılmıyordu.

Gazeteci şu kadarını anlayabildi:

"O prensi biliyorum ben. Zayıf, çelimsiz bir adamdır. Gözleri de görmüyor. Siz onu yanlış yerde arıyorsunuz. Paulliani Pasajı'nda oturuyor." (3)
Read 23 tweets
Nov 12, 2023
1960 senesinin ilk günlerinde, Türkiye'nin Bangkok Büyükelçiliği'nde gün oldukça sıradan başlamıştı.

Yine böyle bir günde Büyükelçilik ofisinin telefonu çaldı.

Arayan Asya ücralarında keşfe çıkmış bir Türk gezgindi ve mutlaka büyükelçi ile görüşmek istediğini söylüyordu. (1)
Sekreter hanım, telefonun o günlerde ismi Burma olan bugünkü Myanmar'dan geldiğini söyledi.

Büyükelçi Necdet Kent, merakla telefonu açtı ve dinlemeye başladı:

"Sayın Büyükelçim, Burma'dan arıyorum. Burada ilgilenmeniz gereken bir şeyler var" (2)
Telefondaki genç Burma'da Türkçe isimlerle dolu mezar taşları bulduğunu söylüyordu.

Mezarlıkların bulunduğu adresi not defretine yazdı Büyükelçi.

Türkiye'nin Burma'da Büyükelçiliği yoktu. Tayland'daki Büyükelçi oraya da akredite konumdaydı. (3)
Read 25 tweets
Nov 3, 2023
2019 İstanbul Tekrar Seçimi sonrası Türkiye'de muhalefet, uzun yıllardır yaşamadığı bir galibiyet coşkusunu iliklerine kadar hissetti.

Dört yıllık zamana yayılacak bu iklim; manipülasyon, dayatma ve sürüklenme kelimeleri ile özetlenebilecek görkemli bir bozgunla neticelenecekti.


Image
Image
Image
Image
23 Haziran 2019 gecesi, Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul'da elde ettiği ikinci galibiyet, uluslararası medya kuruluşları tarafından acil koduyla duyuruldu.

Dünyanın dört bir yanında atılan manşetlerden en çok akılda kalanları ise şunlardı: (1) Image
- Erdoğan, utanç verici bir yenilgi aldı.

- Erdoğan için sonun başlangıcı.

- Erdoğan kendi evinde bir kere daha kaybetti. (2)
Read 63 tweets
Aug 25, 2023
27 Mayıs’ın ihtiraslı subayları, fırtına dinip süngüler düştüğünde, ihtilalin yerini siyaset ve bürokrasi aldığında bir sabah ansızın sürgüne gönderildiler.

Yumruklarını sıkarak Tokyo’nun yolunu tutan Muzaffer Özdağ’ın bu uzak şehirde dünyaya gelecek evladı, gerçekleştiremediği ümitlerinin yansıması olacaktı.
Demokrat Parti’yi devirip iktidarı ele geçiren ihtilalci subayların en gençlerinden olan Muzaffer Özdağ, kısacık ömrüne sığdırdığı büyük maceraların ardından şimdi uzak diyarlarda sürgündeydi.

3 Mart 1961’de doğan oğluna koyduğu Ümit ismi, Muzaffer Bey’in gerçekleştiremediği hayallerinin sembolü oldu. (1)
Bebek Ümit Özdağ iki yaşında döndü ülkesine.

Babasından kaynaklı olarak Türk milliyetçiliğinin içine doğmuştu.

Alparslan Türkeş’lerin, Dündar Taşer’lerin kucağında büyüdü.

Ailesi en iyi eğitimi almasını sağladı. (2) Image
Read 42 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us!

:(