Putin'in Ukrayna savaşı bağlamında kapitalist sistemin krizini ve önümüzdeki yakın gelecekteki olası "gelişmeleri"ni konuştuğum Alman (düşünür) bir dostum (sohbetin bir bölümünün söyleşi halinde yakında basında yayınlanacağını umuyorum) pek parlak bir perspektif çizmedi... >>
Tabii doğamız gereği iyimser olduğumuzdan, geleceğin iyi ve hatta sansasyonel gelişmelerinin ucu da göründü sohbetimizde. Fakat düşüncelerde giderek daha net kristallendiği üzere, geleceğin önündeki en önemli engellerden biri, kapitalizmin ana fikri demek olan "Özel Mülkiyet"...
"Özel Mülkiyet"i marksist açıdan yorumlayıp, onun geleceğe doğru nasıl aşılabileceğine kafa yoran ve bu konuda net konuşabilecek olan bir dost daha var, umarım onunla da bir söyleşi gerçekleştirebilirim veya ona atıfta da bulunarak konu hakkında bir yazı yayımlayabilirim...
Kendi alanında uzman ve benimle diyaloğu seven çok yakın başka yabancı bir dostla da "Sinema'da şiddetin neden ve nasıl yükseldiği" konusunda tartışıyoruz. Bu konuda da en azından bir Thread gelebilir, ama diyalog halinde karşılıklı bir sohbet yapıp yayınlamamız da mümkün...
Sadece Türkiye değil, Dünya da oldukça hızlı bi sürece giriyor ve bu süreci karşılamanın en iyi yolu galiba özgür düşünceye alabildiğine açılmak, (benim için) kişisel yolu da sanatsal ifade biçimlerini çok daha ciddiye almak olabilir. Yani malesef daha az okuyabileceğim...
Uzun zamandır konuşuyoruz:
Tarihin çok özel bir intervalinde/aralığında yaşıyoruz ve hiç kolay değil, ama Türkiye'nin geleceğe doğru ilk 30 yılı, Dünyanın da geleceğe doğru 200 yılının şekillendiği bir dönem sözkonusu ve o nedenle çok heyecan verici... << #KonstantiniyeNotları
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Geçtiğimiz hafta ilgi alanıma giren konuların başında Rusya bulunmaktaydı. Sol tandanslılığın getirdiği ilgi nedeniyle Sovyetler Birliği tarihine (ve Leninist klasiklere) aşina olduğumdan, Rusya konularına çabuk adapte olabiliyorum. Putin biyografileri revaçta... >>
Takip ettiğim "Lettre" dergisinin neredeyse bütün yazıları Rusya (ve tabii Ukrayna) ile ilgili.
Avrupa'da Rusya ve Putin rejimi hakkında yeni kitaplar da artmış durumda. Türkiye'de böyle değil.
Putin konusunda okuduğum son kitap, Michel Eltchaninoff'un "In Putins Kopf"u...
Başka bir ilginç kitap, konsepti nedeniyle ilgimi çekti: "Alman-Rus Yüzyılı". Stefan Creuzberger'in kitabı, (Das deutsch-russische Jahrhundert). Yazar iki ülkeyi hem tarihi hem kültürel alanda hem kıyaslıyor, hem de ortak tarih üzerinden irdeliyor...
Türklerin din anlayışından bahsederken, Kuzey ve Orta Asya kökenli eski geleneksel Göçebe spiritüalizmi/inancı ve bunun pratiğinden de söz etmek gerekiyor.
Ortak gelenek, Lappland-Finlandiya'dan, Yakutistan ve Kamçatka'ya, güneyde Türkiye,den Tibet'e Japonya'ya uzanıyor... >>
1. Ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın ilk yarısında Batılı Antropologların "şamani" ayin biçimleri ve Kamların geniş bir bölgede birbirleriyle benzerliklerine bakarak, Kam geleneğini "Arktik Histeri" diye "açıklamışlardır", tabii bu tanıma, Kuzey Amerika yerlileri de girer..
2. Birçok bilim ve de dilim adamlarının Yakutlara bakarak taktıkları "şaman" lafı yanlıştır, Türkçe bu fenomenin, yani eski göçebe inancının 'Kutsal kişileri'ne "Kam" denir ve bu ad, Divânu Lügati't Türk'de (Bilinen ilk Türkçe sözlük) dört kez geçer...
Türklerin din anlayışının şekillenmesini üç ana başlık altında inceleyebiliriz, bunların ilki, kadim Göçebe inanışlarının tüm Kuzey Yarımküre'nin kuzeyini baz alan (ve Batılı Antropologların 19. Ve 20. Yy'ın ilk yarısında "Arktik Histeri" diye adlandırdığı) "Kamlık" geleneği.. >>
Kamlık geleneği, insanlığın en eski mistik inanç sisteminin -Göçebe kültürü üzerinden- günümüze kadar ulaşmış hali olduğundan, "Su gibi"dir, daha sonra -yönetici elitler üzerinden- "kabul edilen" (Bon, Burhancılık, Nasturilik, İran tipi İslam vd.) inançlar, su bazlı Çay gibidir..
Türklerin İslam'a ve diğer dinlere yaklaşımı, 16. Yüzyıl başlarına kadar, esasen "Suya eklenen Çay" prensibi gibi işlemiştir, yani eski kadim Kam (ve Tengri inancı), İran üzerinden alınan İslam ile renklendirilmiştir ve Türkler bu konuda tek değildirler...
Türkiye'de "ana akım medya" (saçma) başlığı altında değerlendirilen ve sahiden de kimsenin okumadığı, seyretmediği, dinlemediği "medya" bir yana, asıl medya artık sosyal medya. Bunları tek tek değil de bir arada (yani birlikte) izlerseniz, belli bir kaliteye yaklaşıyor... >
Bazıları çok iyi, bazen aynı iyi yayın kaynakları, laçkalıktan, "abicim" muhabbetinden ve karşılıklı yıkama-yağlama hal ve vaziyetinden seyredilemiyor da olsa, gene de "ana akım medya"dan daha iyiler, ama bazı yanlar "oldukça eksik, mesela dış haberler ve yorumlar...
Türkiye'de dış habercilik topyekün sorunlu görünüyor, zira burada mesele, sadece "kim daha iyi haber veriyor" meselesinden ziyade, "neyi" haberleştiriyor ve "nasıl" haber veriyor gibi sorularla ilgili.
Dış haberler esasen sadece "Türkiye'yi doğrudan ilgilendirenler"le sınırlı...
İslamcılığın kendi başına bir alternatif haline gelebilmesi mümkün değildi. Batılı ülkelerin "dinsiz" Sovyet yayılmacılığına karşı bir tür "önlem" niyetine manevi yanlarının yüksek olduğu varsayılan İslamcılığı seçmesi, İslamcılığa tarihlerinin en önemli fırsatını sundu... >>
İslamcılığı, "Teolojik Politika" konteksinde değerlendirmek galiba daha doğru olacaktır. Teolojik politika, "Tek ilâhî gerçeği" kendinin temsil ettiği iddiasındaki siyasi grupları/cemaatleri/partileri ifade eder. Kendini "biricik" saydığından, diğer benzerlerinin düşmanıdır...
Teolojik Politika örnekleri Hindular arasında Hindistan'da, Budistler arasında Güneydoğu Asya'da da var, ama bunlar SSCB yayılmacılığına karşı seçilmediklerinden (çünkü oralarda petrol yok) İslamcılar gibi öne çıkmamışlardır...
Türkiye hareketli bir döneme doğru ilerliyor. İşin ilginç yanı, olaylar sadece burayla sınırlı değil, bütün dünyada yaşanacağa benziyor, hatta Türkiye'de daha yumuşak bi geçiş olasılığından bahsedilebilir. Bu arada kaderini bekleyen İslamcılık, topyekün topu atmış görünüyor... >>
Hiçbir zaman gerçek bir entelektüel seviyeye sahip olamamış Türk İslamcılığı, en az elli yıl boyunca sahip olduğu sınırsız imkana ve sınırsız kaynağa rağmen, yere göğe koyamadığı "Başyüce"ci Necip Fazıl'ın şiirlerini bile başka dillere çevirtip Dünyaya maletmeyi denemedi...
Entelektüelizmden tamamen uzak İslamcılığın sıradan konularda bile inandırıcılığını yitirdiği süreçte, sıradan gazeteci tartışmalarına bile laf yetiştiremeyerek, insalları sadece korkutup susturmaya çalışmak gibi fikirle artık alakası olmayan seviyeye kadar düştüğü görülüyor...