İslamcıların, Sekülerlere karşı bitmeyen kîni ve nefretinin kökeninde, "Existenzneid" denen bir olayın, yani "Başkasının varlığını kıskanmak" sendromunun yattığını daha önce de yazmıştım, ama bugün, bu sendromla ilgili olan "Bir türlü saygı görememek" olgusundan bahsedeceğim.. >>
İnsan ruhani bir varlıktır ve bütün o koşuşturmasının ardında, sevilmek (ve takdir edilmek) isteği vardır. Bunun dışında parası pulu makamı rakamı hepsi araçtır. Maddiyatın önemsendiği bir zamanda yaşarken, "maddi" araca büyük önem atfedilir ama asıl konu asla maddiyat değildir..
Sadece eski Kam geleneği ve Budizm Taoizm değil, bütün mistik öğretilerin ve dinlerin mütevazılığı övmesi boşuna değildir, zira insan bir yaşa geldikten sonra, maddiyatın asıl mesele olmadığını anlar, bu zor da değildir, yeter ki vicdan sahibi iyi biri olunsun...
İnsanın iç huzuru ve mutluluğu iyi olması ve buna uygun yaşamasının dinle alakası yoktur, asıl mesele daima ahlak/etik dediğimiz alandır, zira bunun temeli, insanın mayasında vardır, -annenin çocuğuna sevgisiyle, onu korumasıyla başlar. Din, sonradan öğrenilen yerel bir şeydir...
Saygınlık, esas olarak, insanın o hiç konuşulup tartışılmadan doğuştan sahip olduğu ahlak/etik değerlere göre yaşamasıyla ilgili evrensel bir şeydir, yani saygınlığın dîni yoktur, tıpkı ahlakın/etiğin de dini olmak zorunda olmadığı gibi...
İslamcılık ve diğer dînî fundamentalizm türleri; dinleri sözlerden müteşekkil bir ideolojik/kimlikçi ritüeller bütününe dönüştürüp ahlak/etik ile doğal bağını kopardıklarından, -kendi anladıkları anlamda- ne kadar dindar olurlarsa olsunlar, saygınlık kazanamazlar... >
Ritüel bir kalkan haline getirdikleri ideolojik dinlerini, saygınlığın asıl kaynağından yani ahlaktan/etikten kopardıkları için, saygınlığı maddiyat üzerinden edinmeye çalışırlar ve saygınlıkla maddiyatın -özünde- alakasız olduğunu bi türlü anlayamadıklarından nefretleri artar...
İslamcılığın, Sekülerlerin varlığını kıskanmaları, yani "Existenzneid"ı aşmaları aslında çok kolayken, ahlaklı/etik olarak bu engeli aşmaları mümkünken o eşiği aşamazlar, zira kendilerini "diğerlerine göre çok özel" görürler, bu da o evrensel etik/ahlak ilkesine aykırıdır...
Bunu yazmamın nedeni, "din ahlakı"nın bile iptal olduğu ve dînî konuların dogmatik kimlik sembollerine indirgendiği aşamada, "Seküler Ahlak"ın bir kavram ve insan ilişkilerinin ve iyiliğin kökeni olarak yeniden keşfedilmek zorunda olunan bir zaman diliminde yaşandığından...
İyi insan olmak için, evrensel değerlere uygun etik bir hayat sürmek için, hatta ruhani/mistik bir derinlik kazanmak için; dînî fundamentalizmin ideolojik kimlikçi sembollere indirgenmiş, ahlaktan/etikten kopmuş "inanç"ına ihtiyaç olmadığı idrak ediliyor...
Dalay Lama'nın deyimiyle, "Etik/Ahlak, su gibidir, din ise ona renk ve tad katan Çay gibidir. Çaysız yaşanabilir, ama Susuz yaşanamaz."
Ahlaktan/Etikten kopmuş din, varoluş anlamını da yitirmiş demektir ve İslamcılığı bitirmekte olan asıl konu da budur... << #KonstantiniyeNotları
EK 1
Bu Thread'e o kadar çok dönüş oldu ki, gelen yanıtların umarım hepsini yanıtlayabilirim, ama gelenleri bir-iki başlık altında değerlendirmek istiyorum:
Önce, yanıt yazan herkese, istisnasız teşekkür ederim.
Katılanların çokluğu gerçekten çok sevindirici...
EK 2
Yazdıklarıma eklemeler yapan, tartışan, ek sorular soran, entelektüel yorumlarda bulunan, düzeyli itirazlarda bulunan herkese çok teşekkür ederim. Entelektüel düzeyde tartışmaya dahil olanların -biriki istisna dışında- tamamı seküler modern dostlardan ibaret malesef...
EK 3
Tartışmalara, İslamcılardan yana katılanlar arasından, (hakaretleri bir yana) olumlu/olumsuz anlamda entelektüel katkı malesef gelmezken, "eleştiriler"inin sadece yıkıcı/aşağılayıcı olması dikkat çekiciydi.
Fikir üretemeyip sadece itiraz, İslamcılığın bitiş nedenlerinden...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Rusya, yarım saat içinde bütün NATO ülkelerini imha edebileceği gibi ifadeler kullandığı açıklamalar yapıyor. Buradaki tehlikeli megalomani çok tipik: böyle bir "şey" olurken, Rusya'nın, bu olayların dışında bir yerden "olanı" seyredeceğini sanıyor!.. >>
"Harita başı megalomanisi", pahalı kitsch tipi mobilyalarla kaplı, kocaman şömineli bir salonda, kocaman bir haritanın başında nereden nereyi vuracağını konuşanların işidir. Masadaki oyuncak tankları nereye süreceğinizi falan konuşursunuz.
Sahici askerler gerçekçidir...
Savaş çok ciddi bir iştir, vasatlığa, kibire ve onun neden olduğu ahmaklıklara tahammülü yoktur. Dünyanın en büyük gücü bile olsa, masabaşı megalomanisi daima yanılır, kayıpları mutlaka yüksek olur, -tıpkı şimdi olduğu gibi.
Dünya, 1945'den beri en tehlikeli dönemini yaşıyor...
Rusya, Ukrayna'daki savaş hedeflerine ulaşmak üzere.
İki saat önce Kremlin'den yapılan bir açıklama ile ABD'yi, Savaşı tırmandırmamak konusunda uyardılar, bugün Moskova'nın kuzaydoğusunda atom silahlarını sınamak için bir manevra yapıyorlar!.. >>
Ukrayna ordusunun verdiği, başka kaynaklardan teyit edilemeyen bilgilere göre şimdiye dek 30 binden fazla Rus akeri öldü, 1361 Rus tankı imha edildi. Rusya bu sayılara susuyor.
Rusya'nın Atom silahları manevrasına bugün bin asker ve yüz kadar askeri araç katılacak...
Rus savunma bakanlığının açıkladığı üzere, kıtalararası atom başlıkları taşıyan "Yars" tipi roketler manevrada kullanılacak. Ancak bu bilgiler sadece Rusların berdiği, doğruluğu sınanamayan bilgiler...
Çizgi romanları ikiye ayırmak mümkün. İlki, çocukları da kapsayan eğlencelik çizgi hikayeler, ikincisi "asil çizgi romanlar" (Bu sözcüğü, Almanca, "Edelcomics"sözünden alıyorum); bunlar edebî kaliteye sahip, görsel alanda da sanat eseri kitaplar. En sevdiğim: Corto Maltese... >>
İtalyan çizer ve dünya çizerlerinin orijinallerinden Hugo Pratt'ın yarattığı Corto Maltese, özgürlük duygusunun ve hayatta olayların önünde ve yanında korkusuzca sürüklenmekten korkmayanların en iyi ifade edildiği çizgi dizilerin başında gelir...
Corto Maltese hikayeleri 20'inci yüzyılın başında geçer ve Corto, zamanın tarihî kişilikleriyle de karşılaşır mesela Sibirya hikayesinde, Orta Asya'da Enver Paşa, bu kişiliklerden biridir. Hikayelerin gücü, Corto'nun da katıldığı tarihsel olayların doğru yansıtılmasından gelir...
Yeni Türkiye ile Eski Türkiye arasındaki ilginç bir fark da, en rasyonel konuları bile duygusal hezeyanlara dönüştüren eski "tarz"ı aşan rasyonel yalınlık.
Muhalif gazetelerin manşetleri bazen öyle emosyonal olabiliyor ki, asıl konunun ne olduğunu anlamak mümkün olamıyor... >>
YouTube veya TV tartışma programlarında duygusallık katsayısı yüksek, ama içeriği incir çekirdeğini anca dolduran -ve nedense- uzuun programların yüksek tansiyonlu "bağıran konuk"larının Z kuşağında pek karşılığı görünmüyor. Böylelerini 20. YY'da şekillenmiş olanlar seviyor...
İnsanlara esip gürleyerek, hatta söverek -bunu dizi "kalitesinde" espirilerle de süsleyerek- Z kuşağına beğendirmek, destek sağlamak mümkün görünmüyor. Yeni kuşağın benimseyip içselleştirmekte olduğu 'İnsan Haysiyetine Saygı' olgusunu, eski kuşaklar henüz anlayabilmiş değil...
Uzun zamandır sözünü ediyorum, ama giderek daha çok insan tarafından söze dökülüp tarifi yapıldığından, şu konuların nedenlerine yeniden dikkat çekmek gerek: 1. Artık hiç bir partinin/politikacının oyu çantada keklik değil. 2. Sol kökenli yönetimler devrine giriliyor... >>
Çok yakın zaman kadar, hangi partinin ne dediğine bakmaktan ziyade eski temüllere ve kültürel kimliklere göre oy vermek esastı. Neoliberal dönemde böyleydi. Laik modernleri, milliyetçileri, Kürtleri, muhafazakarları, islamcıları, Solcuları "temsil eden" partiler vardı...
"Seçmenlik" bir tür alışkanlık haline gelmişti. Bu nedenle bir tür "mecburiyet" de işliyordu. Kendini temsil ettirmek için seçmenlerin kimliğine uygun partiye mahkum olduğu düşünülüyordu. Kültürcü paradigmanın bozulmakta olduğunu 2012 öncesinde uzun süre yazdım. Bu ne demekti? >
Yaşını başını almış ama ergen kalmış görüntüsü/duyuntusu arzeden Türk politikacılar kendilerini, önümüzdeki dönemi belirleyecek "birkaç alternatif"ten biri hissedebilirler ama önümüzdeki dönemde seçmenin kimselere "mecbur/mahkum" olmadığını fena halde anlayabilirler... >
Türkiye'nin yeni döneme geçişinin tek bir seçimden ziyade kısa süre içinde birkaç seçimle gerçekleşmesi mümkün. Şansın/tesadüflerin yardım ettiği, ama titrini taşımakta zorlananların karşısına, hiç ummadıkları alternatifler çıkabilir. Artık herşey meydanda, internet unutmuyor...
Türkiye'yi yakın gelecekte yönetme ihtimali olanlar, şimdinin "alternatifsiz politikacı"larını çok şaşırtabilir, zira "Şimdinin karşıtı" olmak dışında hiçbir özelliği olmayanların, "Şimdinin türevi" olmaktan başka bi yol izleyemeyeceklerini peşinen anlayan bir seçmen kuşağı var..