Solingen’in Mitte semtindeki bu boşluğun yerinde bundan 29 yıl önce iki katlı bir ev vardı. Neo-nazilerin kundakladığı evde Amasyalı Genç ailesi yaşıyordu. 28 Mayıs 1993 gecesinin o evdeki son geceleri olduğunu kimse bilemezdi...
1980’li yıllar “Nazi Rocker”, “Eski Savaşçılar”, “Yabancıları İmha Komandosu” gibi örgütlerin ırkçılığı körüklediği yıllardı. Hemen her gün bir ırkçı saldırı haberi geliyordu. 1984’te Satır ailesinden 7 kişinin hayatını kaybettiği Duisburg yangınının failleri hala bulunamamıştı.
Solingen’de, Hatice (18), Hülya (9), Saime Genç (5) ile Gülistan Öztürk (12) ve Gürsün İnce (28) hayatlarını kaybetti. Kurtulanların çoğu yaralıydı. 15 yaşındaki Bekir 30'dan fazla ameliyat geçirdi. Yangından sonra Almanya’daki göçmenlerin arasında kundaklanma korkusu yayıldı.
Kapı zillerinden, posta kutularından Türkçe isimler siliniyor, evlere kova kova su yerleştiriliyor, balkonlardan merdiven sarkıtılıyordu. Almanya’nın birçok şehrinde ırkçılığa karşı gösteriler düzenlendi. Anıtlar, anmalar yapıldı. Mevlüde Genç, ırkçılığa karşı sembol oldu.
Olayın failleri olan 16-23 yaşlarındaki 4 neo-nazi yargılanıp 10 ile 15 yıl arasında hapis cezasına mahkum edildi. Cezalarını tamamlayan Felix K., Christian B., Christian R. ve Marcus G. 2000-2005 yılları arasında serbest kaldı. İçlerinden bazıları hala Solingen’de yaşıyor.
Mevlüde Genç’in yıllar sonra “Katiller dışında kimseye nefretim yok, ben de buralıyım.” şeklindeki sözlerine karşı, bir Solingenli şöyle cevap verecekti: "Öyle diyor ama bunları Türkçe söylemek zorunda kalacak kadar az Almanca biliyor, neden buralı olsun ki?“ #Solingen
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
❝Babam, karayolu seyahatlerimizde yolda zor durumda kalanlara mutlaka durup yardım ederdi. Otomobil arızasından anlardı ve yapılacak bir şeyse tamiratı yapar yola öyle devam ederdi. Bir gün Yugoslavya’da uzunca bir konvoy oluşmuştu. Yaklaşınca gördük ki bir işçimiz kaza yapmış…
Henüz ambulans gelmemişti ve eli yüzü kanlar içerisinde olan adam yattığı yerden çaresizce etrafına bakınıyordu. Babam hemen arabayı park etti ve birlikte yanına gittik. Yalnız olduğunu öğrendik. Babam adama “senin için ne yapabilirim?” diye sordu.
Arabada ailesine götürmek üzere bir sürü hediye ve eşya bulunduğunu söyleyerek, babamdan bunlara sahip çıkmasını istedi. Bütün eşyalar etrafa saçılmıştı. O arada ambulans geldi. Cebinden cüzdanını çıkartıp babama uzatarak, “içinde adresim, bilgilerim yazılı, para da var!” dedi.
31 Ekim 1961 tarihinde Türkiye ve Almanya arasında imzalanan iş gücü anlaşmasının üzerinden bugün tam 60 yıl geçti. Bugünün anısına bir seçki hazırladık. Fotoğraflar, hatıralar ve hikayelerle 60 yılın kısa özeti… 🌿
❝Sağlamlar çürüklerden ayrılıyor. 5 kişiden biri sağlam çıkmıyor. Aralarında 8 yıldır bekleyenler var.❞
(John Berger, Yedinci Adam)
Sirkeci'den tren gider
Vagon gider, derdim gider
Gurbet elde bir başıma
Varım yoğum alır gider
Sirkeci'den tren gider
Erzurumlu Duran
Ankaralı Burhan gider
Sirkeci'den tren gider
Gözyaşımı döker gider
1973 yılında Köln’deki Ford Fabrikası’nda çalışanların sayısı 35 bine ulaşmıştı. Yunanistan, İtalya, Yugoslavya gibi ülkelerden işçilerin bulunduğu fabrikada en kalabalık topluluğu yaklaşık 12 bin kişiyle Türkiye’den gelen işçiler oluşturuyordu...
Misafir işçilerin büyük kısmı, koşulları ağır olan alt pozisyonlarda çalıştırılıyordu. Ücret konusunda eşit olmayan bir düzen işliyordu. Misafir işçiler 7,15-8,24 mark arasında saatlik ücret alırken Alman işçiler 8,98-10,59 mark arasında kazanıyordu.
Şartların iyileştirilmesini birçok kez fabrika yönetimine iletseler de sonuç alınamamıştı. Türk işçilerin dile getirdiği taleplerden biri de 4 hafta olan yıllık izin süresinin 6 haftaya çıkartılmasıydı. İzin süresinin 1 haftası yolda geçiyordu ve kalan süre yeterli olmuyordu.
❝Annem ve babam 1959 yılında İtalya’nın Trieste limanında tanışmışlar. Annem bir Hırvat… Hırvatistan’ın Rijeka şehrinde yaşarmış. Babam da Türk bir denizciymiş. O yaz babamın çalıştığı gemi Trieste limanına demirlemiş ve aynı günlerde annem de haftasonu gezisi için oradaymış...
Limanda birbirlerini görmüşler ve ilk görüşte aşık olmuşlar. Biraz İngilizce, biraz İtalyanca anlaşmışlar, birlikte şehri gezip dolaşmışlar. Çok geçmeden ayrılık vakti gelmiş. Babam annemin ev adresini alarak vedalaşmış. Annem Rijeka’ya, babam da gemisine geri dönmüş.
Aradan 3-4 ay geçmiş. Bir gün anneannesi evin kapısından anneme seslenmiş: “Maria buraya gel, bir adam seni soruyor.” Annem kapıda babamı görünce hem şaşırmış hem de çok sevinmiş. Babam anneme “Hazırlan seni almaya geldim, Türkiye’ye gidiyoruz.” demiş.
1972 yılında Berlin’deki Zoo Tren İstasyonu’nda 17 metrekarelik küçük bir dönerci açan Kadir Nurman, yıllar sonra “ekmek arası dönerin mucidi” olarak anılacağını hayal bile edemezdi. Nurman, Almanya’ya 1961 yılında konuk işçi (gastarbeiter) olarak gitmişti...
Önce Stuttgart’ta ardından Berlin’de çeşitli fabrikalarda çalıştıktan sonra 1972’de Berlin’de “City Grill” isimli bir dönerci açmaya karar verdi. Ancak dükkanı açtığı yer, istasyonun çok yakınında olduğu için insanlar genelde ayaküstü atıştırmalıklar tercih ediyordu.
Nurman da geleneksel olarak tabakta servis edilen döneri, buraya uygun olarak ekmek arası olarak satmaya karar verdi. İçerisine biraz marul, soğan ve domates ekleyip 1,50 marktan satmaya başladı. Önce Türk işçiler daha sonra da Almanlar, dönerin bu tarzını çok sevdi.
Hollandalı fotoğrafçı Robert de Hartogh, 1970’li yıllardan itibaren Rotterdam’da yaşayan Türklerin fotoğraflarını çekmeye başladı. Evler, iş yerleri, okullar, kurslar, kermesler ve günlük hayat üzerinden çektiği fotoğraflar bir döneme ışık tutuyor. 🌿