"Knives Out" (2019) ya da "Bıçaklar Çekildi" ("Mord ist Familiensache") yıllardır seyrettiğim en iyi kriminal hikaye, -filmden önce, çok iyi bir hikaye. 4 kez gördüğüm film hakkında düştüğüm notlardan bazılarını buraya aktarıyorum... >>
Filmi Netflix'de keşfettim ve çok beğendim, çünkü Agatha Christie'nin yarattığı "Katil kim?" formatını severim ve Christie'nin romanlarının çoğunu okumuş bir olarak hikaye hakkında şunu söyleyebilirim:
İnsan DNA'sı gibi Christie hikayeleri 2 sarmallıysa, bu 4 sarmallı bi hikaye..
Filmin senaryosunu yazan, aynı zamanda rejisörü de olan Rian Johnson'un yarattığı hikaye neredeyse kusursuz, -neredeyse- çünkü aynı zamanda komediye özgü grotesk yanlara da sahip olduğundan,bazen inandırıcılığını zayıflatıyor ama detay zenginliği muazzam...
Hikaye sürekli yeni virajlar alıyor ve "Ha demek ki böyleymiş" dediğiniz konuları birkeç kere revize edebiliyor, DNA'sındaki sarmal çokluğu da buradan geliyor, zira bunu ustalıkla yapıyor.
Olay esasen bir bina içinde geçmesine rağmen zevkle izleniyor, görsel açıdan da mükemmel...
Hikayenin beyazperdeye akratılmasında rol alan aktörler de iyi, çoğu tecrübeli tanınmış oyuncular. James Bond olarak görmeye alıştığımız Daniel Craig, karizma takılmaya çalışan zıpır dedektifi çok iyi oyunuyor. Don Johnson Trump'çı snob rolünde iyi. Jamie Lee Curtis ortalama...
Filmde beni şaşırtan, muhteşem oyuncu Christopher Plummer'in de oldukça ilerlemiş yaşına rağmen, iyi bir performans sergilemesi.
Filmi araştırınca, senaryosunun 2020'de Oscar'a aday gösterildiğini öğrendim. Bu ödülü kazanamamasının tek nedeni, o yılın yıldızı "Parazit" olmalı...
Koreli rejisör ve senarist Bong Joon-ho'nun "Parazit" adlı benzersiz orijinallikteki filmi, Oscar ödüllerine damgasını vurmuştu. O yıl birçok iyi film, "Parazit"in gölgesinde kaldı, bu da o filmlerden biri.
Filmin güzel yanlarından biri de, karakterlerin iyi işlenmiş olması...
Agatha Christie hayranlarına, iyi kriminal hikayeler arayanlara ve iyi film izlemek isteyenlere, "Knives Out" filmini öneririm, bu arada ben bir yandan da filmi beşinci kez izliyorum ve filmi en sevdiğim filmler listesine ekliyorum... <<
EK:
Film bir de, kendini beğenmiş beyaz Anglosakson Trump'çı "America first" fikriyatına okkalı bir tokat olmak özelliği taşıyor. Bir siyasî ve sosyolojik yana da sahip, yani sadece çok iyi bir sanat ürünü olmakla yetinmiyor.
"Knives Out"u, iyi film meraklılarına tavsiye ederim..
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Uzun zamandır sözünü ediyorum, ama giderek daha çok insan tarafından söze dökülüp tarifi yapıldığından, şu konuların nedenlerine yeniden dikkat çekmek gerek: 1. Artık hiç bir partinin/politikacının oyu çantada keklik değil. 2. Sol kökenli yönetimler devrine giriliyor... >>
Çok yakın zaman kadar, hangi partinin ne dediğine bakmaktan ziyade eski temüllere ve kültürel kimliklere göre oy vermek esastı. Neoliberal dönemde böyleydi. Laik modernleri, milliyetçileri, Kürtleri, muhafazakarları, islamcıları, Solcuları "temsil eden" partiler vardı...
"Seçmenlik" bir tür alışkanlık haline gelmişti. Bu nedenle bir tür "mecburiyet" de işliyordu. Kendini temsil ettirmek için seçmenlerin kimliğine uygun partiye mahkum olduğu düşünülüyordu. Kültürcü paradigmanın bozulmakta olduğunu 2012 öncesinde uzun süre yazdım. Bu ne demekti? >
Yaşını başını almış ama ergen kalmış görüntüsü/duyuntusu arzeden Türk politikacılar kendilerini, önümüzdeki dönemi belirleyecek "birkaç alternatif"ten biri hissedebilirler ama önümüzdeki dönemde seçmenin kimselere "mecbur/mahkum" olmadığını fena halde anlayabilirler... >
Türkiye'nin yeni döneme geçişinin tek bir seçimden ziyade kısa süre içinde birkaç seçimle gerçekleşmesi mümkün. Şansın/tesadüflerin yardım ettiği, ama titrini taşımakta zorlananların karşısına, hiç ummadıkları alternatifler çıkabilir. Artık herşey meydanda, internet unutmuyor...
Türkiye'yi yakın gelecekte yönetme ihtimali olanlar, şimdinin "alternatifsiz politikacı"larını çok şaşırtabilir, zira "Şimdinin karşıtı" olmak dışında hiçbir özelliği olmayanların, "Şimdinin türevi" olmaktan başka bi yol izleyemeyeceklerini peşinen anlayan bir seçmen kuşağı var..
Türkiye'nin geleceğine bakarken -benim için önemli- iki çizgiden sözedeceğim. Bunlardan biri, benim tercihim olabilecek çizgi, diğeri objektif gerçekler ışığında Türkiye'nin yönelebileceği (benim tercihime daha uzak ama) olası çizgi... >> #KonstantiniyeNotları
Türkiye Mozambik değil. Dünya'nın merkezinde, bütün önemli gelişmelerin ya yanıbaşında ya da ortasında bulunuyor ve bu haliyle yaşananlarla ve yaşanacaklarla hem uyumlu bir siyasi/toplumsal hayat sörmesi gerekiyor, hem de kendi tercihleri hakkında cidden kafa yorması gerekiyor...
Eski "Sol" dille konuşacak olursak şu anda saflaşmanın iki tarafı, bazılarının "gördüğü" gibi "Doğu (Rusya & Çin) ile Batı" değil, 'ESKİ ile YENİ' ve burada, "Eski" dediğimiz şeyin ne olduğunu iyi anlamak gerekiyor. Eski, sadece belli siyasi gruplar/akımlar değil, bir mantalite..
Dünya gibi Türkiye de, hızla yepyeni bir döneme doğru ilerliyor. Bu arada kimse yeni döneme hazırlıklı görünmüyor. Konuşulanlar hâlâ nicel farklılıklar, ama gelen dönem öncekinden nicel değil nitel anlamda oldukça farklı olacak ve bu özelliği zaman içinde ortaya çıkacak gibi.. >>
Çıkış eşiğinde bulunduğumuz ve hayatın merkezini maddiyatın teşkil ettiği devri, 1800'lerle başlatabiliriz. Napolyon Bonapart devri. Fransa'nın Luisiana'yı ABD'ya satıp Amerika'dan çekildiği, Mısır seferi ertesi Napolyon'un Avrupa'da laik imparator olarak ortaya çıktığı dönem...
Bugünkü anlamda Kapitalist sistemin işlemeye başladığı ve bugüne kadar bir çok şeyi belirleyen düşünme biçimlerinin de ortaya çıktığı, şekillendiği 1800'lerin başı. Çay ithalatıyla İngiltere'den Çin'e çuvalla altın ve Sterlin taşınıyor. Qing Çin'i hâlâ dünyanın en zengin ülkesi..
Son bir haftadır beni ilgilendiren konulardan bahsetmek istiyorum... 1. Bugünlerde, 2008'de başlayan "postkapitalist mental değişim"in son evresine girmiş bulunuyoruz. 2024'de bitecek ve konunun "pratik" aşaması başlayacağından konu gerçekten çok ilginç... >>
Bu tarihî dönüşümden bahsederken hafiften, "Postkapitalist" lafını da iptal etmeyi düşünüyorum (konuyu Avrupalı Postmarksist entelektüel dostlarımla tartışacağım, onlar da daha az kullanıyorlar).
Zira yeni başlayacak dönemde hayat, şimdiki gibi "ökönomi" üzerinden okunmayacak...
"2024 yılbaşısından itibaren böyle olcek" gibi bir saçmalıktan sözetmiyorum elbette, ama trendlerin eskisi gibi "biz paramıza bakalım" dandikizmindn ziyade 'Hayat' istikametinde işleyeceğini tonlamak istiyorum.
Önce, 30 yıllık bir "Sol kökenli yeni yönetimler" devri yolda...
Ukrayna'nın Rusya tarafından işgali Rusya için tam bir utanca dönüşmeye doğru gidiyor, zira sahada baştan beri -Ukrayna'nın direnmesi halinde- kesin bir şekilde görülmesi beklendiği üzere, Rus ordusunun değil Ukrayna'yı işgal etmesi, Kiev'i alması bile zor görünüyor... >>
Bugünün kesin gerçeği şu:
Halkları ikna etmeden tankla topla yenmek, hiç mümkün değildir. İş ciddiye binince, kaybeden mutlaka otokratlar olacaktır. Bunun bi tür askerî matematiği bile var: Bir ülkeyi/yeri işgal edip elinizde tutabilmek için her 25 kişiye 1 asker düşmelidir...
Mesela, (bu konularda hayal kuranlar varsa bilmeleri açısından) İstanbul'u işgal edip elinde tutmak isteyecek modern bir ordunun en az 650 bin kişi falan olması gerekir, -ki o da yetmeyecektir çünkü bunun jojistiği falanı filanı vardır ve bunu karşılayabilecek ülke yoktur...