Türklerin din anlayışının şekillenmesini üç ana başlık altında inceleyebiliriz, bunların ilki, kadim Göçebe inanışlarının tüm Kuzey Yarımküre'nin kuzeyini baz alan (ve Batılı Antropologların 19. Ve 20. Yy'ın ilk yarısında "Arktik Histeri" diye adlandırdığı) "Kamlık" geleneği.. >>
Kamlık geleneği, insanlığın en eski mistik inanç sisteminin -Göçebe kültürü üzerinden- günümüze kadar ulaşmış hali olduğundan, "Su gibi"dir, daha sonra -yönetici elitler üzerinden- "kabul edilen" (Bon, Burhancılık, Nasturilik, İran tipi İslam vd.) inançlar, su bazlı Çay gibidir..
Türklerin İslam'a ve diğer dinlere yaklaşımı, 16. Yüzyıl başlarına kadar, esasen "Suya eklenen Çay" prensibi gibi işlemiştir, yani eski kadim Kam (ve Tengri inancı), İran üzerinden alınan İslam ile renklendirilmiştir ve Türkler bu konuda tek değildirler...
Tibetlilerin ve Moğolların Budizmi kabulüne bakarsanız, eski inançlarıyla harmanladıklarını görürsünüz. İnanç daima bir karışımdır ve her şey gibi zamanla değişir. Japonların Kamlığa daha yakın Şinto dini de Çin'den aldıkları Zen (Chang) Budizmleri de kendilerine özgüdür...
Saf "Budizm" (Türklerin verdiği ad: Burhancılık) sadece dinci fundamentalistlerin hayalinde vardır. Tibet Budizmi, Hindistan'dakinden, Japon Budizmi Çin'dekinden farklıdır, tıpkı Türk İslamı'nın İran İslamı, Malezya/Endonezya İslamı'ndan, Pakistan'dakinden farklı olduğu gibi...
Çünkü Din, yaşayan bir şeydir ve zaman içinde değişip yenilenerek, eski inançların üzerine oturur, eski inançlar da asla tamamen ortadan kalkmaz, kalkmasına gerek de yoktur, zira asıl mesele "Derin hürmet ve saygı"dır (Ehrfurcht). İnsani olan bir şeydir, dinde kendine yer bulur..
İnsanların etkilendikleri, onlarda huşu içinde derin saygı ve sevgi uyandıran doğa olayları, görüntüler ve onlar için uydurulan hikayeler, insanın kendinden daha büyük ve haşmetli olaylar/doğa karşısında buldukları ifade biçimlerinden biri de inançlardır...
Türkler 16. Yüzyıla kadar, "İranlılaşmamak için Sünniliği seçen Selçuklu'nun ardından giden", İranlılardan öğrendiği İslam'ı kendi öz inancına bir dış kamuflaj gibi kullanan bir din anlayışına sahipti. Türklerin Doğu Roma misyonunu üslenmesi bile bu gerçeği değiştirmemiştir...
Türklerin din anlayışının 2. başlığı, Yavuz Sultan Selim ile tam bir büyük imparatorluk olan Osmanlı'nın Mercidabık ve Rıdaniye savaşları sonrasında 1518'de Yavuz'un "Halife" olarak İstanbul'a dönmesi ile başlar. Yavuz'u almaya Mısır'a dolu gelen Osmanlı donanması, boş dönmez...
Yavuz, İstanbul'a dönmek için Osmanlı savaş gemilerine, Kahire Halifeliğinin o zamanki tüm alimlerini, yani zamanın tüm entelektüel kadrosunu da alır, hatta İstanbul'a getirdiği kişiler arasında son Mısır Hükümdarı Tuman Bey'e vekalet eden Halife III. Mütevekkil de vardı...
Mısır'dan gelen Ulema ile, Halife'nin orada kurduğu islamî düzen, hukuku ve törenleri ve anlayışıyla İstanbul'da saraydan başlayarak ülkede kurulmaya çalışılmıştır. Bu, artık devasa bir imparatorluk olan Osmanlı'nın "ileri/kurumlaşmış din" arayışının sonucudur...
Mısır 1518'de, daha eski bir Araplaşma ve İslamlaşma tarihine sahip olduğundan, Memluklar (yani savaşçı köle Türkler) tarafından yönetilmesine rağmen, uzun süreler Halifeliğe ev sahipliği yaptığından, eski din anlayışının önemli ölçüde eritildiği bir yerdi...
Türkiye (yani Anadolu/İstanbul merkezli Osmanlı tarafından yönetilen bölgeye Batılıların verdiği adı taşıyan yer), Halifeliğe ev sahipliği yapmasına rağmen asla Mısır'daki gibi "dindar" bir yer olmamıştır. (Selçuklu'nun Müslüman olduğuna Bağdat Halifesi de bir türlü inanmamıştı.)
Araplar Türkleri hâlâ -yaygın olarak- pek Müslümandan saymaz, eskiden de saymamışlardır. Zira Türkler İslam'a (dine) büyük saygı gösterirler ama kendileri dinin gereklerini pek yerine getirmezler (Moğollar da böyledir). Moğollar ve Türkler, savaşta din adamlarına ilişmezler...
Türklerin, Arapların (İslam aslen Arap dinidir, Abbasiler döneminde bir Dünya dini olmuştur) ve islamcıların gözünde bir türlü "Müslüman" sayılamamalarının özünde, yaşam enerjisi yüksek Türklerin kendi kadim dinlerinin eski aurasından çıkmamaları konusu var gibi...
Türklerin din anlayışındaki önemli değişimin, I. Selim'den sonra, I. Süleyman (Kanunî) döneminden itibaren, Osmanlı Hanedanı'nın, üç kıtada bir İmparatorluk haline geldiği aşamada dînî/hukukî kurumlaşma ile başladığı söylenebilir. Dönem, Dünyada da önemli değişimler dönemidir...
Çok kültürlü çok milletli her imparatorluk gibi Osmanlı yönetici eliti de çok milletli, önemli alanlar Rum ve Balkan (daha çok Ortodoks Hristiyan) kökenli bürokratların yönetiminde, resmî din ise -Mısırlıların kuruluşunda önemli rol oynadığı- gevşek bir Sünnilik...
Türklerin göçebe savaşçı karakteri gereği ordunun Türklerin kontrolünde olmasına dikkat edilmiş, Jeniçeri ocağına bile Pîr olarak Kam kültürüne en açık Bektaşilik memur kılınmış görünüyor. Dünya kapitalizm öncesi son aşamada, Amerika kıtası sayesinde Avrupa yükselişte...
Bu aşamada, Türklerin Dünya tarihine yeniden yön verme şansını -zamanın mantıklı nedenleriyle (ve geleceği göremeyen nedenleriyle) kaçırdığını görüyoruz. Yavuz, Pîrî Reis ve diğer Müslüman denizcilerin (yani korsanların) Amerika kıtasına kuvvet göndermek teklifini reddediyor...
Osmanlılar'ın Fas'ı bir türlü kontrolleri altına alamaması, Amerika'ya ilgisizliklerini açıklıyor. Yavuz, Memluk topraklarını kontrolü altına alıp Safevileri yendikten sonra Batı'ya değil Doğu'ya yayılma hayalleri kuruyor ve Göçerlerin kadim savaş yasasını unutmuş görünüyor!.. >
Göçerlerin eski savaş yasası global anlamda çok basit ve açıktır:
"Kuzey Güneyi, Doğu Batıyı yener" (tabii bu, renklerle ifade edilir). Nitekim Yavuz, dost Babürlülere karşı sefer düşünmüş olamaz, ama Avrupalılar gibi Çin'i aklına getirmiş olabilir, -her Dünya gücü gibi...
Amerika'ya çıkan, Küba'yı alan İspanyolların en büyük korkusu, oradaki Aztek kralı II. Moctezuma'nın (Xocoyotzin) ve daha sonra Amerika'ya getirilen Müslüman kökenli kölelerin Yavuz Sultan Selim (ve korsanları) ile ittafak etmesiydi. Ama Türkler Amerika'ya gelmedi...
Bu dönemde saray merkezli çabaların -Hilafeti de İstanbul'a getirmiş olmanın verdiği bir zorunlulukla- daha kurumsal bir İslam arayışında olduğu, halk islamından uzaklaştığı, daha sonraki aşamada mesela Nakşiliğin Anadolu'ya gelişiyle daha da karmaşıklaştığı görülüyor...
Türkler, alanını ikiye katladıkları imparatorluklarıyla uğraşırken, Mısır buğdayı ile yeni ekonomik refah yaşarken, Portekizliler Türklerin yapmadığını yaptı, Hürmüz'de bir üs kurdu ve ticaret yollarını kontrolün yollarını ararken, Türkler dünya Kahve ticaretini başlattı...
Türklerin din anlayışı, Yavuz sonrasında giderek devlet dinine yakınlaşan bir seyir izledi. Fakat Osmanlı coğrafyasında din ve devlet işleri, daima Doğu Roma'da Konstantin'in getirdiği prensibe bağlı kalmış, devlet, dînî daima kontrolü altında tutmuştur...
Daha sonra tarihte ilk kez bir imparatorluğun "devlet dini" olan Hristiyanlığın kurallarının belirlenmesinde baş rolü oynayan, bizzat Konstantin idi ve daha sonra ortaya çıkan İslam'ın da ondan çok etkilendiği, iki kez almak için kapısına dayanıp alamadığı İstanbul'dan bellidir..
Türklerin din anlayışındaki 3. ve son değişiklik, belki önümüzdeki 2024 sonrası dönemde "müstakbel" 4. değişimi anlamak için önemlidir.
Üçüncü değişiklik, modernleşme (kapitalistleşme) ile ortaya çıkan döneme denk geldiğinden, ekonomi de göz önünde bulundurulmak zorunda...
Türkiye'de İslam, Sultanların Konstantin'den ve ardıllarından devraldığı gibi daima siyasi iradenin mutlak kontrolü altında olduğundan, siyasetin istikametine uygun (mesela bu yüzden Şah İsmail adeta "Kafir" ilan edilmiştir) ve oldukça gevşek tutulmuştur, -bu zaten zorunludur! >
Anadolu halkının Müslümanlaşması (ki bugün Türkiye'de yaşayan insanların yüzde doksandan fazlası, Türkler Anadoluya gelmeden önce bu diyarda yaşayanların torunlarıdır), Müslümanlığın Anadolu'da -Türklerin karakterine uygun olarak- gevşek tutulması sayesinde olmuştur...
Bizans küçülüp içine kapandıkça vergileri artırmıştı. Buğday ambarı Mısır'ı Araplara kaptırdıktan sonra, Balkanları ve Ukrayna'yı yeni buğday kaynağı haline getirmeye çalışmışlardı. Türkler hem vergileri azalttı hem de "Gazâ" adıyla Bizans alanında yağmacılığa yol verdi...
Araplar gibi bin türlü yasağın olmadığı, mesela şarap tüketiminin oldukça yüksek olduğu bir Anadolu vardı, derviş kültürü Hristiyanlığa yakındı (mesela Sarı Saltuk'un bazı yerlerde Hristiyan keşili olarak dolaşması). Yoksa sade kılıç zoruyla kimse din min değiştirmez...
Modernleşme döneminde, din/dindarlık anlayışının değişiminin en önemli ilk etkisi sekülerleşme ise, 2. etkisi, yazılarımda anlattığım "kapitalizmin kültürel homojenleşme" gereksinimidir. Ben bu konuyu esasen "Milliyetçilik" açısından değerlendirdim ama din açısından da geçerli...
1911 İtalyan Savaşı'ndan sonra belirginleşip yaygınlaşan ("Mehmetçik" kavramı da ilk kez o savaşta kullanılmıştır) Türk Milliyetçiliği, kapitalizmin bir "gereği" olarak Türk'ü tarif ederken, onu -adını anmadan- Sünni Müslüman olarak tarif eder, eski geleneği görmez...
Dünyanın her yerinde olduğu gibi Pay-i Taht'da da etkisini yitiren, karmaşık modern hayata fetva yetiştirmekte zorlanan, olayları anlamaya hafzalası yetmeyen Ulema, Mısır'dan öğrendiği katı kuralcılığını ve alıntıcılığını sürdüremedi ve Cumhuriyet'le, devletin dışına atıldı...
Mısır kökenli -Mısır'a teşne- Ulema'nın Konstantin kuralına sadık kalan Cumhuriyet tarafından iktidardan kovulması ve cemaatler halinde yaşamak zorunda bırakılması, dini kontrol adına Diyanet'in kurulması, Türklerin varolduklarından beri uyguladıkları genel kurallara uygundu...
> Uygundu, zira İslam, Türkler için (Bon, Burhancılık, Nasturilik vd. gibi) Maveraünnehr'de ortaya çıkan siyasi durumun bir sonucu olarak kabul edilmişti. Göçebeler, hangi yeni bölgede yaşamaya başlarlarsa oraya uyum sağlarlar, bunun için de oradaki yükselen dini alırlar...
Anadolu'ya geldiklerinde Moğollar tüm Dünya'ya hükmediyorlardı ve onların bu diyardaki İlhanlıları (güya) Müslümandı, Bağdat Halifeliği, sonra Mısır'da Memluklar güçlüydü. Hepsi kendince Müslümandı. Yükselen, Müslüman idi!
Modernleşme döneminde yükselen: Sekülerleşme...
Müslümanların yükselen gücünü kırmak için sürekli Doğuya saldırarak bir şey elde edemeyeceklerini anlayan Kristof Kolomb'a, Kam öğretisine sahip göçebe bir savaşçı fısıldamış olmalı:
"Kuzey Güneyi, Doğu Batıyı yener. Onları yenmek için Batıya saldır..."
Türklerin bu kadar kolay laik bir Cumhuriyet kurup benimsemeleri ve Mısırlıların -İhvancılığın türevi cemaat/parti şeklinde- dönüp devleti yeniden kontrolleri altına almalarına rağmen halkın sekülerliği terketmemesinin ilk nedeni, uyum sağlanacak Dünyanın 'seküler' olmasıdır...
Türkler Tang Hanedanı'ndan kaçıp Maveraünnehr'de Abbasilerin yardımıyla yeniden tarih sahnesine çıkarken kabul ettikleri, zamanın yükseleni İslami düzeni alıp ona uyum sağlama devrini, son 200 yıllık modernleşme sürecinin bir gereği olarak arkalarında bıraktılar...
Din anlayışının -Dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi- kişisel bir tercih çerçevesinde ele alındığı bir dönem yaşanıyor. Türklerin İslamî kurallar anlamında oldukça gevşek tuttukları ama büyük saygı gösterdikleri din anlayışı, günümüzde dördüncü değişiminin eşiğinde duruyor...
Türklerin din anlayışlarının, önümüzdeki 4. aşamada, "başka dinleri de kapsayacak şekilde" genişlemesi, "halkın yüzde doksandokuzu Müslüman" kavramının tedavülden kalkması, Budizm Daoizm gibi dinlerin ve eski Anadolu mistisizminin popülerleşmesi mümkün... << #KonstantiniyeNotları
EK.1
Turkish DNA Project'in yaptığı Dodecad K12b projesine göre, Anadolu Türklerindeki Orta Asya genetik mirası %25 ile %45 arasında, Anadolu yerlisi genetik mirası ise %55 ile %75 arasında değişmektedir...
EK.2
Bugünkü Anadolu'da yaşayan Türklerin etnik kökeni de içeren karşılaştırmalı başka bir araştırma: eupedia.com/europe/europea…
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türkiye'de "ana akım medya" (saçma) başlığı altında değerlendirilen ve sahiden de kimsenin okumadığı, seyretmediği, dinlemediği "medya" bir yana, asıl medya artık sosyal medya. Bunları tek tek değil de bir arada (yani birlikte) izlerseniz, belli bir kaliteye yaklaşıyor... >
Bazıları çok iyi, bazen aynı iyi yayın kaynakları, laçkalıktan, "abicim" muhabbetinden ve karşılıklı yıkama-yağlama hal ve vaziyetinden seyredilemiyor da olsa, gene de "ana akım medya"dan daha iyiler, ama bazı yanlar "oldukça eksik, mesela dış haberler ve yorumlar...
Türkiye'de dış habercilik topyekün sorunlu görünüyor, zira burada mesele, sadece "kim daha iyi haber veriyor" meselesinden ziyade, "neyi" haberleştiriyor ve "nasıl" haber veriyor gibi sorularla ilgili.
Dış haberler esasen sadece "Türkiye'yi doğrudan ilgilendirenler"le sınırlı...
İslamcılığın kendi başına bir alternatif haline gelebilmesi mümkün değildi. Batılı ülkelerin "dinsiz" Sovyet yayılmacılığına karşı bir tür "önlem" niyetine manevi yanlarının yüksek olduğu varsayılan İslamcılığı seçmesi, İslamcılığa tarihlerinin en önemli fırsatını sundu... >>
İslamcılığı, "Teolojik Politika" konteksinde değerlendirmek galiba daha doğru olacaktır. Teolojik politika, "Tek ilâhî gerçeği" kendinin temsil ettiği iddiasındaki siyasi grupları/cemaatleri/partileri ifade eder. Kendini "biricik" saydığından, diğer benzerlerinin düşmanıdır...
Teolojik Politika örnekleri Hindular arasında Hindistan'da, Budistler arasında Güneydoğu Asya'da da var, ama bunlar SSCB yayılmacılığına karşı seçilmediklerinden (çünkü oralarda petrol yok) İslamcılar gibi öne çıkmamışlardır...
Türkiye hareketli bir döneme doğru ilerliyor. İşin ilginç yanı, olaylar sadece burayla sınırlı değil, bütün dünyada yaşanacağa benziyor, hatta Türkiye'de daha yumuşak bi geçiş olasılığından bahsedilebilir. Bu arada kaderini bekleyen İslamcılık, topyekün topu atmış görünüyor... >>
Hiçbir zaman gerçek bir entelektüel seviyeye sahip olamamış Türk İslamcılığı, en az elli yıl boyunca sahip olduğu sınırsız imkana ve sınırsız kaynağa rağmen, yere göğe koyamadığı "Başyüce"ci Necip Fazıl'ın şiirlerini bile başka dillere çevirtip Dünyaya maletmeyi denemedi...
Entelektüelizmden tamamen uzak İslamcılığın sıradan konularda bile inandırıcılığını yitirdiği süreçte, sıradan gazeteci tartışmalarına bile laf yetiştiremeyerek, insalları sadece korkutup susturmaya çalışmak gibi fikirle artık alakası olmayan seviyeye kadar düştüğü görülüyor...
İslamcıların, Sekülerlere karşı bitmeyen kîni ve nefretinin kökeninde, "Existenzneid" denen bir olayın, yani "Başkasının varlığını kıskanmak" sendromunun yattığını daha önce de yazmıştım, ama bugün, bu sendromla ilgili olan "Bir türlü saygı görememek" olgusundan bahsedeceğim.. >>
İnsan ruhani bir varlıktır ve bütün o koşuşturmasının ardında, sevilmek (ve takdir edilmek) isteği vardır. Bunun dışında parası pulu makamı rakamı hepsi araçtır. Maddiyatın önemsendiği bir zamanda yaşarken, "maddi" araca büyük önem atfedilir ama asıl konu asla maddiyat değildir..
Sadece eski Kam geleneği ve Budizm Taoizm değil, bütün mistik öğretilerin ve dinlerin mütevazılığı övmesi boşuna değildir, zira insan bir yaşa geldikten sonra, maddiyatın asıl mesele olmadığını anlar, bu zor da değildir, yeter ki vicdan sahibi iyi biri olunsun...
Rusya, yarım saat içinde bütün NATO ülkelerini imha edebileceği gibi ifadeler kullandığı açıklamalar yapıyor. Buradaki tehlikeli megalomani çok tipik: böyle bir "şey" olurken, Rusya'nın, bu olayların dışında bir yerden "olanı" seyredeceğini sanıyor!.. >>
"Harita başı megalomanisi", pahalı kitsch tipi mobilyalarla kaplı, kocaman şömineli bir salonda, kocaman bir haritanın başında nereden nereyi vuracağını konuşanların işidir. Masadaki oyuncak tankları nereye süreceğinizi falan konuşursunuz.
Sahici askerler gerçekçidir...
Savaş çok ciddi bir iştir, vasatlığa, kibire ve onun neden olduğu ahmaklıklara tahammülü yoktur. Dünyanın en büyük gücü bile olsa, masabaşı megalomanisi daima yanılır, kayıpları mutlaka yüksek olur, -tıpkı şimdi olduğu gibi.
Dünya, 1945'den beri en tehlikeli dönemini yaşıyor...
Rusya, Ukrayna'daki savaş hedeflerine ulaşmak üzere.
İki saat önce Kremlin'den yapılan bir açıklama ile ABD'yi, Savaşı tırmandırmamak konusunda uyardılar, bugün Moskova'nın kuzaydoğusunda atom silahlarını sınamak için bir manevra yapıyorlar!.. >>
Ukrayna ordusunun verdiği, başka kaynaklardan teyit edilemeyen bilgilere göre şimdiye dek 30 binden fazla Rus akeri öldü, 1361 Rus tankı imha edildi. Rusya bu sayılara susuyor.
Rusya'nın Atom silahları manevrasına bugün bin asker ve yüz kadar askeri araç katılacak...
Rus savunma bakanlığının açıkladığı üzere, kıtalararası atom başlıkları taşıyan "Yars" tipi roketler manevrada kullanılacak. Ancak bu bilgiler sadece Rusların berdiği, doğruluğu sınanamayan bilgiler...