İslam maskeli Gizli Ermeni,Gizli Rumların maaşlı trolleri bu günde #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açmışlar
AKP ve diğerleri,Son 1200 yıllık tarihimizin emsalsiz kahramanı, devlet adamı, Büyük kurtarıcı Atatürk'ün İslam'a yaptığı hizmetlerin binde birini yaptı mı?
Vatan hainisiniz!
GİZLİ ERMENİ VE RUMLARIN TROLLERİ, VATAN HAİNİSİNİZ!
Yazıklar olsun!
Yediğiniz içtiğiniz aldığınız nefes bile haram olsun!
Bu gün İngilizlerin sömürgesinde uşaklık yapmıyorsak bunu Atatürk'e borçluyuz
Vatan hainiesiniz
Tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği vatanımızı kurtarmış ülkemizi, Çağdaş zengin ve Tam Bağımsız hale getirmiş bir devlet adamının dininden size ne?
Sizler Atatürk'ün İstiklal Savaşı sırasında yendiklerinin içimize bıraktığı nifak tohumlarısınız!
Alayınız vatan hainisiniz!
4- ATATÜRK'ÜN DİN ANLAYIŞI
Değerli Arkadaşlarım,
Atatürk’ün dîni yönü ya tam tanıtılamamamış ya da içimizdeki hainlerin yanlış tanıtma çabaları daha çok başarılı olmuştur
Atatürk Türk gençliğinin önemli bir bölümüne din düşmanıymış şeklinde gerçek dışı bir şekilde tanıtılmıştır!
5- Cumhuriyetimizi yıkmak, Din istismarıyla ceplerini doldurmak, saltanat kurmak için halkı aldatan, bidat ve hurafeleri dindenmiş gibi göstererek insanlarımızı zehirleyenler Atatürk'ün din maskesiyle zararlı faaliyetlerin tekrar oluşmaması yönünde aldığı tedbirlere tepkilidir.
6-Türk düşmanlarının, güzel vatanımızı meczuplar ülkesi haline getirmek isteyenler,r iftiralarla sürmektedir. #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar iftiralarla Atatürk’ü dine karşıymış gibi gösterme çabası içindedirler!
7-Gerek Atatürk'ü savunduğunu sanarak din aleyhtarlığı yapılırken, gerekse #AtatürkMüslümanDeğil şeklinde İftiralarla Atatürk aleyhtarlığı yapılırken sanki dindar olmakla Atatürkçü olmak birbirine zıt olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Tüm bunlar gerçeklere aykırıdır.
8-Atatürk hayatı boyunca din aleyhine bir tek söz söylemediği gibi tam tersine dini, gerçek dindarı, hakiki din adamını övmüştür.
Atatürk daha sonra liseler için yazdırdığı tarih kitaplarının “İslam Tarihi” bölümünü, bizzat kendisi kaleme almıştır.
9- Atatürk'ün Kur’an-Kerim’i tercüme ve tefsir edebilecek ölçüde Arapça bilgisine sahip olduğu da bilinmektedir
Devrin en önde gelen Bilim adamlarına 3 ayrı Kuran tefsiri yazdırmış onlarla birlikte incelemiş hatalarını İslam bilim adamlarının önünde göstererek düzelttirmiştir
10- Atatürk, Erzurum Kongresinde irad ettiği nutukta, sözlerinin şöyle bitiriyordu: “En son olarak niyaz ederim ki, Cenab-ı Vahibü’l Amal Hazretleri, Habib-i Erkem hürmetine, necib milletimizi muvaffak buyursun!, Amin” demiştir.
11- Büyük Millet Meclisi’nin açılışında önce Hacı Bayram Camii’nde kılınan namazdan ve Hacı Bayram türbesinde sonra Büyük Millet Meclisi’nde dualar edilir ve Mustafa Kemal,yaptığı konuşmada,:
“... Cenab-ı Hakkın avn-ü inayeti bizimledir” diyerek, ihlasının göstermiş olur.
12-Yaveri Muzaffer Kılıç:“28 Ağustos’ta Kocatepe’de Mustafa Kemal:“Ya Rabbi! Sen Türk ordusunun muzaffer et, Türklüğün Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme!” dediğini anlatır.(Atatürk'e yazıcılık yapan dedemde bu sahneye şahit olmuştur)
13-Yaveri Muzaffer Kılıç"İşte bu duadan sonra Atatürk'ün gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünün gördüm”der
Paşaları karşısına alarak,tüm sorumluluğu üstlenerek Büyük Taarruza karar veren, Vatanımızı kurtaran Devletimizi kuran,Atatürk'e #AtatürkMüslümanDeğil demek hainliktir!
14- Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda küçük şehirlerde ve kasabalarda Cami yok denecek kadar azdı.
Kiliselerin sayısı Camilerle yarışıyordu. Müslüman Türk insanı, Hristiyan Rumlar karşısında ezikti.
15- Türk insanı, adeta Türk olmanın utancını duyuyordu. Din adına insanların kafasına yerleştirilen yalanların hurafelerin yerine gerçek İslam dininin öğretilmesi gerekiyordu. Camilerde Ecnebi asıllı hoca kılıklı ajanlar cirit atıyordu.
16-Atatürk, Diyânet İşleri Başkanı Rifat Börekçi ile birlikte meydana getirdiği heyetle, halkın anlıyabileceği Kuran'ın tercümesi çalışması önemlidir
Atatürk Sadece Kur'an değil sağlam hadislerin tesbit edilerek kitap halinde dağıtılması hususunda çalışmalara başlamıştır.
17- Cumhuriyet döneminde çıkan ilk Kuran tefsiri, Mehmet Vehbi Efendi'nin Hulastu'l Beyan isimli eseriydi.
Hazırlığı eski yıllara dayanan eser, 1924 yılında 15 Cilt olarak basıldı. Ancak Atatürk bu eseri de yeterli görmemiştir.+ #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
17- Atatürk'ün emri ile hazırlanan ve 1927 yılında tamamlanan Prof. Dr. İsmail Hakkı İzmirli'nin tercümesi beğenilmiştir.
Ancak Türk tarihinin en önemli tefsir çalışması, Atatürk'ün emriyle hazırlanmaya başlanan "Hak dini Kuran Dili" isimli eserdir.+
18- Elmalı'lı Hamdi Yazır tarafından, bizzat Atatürk'ün görevlendirmesiyle 1924 yılında başlatılan bu çalışma, 1936 yılında tamamlanmıştır.
Hak dini Kuran Dili Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Türkiye'nin her tarafına 110 bin adet basılarak ücretsiz olarak dağıtılmıştır.
19- Ercüment Demirer, bakınız ne diyor: "Cumhuriyet’in ilk Diyanet İşleri Başkanı rahmetli Rifat Börekçi' den defalarca dinledik!
" Rifat Börekçi, bize şöyle söylemişti: "Ata'nın huzuruna girdiğimde beni ayakta karşılardı. Utanır, ezilir, büzülürdü.+
20-Rifat Börekçi "Paşam beni mahçup ediyorsunuz dediğim zaman Din adamlarına saygı göstermek, Müslümanlığın icaplarındandır" buyururlardı.
Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi devamla "Atatürk, Yüce dinimize ve din adamlarına karşı çok saygılıydı inançlıydı +
21- Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi devamla "Atatürk şahsi çıkarları için kutsal dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını sevmezdi."diyordu. #AtatürkMüslümanDeğil tagı açanlar haindir.
22- Osmanlı'da hutbeler, Arapça olarak okunurdu.Halk, hutbenin ne olduğunu anlamadığı için sadece dinlediği müziğe önem verir, müziğin makamları ile ilgilenirdi.
Hutbelerle en çok ilgilenenler de musiki meraklıları olurdu. +
23-Hocanın ne dediğini kimse anlamadığı için köylerde ve kasabalar sahte hocalarla doluydu
Camiler, birer ilim ve irfan yuvası olmaktan çıkmış ne olduğu anlaşılamayan bir ibâdetin icra edildiği cehâlet yuvaları haline gelmişti. #AtatürkMüslümanDeğil tagı açanlar haindir.
24- Atatürk bu cehâlete son verdi. 1 Mart 1922 tarihinde mecliste yaptığı konuşmasında :
"Camilerin mukaddes minberleri, halkın rûhî, ahlâki gıdalarına en yüksek ve en verimli kaynaklardır. + #AtatürkMüslümanDeğil tagı açanlar haindir.
25-Minberlerden halkın anlıyabileceği dille, ruh ve Beyine hitap olunmakla müslümanların vucudu canlanır"+
Atatürk hutbesinde "Halkın anlıyabileceği dillehutbe beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir,kalbi cesaret bulur." diyordu. #AtatürkMüslümanDeğil tagı açanlar haindir.
26-Atatürk, bir yıl sonra 7 Şubat 1923 tarihinde, Balıkesir Paşa Camii'nde bir Cuma Hutbesi okudu. Bu konuşmasında şunları söyledi.
"Sevgili milletdaşlarım,hepiniz bilirsiniz ve kabul buyurursunuz ki, Allah birdir ve şanı büyüktür.+ #AtatürkMüslümanDeğil tagı açanlar haindir.
27- Bunun için, Cenab-ı hakkın selâmı, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun.
Peygamber Efendimiz Hazretleri Cenab-ı Hak tarafından insanlara haka-yıki tebliğe memur ve resùl olmuştur. + #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
28-O, insanlara feyiz ruhu vermiş ve dinimiz de yeryüzünde son din-i mübin olmuştur. İslâm dini mükemmeldir.
Aklî ve Mantıkîdir. Bu böyle olmamış olsaydı, kendisiyle diğer kavanin-i tabiiye arasında tezat olması icab ederdi.+
29-Çünkü Bilcümle kavanin-i kevniyenin menba-ı Cenab-ı Allahtır.
Efendiler, Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.
Herşeyden evvel itaat ve inkıyad-ı tamme ile ibadet, din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek için yapılmıştır+
30-Çünkü Bilcümle kavanin-i kevniyenin menba-ı Cenab-ı Allahtır.
Efendiler, Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır.
Herşeyden evvel itaat ve inkıyad-ı tamme ile ibadet, din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini düşünmek için yapılmıştır+
31- Hutbede ünün meselelerine temas ederlerdi. Yani hutbelerde o günün askeri, siyasi, mali ve içtimai hususlarına yer verilirdi. "demiştir.
Atatürk Cumhuriyet tarihinde Camilere çıkıp vaaz veren ve bu gün Türkçe dinleyerek öğrendiğimiz hutbelerin yolunu açan devlet adamıdır.
32- Atatürk, eski tüm Kur'an çevirileri üzerinde İslam bilimadamları ile birlikte çalışmalar yapmıştır. Bu çeviriler üzerinde yaptığı çalışmalarda bir çok kusurlar bulunduğunu tesbit ederek, teşekkül ettirdiği heyetlere durumu incelettirmiş,doğrusunu yazdırmıştır. +
32-Mesela bir tercüme de"Erkeklerin baldızları ile evlenebileceğinden" bahsediliyordu.
Atatürk "Kuran'da tam tersinin yazdığını,Karısı yaşarken kişiye baldızının haram olduğunu"söyledi. Atatürk'ün tesbitlerinin doğruluğu görüldü.Heyet üyeleri gözlerinden kaçtığı için üzüldüler.
33- Atatürk, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı geliştirmekle, daha önce ülke düşmanı ajanların cirit attığı,ülke aleyhine her türlü oyunun tezgahlandığı fesat yuvaları halinde çalışan müesselere çeki düzen vermiş, İslâmiyetin öğrenilmesi konusunda uzmanların yetişmesine önder olmuştur
34-Tekkeler,bu günkü Cemaatler gibi Din dışı faaliyetlere yönelmişler, öğreti meclisinden ayrılmış, bazı tekkeler, tıpkı bu gün olduğu gibi işret, zina, ve livata gibi İslâm dininin kesin olarak haram eylediği kötü şeylere sahne olmuşlardı #AtatürkMüslümanDeğil diyenler haindir
35-Dönemin ünlü İslam önderlerinden Kenan Rufai şunları söylüyordu:
"Tekkelerin kapatılması çok isabetli oldu. Tekke şeyhlerinin bir çokları cahildi, şeyh demek mürşid demektir, cahil bir insan mürşid olamaz, gerçek mürşid sadece tekke'de değil her yerde halkı irşad edebilir."
36- Mustafa Kemal Paşayı İslam dinine düşman olarak göstermek mümkün değildir. #AtatürkMüslümanDeğil etiketi iftiradır.
Gazilik unvanı her şeyden önce İslami bir unvandır ve hiçbir gayri Müslim bu unvanını kullanamaz. Bu unvan , bizzat TBMM tarafından verilmiştir.
37- Gazi Mustafa Kemal Atatürk bizim için Cumhuriyet, egemenlik, bilim, akıl demektir.
Türklerin kurduğu 16-20 Cihan devleti var ; Cumhuriyet hariç hanedan devletidir.
Sadece yaşadığımız Cumhuriyet yeni bir sistemle kurulmuştur. Egemenlik , kayıtsız şartsız millete verilmiştir.
38- #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanların hedefi, Atatürk ü halktan yabancılaştırmaktır.Bu Milli bir kahramanı halkın gözünden düşürme çabasıdır
Bu oyunların arkasında İslam maskeli Gizli Ermeni, Gizli Rum hainler vardır. Atatürk düşmanlığı Türk düşmanlığıdır. Vatana ihanettir!
38- #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanların hedefi Buradaki amaç, AB ilerleme raporlarına bile giren , Atatürk'ü Türklerden yabancılaştırmak ve Türkiye’yi ele geçirme çabasındaki siyasi anlayıştır. Arkasında Büyük Ortadoğu Projesi (BOP),Vatikan , AB ve İsrail vardır…
39- Atatürk İslam dinini gerçek haliyle halka anlatmıştır.
"Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, Müslüman erkeğin ve Müslüman kadının beraber olarak bilim ve bilgi kazanmasıdır." (31. 01. 1923, İzmir)
40- Atatürk Bakınız ne diyor : "Bizim dinimiz en makul ve tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olabilmesi için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur." 31. 1. 1923 İzmir
41- Atatürk Bakınız ne diyor : "Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı tavsiye etmez. Aksine Allah da Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor." 5. Şubat 1923 Akhisar. #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
42- Atatürk Bakınız ne diyor "Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum." 29. 10. 1923, Fransız Muhabiri Maurice Pernot’ya Demeç.
43- "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, fitneye dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. (1925)
44- Atatürk Bakınız ne diyor :"Arkadaşlar, efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. " #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
45- Türk milleti daha dindar olmalıdır. Yani, bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum. (Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1997, Cilt III, s.93)
46- Hangi şey ki akla, mantığa, kamu çıkarına uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur.Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı en mükemmel olmazdı, son din olmazdı. (AAMD. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1997, Cilt II, s.131).
47- Bizim dinimiz en makul ve doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. (1923, İzmir) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94) #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
48-Bazı kimseler çağdaş olmayı dinsiz olmak sanıyorlar. Asıl dinsizlik onların bu düşüncesidir. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, Müslümanların dinsizlere esir olmasını istemek değil de nedir? (1923, Adana) (AAMD Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1997, Cilt II, s. 132)
49- Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, akıldadır. (1923, Adana) (AAMD Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara 1997, Cilt II, s. 132)
50- Atatürk bakınız ne diyor : "Din, lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. (Atatürk'ün Hususiyetleri, Kılıç Ali, Sayfa ll6 #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
51- Atatürk "Bizi yanlış yola sevkeden habisler (kötü kişiler) biliniz ki çok kerre din perdesine bürünmüşlerdir.
Saf ve nezih (temiz) halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatabilmişlerdir.
Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz," + #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
52- +görürsünüz ki mileti mahveden, esir eden, harab eden fenalıklar, hep din kisvesi (görünümü) altındaki küfür ve mel'anetten gelmiştir,
Onlar her hayırlı hareketin karşısına dinle çıkarlar. Halbuki hamdolsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindârız,+
53- Atatürk "Dinimizde Ruhban yoktur. Dinin icablarını öğrenmek için derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur.
Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidir"diyordu.
Atatürk'ün Adana Seyahatleri, Taha Toros,
54- Atatürk "Din, vardır ve lâzımdır. Temeli sağlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat binası uzun asırlar ihmale uğramış"diyordu.
Yakınlarından Hâtıralar, Sahife 102, Asaf İlbay
55- Atatürk "Milletimiz Din ve Dil gibi kuvvetli iki fazilete mâliktir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekib alamamıştır ve alamaz..."diyor.
1923, Söylev ve Demeçleri, Cild II, Sahife 66 #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
56- "Din simsarlığına müsaade edilmemelidir. Dinden maddî menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir.
İşte biz Dinimizi kendi çıkarmarı için kullanan bu vaziyete muhalifiz (karşıyız) ve buna müsaade etmeyeceğiz."
1930, Atatürk'ün Hususiyetleri, Kılıç Ali, Sahife:ll6
57- "Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif (karşı) değiliz." Yakınlarından Hatıralar, Asaf İlbay, Sahife:l03. #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
58- "Hayat felsefesinin garip bir tecellisidir ki, her faydalı ve her yeni şeye karşı mutlaka bir kuvvet çıkar. Buna bizim dilimizde gericilik (İrtica) derler. İşte bu gericiliğin yok edilmesi için gerekli önlemleri önceden almış olmak gerekir." 18.01.1923, İzmit
59- Biliriz ki, Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar iyilikleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Bugün evrenden esirgediği algılamayı, aklı insanlara vermiştir. (17. 02. 1923, İzmir İktisat Kongresini Açış Söylevi)
60-Allah, Hazreti Âdem Aleyhisselâm'dan itibaren çok sayıda nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat Peygamberimiz vasıtasıyla en son dini ve uygarlık gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı kullanarak temasta bulunmaya gerek görmemiştir.(01.11.1922, TBMM.)
61- Laiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve din istismarıyla mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını sağlamıştır. (1930) #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
62-"Ahcam bir fesat ve hainlik ocağı bulunan memlekette nifak tohumları saçan,Hıristiyan vatandaşlarımızın huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket nedeni olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız" 25.12.1922,Le Journal Muhabiri Paul Herriot’ya Beyanat
63-"Kur’an-ı Kerim’de,“dinde zorlama yoktur” buyurulduktan başka, “Ey Muhammed! Rabbin dileseydi yeryüzünde bulunanların hepsi inanırdı.
Öyle iken insanları inanmaya sen mi zorlayacaksın?” buyurulur ve daha pek çok yerde, “peygambere düşen sadece tebliğ etmektir”hükmü yer alır"+
64- Atatürk devamla şunları söylüyor : "Bu sebeple din ve vicdan hürriyeti, İslamiyetin vazgeçilmez düsturlarının başında gelir." #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
65- Atatürk şunları söylüyor “Herşeyden evvel hakikat olarak bilelim ki, bizim dinimizde bir özel sınıf yoktur. Rububiyeti ve Ruhbanlığı reddeden Yüce dinimiz, inhisarı hiç kabul etmez...” #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açanlar haindir.
66-" Dinimizin hakikatı öz düşüncesini tetkik, öğretecek, bilimsel ve fenne uygun sahib olmalıyız"1923 Söylev ve Demeçleri, Cild II, Sahife:90
"Güzide ve hakikî ulemay-ı kirâm da yetiştirecek Yüksek Kuruluşlara mâlik olmalıyız. " 1923 Söylev ve Demeçleri, Cild II, Sahife:90
67- "Din ve mezhep, herkesin vicdanına kalmış bir iştir.Hiç bir kimse hiç bir kikmseyi; ne bir din ne de mezhep kabulune icbar edebilir (zorlayabilir). Din ve mezhep hiç bir zaman politika âleti olarak kullanılamaz. " (Atatürk'ün Hususiyetleri, Kılıç Ali, Sayfa l7)
68-Değerli Arkadaşlarım,
Bu konuda daha fazla yazarak sizleri yormak istemiyorum.
Gördüğünüz gibi her bir söylemi bu gün yaşadığımız sorunların oluşmaması için söylenmiş olup İslam Dinine ve akidelerine uygundur +
69-Atatürk düşmanlığı yapanlar #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açarak Vatanımızın kurtarıcısına iftira atanlar Türk Milletinin gerçek düşmanlarıdır
Atatürk Türkçü ve Türk Milliyetçisiydi kesinlikle dinsiz veya İslam dinine karşı değildi
Dini kendi emellerine alet edenlerekarşıydı
70-Cumhuriyetin kurucuları Vatan yolunda mücadele etmişlerdi kuşkusuz ki inançlı insanlardı. Dinlerine bağlıydılar.
Ancak bu bilge kişiler dindar olmakla evreni ve yaşamı dinsel esaslara göre anlamak ve düzenlemenin çok farklı şeyler olduğunu anlamışlardı.+
71-Cumhuriyeti kuranlar Dinin zarar görmemesi için siyaset dışı tutulmasını hukukun ve bilimin, yaşamı yönlendirmesine karar vermişlerdi
Dinin Allah ile kul arasında zarar görmeden kalmasını Din eğitimi ile ilgili yoğun bir hizmetin yapılmasının gerekliliğine inanmışlardı+
72-Devlet, insanlara, topluma hizmet için vardır.
Bir ulusal devletin kanatları arasında farklı dinde mezhepte insanlar, gruplar yaşar.
Din ve mezhep güden bir devlet yönetiminin vatandaşlara karşı tarafsız olması, onlara eşit davranması mümkün olamaz.+
73- Devlet çok önemli bir kurumsal düzendir. Devlet bireylere ve topluma eşit düzeyde, taraf tutmadan hizmet vermek için kurulmuştur.
Yansızlığını yitiren bir devlet, meşruluğunu ve birleştiriciliğini de yitirir. Ulusal birlik zedelenir, toplumsal dayanışma çözülür.+
74-Devletin resmen belirli bir dini benimsememesi, vatandaşların kendi dinî akidelerne bağlılıklarında onlara özgürlük ve inanç güvencesi sağlar
Laiklik dinsizlik olmayıp bireylere inanç ve fikri özgürlüğünün yanı sıra, vicdan özgürlüğü ile itikat ve ibadet özgürlüğünü sağlamıştr
Değerli arkadaşlarımızın zamanlarını almayalım.
Bu geceki paylaşımımız da #AtatürkMüslümanDeğil etiketi açan hainlere, Atatürk'ün deyişleriyle ve tarihin gerçekleriyle cevap verdik.
Tüm Değerli Arkadaşlarımıza yürekten Sevgiler, Saygılar, Selamlar.
01 Agustos 2022 Saat 05.30
76-Cevap :Atatürk inançlıydı gibi göstermek diye bir durum söz konusu değil. Savaş dönemi arkasından Cumhuriyet kurulmuş bütün yıkıcı faaliyetler din üzerinden yapılıyor. Önde gelenler az sayıda asker az sayıda bilim adamı gerisi yöreden seçilen Hocalar. Halk iyice uyuşturulmuş.+
77-Atatürk inançlıydı gibi göstermek diye bir durum söz konusu değil. Savaş dönemi arkasından Cumhuriyet kurulmuş bütün yıkıcı faaliyetler din üzerinden yapılıyor. Önde gelenler az sayıda asker az sayıda bilim adamı gerisi yöreden seçilen Hocalar. Halk iyice uyuşturulmuş.+
78-Atatürk Devlet kurucusu toplumsal düzeni sağlamaya çalışıyor nereden başlayacağını biliyor ona göre davranıyor. Daha sonra ezanın Türkçe okunmasını destekleyecek kadar da Ulusçudur. Türkçecidir.
Ne yaptıysa Türklüğü, milletimizi ilelebet yaşatmak için yapmıştır.
79- CEVAP Sevgili Kardeşim, Tagları açanlar bunları değil bizi okuyor ve şaşırıyor. Tag gündeme geldikten ve belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra cevap mahiyetinde paylaşıyoruz. Ancak okuyanımız fazla olduğu için Tagda yukarıya yerleşiyor. Oyunları bozuluyor. Çok rahatsızlar
Sözlerimiz Ermeni ve Rum Vatandaşlarımızla ilgili değil. İstiklal Savaşı ve öncesinde İngiliz Fransız ve her türlü ihanetle işbirliği yapan, Anadoluyu kan gölüne çeviren, sonra kimlik değiştirerek bir de İslam maskesi takarak aynı ihaneti sürdürenlerin torunlarıyla ilgilidir.
81- Değerli Arkadaşlarım, #AtatürkMüslümanDeğil etiketini açanlar tiwit atmayı bıraktılar Şu anda tagı açtığınızda bizim twitlerimiz görülüyor.
Bundan sonra meydanı vatan haini trollere bırakmayalım. Aynı etiket altında yazalım anlatalım ki tagı açanlar gerçekleri görsün
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
CUMHURİYETİMİZİ/ DEVLETİMİZİ ETKİSİZLEŞTİRMEK, ÖNEMSİZLEŞTİRMEK VE ORTADAN KALDIRMAYA ÇALIŞMAK SUÇU İŞLENMİŞTİR!
BÖLÜM-1
Değerli Arkadaşlarım,
Anayasa Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı "İstiklal Marşı"dır.
Başkenti Ankara'dır.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş; “Anayasada yer alan 'Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür' ifadesi değiştirilmelidir. Çünkü Devletin, ülkesi ve milleti olmaz.” Diyerek hem bilgisizliğini ortaya koymakta hem de Anayasal Düzeni değiştirmeye çalışma suçunu işlemektedir!
Değerli Arkadaşlarım,
1982 Anayasası, 1924 Anayasası ve 1960 Anayasaları da değerlendirilerek 160 konusunda uzman şahsiyet tarafından hazırlanmıştır.
Binlerce kişi arasından liyakatleri göz önüne alınarak, 34’ü Anayasa Profesörü, 45’i Yüksek yargı dâhil bürokrat ve 79’u çeşitli meslek gruplarından seçilen 160 kişi tarafından 8 ay üzerinde çalışılarak ve çeşitli meslek kuruluşları ve konunun uzmanları ile sürekli istişare edilerek hazırlanmıştır.
Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Orhan Aldıkaçtı ile yaptığımız görüşmede, "Cumhuriyetimize / Devletimize ve Milletimize layık bir Anayasa yapıldığını, Danışma Meclisine arkasından halk oylamasına sunulacak Anayasanın 160 uzmanın 236 günlük çalışması ile meydana geldiğini" söylemişti.
Şimdi 160 bilim ve meslek adamı 230 gün gece gündüz çalışmış ve Numan Kurtulmuş’un gördüğünü görememiş de “Devlet” yerine “Millet” yazılması gerektiğini Numan Kurtulmuş mu görmüş!
Vay vay vay,
Ziya Paşa’nın dediği gibi "ne günlere ne damlara kaldık" Bunlarda bu milleti temsil mevkiinde oturuyor. Bunlarda konuşuyor ve Millet dinleyip önemli bir şey dedi sanıyor!
Değerli Arkadaşlarım,
Devlet, kısa tarifiyle “Ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlamış, milletleşmiş toplumların sosyal yaşamlarını düzenlemek ve daha müreffeh yaşamak amacıyla oluşturdukları bir örgütlenme biçimi, diğer bir ifadeyle Millete ait olan Egemenlik gücüyle milleti/Ulusu korumak üzere donatılmış, bir Ulusal birliktir”
Değerli Arkadaşlarım,
Devlet, karmaşık bir sosyal, siyasal ve hukuki bir yapıdır. Devlet üç ana temel güçten oluşur
1- Millet 2- Vatan/Yurt Toprağı 3- Siyasi/Demokratik veya teokratik yönetim.
Tüm Anayasa hukukçularının ve Hukukla iştigal durumunda kalmış tüm vatandaşlarımızın bileceği gibi Devlet bu unsurlardan yalnızca birine indirgenemez.
Devlet bu üç temel güçten biriyle yer değiştiremez.
Yani Numan kurtulmuş’un söylediği gibi laf ebeliği ile “Devlet” ile “Millet” yer değiştirilemez.
Koca Ragıp Paşa ’nın, “Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler" deyişinde olduğu gibi Numan Kurtulmuş’in bu sözleri bilgisizliğinden değil, "Devleti etkisizleştirmek, güçsüzleştirmek, önemsizleştirmek için yürütülen sinsi bir planının dışa vurumu dur."
Numan Kurtulmuş bilinçli bir şekilde Anayasal düzeni yıkmaya çalışma suçunu işlemektedir.
Devam Ediyoruz.
NEDEN ANAYASA İLE UĞRAŞIYORLAR?
Bölüm-2
Değerli Arkadaşlarım,
Anayasanın ilk 5 maddesi “Yeni kurulan Türk devletini" kısaca “Türkiye Cumhuriyetini” Altıncı maddesi ise "İlk 5 Maddede Bahis olunan Devletin/Cumhuriyetin Kurucusu olan Milletin Egemenliğin ve kayıtsız şartsız kendisine ait olduğunu" ifade etmekte devamla “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” Denilerek ilk 5 maddede bahsedilen devlet ile Millet arasındaki bağ en mükemmel şekliyle anlatılmaktadır.
MARUZ KALDIĞIMIZ TÜM İHANETLERİN ANA SABEBİ YÜCE DEVLETİMİZİ/CUMHURİYETİMİZİ YIKMAKTIR!
Değerli Arkadaşlarım,
Bir önceki bölümde iade ettiğimiz gibi Devlet üç ana temel güçten oluşur.
1- Millet 2- Vatan/Yurt Toprağı 3- Demokratik veya teokratik yönetim vd.
İşte bu üç temel unsur zafiyete uğrarsa devlet yıkılır!
1-Yabancılara toprağını veren devletin gücü azalır. Vatan/Yurt dediğimiz Toprakların tümünü kaybeden devlet ortadan kalkar.
2-Devleti teşkil eden milletin etnik parçalara bölünmesi, bu parçaların kendini devlete ve millete ait saymaması, devletin hayatiyetini tehlikeye sokar!
3- Devleti yöneten siyasi gücün devletin düşmanlarıyla işbirlik içerisinde olması devletin yıkılma sebeplerinden birisidir.
BU GÜN SİYASİLER VE TEPEDEKİLER ELİYLE DEVLETİMİZ YIKILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR!
İktidar ve yandaşları Türksüz bir Anayasa yaparak, Batı’nın BOP/ Türklerden arındırılmış Anadolu planlarına hizmet etmekte bu sebeple %80’i değişmiş 1982 Anayasasını, Türksüz bir Anayasaya çevirerek, Türk milletinin Cumhuriyetin Kurucusu olması sebebiyle kazandığı hakları, PKK’ gibi etnik, Hizbullah, İŞİD, HTŞ Cemaatler. Din taciri siyasiler gibi Dini Taassup ve şimdilik 13-17 Milyon olduğu görülen ne olduğu belirsiz sığınmacı adı verilen işgalcilerle paylaştırma planları yapmaktadırlar!
Türkiye İstiklal Savaşı şartlarını yaşamakta, 1920 İstanbul hükümeti nasıl işgalcileri ve Türk’ten gayrı herkesin savunuculuğunu yapıyor İngiltere’nin Türksüz Anadolu planlarına hizmet ediyorsa bu gün de BOP Eş başkanı ve Cumhuriyet Atatürk Türk düşmanı siyasiler dahil tamamı Batı’nın BOP/ Türklerden arındırılmış Anadolu planına hizmet etmektedirler.
Türkiye'nin açlık sefalet kötü yönetim gibi çok önemli sorunları varken, sanki tüm sorunlar hallolmuş gibi. Türk, Atatürk, Cumhuriyet/Devlet düşmanı siyasi tarafından Anayasa Değişikliği ile uğraşılması, maruz kaldığımız büyük ihanet ve maruz kalacağımız İstiklal Savaşı ile ilgilidir!
Türksüz Anayasa Türksüz Anadolu demektir. Türk Milletiyle Türk Devletiyle/Cumhuriyetimizle, Atatürk ile uğraşanlar ayaklarını denk alsınlar!
Yapmaya çalıştıkları Anayasal Düzeni Değiştirmektir.
Buna Cumhuriyetin Savcıları başta hiç bir kurum ve kuruluşumuzun müsaade etmemesi gerekir.
Eğer bu "Türksüz Anayasa" ihanetine müsaade edilirse, Atatürk'ün Gençliğe hitabesinin idrakinde olarak, kendisini, Atatürkçü, Kemalist, Türkçü, Devrimci, Milliyetçi vd şekillerde tanımlayan vatan için el ele vermiş Türk Gençliği olarak biz bu ihanete asla ve asla müsaade etmeyiz!
Devam ediyoruz..
TÜRK MİLLETİ OLARAK SALDIRI ALTINDAYIZ!
BÖLÜM 3
Değerli Arkadaşlarım,
Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'un hedef aldığı, "DEVLET" adı verdiğimiz ve Tarih boyunca Türk milletinin yaşaması için elzem görerek "Yüce" kabul edip uğrunda gözümüzü kırpmadan öldüğümüz müessesenin, ortaya çıkması ve dünyaya yayılması insanlık ve medeniyet tarihinde çok mühim ve çok müspet bir hadise olmuştur.
Milletler devlet sayesinde ve devlet içinde teşekkül etmişler, Ulus devletin sağladığı barış ve hukuki nizam sayesinde bir medeniyet okulu ve uçsuz bucaksız bir uygarlaşma sahası ortaya çıkmıştır.
Ulus/Milli devletler, sağlanan huzur ve güven ortamında yüksek felsefe ve ahlak sistemlerinin ortaya çıkmasını, Bilimsel keşif ve teknik ilerlemelerin yapılmasını, kültürel sahada ve kalkınma alanında her türlü gelişmeyi mümkün kılan, zengin müreffeh, uygar uluslar haline gelmişlerdir.
Bu gün Devletimize Ulusal Birlik ve bütünlüğümüze, Devletimizin kurucusu vatanının Kurtarıcısı Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'e yapılan saldırıların temelinde milliyet duygusuyla bir araya gelmiş Büyük Türk milletini ve Ulusal birlik ve bütünlüğümüzü yıkmaya yönelik saldırıların sürmesi kesinlikle müsaade edilmemesi gereken olaylar zinciridir.
Muarızlarımız bizim, Andımızdan, Ulusal kuruluş şeklimizden, Cumhuriyetimizden/Devletimizden, Vatan topraklarından, Türk Adımızdan feragat ederek gelecekte nereye varacağı belli olmayan karmaşaya doğru kimliksiz, milliyetsiz bir Anayasa ile binlerce yıllık Devlet olma tecrübelerimizi bir kenara atarak meçhule doğru yol almaya davet etmemizi istemekte bunu her gün bangır bangır yüzümüze söylemekte böyle daha özgür olacağımızı sanmamızı sağlamaya çalışmaktadır!
Değerli Arkadaşlarım,
Bir milletin kül halinde milli şuurunu/Ulusal bilincini kaybetmesi ihtimali tabii ki yoktur.
Ancak yönetenler ve işbirlikçiler eliyle gece gündüz, devam eden milliyet aleyhindeki faaliyetler, Ulus devletlerin yaşaması ve bekası bakımından çok zararlı ve tehlikelidir.
Çünkü milliyet duygusunun yok edilmesi imkansız ise de, Ulus devletlerin yıkılması Her zaman mümkündür.
Türklüğe hasım, milliyet hissinden mahrum, Ulus devlete, vatana millete, ihanete Ulusal değerlerimize düşmanlık zihniyetine sahip birkaç bin kişinin türemesi, bunların türlü sahalarda devletin önemli mevkilerine geçmesi, tabir caizse, ülkemizin manevi ve siyasi “köprübaşı ” larını işgal etmesi Ulus Devletimizin yıkılması için kafidir!
Değerli Arkadaşlarım,
Uzun bir tarihe sahip, milli şuura, milli seciyeye malik olan bir milletin milli duygusu kolay kolay yok edilemez, Ancak Ulusun tepesine yerleşmiş siyasilerin sistemli yıkım faaliyetleri neticesinde, o milletin kurmuş olduğu milli/Ulus devlet, Ulusal siyasi teşkilatların ve neticede Devletin temelleri sarsılabilir o devlet yıkılabilir.
Hazar İmparatorluğunda ve bunun gibi 50 civarında Türk Devletinde böyle içeriden yıkılma ve dağılma meydana gelmiştir. Millet şuuru kuvvetli olduğu halde, en yakınımızda İran örneğinde olduğu gibi içerideki ihanet sebebiyle vatan toprakları bir anda kaybedilmiş, Doğu Türk Hakanlığı/ Safevi İmparatorluğu veya Kaçar Hanedanlığı adı altında hüküm süren Türk Milleti bir askeri darbe ile kendi bünyesinde yaşayan Farsların esiri vaziyetine düşmüştür.
HER TÜRK’ÜN BİLMESİ GEREKEN ELİM OLAYLARI ANLATMAYA BAŞLIYORUZ..
OKUYUNUZ OKUTUNUZ.
Bölüm-1
Değerli arkadaşlarım,
Araplar 644 yılında İran’ı ele geçirmişler Arapların Horasan’a saldırıları 656 yılından itibaren artmıştır.
Bilhassa 650-715 yılları arasında Emevi Saltanatı tarafından Arap çöllerinden getirilen Bedevi Arap unsurlar, ticarette, kültür ve sanatta dünyanın en ileri medeniyeti haline gelmiş Türklerin yaşadığı Semerkant Buhara, Merv, Baykent, Kaşgar, Harizm gibi büyük şehirlere saldırtılmışlar, yıllarca Türk katliamı yapılarak bu şehirlerden ve bölgeden toplanan hazineler Emevi hükümdar ailelerine ve yöneticilerine taşınmıştır.
Bölgenin hâkimi Göktürkler, Bir yanda Kırgız, Karluk ve Uygurlar ile diğer tarafta Çinliler ile sürekli kavga halinde bulundukları için bölgeye müdahale edememişlerdir.
Bu gün ne yazık ki Türklerin koşa koşa ve duyduğu anda kafileler halinde Müslüman olduğu gibi geleneksel bir düşünce yapısı oluşmuş durumdadır. Bunun sebebi İslam ve Türk tarihçilerinin gerçekleri anlatmaması, gerçekleri anlatmaya çalışanlarında yeteri kadar etkili olamamasıdır.
Halbuki Emevilerin özellikle 670’lerden başlayarak 715 yılına kadar bir kısım Türk’ün yaşadığı Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde sürdürdükleri katliam yağma ve talan neticesinde Türkler arasında İslamiyet yayılmamış tam tersine, Türkler bu saldırılar sebebiyle İslam'dan nefret etmişlerdir.
Araplar İslamiyet uğruna değil ganimet ve haraç elde edebilmek için savaşmışlardır. Savaşların temel sebebi mevcut olanı almak Emevi soyunun, muhaliflerinin yöneticilerinin ve savaşan askerlerin zenginleşmesi ile ilgilidir.
Türkistan şehirlerinden Emevi Sarayına ve Arap dünyasına 644-733 yılları arasında 90 yıl boyunca akıtılan servetler ve zenginlikler, Arapları o derece tahrik etmiştir ki Horasan valiliğini elde etmek şöyle dursun Aşağı Türkistan şehirlerinden herhangi birinde biraz seviyeli bir memuriyet elde etmek için bile Emevi devlet adamları adeta yarış eder hale gelmişlerdir
Emevi Valileri elde ettikleri hazinelerin çokluğundan bir kısmına kendilerine ayırırlar ancak Emevı halifeleri bu valilerin mallarına ve ganimetlerine el koyardı. Emevi Halifeleri Valiler zenginleşince, herhangi bir sebeple onları görevden uzaklaştırıyor, mallarını incelemek üzere kendisini ve yakınlarını “istihrac” dairesine alarak işkenceyle neyi var neyi yoksa öğrenerek Validen alırlardı.
Paraya ihtiyaç duyduklarında valiliği daha fazla verene satarlardı. Bu konuda yarışma, “tabii” bir durumdu.
Bilhassa Kuteybe döneminde artan vahşet Türkleri derin acıya boğmuştur Türk ülkelerinin basılması, Türkleri ilerisi ve mukadderatı üzerinde pek acı sonuçlar doğurmuştur.
Türkler birbirleri ile savaşabilirlerdi. Ancak Arapların Türk Yurduna vahşi Bedevi ordularla saldırarak, Kültürlü, mert, Yüksek Ahlaka sahip bir ulusu köleliğe mahkum etmek istemeleri ve maruz kaldığı dehşet verici olaylar Türkler de intikam hissini doğurmuştur.
Araplar Türkleri ne kadar katlederse katletsinler, evlerini barklarını yıksınlar Türkler hepsine katlanmıştır. Ancak kadınlarının, gelinlerinin, kızlarının, çocuklarının esir edip yurtlarından çıkarılmaları şeklinde zuhur eden acı olaylar Türklerin İslam'dan nefretini ve intikam hislerini artırmıştır.
(Bu konudaki ilk çalışmaları ve yayınları geçmişte biz hazırladık sonraki paylaşımlarımızda Kuteybe dönemini de anlatacağız)
Nitekim Bölgede ki Türkler Kuteybe'nin ölümü üzerine hemen toparlanmışlar Sulu Han Etrafında birleşerek 733 yılında Arapları bozguna uğratmışlar ve Arap illerine dalarak intikamlarını fazlasıyla almışlar bununla da yetinmeyerek sürekli saldırılarla Türk'e yaraşır bir şekilde Araplardan intikamlarını almışlardır.
750 yılında Emevi Devletini yıkarak Tüm Emevi yöneticilerini ve hanedan üyelerini Abbasiler adına öldürmüşler Abbasi Devletinin Kurulmasını sağlamışlar, onunda yönetiminde etkili bir hale gelmişlerdir.
Bu gün gençlerimize sanki Türkler aciz zavallı bir milletmiş gibi gösterilerek "Araplar geldi bizi döverek öldürerek zorla İslam yaptı" masalı anlatılıyor.
Türkler istemedikten sonra Zorla bir dini kabul edebilir mi?
Asla..
Nitekim Kuteybe ölünce Türkler o dönemde yaygın olan Maniehizm,Budizm gibi inançlarına geri dönmüşlerdir.
Nitekim Saltuk Buğra Han (920-955) zamanında Türklerin kısmen İslam'ı seçmeleri Karahanlıların politikası ile ilgili olup Türklerin İslamiyet'e Büyük Oğuz kütleleri halinde geçişleri Tuğrul Bey'in Abbasi halifesine hutbe okutarak Arapları hakimiyetine aldığının belli olduğu 1050 yılında başlamıştır.
Türkler Kuteybe'nin Türklere yaptığı zulümden itibaren 335 yıl İslamiyet'e tepki ile yaklaşmışlardır. İslam'a geçiş Türklerin İslam dünyasın da hakim devlet haline gelmesinden sonradır.
Devam Ediyoruz.
TÜRK İSLAM ANLAYIŞI "AKIL BİLİM VE GÜZEL AHLAKIN YAŞANMASI" İLE İLGİLİDİR.
TÜRK DÜŞMANI ARAPÇI İSLAM ANLAYIŞI İSE, "AKLI VE BİLİMİ REDDEDER. AHLAK İSE ORTALARDA YOKTUR."
Bölüm-2
Oğuzlar Her ne kadar İslam'a geçseler de Heterodoks dediğimiz Eski inancın kaybolmadığı veya birlikte yaşandığı, Şaman ritüelleri ile birlikte Tengri inancının yaşandığı bir İslam / Tengrici İslam yaşamaya anlayışını devam etmişlerdir.
Maturidi anlayışı bu anlayışın yaşatıldığı bir Türk İslamı ile ilgilidir. Bir Örnek verirsek "Dona girmek" dediğimiz olay Şaman ayinlerini düzenleyen kamların Kurt, Kartal vd gibi kutsal hayvanların suretine girmesi ve bu haliyle ayine devam etmesi ile ilgilidir.
Ahmet Yesevi başta Türk erenlerinin "Dona girmesi" şeklinde anlatılan olaylar Türklerin İslam'a geçseler de binlerce yıl Tengri inancı ile yaşattıkları güzel Ahlak ve yüksek kültür ögelerini İslam dininin içerisine nakşetmişlerdir.
Tuğrul Bey'in kendi adına hutbe okutarak Türk egemenliğini ilan etmesi ile başlayan İslam'a geçiş olayından 250 yıl sonra bile Osmanlı Devletinin kuruluşuna katılan Ahiler, Abdallar, Derviş Gaziler Heterodokstur. Osman Gazi veya 1 Murat Bile Heteroksdur. 1 Murat Ahilerin başkanıdır.
Osmanlı'da devşirme egemenliğinin başladığı Fatih dönemine kadar yönetim de yer alarak "Türk Beyliklerine saldırmak yerine Türk birliğinin sağlanması" fikrini savunduğu için fitne yayılarak idam edilen Çandarlı Halil Paşa'dan önce iktidara gelen Çandarlı ailesi de Hetoroks/Tengirici İslam Ahilerin başkanlığını üstlenmişlerdir.
Devşirme paşalar Arapçı İslam anlayışını kendilerine zırh yapmışlar, Türklerin Tengri inancı ile harmanlanmış ve Şamanist ritüeller ile zenginleştirilmiş İslam anlayışlarını kafirlik olarak görmüşlerdir.
852 yılında Semarkant'ta dünyaya gelen ve Türklerin İslam İnancını zenginleştiren Maturididir. Türkler Maturinin tefsiri ve ortaya koyduğu esaslar ile İslam'ı yaşamaktadır.
Maturidi bir anlamda Türklerin Yaşadığı İslam'ı anlatmış ve savunmuştur.
Türklerin İslam Anlayışı Tengri inancında olduğu gibi Akıl, bilim ve Güzel Ahlak üzerinedir.
"İslamcılık" denilen Dini taassup/ Arapçı İslam anlayışı demektir. Arapçı İslam anlayışı tüm cemaatlerin sürekli empoze ettikleri gibi aklı reddeder. Akıl yerine körü körüne "Biat"tan bahsedilir.
Arapçı İslam anlayışı Hulusi Akar'ın bile bahsettiği gibi Bilimi reddeder.
Arapların İslam inancında Ahlak yoktur. Kuran'da Ahlak üzerine olan emirleri uygulamazlar. Cahiliye Aklı ile uydurdukları Hadisler üzerinden için de güzel ahlakın olmadığı bir Arap milliyetçiliği anlayışını yaymaya çalışmaktadırlar.
Tekrar edelim, Türk'ün İslam İnancı Akla bilime, Ahlaka ve sevgiye dayalıdır.
Tepelerdeki Türk düşmanları ile temel sorunumuzda bunların Emevi artığı Cahiliye Arap yaşam biçiminin hakim olduğu Türk, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı dini taassubu etkin hale getirmeye çalışmaları sebebiyledir.
Devam Ediyoruz.
TÜRK TARİHİNİN EN ACI HADİSELERİNDEN BİRİSİNİ ANLATIYORUZ..
Bölüm-3
Araplar Tarih boyunca Türklere ihanet etmiştir. Sümerlerden bu yana Türk Milletinin en büyük düşmanı Araplardır. Daha bir asır önce 1895'de Yemenden 1918'e kadar Arap çöllerinde 2 Milyondan fazla Türk Araplar tarafından kalleşçe arkadan vurulmuş ve alenen soykırıma uğratılmıştır.
Araplar bu günde Hiç bir Ulusal sorunumuzda yanımızda olmamışlardır.
İslam tarihini Arap Milliyetçiliğinin tesirinde kalarak anlatan veya bir takım gerçeklerin aktarılması durumunda dinin zarar göreceği vehmine kapılan fikir ve bilim adamlarının yanında, Türklük duygusunu yok etmek için İslam inancını ümmetçi bir bakış açısı ile yorumlayan yazarların güzel Türk milletine ve Türk Milletinin geleceğine verdikleri zararı göz ardı etmeyelim.
Türk çocuklarının 21. Yüzyılda her türlü ekonomik siyasi ve sosyal problemlerini yenmiş lider ve güçlü bir ülkenin fertleri olmasını istiyorsak bizlere düşen görev gerçekleri anlatmak olmalıdır.
Şimdi Türklerin Araplar tarafından katledilmesi bahsinde sürekli işlenen Kuteybe bin Müslim‘in göreve atandığı (705-715) tarihinden 25 yıl önce Horasan‘da Yaşanmış Türk tarihinin en acı olaylarından birini anlatalım.
SAİD BİN OSMAN
Değerli arkadaşlarım,
I. Yezîd’in veliaht tayin edildiğinin Medine’de duyulması üzerine halk arasında halifeliğin Saîd b. Osman’ın hakkı olduğu söylenmeye başlanınca Muâviye’nin onu çağırıp sorguya çektiği, bu sırada "Muâviye’ye halifelik makamına babası sayesinde oturduğunu hatırlattıktan sonra kendisinin veliahtlığa Yezîd’den daha lâyık olduğunu" söylemekten çekinmediği veya "Said’in halifeden valilik isteğinde bulunduğu sırada bu konularında dile getirildiği" bildirilmiştir.
Muâviye Said’in Valilik talebini kabul ederek kendisini Horasan’a Vali tayin etti. Taberi Said’in Yezide biat karşılığında Horasan’a Vali tayin edildiğini yazar. (Ebu Cafer Muhammed Bin Cerir’üt-Taberi, Tarih-i Taberi, S. 93)
Ubeydullah b.Ziyad’dan sonra Maveraünnehir’de geniş çapta fetihlerde bulunan şahıs, Sa’id b. Osman’dır. ( Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, S.34.)
Said b. Osman iyi bir pazarlık sonucu Horasan’a vali olarak geldikten sonra, o da devrin yaygın teamülüne uyarak hemen bir ordu hazırlamış ve Ceyhun Nehrini geçerek Aşağı Türkistan’ın (Maverau’n-nehir) iç kısımlarına doğru ilerlemeye başlamıştı. Bundan asıl maksadı bölgenin diğer bir refah ve aşırı bir zenginlik şehri olan Semerkant’a (Kaşgari’ye göre Semizkent), hücum etmek ve orasını dilediği gibi yağmalamaktı.
Belirli hedeflere yönelmiş devamlı ve planlı bir fetih hareketi olmaktan ziyade bir bakıma kendisinden önce gelen valilere özenerek bir nev’i yağma hareketi için hazırlanan ve 24.000 kişilik bir ordunun başına geçen Said, derhal Buhara’ya doğru hareket etmiştir.
O sıralarda Buhara Hanlığı’nın başında, Buhara Melikesi Kabaç Hatun bulunuyordu. Bu yağma ordusu ile başa çıkamayacağını anlayan Kabaç Hatun, bu defa da yeni Arap valisinden sulh talebinde bulundu.
Said bu talebi pek ağır şartlarla kabul etti. Yapılan bu anlaşma gereğince:
“Türkler: Said b. Osman’a karşı tutmuş oldukları geçitleri açacaklar, Arap askerlerine karşı hiçbir harekette bulunmayacaklardı. Böylelikle Semerkant’ın yağma edilmesi daha da kolaylaşmış olacaktı. Ayrıca Kabaç Hatun yine bu anlaşma gereğince Said b. Osman’a Türk asilzade (Prensleri)lerinden 50 genci rehine olarak verecekti."
İslam Tarihinin 5 temel kaynağından birisi olan Belazuri tarihinde "Türk asilzadelerinin 80 kadar olduğu ve hepsinin de hükümdar ailelerine mensup yüzleri sanki (kınından sıyrılmış) Kılınçlar gibi parladığı" kaydedilmektedir.
Said b. Osman’ın bu Türk Prenslerini rehin almasının bir diğer sebebi de, Türklerin gidiş ve dönüş yollarını, dar geçitleri tutmaları ve Arap Ordusunu çok müşkül durumlarda bırakabileceklerinden korkmuş olması idi. O, her halükârda kendisinin ve ordusunun emniyet içinde olmasını istiyordu.
Artık Semerkant yolu yeniden Arap askerlerine açılmış oluyordu. Said b. Osman buradan süratle yoluna devam etmiş ve çok kısa bir zaman sonra Semerkant önlerinde görünmüştür. Mahalli Türk Hükümdarı İhşit (Akşit) bu çapulcu Arap ordusunun karşısına dikilecek zaman bile bulamamıştı.
Arap valisi şehri istediği gibi yağma etmek, halkın elinde avucunda ne varsa almakla kalmamış ayrıca, 30 bin Türk gencini de esir etmiştir. Tarihçiler Semerkant İhdişinin Said b. Osman’a bunun dışında 500.000 dirhem altın verdiğini kaydetmektedir.
Said Bin Osman Buhara’dan geçerken Melike ona haber göndererek rehin olarak elinde tuttuğu Türk asilzadelerinin iadesini istedi. Said buna her nedense bir türlü yanaşmak istemiyordu.
Çünkü o, niyetini çoktan bozmuştu. Sudan bahanelerle Hatun’u oyalama yolunu tercih etti. Bir suikaste kurban gidebileceğini, halbuki bu rehinler elinde olursa kimsenin böyle bir şeye cesaret edemeyeceğini, ancak Ceyhun Nehri’ni geçtikten sonra onları bırakabileceğini söylüyordu.
Nehri geçtikten sonra Hatun Said’den tekrar rehineleri serbest bırakmasını ve iade etmesini istedi. Bu defa da o, ancak Merv’e sağ salim ulaştıktan sonra iade edebileceğini söyleyerek Kabaç Hatun’u oyalama yolunu tercih etti.
Türk hakimiyet bölgelerinden çıkıp Merv’e (Arapların askeri karargahına) geldikten sonra, daha önce yaptığı anlaşma ve verdiği sözü tamamen inkar eden Said b. Osman, Kabaç Hatun’un rehineleri almak için Merv’e gönderdiği elçileri huzurundan kovmuş ve onları iade edemeyeceğini bildirmiştir.
Ancak bu şekilde başlayan müessif olaylar bununla bitmeyecek, hem Said b. Osman, hemde bu Türk asilzadelerinin başını hemde kendi başını yiyecekti.
Buraya kadar olan bütün bu izahlarımızdan sonra şimdi karşımıza şöyle bir sual çıkmaktadır. O da Said b. Osman’ın bin bir türlü hile ve entrikalarla dirayetli Türk anası Kabaç Hatun’dan koparıp aldığı bu Türk asilzadeleri, hükümdar evlatlarının akıbetlerinin ne olduğudur.
Said b. Osman, hiç şüphesiz bütün bu yeni uygulama ve teşebbüslerinden sonra Merv’de daha fazla kalmamış, ele geçirdiği büyük servet ve zenginliklerin yanı sıra, bu Türk prensleri ile birlikte Medine’ye dönmüştür. Bu gençler çok iyi bir şekilde değerlendirildiği taktirde, Orta Asya Türklüğü ve aristokrat Türk aileleri ile çok güzel bir din ve kültür köprüsü kurulabilirdi.
Saîd b. Osman bu başarılarına rağmen bir yıl sonra valilik görevinden azledildi (H.57/M.677).
Görevden alınmasında Muâviye’nin onun hilâfet iddiasıyla isyana kalkışabileceği kaygısının rol oynadığı belirtilmektedir (Belâzürî, Ensâb, VI, 247). Bu arada Saîd’in kendi isteğiyle valilikten ayrıldığı da söylenmektedir.
(İbn A‘sem el-Kûfî, II, 31). Saîd b. Osman, Muâviye’nin ölümüne kadar Dımaşk’ta kalmayı tercih etti.
Orada bir iktâ arazisinin bulunduğu ve Muâviye’nin kendisine 100.000 dirhem verdiği Muaviyenin ölümünün ardından Buhara ve Semerkant’tan aldığı ve söz verdiği halde serbest bırakmadığı rehinelerle birlikte Medine’ye gitti.
TÜRK BEYLERİ/PRENSLERİ SAİD BİN OSMAN'I ÖLDÜRDÜ
Said Bin Osman Rehin olarak aldığı 50 Türk gencini Kabaç Hatunun bütün ısrarlarına rağmen ailelerine iade etmemiş, verdiği sözlerin tüm aksine, bu Türk gençlerinin silâh ve elbiselerini, altın ve gümüşlerini azatlılarına dağıtarak, onları hurma bahçelerinde ve tarım işlerinde ve sonradan yaptırdığı konağın inşaat işlerinde çalıştırmıştır.
Ağır hakaretlere maruz kalan Türk asilzadeleri buna dayanamamışlar ve kendisinin üzerine çullanarak öldürmüşlerdir. Ünlü Tarihçi İbn-i Kuteybe ise "Türk prenslerinin Said’i bahçesinde çalışırken öldürmeye karar verdiklerini ve bahçe kapısını kapatmak suretiyle hep birden bıçaklayarak öldürdüklerini" söylemektedir. Bu arada Said b. Osman’ın yanında bulunan Abbas b. Abdülmuttalib’in oğlu Kusem de hayatını kaybetti. (M.S.680-681)
50 TÜRK BEYİ/PRENSİ, UHUD DAĞINDA AÇLIKTAN ÖLDÜ!
Değerli Arkadaşlarım,
Bu hadise bir anda Medine de gerginliğe neden olmuş, Medine halkı Türk prenslerinin üzerine yürümüştü.
Türkler çaresizlik içerisinde Uhud dağına kadar çekilmişlerdir. Uhud dağı Medineliler tarafından kuşatılmış Türk gençleri açlık ve susuzluk içerisinde kıvranarak ölüp gitmişlerdir.
Bizlere kutsal bir mekân olarak anlatılan Uhud dağı Türk tarihinin en trajik olaylarından birinin yaşandığı acı bir tarihi olay ile ilgilidir.
Bu çalışmalarımız da İlk el İslam kaynakları olan Taberi, İbn-ül Esir, İbn Kesir, Belazuri ve Yakubi tarihleri başta dönemle ilgili olayların yaşandığı yıllara en yakın yaşamış diğer Arap tarihçilerinden ve Dönem ile ilgili ciddi araştırmaları bulunan Türk ve Batılı tarihçilerin ilk el kaynaklara dayalı eserlerinden faydalandık olduğu gibi size aktardık.
Sözde İslam adına kan döken, Yetiştiği zümre içerisinde saygın imkan ve görevlere sahip Türk gençlerini kendi yurtlarından zorla getirerek en ağır işkencelere muhatap bırakan, neticede onları isyan ettirerek başkaldırmalarına sebep olan, sonrada açlık ve susuzluk içerisinde ölmelerini seyreden Arapların bu vahşetlerinin insanlığı yüceltmesi gereken bir Din anlayışı ile ilgisinin olup olmadığını taktirlerinize bırakıyoruz.
İslam tarihi diye Türk halkına anlatılanlar ne yazık ki Emevîlerin Cahiliye zihniyetine tekrar dönüştükleri Arap tarihidir. Bize İslam tarihi diye anlatılanlar Türk varlığına düşman Arapçı bir bakış açısı ile yazılmıştır.
Bugün sözde din adamlarının Türk, Atatürk, Cumhuriyet düşmanlıklarının sebeplerinden birisi de Arapçı bakışa sahip olmaları ile ilgilidir.
Yüzlerce yayınevi Türk çocuklarına İslam adına Arap kültürü aşılamakta Türklerin katledilmeleri İslam'ın zaferi olarak öğretilmektedir.
Tepelerdeki Türk düşmanları ile temel sorunumuzda Bunların Emevi dinini yaymaya çalışmaları sebebiyledir. Türk'ün İslam İnancı Akla bilime, Ahlaka ve sevgiye dayalıdır.
Özellikle DP iktidarından itibaren 74 yıldır devam eden bu yanlış bilgilendirme sebebiyle bu gün Türklük şuuru zayıflamış veya Dini taassup ihanetinin içerisine düşmüş bir kaç nesil yetiştirilmiştir.
Tüm Değerli Arkadaşlarımıza sağlıklı, huzurlu, başarılı, güzel günler dilerim. Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere Yürekten Sevgiler Saygılar Selamlar.❤️🙏🙏🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
15.09.2024 Saat 02.50
KAYNAKLAR
İbnü’l-Esir, İslam Tarihi cilt 3, s. 512- 514.
İbn Kuteybe 2 s.168,
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 237.
Taberî, Tarih V, 304-306.
Belâzürî , s. 597-600.
Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, S.34.,
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, S. 142-143.
30 AĞUSTOS’TAN 9 EYLÜL’E TÜRK TARİHİNİN AZ BİLİNENLERİNİ ANLATIYORUZ
İBRETLE OKUYUNUZ
PAYLAŞARAK OKUTUNUZ.
Bölüm - 1
Değerli Arkadaşlarım,
Kurtuluş Savaşımızın 26 Ağustos 1922 – 1 Eylül arasında yaşanan hadiselerden bir özet sunmuş, Başkomutan Büyük Kurtarıcı Atatürk'ün önderliğinde Kahraman Türk askeri ve komutanlarımızın halen dünyanın hayretle andığı Büyük taarruzun ilk 5 gününü anlatmıştık.
Bu günkü paylaşımımızda 1 Eylül 1922 -9 Eylül 1922 günleri arasında İzmir'e doğru yaşananları ve Kahraman Ordumuzun İzmir'e girişi öncesinde bile yaşanan tarihi gerçekleri paylaşacağız.
RUMLAR DENİZE NASIL DÖKÜLDÜLER?
Değerli Arkadaşlarım,
Tarih 1 Eylül 1922. Topunu, tüfeğini ve bayrağını bırakarak sadece canını kurtarma derdine düşmüş ve hızla batıya doğru çekilmeye çalışan Yunan Askerleri, perişan, bitkin, dağınık bir halde kaçışıyorlardı.
Kanlı ve zalim mahlukat sürüsünü andıran Yunan Askerleri geçtiği yerleri kan ve ateş içerisinde bırakarak suçsuz insanları ihtiyar, genç, kadın ve çocuk farkı gözetmeden öldürerek, kadınlara kızlarımızın ırzına tasallut ederek, her tarafı yağma ederek, şoselerden, patikalardan, keçiyollarından ve sarp vadilerden en yakın denize doğru koşuyorlardı.
Yüzlerce yıl, Türk insanı ile huzur içerisinde kardeşçe ve yan yana yaşadıktan sonra, Yunan ordusunun gelişiyle canavarlaşan ve bu ordu ile işbirliği yaparak silahsız Türk halkının boğazına sarılan, on binlercesini insafsızca öldüren; ancak yaptıklarının hesabını vermesinin artık mümkün olmadığını bilen, eskiden vatandaşımız olan Rumlarda Yunan ordusunun bazen önünde, bazen de onlara yetişmek istercesine arkasında İzmir yönünde denize doğru yol alıyorlardı!
Değerli Arkadaşlarım,
Rahmetli Halamın Rahmetli Beyi Mehmet Gül bir zamanlar Burdur’un ileri gelenlerindendi. 1907 doğumluydu.60’lı yıllarda Skoda gibi birkaç otomobilin ana bayisi tanınmış bir Anadolu iş insanıydı.
Mehmet Gül; Rumlarla ilgili hatırasını bize şöyle anlatmıştı: “Bir gece sabaha karşı bir çığlık seli koptu. Bizlerde dışarı çıktık. O zamanlar Anadolu ‘da her şehirde hatta ilçelerde bile Türk Mahallelerinin yanında Rum Mahallelerini de vardı. 'Anam Oğlum Mehmet git Rum Mahallesinde ne oluyormuş bir öğren' dedi. Koşa koşa gittim.”
“Rum Mahallelerinde insanlar çok elzem bir iki bavul eşyasını alarak bir arabaya yerleştiriyor ve çoluk çocuk arabaya biniyorlar ve hızla hareket ediyorlardı. Tanıdığım bir Rum tacire ‘Ne oldu bey, çığlık çığlığa insanlar nereye gidiyorsunuz Ne bu telaş’ dedim.
Bana “Mustafa Kemal Paşa Afyon’u almış, Türk Askeri İzmir’e doğru ilerliyor. Rumlar kaçıyormuş. Bizim Burdur da ki Rumlar yüzyıllardır dostça yaşadık, bu işlerle hiç alakamız yok. Ancak Rumlar Batı Anadolu’da Türklere çok eziyet etmiş, bizi buralarda yaşatmazlar artık. Biz de gidiyoruz olanlar için çok üzgünüz. Kabahat bizim Rumlarda Türklere ihanet etmemeleri gerekiyordu. Yüzlerce yıllık dostluğun sonu böyle olmamalıydı. Hakkınızı helal edin” dedi. At arabasına bindi sürdü iki-üç saatte binlerce Rum haykırışlar içerisinde şehri terk ettiler. Sabah olduğunda Rum Mahallesinde hiçbir kimse kalmamıştı.” Demişti.
Sevgili Okurlar,
Osmanlı’nın son dönemlerinde ki yapılan tespitlere göre Anadolu’da Rumlar %18 Ermeniler % 17 civarındaydı. Ermeniler genelde Amerika ve Avrupa’ya giderken Rum nüfusun büyük bir bölümü 9 Eylül tarihine kadar Anadolu’yu gemilerle terk etti.
İzmir limanının çevresinde gemiler sıra bekliyor Rumlar kayıklarla bu gemilere doğru yol alıyor kayıklara binemeyenler suya atlıyor, yüzerek gemilere ulaşmaya çalışıyorlardı. Daha bir hafta evvel çılgınca eğlenen Rum Halkı 850 yıldır en iyi şekilde yaşadıktan kendilerini kardeş bilerek yaşayan Türkleri sırtlarından hançerledikten sonra şimdi de canlarını kurtarmak için Yunanistan’a kaçıyorlardı.
Ormanda ve sarp arazilerde, günlerden beri kaçmaya çalışan iskarpinlerinin topukları kırılmış, ipekli ve şeffaf elbiseler giymiş, Rum kadınlar, sanki kendi yurtlarında seyahat ediyormuş gibi, Afyon'da düzenlenecek balo için Yunanistan'dan gelmiş generallerin ve askerlerin eşleri ve metresleriydi. Onlar da güneşin battığı yere doğru can havliyle kaçmaktaydılar...
Aslında kendi kendilerini denize dökmüşler, kendi canlarının derdindeydiler. Türk Askeri onları denizin dibine kadar kovalamıştı!
Rumların ve Yunan Askerlerinin 15-16 Mayıs 1919 günü 8635 İzmirli Türk’ü katlederken önce bazı Türkleri denize sürdükleri sonra kurşunla veya süngüyle öldürdükleri gibi Türkler hiç bir Yunan'ı ve Rum vatandaşını denize itmemiş kimseyi denizde kovalamamıştı..
Türk Ordusu İzmir'e girmeden bir kaç öncesine kadar limana yanaşan veya biraz uzakta kalan çok sayıda gemiye kayıklara binerek kaçmışlar kayıklarda yer bulamayanda kendini denize atarak gemilere yüzmüş ve Yaptıkları çirkinliklerin ve vahşetin utancından kaçarak kurtulduklarını sanmışlardı!
Devam Ediyoruz.
İZMİR'İ DOĞRU
Bölüm-2
ZULÜM VE VAHŞET
Sevgili Okurlar,
Kaçan Yunan askerleri ve Rumların yaptıkları vahşet, akıllara durgunluk verecek mahiyette idi.(1) Konuyu izleyen sonra da gördüklerini kitaplaştıran yazarlar bile, vahşetin bu kadarını kabullenemiyorlardı.
T.Ambelas isimli İngiliz (2), Yunanlıların Anadolu'dan kaçarken daha önce yakmadıkları evleri ve köyleri yaktıklarını, halkı işkence ile öldürdüklerini söyledikten sonra; "Kral Konstantin ve askerleri, pek fena muhariptirler. Fakat soyuculuk ve kitalde, birinci mevkii ihraz ederler, duçar oldukları felâkete lâyıktırlar."demiştir.
Bakınız Besim Atalay, Meclis'teki konuşmasında ne diyor: "Alçak düşman!.. Uşak'tan çekilirken Validemi ve hemşiremi kurşunla şehit etmiş, evlerini ve dükkanlarını yakmıştır. Memleket haraptır. Namussuzlar, yerlerde kül yüreklerde kin bırakmıştır."(3)
Halbuki Anadolu’ya girişte 200.000 Türk’ü vahşice katleden 200.000 Kadar kadın ve kızımıza tasallut ederek onları da işkenceyle öldüren Rumların giderken katlettikleri Türkler’in sayısı binleri aşmıştır.
Türklerin birçoğu, yine işkence yapılmak suretiyle öldürülmüştür. Bunlardan, mezarları kendilerine kazdırıldıktan sonra süngülenerek veya kurşunla vurularak öldürülenler olduğu gibi, petrole bulanarak yakılanlar, topuzla başlarına vurulmak ve derileri yüzülmek suretiyle öldürülenler vardır.
Devam Ediyoruz
İZMİR'İ DOĞRU
Bölüm-3
KATLİAM.. KATLİAM.. TECAVÜZ!
Değerli Arkadaşlarım,
Karatepe köyü halkından 200 kişi, Cami'ye toplanmış, sonra cami ile birlikte yakılmıştır. Bir Türk çocuğu benzine bulanmış, sonra burnundan tutuşturularak yakılmıştır. Çocuğun çığlıkları, Rumları kahkaha ile güldürmüştür. Ölüleri mezardan çıkararak soymuşlar, bir defasında iki yaşındaki bir çocuğu sırığa geçirerek sokaklarda dolaştırmışlardır.(4)
Tecavüz edilen kadınlar sayısızdır. Alaşehir'de mukim Taşçı Kasap Mehmet namında bir Türk'ün hanımına tecavüze başlamışlar; gördükleri mukavemet üzerine, memelerini süngü ile yaralayıp göğsünü barutla yakmışlardır. Elleri avret mahallinde olarak süngülenen bu genç kadın bilahare ecnebi tetkik heyetleri tarafından da görülmüştür.(5)
Alaşehir'de, Jandarma Giritli Hüseyin Çavuş'un 2 çocuğunu, annelerinin gözü önünde bacaklarından ikiye ayırmışlar ve kadının üzerine atmışlar, sonrada kadını süngülemişlerdi.(6)
Tarihi vesikaları incelediğimizde görüyoruz ki, Alaşehir'deki 4500 evden 4300' ü kül olmuştu. Kasaba'da 3.000. Kişi vahşice işkenceyle katledilmişti. Halk, canını kurtarmak için dağlara kaçmış, günlerce dağlarda aç susuz bir şekilde pençeleriyle düşmanla savaşmıştı.
Bu durum karşısında dehşete düşen 1 Ordu komutanı Nurettin Paşa, verdiği raporda "Yunanlıların önceden tesbit ettikleri plan çerçevesinde Halkımızı ve millî servetimizin tamamını imha etmek üzere hareket ettiklerini" yazıyordu. Manisa'daki 14.000 evden, sadece 1.400 tanesi ufak zararlarla kurtulabilmişti.
Kınlarından çekilmiş kılıçlarını havada sallıyarak dört nala düşmana yetişmeye çalışan Türk süvarileri ve silahları elde koşan Türk piyadelerine, yanan evlerin enkazı arasından fırlayan insanlar ellerindeki odunlarla, hançer, kama ve bıçaklarla eşlik ediyorlardı.
Bunlar, zorla evden alınarak kirletilen sonrada öldürülen veya ölümü seçen kadınların kocaları, çocukları gözlerinin önünde parçalanan analardı. Türk milleti, bir sel dalgası halinde batıya doğru kaçan Yunan'ı kovalıyordu.
Dağlardan, tepelerden, vadilerden, ovalardan göğe doğru yükselen dumanlar ve bunların arasında şimşek gibi parlayan alevler, gökyüzünü kaplamıştı. Duman bulutları, 3.000 metre civarına kadar yükselmişti.
Gökyüzü simsiyahtı. Uşak yanıyor, Eskişehir yanıyor; Aydın, Alaşehir, Turgutlu, Ahmetli, Salihli, Manisa Yanıyordu. Kısaca bütün Batı, cayır cayır yanıyordu!
Değerli Arkadaşlarım,
İslam dinin de başınızı örtün diye bir ayet yoktur.
Nur Suresi 31. Ayetteki emir, başın örtülmesi değil, göğse takılan süs eşyalarının ulu - orta teşhirinin engellenmesi ile ilgilidir.
Ayeti tefsir edenler “Zinetlerini örtülmesi" emrine “yerlerini” ekleyerek “Zinet yerlerini örtünüz” şekline çevirerek Ayette sanki kadın uzuvlarından bahsediliyormuş şekline çevirmişler, Daha da yetinmeyenler “elleri hariç örtülmelidir“ diyerek Ayetin verdiği mesajı tümden değiştirmişlerdir.
Zinetlerin (Süs eşyalarının) örtülmesi başa takılan bir örtüyle veya boyundan sarkıtılan başka bir örtüyle yapılması kişinin tercihine bağlıdır. Gerçek olan şu ki, ayette başlarınızı örtüp kapatın diye bir emir yoktur.
Nur 31'in dediği, ‘‘Başörtülerini göğüslerinin üzerine salsınlar’’ değil, ‘‘örtülerini veya başörtülerini gerdanlık zinetlerinin üzerine örtsünler’’ şeklindedir. Yani amaç, gerdanlıkların teşhirine engel olmaktır. Ayette örtülmesi emredilen yer de göğüs değil, yaka yırtmacıdır ki o yırtmaç bölgesi gerdanlığın takılma alanıdır.
Ayette başörtüsü kelimesinin geçmesi başın örtülmesinin farz olduğunu söylemek için yetmez. Çünkü farzıyetten bahsetmek için delinin varlığının kesin, manaya delaletinin de zandan uzak olması gerekir... Nur 31 başların örtülmesi için böyle bir kesinlik taşımıyor.
Nur 31. Ayet'ten, başın örtülmesi konusunda gereklilik ifade eden bir emir çıkmaz. Ayette geçen hımar (çoğulu Humur) kadınların başlarını örttüğü örtüleri ifade için özel olarak kullanılan bir kelime değildir; herhangi bir örtüdür.
Her türlü örten şeye hımar dendiği Arap dili lügatlarının ortak beyanlarıdır. Hımar, sadece kadınların değil, erkeklerin başlarını örten şeyi de ifade etmektedir. Kadınların başörtüsü için özel olarak kullanılan kelimeler ‘‘mikna’’ ve ‘‘nasif’’ kelimeleridir. Böyle bir emir yoktur.
Ahzab Suresi 59 “Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, cilbablarını/dış giysilerini üzerlerine bürünsünler. Bu, tanınıp rahatsız edilmemeleri için en uygun olanıdır.” Denilmektedir.
Olayların geçtiği yıllar Cahiliye Araplığından İslamiyet’e yeni geçildiği yıllardır. Bugün kanun ve nizam egemenliği vardır. Sokaklarda kimse tanınmadığı için saldırıya uğramıyor.
Cariyelik de yoktur. Hür kadın-cariye kadın ayrımı söz konusu değildir. O halde Ahzab 59'daki cilbab/dış giysisi giyme emrine sebep teşkil eden peygamber eşi veya hür kadın olarak belirginleşme durumu söz konusu değildir.
Devam ediyoruz
2- İslamiyet öncesi Kadınlarımızda Başörtüsü yoktu.
Savaşçı olurlar söz sahibi olurlar yönetimlere katılırlar, yönetirler gerektiğinde hükümdar mevkiinde bulunurlardı.
Kadın Erkek her Türk çok küçük yaşlardan itibaren her ata binmeyi, ok atmayı ve kılıç kullanmayı öğrenir, genç yaşlarda müsabakalara katılarak kendini geliştirir, her an savaşa hazır talimli bir asker olarak yaşamını sürdürürdü.
Türk devletlerinde ülke savunmasında her bireyin üzerine düşen sorumlulukları bulunmaktaydı. Savaş anında kadın, erkek, genç-yaşlı her birey asker kabul edilir ve faal görev alırdı. Türklerde askerlik, bir meslek gözüyle değerlendirilmez, zaruri bir vatana hizmeti olarak kabul edilirdi.
“Kadın veya Erkek her Türk asker doğar” sözü binlerce yıllık değişmeyen Türk töresiydi. Eski Türk Sosyal ve siyasi hayatında kadının müstesna bir mevkie sahip olması bu törenin temel unsurlarından görülüyordu. Kadınlar da Erkekler gibi kahramanlıkları ile anılır savaşlarda ki başarıları dilden dile dolaşırdı.
Erkekler Kadınlara saygılı davranır, Kadınlar devlet idaresinde söz sahibi olurlar gerekirse devleti idare ederlerdi.
Türklerde kadına gösterilen saygı aile düzeni içerisinde de devam ederdi. Bu bakımdan Türk aile düzeni diğer toplumlar veya milletlerden çok daha düzenli ve mükemmeldi.
3- Cahiliye Döneminde Araplarda Kadın
Ebu Süfyan’ın karısı Hind binti Utbe gibi tanınmış kabilelerden birine mensup olmadıkça, ya da Hz. Peygamber’in eşi gibi zenginleşip toplumda kendine yer edinmedikçe Cahiliye döneminde kadın haklarından söz etmek olanaksızdı. Orta ve aşağı tabakadaki kabilelerin kadınları daha doğuştan ikinci sınıf insan muamelesine uğruyordu.
Cahiliye devri Araplarında, doğan çocuğu erkek olduğu takdirde şenlik yapar, iftihar ederdi. Kız olduğu sûrette bilakis sıkılır, utanır, kızarır, bahtsız yavruyu âile için bir utanç bir felaket sayılırdı.. Kız evladı hakkındaki bu geri telâkki, Araplar arasında yeni doğan kız çocuklarını diri diri gömmek gibi tüyler ürperten bir caniliğe yol açmıştır. Bu menfur âdete “ve’id”, diri diri gömülen bedbaht kızcağıza da “mev’üde” deniliyordu.
İnsanlık haklarına layık görülmediklerinden Kadınlara, ana ve baba ile kocalarına varis olmak hakkı da tanınmıyor, erkekler istedikleri kadar kadın alabiliyorlardı. Evlendirilecek kadın, dul olsun, kız olsun iznine ihtiyaç duyulmazdı
Arapların nikâh hususunda yaptıkları en kötü şeylerden biri de üvey anneleriyle evlenmeleri keyfiyeti idi. Bir Arap, karısını boşar veya ölürse, bu adamın büyük oğlu bu kadınla evlenmek istediğinde elbisesini o kadının üzerine atar bu suretle mehir vermeye lüzum kalmadan o kadın nikâhlı karısı olurdu.
Evlilik kadınlar için cehennem hayatı gibiydi. Kadının yaşadığı esaretten tek kurtuluşu, kocası öldüğü sırada üzerine üvey evlatları tarafından elbise atılmadan kendi kabilesine kaçabilmesiydi.
Cahiliye Araplarında Kadınlara tecavüz yaygındı. Pazar yerinde bile kadınlara tecavüz ediliyordu. Neşet Çağatay Cahiliye Çağı Arap tarihi Sayfa 122’de bu tecavüzü Arap tarihçilerden nakille anlatır.
Cahiliye döneminde gerçekleşen evliliklerde kadınla erkeği birbirine bağlayan nikâhın dini bir özelliği olmadığından kadın ancak erkeğine bir çocuk verdikten sonra aileden birisi olarak kabul edilirdi.
Bu nedenle bir kadın çocuk doğurmadan öldüğünde aile bireyi sayılmadığından başsağlığı için o aileye kimse gelmezdi. Kadınların iyi çocuk doğuranlarına ise büyük önem verirler ve şiirlerinde onlara işaret ederlerdi.
Bunu, Lebid’in uzunca bir şiirindeki “Biz dört oğlan anasının çocuklarıyız” mısraındaki övünmesinde görebilmekteyiz. Çocuksuz kadın, diyet vermeye mahkum edilirse, aile bireyi olmadığından bu diyeti kocası yerine ailesi ödemek zorundaydı.
Evlilik dönemine gelen bir kızın eşini seçmek konusunda da en ufak söz hakkı yoktu. Babalar kızlarının yerine karar verir, onun isteğine aldırmaksızın, taliplinin yaşlı ya da kötü huylu oluşuna bakmaksızın kızını istediği erkeğe verirdi.
Kentlerde yaşayan cariyelerin durumu ise çok daha kötüydü. Cariyeler bir mal gibi alıp satılabilir, ya da sahipleri onları fuhşa sevk eder, bu yolla kazandıkları paraları ellerinden alırlardı. Kadının namusuna saygı çölde şehirdekinden daha çoktu.
ATATÜRK SAMSUN’A NEDEN GÖNDERİLDİ?
ATATÜRK'Ü SAMSUN'A VAHDETTİNMİ GÖNDERDİ?
ATATÜRK SAMSUN'A GİDİŞİ İLE İLGİLİ TÜM GERÇEKLERİ ANLATIYORUZ..
İSLAM MASKELİ TÜRK DÜŞMANLARININ YALANLARINA CEVAP VERİYOR, YAŞANILANLARI TÜM GERÇEKLİĞİYLE ANLATIYORUZ..
Değerli Arkadaşlarım,
İhanet odakları insanlarımızı zehirleyerek Türk milletinin verdiği kurtuluş savaşını önemsizleştiriyor etkisizleştiriyor, daha da vahimi ters yüz ederek Kurtuluş Savaşında Türk Milletine ihanet eden Vahdettin ve İstanbul hükümetlerini kahraman, Atatürk ve silah arkadaşlarını onlara ihanet etmiş gibi göstermek için senaryolar uyduruyor ellerindeki çeşitli imkanları ve din maskesini kullanarak oluşturdukları zehiri körpecik beyinlere zerk ediyorlar.
Bu ihanet odağı devşirme zihniyetin uğraştıkları sadece Atatürk değil, Atatürk’ün güç aldığı Türk milletidir. Atatürk düşmanlığı yaparak Türk çocuklarını 1200 yıl sonra Türk adı ile kurabildikleri, hürriyetlerini elde edebildikleri devletlerine ve milletlerine düşman etmeye çalışıyorlar. Biz bu ihanete sessiz kalamayız.
Atatürk’e ihanet edenlere bakınız bunların hiç birisi Türk değildir. Tamamı sapık fikirlere ve yaşantıya sahip kanı bozuk meczuplardır.
Biz nasıl Vatan yolunda kanını dökmüş, canını vermiş şehit ve gazilerimizin yolundan gidiyorsak, bunlar da İstiklal Savaşında İngilizlerle Yunan ile işbirliğine girerek Türk Milletine ihanet eden kanı bozuk dedelerinin intikamını bizden almaya çalışıyor ve alıyorlar.
"Rövanş" dedikleri. "Devre arası" dedikleri, "Osmanlıcılık" dedikleri veya Sözde "İslamcılık/ümmetçilik" dedikleri şey, gayrı Türk/Türk düşmanı dönme devşirmelerin Cumhuriyeti yıkarak, Batı’nın son 210 yıl önce Şark Meselesi adını vererek başlattığı, 102 yıl önce Atatürk tarafından yerle bir edilen “Türksüz Anadolu” hayallerinin yeniden gerçekleştirilmesidir.
Yaşanılan hiçbir şey tesadüf değildir. Maruz kaldığımız ihanetler adım adım gerçekleşmeye devam etmektedir.
CUMHURİYETİN KURULUŞ AYARLARINA DÖNMELİ, TAM BAĞIMSIZ ULUSDEVLETİMİZİ KURMALIYIZ.
Sevgili Okurlar,
Atatürk’ün anlatımı ile tam bağımsızlık, "Siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bunların herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğunu ifade eder.” "Bizim bahsettiğimiz Tam Bağımsızlık işte budur.”
Bu gün Türkiye Atatürk'ün bahsettiği hiç bir konuda bağımsız değildir. Türkiye Bağımsızlığını kaybetmiştir. Para banka borsa faiz oyunlarıyla tüm ürettiğimiz elimizden alınmaktadır.
Hele son 25 yıldır yapılan tüm işler ülkemizin aleyhinedir. Yönetenlerin Türk milletinin aleyhine yaptığı icraatların hiç birisi tesadüfi değildir. Artık mankurtların uyanma ve ayağa kalkma zamanıdır.
İvedilikle çözülmesi gereken sorunumuz her türlü emperyalizmin bertaraf edilmesidir. Milliyetçilik, Ülkücülük, Türkçülük, Atatürkçülük budur.
Ülkemiz soyulurken kendi memleketimiz de -Atatürk'ün tabiriyle "Ecnebi sermayesine bekçilik yaparken" hangi milliyetçilikten veya ülkücülükten bahsedeceğiz? Gençlerimiz yanlış bilgilendirilmekte din istismarcısı emperyalizmin uşaklarına hizmet ettirilmekte bu da yönetenler tarafından ülkücülük milliyetçilik olarak anlatılmaktadır.
Artık milletçe Türk olmanın gerektirdiği haysiyetli bir şekilde Cumhuriyetin kuruluş ayarlarına dönmek tekrar tam bağımsız ulus devletimizi tesis etmek şarttır.
Sevgili Okurlar,
İstiklal savaşı bu milletin dişiyle tırnağıyla verdiği bir savaştır ve yüzyılların en önemli hadiselerinden birisidir. Tarihte böylesine işgale uğramış bir Millet’in böylesine bir kurtuluş savaşı vererek istiklaline kavuştuğu görülmemiştir.
Biz herkesin milliyetine de inançlarına da saygı duyarız. Ancak Türk’ün kurtuluş savaşını yok farz etmek ve Hainliği ile ilgili belgeleri yayınlayacağımız Vahdettin’e mal etmek isteyenlerin Türk Milletine bir kinleri mi var ki Tarihimiz böyle saptırıyorlar?
Millî Mücadeleyi ve Atatürk’ü milletin gözünden düşürmek isteyenler, “Atatürk’ü, Vahdettin göndermeseymiş, Atatürk vatanı kurtarmazmış” diyorlar.
Onlara göre “Mustafa Kemal’i keşfeden, seçen ve sandıklar dolusu altın vererek Anadolu’ya gönderen tek basiretli insan Vahdettin’miş”. Veya “Madem Mustafa Kemâl’i Vahdettin göndermiş, İstiklâl Savaşı’nın kahramanı da o sayılırmış!” diyorlar.
Aslında bu kavga kimisi sözde din tacirliğine soyunmuş dönme devşirme ve Türk düşmanı bir güruhun İstiklal Savaşına olan kızgınlıkları ile Türk milletinden tarihin intikamını almak için uydurdukları yalanlardır.
İngiliz veya Amerikan mandası olmamamızın Türkiye’nin bölünüp parçalanmamasının işbirlikçilerin evlatlarındaki kinin yansımasıdır.
Onlarda Vahdettin’i Mustafa Kemal’in göndermediğini Vahdettin’in Anadolu’ya giden bir takım erkânın bavulundaki bilgileri dahi çaldırarak İngilizlere ilettiğini en az bizim kadar biliyorlar. Onlarda Padişahın tahtını korumanın dışında hiçbir savaşımı olmadığını tahtını korumak için İngilizlerle işbirliği yaptığını kendi adları gibi biliyorlar.
Bir takım gayri ciddi iddialarla milleti aldatıyorlar. Üstelik Türklük adına Milliyetçilik adına İslamcılık adına bu yalanlar söyleniyor. Hâlbuki İslam'da, Türklükte kendini Cumhuriyet idaresinde bulmuştur.
İslamcıyız diyenlerin istedikleri şey bu gün dinler arası diyalog masalında da görüldüğü gibi İslam değil Batı’ya teslimiyettir. İslamcılık/ümmetçilik, İslam Dinini değil Türk düşmanı devşirmelerin taktığı bir maskedir.
YÜZBİNLERCE MUSTAFA KEMAL GELİYOR..
Geçmişte Atatürk düşmanlığını kimseye bırakmayanlar Milletin Ulusal Bayramlara gösterdiği derin sevgiyi görünce Atatürkçülerin ruhunu okşayacak bir davranışa girmeye çalıştılar. 86 yıl önce ebediyete intikal etmiş Atatürk’ün büyüklüğü karşısında ezildiler. Daha 50 gün önce yaşadığımız yerel seçimin bile galibi Atatürk'tür.
“Atatürk, Devletimizin kurucusudur vatanımızın kutarıcısıdır bu günümüzü borçlu olduğumuz insandır. O bir "kök hücredir" ve Türkiye'yi çökertmek isteyenler bunun farkındadır. Bu sebeple Atatürk'e saldırıyorlar. Bu sebeple, Atatürk'ün resmini başa aşağı çevirerek veya yerinden indirerek "güç bizde" mesajı vermeye çalışıyorlar.
Fakat kök hücrenin rolünü bilmedikleri veya unuttukları anlaşılıyor. Kök hücrenin vücudun yani vatanın her yerine yetişebileceğini, milletin bağrında çoğalabileceğini ve hasarlı dokuları tamir edebileceğini unutuyorlar. Zaten Atatürk de "Ben öldükten sonra Türk Milleti yüzbinlerce Mustafa Kemâl çıkaracaktır. Bir Atatürk'ün, cihan karşısında yarattığı mucizeler çok olmuştur. Yüz binlercesinin yapacağı şeyler daha azametli olacaktır." demişti.
Bu sebeple, Atatürk'ün şahsında Türk Milleti'ne saldıranlar, bu ülkede "Yüzbinlerce Mustafa Kemal" bulunduğunu, baş aşağı gittikleri zaman anlayacaktır!(1)
Sevgili Okurlar,
Tarihimizi bir elbisenin astarını dışarı çıkararak giyer gibi ters yüz ederek anlatan hainler güruhu tarihi ters yüz etmekte Murat Bardakçı’dan Ekrem Buğra Ekinci’ye kadar üretilen gerçek dışı senaryolar üzerinden yalanlar söylenmektedir.
Hepsine cevap vereceğiz...
Değerli Arkadaşlarım anlatmaya devam ediyoruz ..
Çok önemli olan bu bilgiselimizi muhakkak okuyunuz Ulusal Kurtuluş Savaşımızın neferleri olarak RT+RT+ RT okutunuz.
ATATÜRK'ÜN SAMSUN'A ÇIKIŞI
BÖLÜM-2
VAHDETTİN TÜRK MİLLETİNE İHANET ETMİŞTİR. BİNLERCE TÜRK KANININ DÖKÜLMESİNİN SORUMLUSUDUR.
KAYMAKAM KEMAL BEY VE URFA MUTARASARRIFI NUSRET BEY'İN İDAMININ YEGANE SORUMLUSU VE MÜSEBBİBİDİR.
ATATÜRKÜN GENEL KURMAYDAN ALDIĞI BÜYÜK YETKİLERLE SAMSUN'A GİDERKEN VAHDETTİN'E UĞRAMASI PROTOKOL GEREĞİDİR.
ANLATIYORUZ
OKUYUNUZ RT+RT+RT OKUTUNUZ
Değerli Arkadaşlarım,
600 yıllık bir hanedanın sonuncu sultanı, İngitere’ye şu iki satırlık mektupla iltica etmiştir:
"Dersaadet İşgal orduları Başkumandanı
General Harrington cenablarına İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devleti fahimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahalli ahara naklimi talebederim efendim."
Vahdettin'in Kaçışından Ölümüne kadar ihanetleri ve israfın zirvesinde ki yaşantısı bir ibret vesikasıdır. Hepsini anlatacağız.
Atatürk'ün kurtuluş savaşını başlatmasında bir basamak teşkil eden Samsuna çıkış hadisesinde de muhtelif senaryolar uyduruldu ve tarih ters yüz edilerek: "Atatürk'ü Vahidettin göndermiş, o göndermeseymiş Atatürk vatanı kurtaramazmış!" denildi.
Hatta utanmadan sanki Atatürk'ü keşfeden ve İstiklal Savaşı yapması için Anadolu'ya gönderenin Vahidettin olduğu bu nedenle kazanılan zaferin aslında Vahidettin'in eseri olduğu söylendi.
Nihal Atsız Mustafa Kemal'in "Teşkilat yapması için" gönderildiğini, (2) Mevlanazede Rıfat "Vahidettin'in Atatürk'e Ihtiyati Kuvvet hazırlama görevini gizli bir şekilde verdiğini" (3) A. Dilipak "Vahidettin'in Anadolu'daki Halk hareketini örgütlemek istediğini" (4) H. Hüseyin Ceylan “Anadolu'nun kurtuluşu için gönderdiğini(5) Kadir Mısıroğlu Sevr'i düzeltmesini temin edecek bir takım protesto hareketleri için gönderildiğini(6) Necip Fazıl ise "Milletten gelen ayarlı göz korkutma planına direnme (7)si için gönderildiğini" söylüyorlar. Sadece bu mu hayır!
Çelişkili söylemleri de var.
Mesela N.F. Kısakürek’e göre “vahdettin, Kurtuluş Savaşını yürütmesi için M. Kemal’i gizlice görevlendirmiş, bunun için de kendisine bir “hattı hümayun” ile oldukça çok para vermiştir. Dolayısıyla Anadolu’da ulusal direnişi başlatma ilk düşüncesi Sultan Vahdettin’indir. Dahası bu savaş için M. Kemal’i bizzat padişah iknaetmiştir.” (8)
Kadir Mısıroğlu’yla T.Mümtaz Göztepe de aynı doğrultuda düşünürler. Ortak görüşleri şöyle: “Sultan vahidettin, ufukta beliren korkunç tehlikelere karşı Anadolu’da bir direnme hareketi düşünüp, bunu tepesindeki işgal güçlerine karşın en dikkatli bir biçimde planladı. Bu cümleden olarak yaverlerinden M.Kemal Paşa’yı geniş yetki ve olanaklarla donatarak Anadolu’ya gönderdi. İşte yakın tarihimizde Mili Mücadele adı verilen Türk Yunan savaşı ve onun sonucu lan zaferin gerçekleşmesini sağlayan hareketlerin en önemlisi budur. Bu da Sultan Vahdettin’in eseridir.”
Ancak bu büyük fakat talihsiz padişahın sonradan Kuvayı İnzibatiye’nin kurulması ve bilinen fetvaların ortaya çıkması gibi M. Kemal Paşa ve o’nun giriştiği savaşımın aleyhinde görülen kimi davranışlarda bulunduğu görülmüştür. Fakat bunların birincisi düşmanın gözünü boyamaya yönelik bir uyarlamaydı. İkincisi ise bizzat düşman baskısının eseri idi” (9)
Mısıroğlu’nun “Sultan Vahiddedin’in kişiliği döneminin olaylarını tam bir Türk ve Müslüman duyarlılık ölçüleriyle incelediğini ileri sürdüğü (10)Hüseyin Hilmi Işık da Vahdettinci cepheden eğilerek Padişahı şöyle aklamaya çalışıyor:
“Sultan Vahdettin Han, silahları alındığı, düşman filolarının Çanakkale Boğazı’nı aştığı, İmparatorluğu parçalamaya başladıkları bir zamanda halife oldu. Bir felaket olan Sevr Antlaşmasını imzalamadı. Osmanlı ordusu olarak kendini korumak için bırakmış olan biricik taburu, Ayasofya çevresinde sipere sokup Cami’ye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz! Buyruğunu verdi. (…) Vatanın düşman çizmesi altında kalan İstanbul’dan kurtarılamayacağını anladı. Güvendiği paşaları Anadolu’ya gönderip, Kurtuluş Savaşını hazırladı. Anadolu’ya subay, cephane, para kaçırdı. (…) Kuvayi İnzibatiye diye hazırladığı birlikleri de açıkça gönderip, kumandanlarına ‘Anadolu’daki güçlere katılınız” gizli buyruğun verdi. "İstanbul’daki işgal ordularına sezdirmeden, Kuvayi Milliyeyi kurdu ve güçlendirdi” (11)
Hâlbuki bunların hiç birisinin yaşanılan gerçeklerle alakası yoktur. Tamamı kuyruklu yalandır.
VAHİDETTİN TÜRK MİLLETİNE İHANET ETMİŞTİR!
Vahdettin Mustafa Kemal’i bir Kuvay-ı Milliye hareketi oluştursun diye göndermediği gibi Vahidettin tarafından Anadolu’daki hürriyet ateşinin söndürülmesi Türk’ün bağımsızlık savaşının yok edilmesi için bu günkü koşullarda bile hayret edilecek oldukça büyük meblağlarda bir masraf ve saçılan paralarla 12.000 civarında Türk düşmanı hırsız soysuz katil bir araya getirilerek bir ordu kurulmuş bu orduya Kuvay-ı inzibatiye dinilmiş ve bu haydut sürüsü Türk Milletine saldırtılarak Türk kanı döktürülmüştür.
Yine sonraki paylaşımlarımızda anlatacağımız gibi Padişah Vahdetin tarafından Atatürk ve Silah arkadaşları ile onlara bağlı Türk Ordusu ve Tüm vatanseverlerin halk tarafından katledilmesi için Kutsal Fetvalar yayınlatılmış bu fetvalar sebebiyle Anadolu yangın yerine dönmüştür.
Bunlar İngilizlerin eseri değil bizzat Padişahın ve onun emir ere gibi davranan Türk düşmanlığıyla sabıkalı, Kürtçü, Arnavut – İşbirlikçi Damat Ferit’in Türk milletine olan ihanetinin eseridir.
Bu ihanetlerin affedilmesinin mümkün olmadığı gibi Bu ihanet sebebiyle Kurtuluş savaşı riske girmiş, çok büyük tehlikeler atlatılmış Türk milleti Yunandan çektiği kadar da Padişah kuvvetlerinin ve fetvalarının meydana getirdiği isyanlardan ve zulümlerden çekmiştir.
Vahdetin bununla da kalmamış Kürt İsyanları çıkması için İngilizlerle birlikte hareket etmiş bu suretle zaten ordu kurma çalışmaları sürerken hazır edilen kuvvetler doğuya bölünmüş ve çok sayıda Mehmetçiğin kanı akmıştır. Bu kadar ihanet olmaz diye utanmaları gerekirken tarihi ters yüz etmeleri hepimizi üzmektedir.
Atatürk Türk Milletinin sığınağı olan Cumhuriyetimizi ve Tam Bağımsız Ulus Devletimiz kurmuştur.
Bu kahramanca mücadele yapılırken Vahidettin, Damat Ferid başta İstanbul hükumetini oluşturan gayrı Türk devşirme ve Türk düşmanı hainler alenen düşmanla işbirliği yapmışlar, Türk Milletine karşı Yunan ve İngilizlerle birlikte hareket etmişlerdir.
Nitekim Kaymakam Kemal Bey'i ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Beyleri hiç bir suçları olmadığı halde düzmece mahkemelerde yargılatan ve alelacele idam ettiren Vahdettin'dir. Aynı Vahdettin Nemrut Mustafa gibi tescilli hainlerin cezalarını affetmekten çekinmemiştir.
Vahdetin Fetvalar yayınlatarak ve bunları İngiliz uçakları ile dağıttırarak Yurt genelinde isyanlar çıkartmış, suçsuz günahsız çok sayıda askerimizin şehit olmasına sebep olmuştur.
Bu sebeple “İşgal vardı Vahidettin bir şey yapamazdı“ şeklindeki kuzu postunda yapılan savunmalar yersiz ve anlamsızdır, Vahidettin’in elleri kanlıdır.
Bilinçli olarak İngilizler ile İttifak yapmış Yunan Ordusuna "İslam Ordusu" demiştir. Bu kanın kıyamete kadar silinmeyecektir.
21 Aralık 1918 günü Padişah, Meclis-i Mebusan'ı 4 ay sonra yeni bir seçim yapılmak üzere feshetti. Tevfik Paşa kabinesi'ne ise tekrar görev verdi.
Ermeni sürgününün hesabını güden İtilâf devletleri önce Enver, Talat, Cemal, Nazım, Bahattin, Şakir ve Bedir olmak üzere bir yediler listesi hazırlar ve 10 Şubat 1919 günü bunların teslim edilmesini Almanya'dan ister. Curzon'un "Siyasal önem taşıyanların en büyükleri" dediği "Yediler'i" Almanya teslim etmeyerek onurlu bir tutum izledi. Halbuki sıra bunların altındaki savaş suçlularının cezalandırılmasına gelince durum değişiverdi.
Mahkeme heyetinin başına önce Hayret Paşa, sonra da Kürt (Nemrut) Mustafa denilen meşhur bir maceraperest getirildi. Artık ortalık kasıp kavruluyor, bu memleketin suçsuz, günahsız vatan millet uğruna kanını dökmüş, senelerce cephe cephe koşturmuş kıymetli evlâtları İttihatçı denilerek bu mahkemece toplanıyor; uydurma suçlarla idam ediliyordu. Mahkemelerde sanık olarak hep aynı yalancı şahitler bulunuyor, bu şahitleri ise genelde ermeni cemâati ve kiliseleri buluyordu. Bu memleketteki vatanperverleri bir yandan İngilizler, bir yandan da Nemrut Kürt Mustafa cezalandırıyordu.
Eski Valilerden Sabit Bey ile Cemal Azmi Bey, 6 Ocak 1919 günü hükümetçe mahkemeye sevk edildiler. Diyarbakır valisi ve İlk İttihâtçılardan olan Dr. Reşit, İstanbul'da tutuklanıp "Bekirağa" bölüğüne konulmuştu. Ocak ortalarında da Diyarbakır Mebusları Fevzi ve Zülfü Beyler, Ermenileri öldürttükleri ve doğu aşiretlerini İngilizler aleyhine kışkırttıkları iddiasıyla tutuklanmışlardı.
Bu tutuklamalar sürerken Vali Dr. Reşit, hapishaneden kaçmayı başarmıştı. Bu durumun İttihâtçılar arasında bir dayanışma ve başkaldırma meydana getirmesinden çekinen İngiliz Generali Caltrope ve hükümet yetkilileri yoğun bir İttihâtçı avına girişmişlerdi. Takip'ler Ermeniler'in de katılımıyla olanca hızıyla sürmüş; Reşit Galip, bu duruma dayanamıyarak 6 Şubat 1919 tarihinde intihar ederek yaşamına son vermiştir.
İngilizler suçlu saydıkları Osmanlı vatandaşlarının isimlerini içine alan ve kara listedenilen bir listeyi, Ermeni-Rum Şubesi ile birlikte hazırlamış ve hükümete teslim etmişlerdi. Bir önceki yönetimde görevli olmaktan başka hiç bir suçu bulunmayan çoğu günahsız devlet adamı, Osmanlı Padişahının desteği ve hükümetin girişimiyle tutuklanmıştı. Tutuklananlar arasında Ziya Gökalp, Hüseyin Cahit Yalçın, İsmail Canbulat, Tevfik Rüştü Aras gibi isimler de vardı. 30 Ocak’ta başlıyan bu tutuklamaların sayısı Şubat, ayının ortalarında 100'ü geçmişti.
İş bu kadarla bitmez. Ermeni ve Rumlar'a kötü davrandığı öne sürülen Vali ve kaymakamlar ile Ermeni ve Rum mallarına el koyduğu iddia edilen masum Türk görevlileri, İngilizlerin isteğiyle kurulan harp divanlarında cezalandırılmak istenir. Nitekim sürgüne gönderilen, Ermeniler'e kötü davrandığı iddia edilen Boğazlıyan Kaymakam'ı Kemâl, Nisan 1919 da idama mahkum edilir 10 Nisan 1919 da asılır. Tamamıyla düzmece şahit ve ifâdelerle adeta katledilen bu günahsız yiğit vatan evlâdının asılması, bütün yurtta millî bir matem olarak kabul edilir.
20 Temmuz'da yine aynı şekilde Bayburt Kaymakamı Nusret Bey idama mahkum edilir. Durum bütün yurtta üzüntü ile karşılanır, ancak 5 Ağustos'ta asılmasına kimse engel olamaz. Bütün yurtta mahkemeler kurulur. Artık düşman en acımasız bir şekilde dişini göstermeye başlamıştır.
6 NİSAN 1919'da İngiliz Yüksek Komiseri Caltrope "BÜTÜN TÜRKLER’İN İDAMINDAN" söz etmekte iken Osmanlı Padişahı Vahdettin Damat Ferit Paşa aracılığıyla ve kendi el yazısıyla İngiltere Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe'a bir öneride bulunuyordu. Vatansever bir Türk evladının okurken tüylerinin diken diken olduğu öneri "Osmanlı İmparatorluğu'nun 15 yıl müddetle İngiliz sömürgesi olması”ydı.
Damat Ferit aynı gün İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck'e Sultanla birlikte hazırlandığını belirttiği gizli bir proje verir. Bu raporda bahsedilenler ise vatan hainliğinin belgeleri şeklindedir.
"1- Ermenistan, (Doğu Anadolu'dan verilecek topraklarla) bağımsız veya özerk bir Ermeni Cumhuriyeti haline getirilecektir.
2- İngiltere, Türkiye'nin bağımsızlığını ve iç güvenliğini korumak, gerektiği yerleri 15 yıl süreyle işgal edecektir. 3- İngiltere, Osmanlı bakanlıklarında İngiliz müsteşarlar bulunduracaktır.
4- İngiltere, her ile bir başkonsolos atayacaktır. Bunlar 15 yıl süreyle vali danışmanı olarak görev yapacaklardır.
5- Belediye ve parlamento seçimleri, İngiliz konsoloslarının kontrolü altında yapılacaktır. 6- İngiltere'nin, devlet merkezinde ve illerde maliyeyi denetleme hakkı olacaktır."
Vahdettin Kuvay-ı Milliye ye açtığı savaşta İngilizlerle birlikte hareket etmiş, hatta onların çıkarlarını onlardan daha fazla savunur hale gelmiş, zaman zaman onlardan daha fazla yararlanmak için kendini ve saltanatı küçük düşürücü hareketlerde bulunmuştur.
Ülkesi işgale uğramış amirallerin önünde üç beş kelime kendisini küçük düşüren laubali sözler sarf ettikten sonra “Çenemin düşüklüğünü bağışlayın” diyecek kadar acz ve zavallı bir bir padişahtır. Ülkenin başkenti İstanbul haksız yere işgal edilirken o İngiliz amirale sevgi ve saygılarını iletiyor ve görüşme yolları arıyordu.
Kürt Mustafa divanlarında Türk çocukları onun gözünün önünde suçsuz günahsız yere idam edilir, bütün Anadolu kan ağlarken o Damat Ferit gibi devşirme Türk düşmanı bir ahlaksızı, akıl ve izan sahibi yöneticilerin tüm itirazlarına rağmen sadrazam yapıyordu. Nice asker-sivil vatansever, işgal ordusu tarafından tutuklanır topluca Malta adasına sürülürken Vahdettin seyrediyordu.
Nitekim İngilizler, Ferit Paşa'nın iş başına gelmesinin ertesi günü "Türk savaş suçluları"na ilişkin yeni bir liste vermişler, bunların tutuklanmalarını istemişlerdi.
Daha ilk günden vur dediklerinde öldürmeye hazır olan ve hem kendi, hem de Padişahı adına İngilizlere bağlılık bildiren hain Ferit Paşa, 21 Kişiyi tutuklayarak göze girmeye çalışmıştı. Tutuklananlar arasında Eski Sadrazam Sait Halim Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Ali Fethi Okyar, Ali Münif, Hasan Fehmi yer almıştı. Savaşa girişirken Cihat fetvası veren Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Efendi yatağından kaldırılamayacak kadar ağır hasta olduğu için evinde göz altına alınmıştı.23 Ocak'tan 20 Nisan'a kadar İngilizler, Fransızlar ve Amerikalılar tarafından hükümete verilen kara listedeki ittihatçı suçlu sayısı 233'ü bulmuştu.
Vahdettin, hiç gereği yokken, İngiliz Sevenler Derneği’nin bir numaralı üyesi olmuştur. İngilizlerin desteğiyle tahtını tacını kurtaracağını sanmak, milliyetçi direnişi engellemeye çalışmak yerine Ankara hükümeti yanında yer alsaydı Padişahlık kaldırılsa bile bir takım elim hadiselerin yaşanmasına sebep kalmazdı.
Vahidettin keşke bir Osman Gazi, bir II.Murat, II.(Genç) Osman, III.Selim veya II. Mahmut olsaydı da aleyhinde konuşmasak hatta gerektiğinde övebilseydik. Hatta Genç Osman’ı veya Kanuni’nin şehzadelerini anlatırken olduğu gibi göz yaşı dökseydik.
Değerli Arkadaşlarım,
Dünyanın hiç ama hiçbir yerinde hiçbir millet veya topluluk, en imkânsız şartlarda savaşlar kazanarak, vatanlarını, namuslarını kurtarmış üstelik devletlerinin kurucusu önderlerine asla ve asla hakaret ettirmezler.
Bu hakareti yapanı hemen tutuklar en ağır cezayı verirler. Hakareti ima eden bir hain sokakta bile gezemez. Hiçbir makamda oturamaz. O vatanın sınırları içerisinde bu haine nefes almak çok görülür. Bu Tüm Avrupa veya Amerika kıtası ülkelerinde bile böyledir.
Atatürk ve Cumhuriyet aleyhinde yapılan tüm yayınlar maksatlıdır. Bunlar bir şebeke örgütlü bir çete olarak çalışıyorlar. Bunun için yüzlerce trol maaşlı olarak aynı mekanlarda çalıştırılıyor. İktidardan beslenmeleri bu yapılanları meşru kılmaz. Vatana ihanetin mazereti yoktur.
Ancak yasal olarak suçlamak çözüm getirmiyor.
Tepki verilmezse daha çeşitli yollarla yeni saldırılar yapılacak, bu saldırılar geçmişte yaşadığımız gibi samimiyetle mücadele veren Türkçü, Atatürkçü, Milliyetçi, Kemalist vd tüm vatanseverlere saldırı şekline dönüşecektir.
Birçok Tv kanalında ve gazete de Türk çocuklarını mankurtlaştıran yayınlar devam etmektedir. İhanet her bir koldan hızla sürmekte, Sosyal Medya’da bir avuç vatansever Kurtuluş Savaşındaki kahraman telsizciler gibi yok şartlarda buna karşı mücadele vermeye devam etmektedirler.
Bu ihanetlere karşı sessiz kalmayacağız.
Bilgiselimize devam ediyoruz bir sonraki bölümde Atatürk'ün Samsun'a neden Gönderildiğini anlatacağız.
Okuyunuz RT+RT+RT okutunuz..
ATATÜRK'ÜN SAMSUN'A ÇIKIŞI
BÖLÜM-3
ATATÜRK SAMSUN'A NEDEN GÖNDERİLDİ?
ATATÜRK'E HÜKÜMETÇE VERİLEN GÖREV NEYDİ?
ATATÜRK'DEN HÜKÜMETÇE İSTENİLEN, SAMSUN VE ÇEVRESİNDE HALKIN YAŞADIĞI ZULME ÇARE OLMAKMIYDI?
YOKSA DÜŞMAN KUVVETLERİYLE BİRLİKTE HAREKET EDEREK TÜRK HALKINI SESİNİ ÇIKARAMAZ HALE GETİRMEKMİYDİ?
Sevgili Okurlar,
Atatürk Samsun’a neden gönderilme sebebi neymiş onu anlatıyoruz.
Fatih'in İstanbul'u almasından sonra kıyıda bir miktar Rum azınlık kalmıştı. Etnik yapı, savaş döneminde yaşanılan olaylar, Rum ve Ermenilerin nakledilmesi ve Pontusçu eylemler bölgede büyük huzursuzluklara neden oluyorlardı.
Dağa çıkmış ellinin üzerinde çete vardı. Bunların çoğu Rum'du. özellikle Bafra'daki on iki Rum köyünün 1500 genci bu amaçla silahlanmış ve eşkıyalığa başlamışlardı. Çeteye katılanların sayısı 25000'e ulaşmıştı. (12) Bunlar, İstanbul'un işgâli ile birlikte Türk köylerine saldırılar düzenlemişlerdi.
I. Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın gözlemlerine göre Pontus örgütünün amacı, Yunanistan'ın ikiz kardeşi olan Pontus Devletini kurmaktı. Çalışmalar Sivas ve Akdağmadeni'ne dek genişletilmişti. Askersel olarak örgütlemiş bir "ordu" kurulmuştu. Öğretmenler ve papazlar bu ordunun etkin elemanlarıydı. Örgütün başına Trabzonlu Vasiliso Yuvanidis diye biri getirilmişti. Böylece Rum nüfus arttırılmaya çalışılıyordu.
Bu işler Samsun Metropolit yardımcısı Eftimos Zilos'un yönetimindeydi. Büyük devletlerin desteği sağlanmaya çalışılıyor, Vezirköprü ile Samsun arasındaki dağlarda korunaklar oluşturuluyordu.
Genel Savaşın bitiminde Yunan gemileri İstanbul'dan Karadeniz'e açılınca destek olarak zamanın geldiğini sanıp Türk köylerine saldırdılar. Böylece İtilaf (Anlaşık) Devletlerin saldırıları kasıtlı olarak Rum çetelerince Türk köylerine oluyordu. (13)
Fakat aciz durumda olan dönemin Osmanlı yönetimi olayın bu gerçek yüzünü açıklayamıyor ve direnemiyordu. (14)
Bölgede bulunan yabancı sermaye kuruluşları dahi Pontusçu Rumların art düşüncelerine katılıyor, Rum çetelerinin kötülüklerini Türkler yapmış gibi yayıyorlardı. Amerikan Tobacco Company (Tütün ortaklığı)'nin 11.1.1919'da Samsun yöresinde Türk köylerinin silahlandırıldığını duyurarak bu karalama yarışına katılışı en bariz örneklerden biridir. (15)
Emperyalizmden gücünü alan Pontusçu Rumlar ayrı bir devlet olma gayreti içerisinde Türk köylerine saldırıyorlar yakıp yıkıyorlar ve eşkıyalık yapıyorlardı. Karadeniz Bölgesinde toplanan Rum ileri gelenleri 23.2.1919'da Rum Karadeniz Cumhuriyeti'ni kurma düşüncesiyle ve Binyatoğlu, Kolossi, Theodis imzalarıyla bu isteklerini İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği'ne bildirdiler. (16) Osmanlı devletinin çöküşü bu kesimlere ayrılma gücü veriyordu.
23 Temmuzda Trabzon Rum Metropoliti Hrisantos, destek sağlayabilmek için Avrupa gezisine çıktı. Trabzon'a Ingiliz askerleri gönderilmesini, Ingilizler'in yönetiminde yerli jandarma birlikleri kurulmasını istiyordu. Parsi Barış Görüşmelerine Pontus Devleti için birer muhtıra sundu.
18 Ekimde Batum'da Pontus Cumhuriyeti ilan edildi. Avrupa'da yüz bulamayınca Hrisantos, uzlaşma önerdi. Ötede bir takım Pontus öncüleri Barış görüşmelerine başvurup, Türk çetelerinin kıyımından söz ediyor, Avrupa'yı kendilerine acındırmaya çalışıyorlardı. Bir yandan da Sovyetlerle ilişki içerisine giriyor, yardımlarını sağlamaya çalışıyorlardı.
Tarih boyunca Osmanlılarca bakımsızlaştırıldıklarını ileri sürüyor, Kafkasya'dan Sinop'a dek uzanan bölgede resmi dili Türkçe ve Rumca olan bağımsız bir Pontus Devleti tasarlıyorlardı. Bu tasarıları onları bölgenin sürekli huzursuzluk kaynağı yapmıştı.
Avrupa desteğini sağlama peşinde olan Pontusçular, Avrupa'da kurultaylar düzenliyorlardı. Amaç dünya kamuoyunu yanlarına çekmekti. Marsilya toplantısında 1.500.000 Ortodoks Pontuslu Rum'un korunması Anlaşık devletlerden istendi.
Sonunda, bölgede "Türk kıyımının sonunun geldiği" savunuluyor, muhtıralar veriliyordu. Helenizm dostu ünlü Ingiliz tarihçisi Arnold J. Toynbee dahi bu ileri sürülen istatistik ve sınırları "Hayal ürünü" olarak görüyordu. Bu aşırı istekler bölgede huzursuzluklara kaynaklık ettiğinden M. Kemal'in Anadolu'ya gönderilişine önemli ölçüde neden olmuştu.
SAMSUN VE ÇEVRESINDE YAŞANANLAR
Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti'nde sıkıntılı bir dönemin de başlangıcı oldu. Ateşkes hükümleri, işgalciler tarafından sık sık çiğnendiği gibi, uzun yıllar Türklerin egemenliğinde kalmış bulunan azınlıklar da işgalcilerden cesaret bularak kanunsuz eylemlerde bulunmaktan geri durmuyorlardı.
Bu yüzden azınlıkların yaşadıkları bölgelerde sık sık Türklere yönelik saldırgan tutumların sergilendiği görülüyordu. Bu gelişmeler olurken İngilizler, Anadolu'nun bazı bölgelerinde Türklerin, Rum ve Ermenilere yönelik saldırılarda bulundukları iddiasını yürütmekteydiler.
Aynı sıkıntı Samsun ve çevresinde bazı küçük bölgelerde yaşanmakta ancak yapay olarak oluşturulan bu sorunlar kamuoyuna ve müttefiklere büyütülerek yansıtılmaktaydı.
Samsun, strateji bakımından da büyük önem taşıyordu. Karadeniz'in güney kıyılarında, orta Anadolu'ya açılan en rahat kapı şüphesiz Samsun limanı idi. Kuzeyden Anadolu içerilerine sarkmak isteyenler için bu kapı elde bulundurulmalı veya en azından güvenliği sağlanmalıydı. Henüz ne yapacağı bilinmeyen Enver Paşanın, eğer Anadolu'ya geçmeye yeltenirse Samsun yolunu seçmesi ihtimali de İngilizlerce gözden uzak tutulamazdı. (17)
Osmanlı Harbiye nezaretinin 30 Kasım 1918 tarihli şifre telgrafına göre, "Anadolu Kuzey Kıyılarındaki Türk limanlarını ziyaret eden İngiliz ve Fransız harp gemileri, Samsun'da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" bildirmeleri üzerine, İngiliz ve Fransız fevkalade komiserleri şikâyette bulunmuşlardır. Sinop'ta çıkan karışıklık dolayısıyla buraya da iki gemi gönderilmiştir. (18)
9. Ordu kumandanının kanaatince "Itilaf subayları Rum ahalinin sözlerine kapılmaktadırlar. Samsun'da ve Batum'da vapur bekleyen çok sayıda terhis erleri vardır. (19) Ahalinin silahlandırılmış olduğu iddiası, Rum çeteleri tarafından şikayetlerini daha serbest yapabilmek için uydurulmuş bir haberdir. Gizlice silahlandırılmış olan Rum eşkıyası itilaf donanmasının gelmesiyle taşkınlığa başlamışlardır. Musul ve Irak bölgelerinden gelerek Samsun'da toplanan Alman ve Avusturya askerleri de gitmek için gemi beklemektedirler.
Nitekim Samsun’a çıkıldıktan sonar 9. ordu kıtaatı müfettişi Mustafa Kemal Paşa da hükümete yolladığı 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda, samsun'a çıktığı günlerde bölgenin asayiş durumunu şu suretle tasvir etmektedir: "Umumi harp seferberliğinin başlarında Samsun livası içinde asker kaçaklarından ve Müslüman, ermeni ve rum unsurlarından bir takım çeteler adi hırsızlık ve katl yaparlardı. Rum ve Ermeni tehciri sırasında bu unsurlardan azılı çeteler siyasi bir mahiyet almış, Rus istilası başlayınca Ruslar tarafından teşvik ve denizden takviye edilmiş, fakat sık kovalama karşında tehlikeli bir hal almamıştı. Rus bozgunundan sonra mütarekeye kadar şikayet devam etmiştir. Mütarekeden sona, Yunanlılık emeli güden bütün Rumlar her yerde şımardılar.
Samsun havalisinde de Pontos hükümetini kurmak için birleştiler. Bütün rum çeteleri bu maksat uğrunda, siyasi bir şekil aldı. Son zamanlarda Samsun havalisindeki Rum nüfusunu arttırmak için Rusya'da ne adar Rum var ise buraya getirilmesine çalışılmıştır. Bugün, Samsun havalisinde 40 kadar Rum çetesi vardır.
Buna karşılık Türk ahali, hükümet tarafından korunamadığından bazı Laz çetelerini Trabzon havalisinden getirterek mal ve namuslarını muhafaza zorunda kalmışlardır bu suretle 13 müslüman çetesi faaliyettedir. Hakiki durum budur. Samsun'da nüfus ekseriyeti Rumlardadır. Bunlar hükümete arşı soğukturlar. Fakat liva içinde ezici çoğunluk Türklerdedir".
Yine Mustafa Kemal Paşanın 25 Haziran 1919 tarihli raporuna göre: "Istanbul'da, Galata'da, Minerva hanının üçüncü ve dördüncü katlarında, Rum muhacir komisyonu gibi aldatıcı bir ad altındaki Kordas yahut Etniki Eterya cemiyetinin bir şuebis de çalışmaktadır. Bu vaziyet Yunanistandan gönderilen çeteleri ve Istanbul'da kaydettiği Rumları, Trakya'ya, Izmir'e ve Karadeniz kıyılarına göndermektedir. Fener patrikhanesi merkez komitesi de, bu cemiyete yardım etmektedir." (20)
İngilizler 9 Mart'ta Samsun'a 200 Asker, bir müfreze de Merzifon'a gönderdiler. Artık olaylar, biri birinin sebebi ve sonucu olarak akıp gidecekti Nitekim, Samsun'a İngiliz askerinin gelmesi ilk tepkisini çok çabuk gösterdi. 17/18 Mart gecesi oradaki Türk birliklerinden makineli tüfek bölüğüne bağlı Hamdi adında bir teğmen askerlerini alarak dağa çıktı.
Teğmen Hamdi olayı, gerçekten Türkiye'nin geleceği açısından dikkate değer bir hadisedir. Bu olay, milliyetçi, memleketçi Türk subay kadrosunun hazır olduğu bir davranışı ifade ediyordu. Ittihatçı bir hareketin başlamasından zaten kuşkulu bulunan İngilizler ve hükümet bu küçük olaydan dolayı daha çok endişeye kapıldılar. Zamanın Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa'nın aşağıdaki sözleri bu endişeyi belirtmektedir.
"Samsun’daki birliklerden bir makineli tüfek bölüğüne mensup Mülazim Hamdi Bey'in bir makineli tüfek ve bir miktar askerle dağa çıkarak Türk çetelere zahir olması işgal kuvvetleri kumandanını büsbütün şüpheye düşürmüştür. Erkânı Harbiyei Umumiye'ye memur olan Itilaf kuvvetlerinin irtibat zabitleri sık sık yanıma gelerek benden bu hususta tafsilat istiyorlardı." (21)
Nihayet, İngilizlerin tahrikiyle Türk makamlarının dikkati de Samsun bölgesine çevrilmiş oluyordu.
Bölgedeki asayişsizlik ve Türk halkın Rumlara karşı silahlandırıldığı hakkında İngiliz Yüksek Komiserliğinin ve Karadeniz Ordusu Başkumandanlığının bitip tükenmeyen ve son günlerde artan şikayetlerini önlemek gerekiyordu.
Bunun için tek çıkar yol, olağanüstü yetkilerle, muktedir ve güvenilir bir kumandanı Samsun'a göndermekti. (22)
Bu sıralarda Türk Genelkurmayı, muhtemel tehlikelere karşı orduyu hazır hale getirmek için plan hazırlamakta ve bu maksatla Ordu Müfettişlikleri kurulmasını düşünmekte idi.
Kaldırılan ordu Kumandanlıklarının yerini dolduracak olan bu Müfettişlikler, normal olarak talim ve terbiye ile uğraşmaktan başka, ötede beride dağınık bulunan silah ve cephaneyi depolarda toplayacak ve bölgelerinde asayiş ve inzibat sağlayacaklardı.
İngiliz Kumandanlığı Kurmayı ile bu hususta anlaşmaya varılmıştı. (23)
O halde Samsun'a gönderilecek kumandan bir ordu müfettişi olabilirdi. Hükümetin, İngiliz şikayetlerini önleme çabası ile Genel Kurmayın ordu Müfettişlikleri kurma yolundaki çalışmaları böylece, şekil ve zaman bakımından birbirine uygun düşmüştü.
Mustafa Kemal'e verilen görev Necip Fazıl'ın, Abdurrahman Dilipak'ın, Kadir Mısırlıoğlu'nun Vehbi Vakkasoğlu'nun, Mevlanazade Rıfat'ın dediği gibi Milli Mücadeleyi başlatması için değil, Mustafa Kemal Paşa gibi hatasız ve başarılı bir komutan vasıtasıyla Anadolu da Saltanatı ve İstanbul Hükümetini İngilizlere karşı zor duruma sokacak bir kargaşanın veya milli bir faaliyetin başlamasına engel olmaktı.
Biraz daha açmak gerekirse Atatürk’e verilen görev "Pontusçuları veya bölgede yıkıcı faaliyetlerde bulunanları sindirmek veya bertaraf etmek değil, Türklere karşı yapılan alçakça saldırılara karşı Türklerin direnişe geçmesini önlemek, Türkleri sindirmek, böylece İngilizlerin bu konuda hükümete baskı yapmalarını önlemek içindi."
Değerli Arkadaşlarım,
Bilgiselimize devam ediyoruz bir sonraki bölümde Atatürk'ün Samsun'a neden Gönderildiğini anlatacağız.
Sizlerden istirhamım Okuyunuz RT+RT+RT okutunuz..
Bilgi en büyük güçtür..
1- TÜM DEĞERLİ ARKADAŞLARIMIZIN 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN
Değerli Arkadaşlarım,
104 yıl önce bu gün, 23 Nisan 1920'de Ankara’da Ulusal bir coşku ve kükreyişle Tam Bağımsızlık meşalesi yakılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu.
Bilindiği gibi, geniş bir tanım ile Atatürkçülük anlayışımız “Türk Ulusunun tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devletin Ulus egemenliği esasına dayandırılması, aklın ve bilimin rehberliğinde çağdaş uygarlık düzeyine çıkarılması amacı ile esasları Atatürk tarafından bizlere Ulusal çıkar ve hedef olarak gösterilen fikir ve ilkelerin bütünüdür.”
EGEMENLİK TÜRK MİLLETİNE AİTTİR PAYLAŞILMAZ?
Değerli Arkadaşlarım,
Egemenlik kavramı, hakimiyet sözcüğü ile eş anlamlıdır. Egemenlik; hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün bir gücü ifade eder. Kendisinden daha üstün bir başka gücün varlığını kabul etmemek, egemenliğin özünde vardır.
Egemen bir güç kendi yetki alanında herhangi bir üst otoriteye bağlı ve bağımlı olmayan güç demektir.
Egemenlik Ulusal bağımsızlıkla sürdürülebilir. Egemenlik içeride ve dışarıda birileriyle paylaşılamaz ve kesinlikle devredilemez.
Bayrak, devletin dili, eğitim dili, vergi toplama, yargı yetkisi ve ordu besleme, İçeride veya dışarıda her türlü ulusal çıkarlarımız Ulusal egemenliğimizin korumak zorunda olduğumuz ilkeleridir.
TAM BAĞIMSIZ ULUS DEVLETİMİZİ YENİDEN TESİS EDECEĞİZ.
Değerli Arkadaşlarım,
Avrupa Birliği istiyor veya ABD istiyor diye sözde bir milliyetçilik görüntüsü altında “Pancar Ekemez, Tütün dikemez” yasaları çıkarır, “ABD ve AB istiyor” diye 30 yıldır halkı inim inim inletirseniz Ulus egemenliğinden söz edemezsiniz
2000 yılında “20 milyon köylüyü ve çiftçiye şehirlere yerleştireceğim” diye taahhüt verir Son 22 yıldır üretim yerine ithalat zenginleri türetir, 3 dolara aldığı eti 500-800 liraya Tüketiciye yedirir, tarım ve hayvancığı öldürürseniz bu gün olduğu gibi köylerde toprakları ekecek çiftçi kalmaz!
Milyonlarca yabancıyı Sigortasız çalıştırırsanız, Hem Türk halkını açlığa ve sefalete mahkum edersiniz hem SGK’yı çökertirsiniz hem de emekliye yatırdığı primlerin karşılığı olan haklarını veremezsiniz!
Türk Milleti her konuda tersine yapılan işler ile çok büyük sorunlarla karşı karşıya kalmış durumdadır.
Çözüm Tam Bağımsız Ulus Devletimizin Çağdaş esaslara göre yeniden tesis edilmesi tıpkı Cumhuriyetin ilk 15 yılında olduğu gibi Türk Milletinin köylüsünden şehirlisine topyekün zenginleştirilmesidir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ, TÜRK MİLLETİNİN "TAM BAĞIMSIZLIĞI" VE "ULUSAL EGEMENLİĞİ" ESASINA GÖRE KURULMUŞTUR.
Değerli Arkadaşlarım,
Türk devletinin güçlü, Türk milletinin mesut ve müreffeh olduğu bir kuruluş esasını öngören Atatürk’e göre, Türk Devleti’nin dayandığı iki ana esas vardır. Bunlar
1-Tam bağımsızlık 2- Kayıtsız şartsız Ulusal egemenliktir.
Atatürk, Tam bağımsızlığı, “siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî, kültürel, kısaca her hususta bağımsızlık ve serbestlik” olarak tanımlamaktadır. (Ne yazık ki bu gün ne siyasi ne mali ne askeri ne diğer alanlarda tam bağımsızlığımızdan söz edilemeyeceği gibi, işbirlikçi, gayrı Türk, gayrı milli yöneticiler vasıtasıyla içeriden ve dışarıdan kuşatılmış vaziyetteyiz.)
“Ulus” ve “egemenlik” sözcüklerinin birleşmesinden oluşan “Ulusal Egemenlik” ise Milletin/ Ulusun egemenliği demektir.
Ulusal Egemenlikte Milletin sahip bulunduğu devletin üstünde hiçbir yabancı gücün etkisi olmadığı gibi Milletin/Ulusun üstünde hiçbir sınıf, zümre veya kişiye ayrıcalık tanınamaz; Ulusun üstünde başka bir irade ve herhangi bir güç yoktur.
Ulusal egemenliğe dayalı yönetimler; "ulusun kendi haklarına sahip çıkması ve kendi iradesine dayalı bir yönetimi olması" anlamına gelir.
Değerli Arkadaşlarım,
Millet/Ulus, yurttaşlardan oluşur. Cumhuriyet, yurttaşların/Vatandaşların yasalar önünde eşitliğini esas alır.
Ulusal egemenlik; diğer yönleri yanında, kendi kaderini eline alış, kendi geleceğini belirleyiş Ulus iradesinin üzerinde hiçbir güç ve otorite tanımayıştır.
Ulusal egemenlik, bir günde hayata geçmemiştir. Savaşın ve Türk devriminin eseridir.
Ulusal Egemenlik, Cumhuriyet öncesindeki Osmanlı birikiminin, Tanzimat’ın, Birinci ve İkinci Meşrutiyet’in zengin deneyimine rağmen kolay kazanılmamıştır.
Ulusal Egemenliğimizin tesisi Atatürk’ün dehasının, özverili önderliğinin, kararlılığının ve kahramanlığıyla örgütlediği Kurtuluş Savaşı’nın eseridir..
3-KURTULUŞ SAVAŞI TÜRK MİLLETİ DIŞINDA BAŞKA MİLLETLER YARATMAK VEYA ÇOK ORTAKLI DEVLET KURULMASI İÇİN YAPILMAMIŞTIR.
Değerli Arkadaşlarım,
Bir milletin Ulusal Egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, Cumhuriyetçi, vatansever, Atatürkçü Gençliğe hitabenin idrakinde 20'sinden 80'ine ruhu genç olanlarla mümkün olacaktır.
Ulusal Egemenlik, her türlü ulusal meselede manipüle edilerek ulus aleyhine karar alan zayıf kişiler veya mankurtlaştırılarak belleksiz köleler haline getirilmiş beyinlerle sağlanamaz.
Tüm vatanseverler sürekli uyanıklık içinde bulunarak Ulusal Egemenliğimize, vatanımıza kastetmek isteyenlere karşı anında refleks gösterebilmelidir.
Her birimiz bu vatan savunmasında, özel niteliklere sahip, sürekli kendini geliştiren, yenileyen, mümkün olduğunca eğitim seviyesini yukarı taşıyan, vatanı için gerektiğinde gözünü kırpmadan ölmeye hazır vatansever, aktif güçler olarak her daim hazır olmalıyız.
Eğer bu uyanıklık içerisinde olamazsak Ulusal egemenliğimizi koruyamaz vatan topraklarına tutunamayız.
Değerli Arkadaşlarım,
Bir milletin siyasal eğitiminde, sosyal eğitiminde, vatan sevgisinde noksan varsa, öyle bir millet egemenliğini elinde tutamaz. Bu bakımdan millî egemenliği yaşatma hususunda Türk gençliğinin çağın gereklerine göre en üstün nitelikte ve derin bir vatan sevgisiyle yetiştirilmesi gereklidir.