Karamsarlık yaygın ama ben iyimser olmaya devam ediyorum. Şimdi yeniden bunun nedenini uzun uzadıya anlatmanın alemi yok ama benim gibi iyimser olanların varlığı gayet iyi geliyor, onlardan biri de otuz yıldır takip ettiğim gelecek ataştırmacısı (Futurist) Matthias Horx... >>
1. Matthias Horx, Pandeminin başladığı 2020 yılında ve geçtiğimiz yıl, pandemiyle başlayan kriz hakkında iki kitap yazdı, bunlardan sonuncusunu inceledim ve aynı istikamette düşündüğümüzü gördüm, o nedenle kitabın verilerini de kullanarak bir kaç not düşmek istiyorum...
2. Dünyada eğitimli insanların sayısı son elli yılda inanılmaz boyutlarda arttı (1973'de Dünya nüfusunun yarıdan çoğu okur-yazar değildi) ve şimdi hakim olan düşünce, "Gelecek çok daha kötü olacak, önümü göremiyorum" karamsarlığı...
Hayır, her şey, umduğunuzdan daha iyi olacak...
3. Burada Değişim/Dönüşüm'den bahsediyorum ama "Hani nerde?!" diyenlerin sayısı hiç de az değil. Bir çağı bitirip yeni bir çağı açan sürecin bugünden yarına hemen şekillenmeyeceği açık. Sözkonusu olan, 200 yıllık bir dönemin bitip 200 tıllık yeni bir dönemin başlaması... >
4. Kaldı ki, 200 yıllık bir süreç bile Dünya tarihinde uzun sayılmaz, ama nitel bir değişim sözkonusu ve şu anda 2020 sonunda başlayıp 2024'de sona erecek, yeni çağın ilk önemli 20 yılının 2. yılını yaşıyoruz.
Birşey değişmedi mi? Galiba -mental anlamda- çok şey değişiyor... >
5. Matthias Horx'un 'önemli değişim'e örnek verdiği olaylardan biri, nesela, bu Dünyanın insanlarının topyekün, "Yaşlılarını korumak için sıkı önlemler almaları, hem de bunu, o 'çok önemli' sayılan ekonominin baş aşağı gitmesini böze alarak yapmaları". Bu ölçekte bir ilk...
6. Sürü sepet komplo teorisine ve "Özgürlüğümüz neyimiz" diye şikayet edenlere rağmen ülkeler ve halklar, kapitalizmin ana motorunu gereğinde susturup hayatı önceleyebileceklerini göstermişlerdir. İnsanlar pandemi sürecinde bunu başardı.
Horx, eski veba salgınlarını incelemiş...
7. Veba salgını, ilk önemli küreselleşmenin yaşandığı 14. Yüzyılda, Çin'in Hindistan'ın lüks ürünleri Avrupa'ya geldiğinde başladı, Avrupa nüfusnunun üçte biri öldü (benzeri durum İstanbul'da da yaşandı).
Bu olaydan sonra kilise inandırıcılığını ve derken otoritesini yitirdi...
8. Avrupa'da Kilise inandırıcılığını yitirdi, çünkü veba salgınına bulduğu gerekçe, "Tanrı günahkarları cezalandırıyor" türünden bir vecizeydi ve Tanrı'nın insanlara bu kadar düşman olması ve bu kadar günahkar insanın kadının çocuğun bulunması imkansızdı...
9. Veba salgınının ardından, insanların ruhsal ihtiyaçlarını karşılamaktan tamamen uzaklaşan ve olaya bir izahat ve çare bulamayan ve bir imtiyazlılar grubu haline dönüşmüş Kilisenin papbucu dama atıldı, ilk bilim adamları ortaya çıktı. Onları 'Aydınlanma' izledi.
Durum benzer...
10. Horx'un bahsettiği ve benim de katıldığım, yıllardır yazdığım konu şu: Krizler, aynı zamanda fırsatlar zamanı demektir ve yeni fırsatların doğumuna tanıklık edilir.
Din adamlarının çare olamadığı, açıklayamadığı bir yıkımı bilim açıkladı ve çare buldu, Kilise önemsizleşti...
11. Günümüzde "Çareler", bir yolun tıkandığı ve yeni yolların açılmakta olduğu noktasında görünür oluyor. Mesela pandemi döneminde arabalar ve uçaklar işlemeyince hava kirliliği birkaç hafta içinde inanılmaz ölçülerde düzeldi, Haliç'de Yunuslar yeniden görüldü vs...
12. Matthias Horx, kriz fenomenini esasen üç aşamaya ayırıyor:
Önce bir kriz heyecanı başlıyor, ikinci aşamada insanlar krize alışıyormuş gibi görünüyor ve müthiş bir karamsarlık, sonra bir yorgunluk/bıkkınlık dönemi oluyor. Krizin dördüncü aşaması: yepyeni bir yön ve çözümler...
13. Horx kitabında, bu "aniden ortaya çıkan beklenmedik çözümler" hakkında çeşitli örnekler veriyor. Burada biraz "tesadüfler"e güvenmek gerektiğini yazmamış ama anlattıkları onu gösteriyor.
Her pandemi sonrasında toplum yapıları mutlaka ilginç bir şekilde değişiyor...
14. Pandemi ile en iyi başa çıkan ülkelerin, Yeni Zelanda'nın, Finlandiya'nın, Danimarka'nın kadın liderleri dikkat çekti. (Çin'in sıkı yasakçı yöntemlerini ayrı değerlendirmek gerekiyor) Farklı bir yaklaşım tarzları var...
(Burada on yıldır, Kadınların yükselişini yazıyorum!)
15. Erkekler daha çok bir "ben" milleti. Her bi haltın altına "imza atmak" ve "tarihe geçmek" falan gibi "ben"ci bir tarza sahipler. Kadınlar kollektif hareket eden ve bencil olmayan, başkalarını (çocukları) daha çok düşünen bir yapıya sahipler ve bu yüzden daha başarılılar...
16. Bu süreçte insanların önemli bir bölümü "evden çalışmaya" başladı ve "çalışmak" denen "mefhumun" ne denli akla ziyan bir "zaman öldürme biçimi" olduğunu anladı.
Yirmi yıl kadar önce "çalışmaya karşı" yazılar yazdığımda, bazı tanıdığım dostlarım bile bunu saçma bulmuştu...
17. O zaman yazdıklarımı tekrarlayayım:
Herkesin çalışmasına ne gerek ne de imkan vardır. (Sol tarafından) "Emek" diye güzellenen, Marx'ın küçümseyerek "Arbeit" diye tarif ettiği "ücretli iş", bir tür mahkumiyet ve maaşla iklimleri bozmak uğraşısı haline gelmiştir.
Bu anlaşıldı..
18. Horx, "Neden çalışıyoruz" sorusunun sorulmaya başlandığını, insanların çalışmalarına bir anlam aramaya başladıklarını yazıyor, -ki aynen katılıyorum, defalarca da yazdım. Time dergisi, "Pandemi bize, işimizden ne kadar çok nefret ettiğimizi gösterdi" diye manşet attı!
19. Çalışma sistemini değiştirmek elbette kolay değil, ama 2008-2024 dönemi de "Mental Değişim/Dönüşüm Dönemi", yani olayın düşünsel/hissetsel boyutunun insanların dimağında yer bulup filizlendiği zamanlar. "Tesadüfler", bu filizlerden çiçeklenecek...
20. Horx, internet kullanımının nasıl değişebileceği, yeni bir tür Feminizmin nasıl yükselebileceği, yeni bir tür ekolojinin (çevrenin korunması ve doğanın sağaltılması) nasıl ortaya çıkmakta olduğunu anlatmış, onları da başka bir gün konuşuruz... << #KonstantiniyeNotları
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türkiye'de olağan "iç siyaset" didişmesi ve lafazanlığı ile "anketlerde hangi parti yüzde bilmemkaç" muhabbeti dışına çıkarak Dünyaya daha dikkatle bakmak, giderek daha çok önem kazanırken, "Coğraya kaderdir", "stratejik önemimiz" türünden söylemler önemsizleşiyorlar... >>
1. Pandemi ile girilen "hızlandırılmış süreç"de birkaç yıldır, "siyaset" sadece "O ne dedi bu ne dedi, ne güzel dedi de diğerini rezil etti" saçmalığını aşıp ekonomiye indi. Artık hangi firmalara "çöküldüğü"nden tutun da kriz ve enflasyona kadar, doğrudan firmalar konuşuluyor...
2. "Ökönomi"nin doğrudan firmalara uzanan bir dille bu ölçüde doğrudan konuşulması oldukça yeni. Eskiden, "Kompradorlar" teriminden sonra "Koç-Sabancı" klişesi vardı ama bu firmaların ne yaptığı pek bilinmezdi ve grev/iflas dışında siyasette firmalar pek konu edilmezdi...
Türkiye'de Sağ devri kapanıp, muhtemelen Sağcıların bile Solculaşacağı önümüzdeki Sol döneme doğru ilerlerken, Sağ'ın son kırk yıldır -geleneksel ahmaklığı ve daima kısa vadeli kolay "para/kâr" miyopluğu nedeniyle- kaçırdığı fırsatlara dikkat çekmekte fayda var... >>
Bu fırsatlardan ilki, 1980 sonrası dönemde 24 Ocak kararlarının uygulanması ve ülkenin neoliberal sınırsız iş/kapital ve "özelleştirmeler" devrine adapte olduğu ve görece daha iyi işleyen bir ekonomiye sahip olduğu halde, SSCB'nin çöküşü sonrasında ortaya çıkan durumdu...
Hakim ideolojisinin "Türk-İslam Sentezi" gibi tumturaklı bir ad taşımasına ve SSCB'nin çöküşü ardından ortaya yeni Türkî Cumhuriyetlerin (ve diğer bağımsız ülkelerin) çıkmasına rağmen, olayı kendince paraya tahvil etmekten başka somut bir perspektif sergileyemedi...
Putin'in Ukrayna savaşı bağlamında kapitalist sistemin krizini ve önümüzdeki yakın gelecekteki olası "gelişmeleri"ni konuştuğum Alman (düşünür) bir dostum (sohbetin bir bölümünün söyleşi halinde yakında basında yayınlanacağını umuyorum) pek parlak bir perspektif çizmedi... >>
Tabii doğamız gereği iyimser olduğumuzdan, geleceğin iyi ve hatta sansasyonel gelişmelerinin ucu da göründü sohbetimizde. Fakat düşüncelerde giderek daha net kristallendiği üzere, geleceğin önündeki en önemli engellerden biri, kapitalizmin ana fikri demek olan "Özel Mülkiyet"...
"Özel Mülkiyet"i marksist açıdan yorumlayıp, onun geleceğe doğru nasıl aşılabileceğine kafa yoran ve bu konuda net konuşabilecek olan bir dost daha var, umarım onunla da bir söyleşi gerçekleştirebilirim veya ona atıfta da bulunarak konu hakkında bir yazı yayımlayabilirim...
Geçtiğimiz hafta ilgi alanıma giren konuların başında Rusya bulunmaktaydı. Sol tandanslılığın getirdiği ilgi nedeniyle Sovyetler Birliği tarihine (ve Leninist klasiklere) aşina olduğumdan, Rusya konularına çabuk adapte olabiliyorum. Putin biyografileri revaçta... >>
Takip ettiğim "Lettre" dergisinin neredeyse bütün yazıları Rusya (ve tabii Ukrayna) ile ilgili.
Avrupa'da Rusya ve Putin rejimi hakkında yeni kitaplar da artmış durumda. Türkiye'de böyle değil.
Putin konusunda okuduğum son kitap, Michel Eltchaninoff'un "In Putins Kopf"u...
Başka bir ilginç kitap, konsepti nedeniyle ilgimi çekti: "Alman-Rus Yüzyılı". Stefan Creuzberger'in kitabı, (Das deutsch-russische Jahrhundert). Yazar iki ülkeyi hem tarihi hem kültürel alanda hem kıyaslıyor, hem de ortak tarih üzerinden irdeliyor...
Türklerin din anlayışından bahsederken, Kuzey ve Orta Asya kökenli eski geleneksel Göçebe spiritüalizmi/inancı ve bunun pratiğinden de söz etmek gerekiyor.
Ortak gelenek, Lappland-Finlandiya'dan, Yakutistan ve Kamçatka'ya, güneyde Türkiye,den Tibet'e Japonya'ya uzanıyor... >>
1. Ondokuzuncu yüzyıl ve yirminci yüzyılın ilk yarısında Batılı Antropologların "şamani" ayin biçimleri ve Kamların geniş bir bölgede birbirleriyle benzerliklerine bakarak, Kam geleneğini "Arktik Histeri" diye "açıklamışlardır", tabii bu tanıma, Kuzey Amerika yerlileri de girer..
2. Birçok bilim ve de dilim adamlarının Yakutlara bakarak taktıkları "şaman" lafı yanlıştır, Türkçe bu fenomenin, yani eski göçebe inancının 'Kutsal kişileri'ne "Kam" denir ve bu ad, Divânu Lügati't Türk'de (Bilinen ilk Türkçe sözlük) dört kez geçer...
Türklerin din anlayışının şekillenmesini üç ana başlık altında inceleyebiliriz, bunların ilki, kadim Göçebe inanışlarının tüm Kuzey Yarımküre'nin kuzeyini baz alan (ve Batılı Antropologların 19. Ve 20. Yy'ın ilk yarısında "Arktik Histeri" diye adlandırdığı) "Kamlık" geleneği.. >>
Kamlık geleneği, insanlığın en eski mistik inanç sisteminin -Göçebe kültürü üzerinden- günümüze kadar ulaşmış hali olduğundan, "Su gibi"dir, daha sonra -yönetici elitler üzerinden- "kabul edilen" (Bon, Burhancılık, Nasturilik, İran tipi İslam vd.) inançlar, su bazlı Çay gibidir..
Türklerin İslam'a ve diğer dinlere yaklaşımı, 16. Yüzyıl başlarına kadar, esasen "Suya eklenen Çay" prensibi gibi işlemiştir, yani eski kadim Kam (ve Tengri inancı), İran üzerinden alınan İslam ile renklendirilmiştir ve Türkler bu konuda tek değildirler...