Türklerin din anlayışından bahsederken, Kuzey ve Orta Asya kökenli eski geleneksel Göçebe spiritüalizmi/inancı ve bunun pratiğinden de söz etmek gerekiyor.
Ortak gelenek, Lappland-Finlandiya'dan, Yakutistan ve Kamçatka'ya, güneyde Türkiye,den Tibet'e Japonya'ya uzanıyor... >>
1. Ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın ilk yarısında Batılı Antropologların "şamani" ayin biçimleri ve Kamların geniş bir bölgede birbirleriyle benzerliklerine bakarak, Kam geleneğini "Arktik Histeri" diye "açıklamışlardır", tabii bu tanıma, Kuzey Amerika yerlileri de girer..
2. Birçok bilim ve de dilim adamlarının Yakutlara bakarak taktıkları "şaman" lafı yanlıştır, Türkçe bu fenomenin, yani eski göçebe inancının 'Kutsal kişileri'ne "Kam" denir ve bu ad, Divânu Lügati't Türk'de (Bilinen ilk Türkçe sözlük) dört kez geçer...
3. Göçerlerin inancında -Moğolistan'daki Göktürk Anıtları'nda da anlatıldığı gibi, Gök, Yer ve arasında İnsan ile sembolize edilen bir temel yapı söz konusudur ve Gök, aynı zamanda Tanrı anlamında kullanılır ve birbirine çok benzer adlar taşır; Tengri, Tanrı, Tengere, Tian vd...
4. Yakın zamanlara kadar Göçebeleri küçümsemek bir tür entel modasıydı, Türkiye'de de bunun -aşağılık kompleksi kokan- "tipik" örnekleri yazıldı/okundu. Yerleşik betonarme "yatuk" "medeniyyyet"ini otomatikman üstün sayanların iklim katli anlaşıldıkça, medeniyet fikri de değişti..
5. Göçerlerin başka önceliklere sahip uygarlıkları anlaşıldıkça ve araştırmalar bulgular çalışmalar arttıkça, göçerlere üstten bakan "bilimsel" anlayış terkedilmiştir. Günümüzde her kim olursa olsun, kimse kimseye -eskisi gibi açıktan- yukarıdan bakmıyor. Çoklutuplu Dünya...
6. Göçerlerin 'Kutsal insanları'nın 'Ekstaz tekniği' kullandıkları görülür, ama bu mesela Türkler tarafından giderek terkedilmiş ve coşkun müziğin (saz şairleri) öne çıktığı bir şekil almıştır. Göçer kültürü, her dinle karışabilen haliyle Çin'den Macar ovasına kadar uzanır...
7. Tabii konu sadece "uzanmak" ile kalmaz. Mesela Hitaylar (bunlar Türk dil ailesine mensup bir dil konuşurlar), 10.-12. Yüzyılda 2 yüzyıl Çin'in kuzeyinde Liao Hanedanını kurup hükmetmişlerdir. Tabgaçlar (Toba) da Çin'de bir Hanedanlık (Wei) kurdular...
8. Kubilay Han'ın kurduğu Moğol Yüan Hanedanlığı, son (Mançu) Qing Hanedanlığı da Göçer kökenlidir ve bugünkü Çin'de hakkıyla çok önemsenen (Han kökenli) Ming Hanedanlığı'nın üçüncü Hükümdarı Yongle'nin Beijing'de yaptırdığı "Gök Tapınağı" bile, açıktan Gök kültünün mabedidir...
9. Göçerler ve Göçer kökenliler, yeniden ortaya çıkarak uzunca bir dönem, neredeyse Dünyanın tamamının siyası yapısını belirlerken, sadece bu bölgede eski "Rum ili"ni yönetmeye başlayıp "Rumi" (Çinliler Osmanlı'ya böyle diyor) adını almadılar (Rum Selçuklular, Kayzer-i Rum vd.)..
10. Benzerini Tabgaçlar Çin'de yaptı ve adlarını da "Wei" koydular, tıpkı Kubilay Han'ın "Yüan" Hanedanlığında resmî adının "Shizu" (世祖) olması gibi, veya Fatih'in titrlerinden birinin de "Kayzer-i Rum" olması gibi...
11. Göçebelerin ve Göçebe kökenlilerin din anlayışındaki en önemli özelliklerin başında, gittiği/bulunduğu alanın hakim veya yükselen dininin -önce yönetici elit tarafından- alınması, onu daha sonraki uzun bir süreçte halkın eski incıyla sentezlemesi gelir...
12. Mesela, Moğollar, bu konuda iyi örnektir. Kubilay Han Beijing'de Budizmi kabul etmiş, kardeşlerinden de Budizmi benimsemelerini istemiştir. Ama Anadolu'yu da yöneten Hülâgû, Budizme yüz vermeyip karısı üzerinden Hristiyanlığa sempati duymakta, İslam'dan nefret etmektedir...
13. İlhanlıların hükümdarı Hülâgû, güya Müslüman'dı, çünkü İran merkezli bir bölgeyi yöntiyordu, ama sonuna kadar eski Kam kültürüne bağlı kalmış, yerel din İslam'ı da hoş tutmaya çalışmıştır. Son Yüan imparatoru Megütemür de 90 yıllık Yüan hakimiyetine rağmen geleneğe bağlıydı..
14. Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran elitin, İslam'ın 1518'den sonraki uzun dönemde sahiplenici, yönetim biçimini belirlemek isteyen, kendi yaşam biçimini dikte eden bağnaz ve çağa ayak uyduramayan biçimini, tıpkı daha önceki Göçer geleneğin başka dinlere yaptığı gibi terketmiştir...
15. Türk elitinin, gelecek vaad etmeyen/eskiyen bir dini terketmelerinin en canlı örneği Selçuklulardır. Hazar Hanı, Başkomutanı Dokak Beyi -Selçuk Beyin Babası-, yaygın olarak Müslümanlığı kabul etmeye başlayan Türkmenleri cezalandırmak için Maveraünnehr'e göndermek ister... >
16. Dokak Bey karara itiraz ediyor ve aralarında tartışırlarken Dokak, Hazar Hanı'nı tokatlıyor. Bu olaydan sonra saraydan uzaklaştırılıyor ama ailesiyle birlikte ölene kadar Hazar ilinde yaşıyor. Selçuk Bey Hazar ilini terkettiğinde inançlı bir Yahudi, ölürken Müslüman oluyor...
17. Hazar Eliti ortadan kalktıktan sonra elbette büyük bir Yahudi nüfus vardı. Onlar, Hazarların torunları olarak Avrupa Yahudiliğinin önemli bir kısmını oluşturdular. Ama Türk eliti, Abbasilerle yakınlık nedeniyle İranlılar gibi Müslüman oldu, eski geleneği de terketmedi...
18. Hazar Hanları Yahudiliği kabul etmelerine rağmen, ölüm rörenlerinde At kurbanı, Han'ın mezarını gizlemek gibi eski kurallara uyuyorlar.
Bölgede İslam, yükselen oldu.
Eh 19'uncu yüzyıldan beri de Sekülerizm yükseliyor. Dokak Bey gibi bu kez, sekülerleşmeye bigane kalınmadı...
19. Burada, dine yaklaşım tarzı önemlidir. Türklerde önemli olan yönetici elitin ve devletin dine yaklaşımıdır, -zira din tamamen siyasi bir olay sayılır.
Ebu Müslim, Türkler tarafından kutsallık bahşedilecek kadar yüceltilir, çünkü Çinlilerin Talas yenilgisini temsil eder... >
20. Eski Göçebe aristokratlarına benzeyen ilginç kültürel tandanslar gösteren Tang Hanedanı, Orta Asya'nın önemli bir kesimini kontrol eden Songtsan Gampo'nun Tibet'i ile ve güneyindeki Tai halklarıyla savaşmasına rağmen Orta Asya'yı almak istiyordu. 751'de Talas'a geldiler... >
21. Kırgızistan'daki Talas'a 751 yılında gelen çağın en büyük Çin (Tang) ordusuna, Kore asıllı Gao Xianzhi komuta ediyordu. Karşısında, Belkemiğini Abbasilerin oluşturduğu ve önemli kısmını çeşitli Türk boylarının temsil ettiği bir kuvvet vardı. Tang ordusu yenildi... >
22. Talas Savaşı, Dünyayı -bugünkü haliyle- şekillendiren en önemli birkaç savaştan biridir...
Talas savaşı öncesinde Türkler, devrin her ordusunda olduğu gibi Arap ordularında da paralı asker ve komutanlık yapıyorlardı (Bizans ordusunda bile varlardı). İslam da Arap diniydi...
23. Batısındaki Göçebe tehlikesinden tamamen kurtulup Orta Asya'ya kalıcı bir şekilde hükmetmek isteyen Tang, savunma yerine saldırı savaşını yeğliyordu.
Talas Savaşıyla Araplar Türkleri belki de bir daha siyasi etkin bir halk olamamak tehlikesinden, hatta yokolmaktan kurtardı...
24. Türkler, 751'deki Talas Savaşı'nda Araplarla birlikte, Çin'in bugüne kadar sabit kalan batı sınırını belirlediker, minnet bedeli olarak Müslümanlaştılar. Eğer savaşı Çin kazansaydı, ne Dokak Müslümanlaşmış Türklere merhamet eder, ne de Selçuk Bey Müslüman olurdu...
24. Talas savaşını, Çin kazansaydı, islam'ın kuzeye yayılması Orta Asya'nın dışında duracak ve muhtemelen İran dışında Asya Müslümanlığı diye bir şey olmayacaktı, Türkler de Müslüman olmayacaktı. Belki de Dünya Batı orijinli değil Çin orijinli bir global kültüre sahip olacaktı...
25. Dinler devri, Batıda başlayan (Çin'de daha önce var olan) Sekülerleşme/Aydınlanma ile sona erdi. Entelektüalizmi din adamları temsil ediyorlardı. Bu özellik, Batı'dan başlayarak hızla bozuldu. Din esaslı devletler küçüldü, Vatikan artık, Roma'nın küçük bir semti mesela...
26. İslamcıların görmek istemediği üzere, modern Mısır ordusunun İstanbul'a gelmesi ve Rus modernleşmesi, Osmanlı Sultanlarını da daima ilgilendirmiştir ve Batı Klasik Müziği bestekarı olabilecek kadar da Batı kültürüne yaklaştırmıştır ve bu doğaldır. O kültür yükkseliyordu...
27. Türkler, Hilafetin resmen İstanbul'a gelmiş olmasının baskısıyla, kendi özkültürleri ve din anlayışlarına yatkın Sekülerleşmeyi küçük bir elit içinde tuttular ama Dokak'ın Hazar Hanına karşı çıkması gibi sonunda yükselen Sekülerizm içinde yerlerini aldılar...
28. Türk elitinin sekülerleşmesi yeni değildi. Son Halife Abdülmecit Efendi'nin ve ailesinin bile zamanın seküler Batılı yöneticilere çok benzediği açıktır. Ama halk, henüz yeni Seküler anlayıştan bihaberdi. Bu da Cumhuriyetle oldu. Halk da Sekülerizmi benimsedi...
29. Talas Savaşını Çinliler kazansaydı, Dünya bugün Çin orijinli bir yer olsaydı -hiç kuşkunuz olmasın- Türkiye de öyle bir yer olurdu. Ama Türkler, şekillendirdikleri Dünya'da özgür seçimler yapıyor ve yükseleni esas alıyorlar. Yani, mesele asla İslam değildi, hiç de olmadı...
30. Türkler, Talas savaşının güzel bir sonucu olarak Araplara (ve Farslara) minnet duydular, onların dinini sahiplendiler, ama o çağ sona erdi...
Türklerin halk olarak Sekülerliğe sahip çıkması ve İslamcılığın elitler ve halk nezdinde topyekün iflası, Türklerin doğasına uygun...
31. Türkiye ve İstanbul'da benimsenen Sekülerliğin Türklerin din anlayışı ile uyumluluğu, Mısır'dan Rabıta üzerinden yeniden gelen cemaatçi/siyasal İslamcılığın bir daha canlanmasına da izin vermeyecek gibi görünüyor çünkü Hantingtpn tipi kültürcü konjonktür de sona erdi...
32. İslamcılığın maddi temelleri tamamen ortadan kalkarken, manevi temellerinin de pek tutmadığını söylemek gerek. Yeni dönemde Türkler, ataları gibi, din seçimi ve sempatisi konusunda eskisinden çok daha özgür olacaklar gibi... << #KonstantiniyeNotları
EK:
Konu hakkında daha sonra yeni diziler gelebilir...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türklerin din anlayışının şekillenmesini üç ana başlık altında inceleyebiliriz, bunların ilki, kadim Göçebe inanışlarının tüm Kuzey Yarımküre'nin kuzeyini baz alan (ve Batılı Antropologların 19. Ve 20. Yy'ın ilk yarısında "Arktik Histeri" diye adlandırdığı) "Kamlık" geleneği.. >>
Kamlık geleneği, insanlığın en eski mistik inanç sisteminin -Göçebe kültürü üzerinden- günümüze kadar ulaşmış hali olduğundan, "Su gibi"dir, daha sonra -yönetici elitler üzerinden- "kabul edilen" (Bon, Burhancılık, Nasturilik, İran tipi İslam vd.) inançlar, su bazlı Çay gibidir..
Türklerin İslam'a ve diğer dinlere yaklaşımı, 16. Yüzyıl başlarına kadar, esasen "Suya eklenen Çay" prensibi gibi işlemiştir, yani eski kadim Kam (ve Tengri inancı), İran üzerinden alınan İslam ile renklendirilmiştir ve Türkler bu konuda tek değildirler...
Türkiye'de "ana akım medya" (saçma) başlığı altında değerlendirilen ve sahiden de kimsenin okumadığı, seyretmediği, dinlemediği "medya" bir yana, asıl medya artık sosyal medya. Bunları tek tek değil de bir arada (yani birlikte) izlerseniz, belli bir kaliteye yaklaşıyor... >
Bazıları çok iyi, bazen aynı iyi yayın kaynakları, laçkalıktan, "abicim" muhabbetinden ve karşılıklı yıkama-yağlama hal ve vaziyetinden seyredilemiyor da olsa, gene de "ana akım medya"dan daha iyiler, ama bazı yanlar "oldukça eksik, mesela dış haberler ve yorumlar...
Türkiye'de dış habercilik topyekün sorunlu görünüyor, zira burada mesele, sadece "kim daha iyi haber veriyor" meselesinden ziyade, "neyi" haberleştiriyor ve "nasıl" haber veriyor gibi sorularla ilgili.
Dış haberler esasen sadece "Türkiye'yi doğrudan ilgilendirenler"le sınırlı...
İslamcılığın kendi başına bir alternatif haline gelebilmesi mümkün değildi. Batılı ülkelerin "dinsiz" Sovyet yayılmacılığına karşı bir tür "önlem" niyetine manevi yanlarının yüksek olduğu varsayılan İslamcılığı seçmesi, İslamcılığa tarihlerinin en önemli fırsatını sundu... >>
İslamcılığı, "Teolojik Politika" konteksinde değerlendirmek galiba daha doğru olacaktır. Teolojik politika, "Tek ilâhî gerçeği" kendinin temsil ettiği iddiasındaki siyasi grupları/cemaatleri/partileri ifade eder. Kendini "biricik" saydığından, diğer benzerlerinin düşmanıdır...
Teolojik Politika örnekleri Hindular arasında Hindistan'da, Budistler arasında Güneydoğu Asya'da da var, ama bunlar SSCB yayılmacılığına karşı seçilmediklerinden (çünkü oralarda petrol yok) İslamcılar gibi öne çıkmamışlardır...
Türkiye hareketli bir döneme doğru ilerliyor. İşin ilginç yanı, olaylar sadece burayla sınırlı değil, bütün dünyada yaşanacağa benziyor, hatta Türkiye'de daha yumuşak bi geçiş olasılığından bahsedilebilir. Bu arada kaderini bekleyen İslamcılık, topyekün topu atmış görünüyor... >>
Hiçbir zaman gerçek bir entelektüel seviyeye sahip olamamış Türk İslamcılığı, en az elli yıl boyunca sahip olduğu sınırsız imkana ve sınırsız kaynağa rağmen, yere göğe koyamadığı "Başyüce"ci Necip Fazıl'ın şiirlerini bile başka dillere çevirtip Dünyaya maletmeyi denemedi...
Entelektüelizmden tamamen uzak İslamcılığın sıradan konularda bile inandırıcılığını yitirdiği süreçte, sıradan gazeteci tartışmalarına bile laf yetiştiremeyerek, insalları sadece korkutup susturmaya çalışmak gibi fikirle artık alakası olmayan seviyeye kadar düştüğü görülüyor...
İslamcıların, Sekülerlere karşı bitmeyen kîni ve nefretinin kökeninde, "Existenzneid" denen bir olayın, yani "Başkasının varlığını kıskanmak" sendromunun yattığını daha önce de yazmıştım, ama bugün, bu sendromla ilgili olan "Bir türlü saygı görememek" olgusundan bahsedeceğim.. >>
İnsan ruhani bir varlıktır ve bütün o koşuşturmasının ardında, sevilmek (ve takdir edilmek) isteği vardır. Bunun dışında parası pulu makamı rakamı hepsi araçtır. Maddiyatın önemsendiği bir zamanda yaşarken, "maddi" araca büyük önem atfedilir ama asıl konu asla maddiyat değildir..
Sadece eski Kam geleneği ve Budizm Taoizm değil, bütün mistik öğretilerin ve dinlerin mütevazılığı övmesi boşuna değildir, zira insan bir yaşa geldikten sonra, maddiyatın asıl mesele olmadığını anlar, bu zor da değildir, yeter ki vicdan sahibi iyi biri olunsun...
Rusya, yarım saat içinde bütün NATO ülkelerini imha edebileceği gibi ifadeler kullandığı açıklamalar yapıyor. Buradaki tehlikeli megalomani çok tipik: böyle bir "şey" olurken, Rusya'nın, bu olayların dışında bir yerden "olanı" seyredeceğini sanıyor!.. >>
"Harita başı megalomanisi", pahalı kitsch tipi mobilyalarla kaplı, kocaman şömineli bir salonda, kocaman bir haritanın başında nereden nereyi vuracağını konuşanların işidir. Masadaki oyuncak tankları nereye süreceğinizi falan konuşursunuz.
Sahici askerler gerçekçidir...
Savaş çok ciddi bir iştir, vasatlığa, kibire ve onun neden olduğu ahmaklıklara tahammülü yoktur. Dünyanın en büyük gücü bile olsa, masabaşı megalomanisi daima yanılır, kayıpları mutlaka yüksek olur, -tıpkı şimdi olduğu gibi.
Dünya, 1945'den beri en tehlikeli dönemini yaşıyor...