Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhurbaşkanı olduktan sonra Fransa'dan hoca getirip özel dersler aldığını, giydiği kıyafetleri tasarlayıp çizimini yapabilecek kadar stilist olduğunu biliyor muydunuz?
Az sonra okuyacaklarınıza çok şaşıracaksınız. Gelin anlatayım.
1* Atatürk, okuduğu kitaplarda önemli gördüğü yerleri çizen, işaretleyen, yanına notlar alan bir tarza sahip. Mesela Victor Pauchet isimli yazarın Genç Kalınız isimli eserini okurken şu cümlenin altını çizip işaretliyor:
2* Bu çizgiler aslında onun yaşamı boyunca neden çok şık ve güzel görünümü olduğunun sırrını veriyor. Onun fotoğraflarında bir devlet başkanından çok giyinmeyi seven, giyinmeye önem veren bir stilist görüyoruz.
3* Atatürk, Cumhurbaşkanı olduktan sonra Fransa’dan özel bir adab-ı muaşeret hocası getiriyor. Sosyal konulardan yemek yeme usullerine, giyime, oyunlara ve danslara kadar pek çok konuda kendisini geliştirmeye çalışıyor.
4* Dönemin meclis başkanı Kazım Özalp, Atatürk’ün aldığı bu eğitimleri bakan ve vekillere de tavsiye ettiğini, hatta meclis başkanı seçildiğinde kendisine “redingotsuz başkan olmaz” diyerek kendi redingotlarından birini hediye ettiğini anlatıyor.
5* Atatürk, Levon Kordonciyan genç bir terzi kalfasını eğitim için Paris’e gönderiyor ve döndükten sonra şahsi terzisi olarak tutuyor. Sık sık Kordonciyan’ın Kınalı Ada’daki evinde kıyafet çizimleri üzerinde çalışıyor.
6* Bir keresinde böbrek rahatsızlığı nedeniyle sıcak tutması için sırtı trikolu, önü kumaş bir yelek tasarlıyor. Kordonciyan o kadar beğeniyor ki kendisi için de dikiyor.
7* Kumaş ve kravatları genellikle dışarıdan.. Gömlek ve elbiselerini ise İstanbul’daki şahsi terzilerinden temin ediyor. Ürün olarak ipek ve pamuklu tercih ediyor. Bebe yaka, şal yaka, gömlek yaka, Ata yaka gibi moda yakalara oldukça ilgili.
8* Ceketlerinde ise yakanın değişik formlarında çift ya da tek düğmeli tercihler görüyoruz. Resmi etkinliklerde frak ve smokinden şaşmıyor. Yelek onun için bir vazgeçilmez. Yeleği, takımın rengiyle kombinliyor. Desenli yahut düz renk… Çeşitliliğe açık bir tarzı tercih ediyor.
9* Pantolonu ise dönemin akımıyla uyumlu şekilde dar paça tercih ediyor. Onun giyim tarzı esasen paltoda ortaya çıkıyor. Alışılmışın aksine paltoda sınırlı bir zevki bulunmuyor. Kıyafetlerine uygun renk, kumaş ve modelde pek çok palto kullandığı biliniyor.
10* Mendil, altın kol düğmeleri, kravat iğneleri, adının baş harflerinden oluşan armalı ipek fularlar, kumaş yahut deri eldivenler, siyah, kahve, kemik rengi değişik ağaçlardan baş tarafı oltu veya lüle taşından yapılmış bastonlar, köstekli saatler ve nihayet sigaralıklar..
11* Atatürk’ün kendisine has bir tarzı var. Mesela bir rugan ayakkabısının içerisinde bordo kadife astar tercih ediyor. Aynı zamanda fotoğraflarında çoraplarının jilet gibi düz olduğunu görüyoruz. Çünkü çorap jartiyeri kullanıyor. Dönemin popüler bir erkek aksesuarı...
12* Cumhuriyet'in yıl dönümünde taşıması zor bir pelerin tercih ediyor. Üstelik elinde fötr şapkayı gayet estetik şekilde dik tuttuğunu da görüyoruz. Elindeki eldivenler ise özenle "ters çevrilmiş" durumda. Ayakkabılarda toz zerresi bile bulunmuyor.
Gerçekten harika bir tarz...
13* Orman Çiftliği gezisinde beyaz giydiğini görüyoruz. İşlenmemiş ham keten tercih ediyor. Tamamen yerli bir ürün.. Milli bir müesseseyi açarken hem arazi şartlarına, hem ortama hem de milliliğe istinaden yerli bir ürün tercihi gerçekten üzerine kafa yorulduğunu gösteriyor.
14* Ceket ve pantolonun da beyaz olması aldığı ilhamlarla ilgili aslında. Ve mendil asla es geçilmiyor. Yukarıda bahsedilen kitabın başka bir bölümünde altını özenle çizdiği şöyle bir cümle bulunuyor:
"Açık renk elbise giyin. Matem elbisesi giyen, bir mahzende yaşıyor demektir."
15* 1936'da İngiliz Kralı Edward’ın İstanbul ziyareti esnasında Atatürk, kralın gemide nasıl bir tarzda giyindiğini görevliler vasıtasıyla gizlice öğreniyor. Aldığı bilgilere göre terzisine lacivert blazer ve beyaz pantolon yaptırıyor ve onları giyiyor.
16* Giyimi ve tarzı dikkat çekici şekilde başarılı olan ve giydiklerini bizzat çizebilen birinin kılık kıyafet devrimi yapmış olmamasına şaşmamak gerekiyor. Üstelik Atatürk belki de en iddialı kombini Kastamonu’da, Şapka Devrimi için halkın karşısına çıktığında tercih ediyor.
17* Bu ziyaret esnasında kullandığı Panama modeli fötr şapka asla tesadüfi bir seçim değil. Çünkü hem cesaret isteyen iddialı bir tercihtir hem de geniş kenarlı fötr şapkalar, dönemin tarımla ve hayvancılıkla uğraşan çiftçiler arasında son derece popülerdir.
18* Son olarak onun kendisiyle özdeşleşen, şahsına has kombininden bahsetmek gerekiyor. Başarılı ve dünyaca ünlü bir mareşal olmasına ve resmi olarak başkomutan sıfatına sahip bulunmasına rağmen Atatürk, 1926 yılından itibaren askeri üniforma giymeyi bırakıyor.
19* Askeri manevralar için sahaya inmesi gerektiğinde dahi üniforma tercih etmiyor. Fakat arazi şartları için resmi kaçacak takımlardan veya gayri ciddi kaçacak spor kıyafetlerden uzak duruyor. Bunun yerine nevi şahsına münhasır bir kombin tasarlıyor.
20* Arazi şartlarına uyum için çizme ve hareket kolaylığı bol pantolonla askeri bir görünüm kazanırken beyaz gömleğinin üzerine giydiği yelek ve boynuna taktığı papyonla görünümünü sivilleştiriyor. Böylece askeri bir manevra için ideal yarı-sivil kombin yaratmış oluyor.
21* Ömrü boyunca pek çok savaş ve isyan görmüş, akabinde yeni bir ülke kurarak inkılaplar yapmış hayli yoğun ve meşgul bir liderin tüm bu hengâmede giyimine özel alaka gösterebilmiş ve kendi tarzı yaratabilmiş olması onu sürprizlerle dolu bir insan haline getiriyor.
22* 1914 yılında Sofya’da görevli olduğu günlerde katıldığı bir kıyafet balosunda günün en iyi giyineni seçildikten sonra Bulgaristan Meclis Başkanı’nın söylediği gibi:
Müthiş, müthiş bir adam!
Atatürk'ün maaşı ve harcamaları kayıtlıdır. Kendisinin ve akrabalarının gizli serveti "hiç" olmadı. Üzerine kayıtlı malları ve paraları devlete miras bıraktı.
Bilgisel bitmiştir.
Atatürk hakkında daha çok bilgi, fotoğraf ve anı için takip edebilirsiniz: instagram.com/consinov3
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Sözde soykırım hangi gün anılıyor: 24 Nisan...
Ermeni tehciri ne zaman yasalaştı: Mayıs 1915...
Ne zaman uygulanmaya başlandı: Haziran 1915...
Sözde soykırımı dayandırdıkları 24 Nisan'da ne tehcir yasası ne de uygulaması yokken, neden o gün anılıyor? Anlatayım.
1* Sözde soykırım iddialarından ve dünya savaşından önce Osmanlı genelinde iki önemli Ermenici terör örgütü kurulmuştu. Bunlar 1896'dan itibaren yaklaşık 40 kadar terör eylemi düzenlemişti.
Yani tehcir olduğunda yaklaşık "20 yıllık" terör sorunu vardı.
2* Osmanlı, savaşa girdiğinde, bu örgütlerin harekete geçeceği ve özellikle Ermeni nüfusun yaşadığı bölgelerde terör eylemi düzenleyeceği çok açıktı. Buna rağmen Osmanlı hükümeti, savaşa katılırken "hiç" önlem almadı.
Diziyi konu itibariyle beğenmekle birlikte Türk askerini rahatsız edici şekilde yansıtmasından ben de rahatsız oldum ve hatta şaşırmadım. Bir Başkadır'da da böyle ilginç alt metinler vardı.
Yine de yaklaşım "devletten izin alınsın" şeklinde olmamalı. Nedenini izah edeyim:
Öncelikle beni rahatsız eden unsur Türk askerinin korkması, kontrolünü kaybetmesi vs değil. Tüm insanlığı tehdit ve öldüren felaket nedeniyle herkes kontrolünü kaybedebilir. Bu durumlar dizinin olay örgüsü içinde sırıtan şeyler değil. Asıl rahatsız edici tarafı başka.
İzleyenler dikkatli baktığında "infaz, kötü niyet, düşmanlık, kin" gibi olumsuz hissiyatların sürekli "Türk askerinde" belirdiği, buna karşı bilim ekibinin tüm dünyayı tehdit eden felaket ve ölümler karşısında hep ponçik, iyi niyetli ve barışçıl olduğunu görür.
Sözde şeyhin istismar ettiği çocuğun şikayetçi olan ailesine geçen yıl 4 kadın mürit "şeyhlerini suçladıkları için" saldırmış ve "sizi yaşatmayacağız" diye tehdit etmişti.
Müritler yaralama eylemi nedeniyle 8 bin TL para cezası ve tehdit nedeniyle 2 yıl 1 ay hapis cezası aldı.
Asıl sorun bir bireyin, çocuğa cinsel istismar uyguladığı gerçekesiyle yargılanan kişiyi sırf şeyhi olması nedeniyle bu kadar saplantılı ve takıntılı şekilde korumaya çalışması hatta bu uğurda mağdur insanlara saldırıp tehditte bulunmasıdır.
Bu hastalıklı bağı yok etmeli.
Müridi şeyhin kölesi yapan (ve İslamiyetle ilgisi olmayan) bu hastalıklı ilişki sürdüğü sürece her zaman tehdit vardır. Şeyh Sait isyanından 15 Temmuz'da yıldızlı generallerin topluma kurşun sıkmasına kadar tüm gericiliğin ardında hep bu hastalıklı ilişki bulunuyor.
Duran Kalkan "Türkiye'nin her yerine saldıracağız. Sadece askeri hedeflere, mevzilere değil. Kentlere saldıracağız. Hiç beklemedikleri yerde, her yer savaş olanı olacak" diyor.
Gerektiğinde alçakça sivilleri hedef almaktan bahsediyor. Malum mahallede çıt yok.
PKK'yı barış kahramanı olarak görüyorlar. Onlarla barış yapılması gerektiğini söylüyorlar. Sormak lazım:
Hangi barış kahramanları şehirlerde sivil katliamı yapmakla övünür? Her yere saldıracağız diyor. Okullara da mı? Bu mu barış kahramanları?
PKK'yı halk hareketi olarak görecek kadar gaflete düşenlerin, halk hareketi olarak gördükleri bir örgütün şehirlerde insanları katletmek için sabırsızlanmasına tepki göstermeleri gerekmez miydi?
Olaylara ne kadar yüzeysel bakıyoruz... Meselenin temelini ne kadar kaçırıyoruz. Ben de biliyorum KYK yurtlarında yemek ve ödeme sistemini...
Mesele bu mu?
Türkiye'de öğrenciler "maddi zorluklar" nedeniyle sağlıklı beslenemiyor. Meselenin temeli bu.
Zaten Türkiye'de toplumun kendisi sağlıklı beslenemiyor. Çalışan, kazanan aileler gelir darlığı nedeniyle sağlıklı beslenemiyor.
Çalışıp kazananlar bile böyleyken, çalışmayan, geliri olmayan, bursla veya aile desteğiyle okuyan öğrencinin sağlıklı beslenmesini beklemem namümkün.
Bu noktada öğrencilerin sağlıklı beslenebilmesi için devletin uygun olanaklar sağlaması gerekir.
KYK yurtlarında öğrenci patates değil de domates seçse sağlıklı beslenmiş olmayacak. Sağlıklı beslenebilmesi için çok para harcaması gerekecek. Yani devlet desteği yetersiz.
Sürekli makarna patates yiyor. Yurt dışı gezemiyor. Teknolojinin ucuz ürünlerini kullanmak zorunda. Yararlandığı internet hızı düşük. Kitap alacağı zaman bile bütçe hesabı yapıyor. Genelde parasız. Ve tarikatlar, örgütler daima onu devşirmek için tepesinde.
Öğrencinin hali...
Beslenmesinden tut, hobilerine ve düşünsel hayatına kadar yaşantısının her bölümü eksik, kalitesiz ve yetersiz kalan bir öğrenciden fazla şey bekleyemezsin.
En iyisini beklemek için en iyisini vermelisin.
En üzücüsü de bu hengameden fiziksel, fikirsel ve mental açıdan bir şekilde sağlıklı çıkmayı başarabilen öğrencilere hata yapma imkanının bile tanınmaması...
Ne bekliyorsun ki? Verdiğin ne var ki? Anlamıyorsun zaten. Farkında bile değilsin.