Türkiye bir demokrasi destanı yazarak kaderini yeniden değiştirmeye ve dünya siyaset tarihine geçmeye hazırlanıyor, otokrasinin seçimlerle aşıldığı bir ülke olarak örnek olacak ve bunun için ne Batı'dan ne de Doğu'dan destek alıyor. Türkiye'ye inanmıyorlar... >>
1. Türkiye'de halk arasında yaşanan inanılmaz demokratik değişim ve ülkenin yönetimini seçimlerle değiştirme isteği ve kararlılığı, Dünya'da pek okunamıyor. Batıda, "artık bu böyle devam eder, seçimle kim böyle bişeyi değiştirebilir ki?" havası hakim, bu duruma alışılmış gibi...
2. Türkiye, "ökönomi" nedeniyle içeride ve iç politikaya endeksli dış politikadaki sıkışmışlığı aşma gayreti nedeniyle dışarıda, güçsüz bir görüntü arzediyor ve bu hali -açıkçası- Batının ve Doğunun işine geliyor, Türkiyenin bugünkü halinin değişmesi pek işlerine gelmiyor...
3. Türkiye'deki büyük değişim konusunda "yumurta kapıya gelmiş" olduğu halde; izole olmuş, AB perspektifini terketmiş, Doğu ile Batı arasında bocalayan, askerî bakımdan ilk kez bu kadar zayıf, ekonomisi yirmi yıl öncedinin gerisine düşmüş iddiasız bir yer kalmasına itiraz yok...
4. Türkiye'de eskiden beri, "Dıj Güjler" denen bir şehir efsanesi vardır, güya Türkiye'yi onlar "dizayn" eder, Türkler de -nedense- bunu hem bilir, hem de "ööle" buna seyirci kalır vs. Bunun tamamen uydurma bir bahane olduğunun açık açık anlaşılıp yaşandığı günlerdeyiz...
5. Batının konfor alanında, "Ortadoğu'dan bozma, güçsüz, tehlikesiz, Batı'ya pek bulaşmayan ve kolay ötekileştirilebilir, ama Batıya karşı da olamayan düşük modlu ülke" olarak yoluna devam etse, pek itiraz gelmeyecek gibi.
Türklerin Demokrasi kararlılığı bu durumu bozmak üzere...
6. Doğu ise ilk kez, Türkiye'yi kendi hanesine yazabileceği umuduyla, onun ikili oyunlarına katlanıyor ve onlar da Türklerin yükselen demokrasi kararlılığını görmüyor, küçümsüyor.
Dünya, beklentisini, Türkiye'nin ikinci (hatta üçüncü) sınıf bir ülke olması üzerine kurmuş gibi...
7. Türkiye bu zor durumdan demokratik yollarla çıkarken, "Batıya rağmen Batılılaşma yolu"nden ziyade, evrenselleşmiş bir Demokrasi anlayışına yaslanıyor ve buradan çıktıktan sonra kimse, Türkiye'nin 20 yıl önceki gibi "tartışmasız kılçıksız Batı müttefiki" olmayacağını seziyor...
8. Türkiye en son Kurtuluş Savaşı döneminde böyle büyük bir sürpriz yapmış ve hem Batı'ya hem Doğu'ya rağmen format değiştirerek bağımsız bir ulusdevlete dönüşmüştü. Bu aşamada hem SSCB'nin ingiliz korkusundan, hem de Batının savaşta güçsüz düşmesinden yararlanmıştı...
9. Batı, kayıtsızlığı ve AB konusunda Türkiye'ye başından itibaren güvensizliği ve eski önyargılardan kurtulamaması nedeniyle bugünkü durumun oluşmasında pay sahibi olduğunu kabul etmese de, Batıya rağmen kıyısında, yeni bir Demokrasi doğuyor ve Batıyı çok şaşırtacak gibi...
10. Batıyı şaşırtacak, zira sağlam bir demokrasi haline gelmesi yanında, galiba artık tipik bir Batı ülkesi olmayacak ve bunun anlamı da, çıkarlarının Batı ile çatışması halinde -ki bu mümkün- ekonomik ve siyasi açıdan çok daha geniş bir manevra alanına sahip olacak...
11. Henüz kimse, Türkiye'nin demokratik dönüşümü sonrasını konuşmuyor, bu konu dış dünyada ilgi görmüyor, çünkü Türkiye'den kimse böyle bir şey beklemiyor.
Demokratik değişimden sonra Dünyada tavırlar da değişecektir ama Türkiye galiba kendine has bir yol izleyecek...
12. AB çok önemli bir proje, "ezeli" düşman Almanya ve Fransa'nın ebedî barışına dayanıyor. Bu barışı, "ezeli (aslında sadece birkaç yüzyıllık) düşman Türkler ile de yapmak fikriyatı olsaydı, Avrupa Türkiye ile birlikte Ortadoğu'da da nüfuz sahibi olabilirdi...
13. Türkiye'de de "Batı karşıtı" damar, böyle önemli bir tarihî barışın ve yeni dönemin önünü kapattı, halbuki Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin rotası böyle bir barıştı, iki taraftan da engellenmiş oldu.
Şimdi ülke yeni, tarihî olayların eşiğinde... << #KonstantiniyeNotları
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Sol'da çok ilginç bir Rus taraftarlığı hüküm sürüyor. Rusyanın yaptığı emperyalizmle alakasızmış ve Rus rejimi Solcuymuş gibi; yeni Rus taraftarlığı "Antiemperyalizm" ve esasen klasik "Batı düşmanlığı" (aslında malum aşağılık kompleksi) üzerinden yürüyor. Ruslar ne düşünüyor? >>
1. Bugünün Rusya'sına ve yaptıklarına baktıkça, Nazi Almanya'sı ile daha fazla benzerlikler görüyorum ve Rus rejimi, Ortodoks Hristiyanlık'dan eski Komünist jargonuna kadar her "imkan"ı kullanarak, "Büyük Rusya" için eski Sovyet sınırlarına doğru genişlemeye çalışıyor...
2. Rusya'daki tek muhalif gazete de kapandı, artık internetten yurt dışından yayın yapıyor. Eski Sol, milliyetçi dinci Putin Rusya'sına, "Batıyla savaştığı" için sahip çıkıyor. Hatta, Putin ve oligarklarının "Sosyalizmin yenilgisinin rövanşı"nı alacağından bahsedenler bile var!
Karamsarlık yaygın ama ben iyimser olmaya devam ediyorum. Şimdi yeniden bunun nedenini uzun uzadıya anlatmanın alemi yok ama benim gibi iyimser olanların varlığı gayet iyi geliyor, onlardan biri de otuz yıldır takip ettiğim gelecek ataştırmacısı (Futurist) Matthias Horx... >>
1. Matthias Horx, Pandeminin başladığı 2020 yılında ve geçtiğimiz yıl, pandemiyle başlayan kriz hakkında iki kitap yazdı, bunlardan sonuncusunu inceledim ve aynı istikamette düşündüğümüzü gördüm, o nedenle kitabın verilerini de kullanarak bir kaç not düşmek istiyorum...
2. Dünyada eğitimli insanların sayısı son elli yılda inanılmaz boyutlarda arttı (1973'de Dünya nüfusunun yarıdan çoğu okur-yazar değildi) ve şimdi hakim olan düşünce, "Gelecek çok daha kötü olacak, önümü göremiyorum" karamsarlığı...
Hayır, her şey, umduğunuzdan daha iyi olacak...
Türkiye'de olağan "iç siyaset" didişmesi ve lafazanlığı ile "anketlerde hangi parti yüzde bilmemkaç" muhabbeti dışına çıkarak Dünyaya daha dikkatle bakmak, giderek daha çok önem kazanırken, "Coğraya kaderdir", "stratejik önemimiz" türünden söylemler önemsizleşiyorlar... >>
1. Pandemi ile girilen "hızlandırılmış süreç"de birkaç yıldır, "siyaset" sadece "O ne dedi bu ne dedi, ne güzel dedi de diğerini rezil etti" saçmalığını aşıp ekonomiye indi. Artık hangi firmalara "çöküldüğü"nden tutun da kriz ve enflasyona kadar, doğrudan firmalar konuşuluyor...
2. "Ökönomi"nin doğrudan firmalara uzanan bir dille bu ölçüde doğrudan konuşulması oldukça yeni. Eskiden, "Kompradorlar" teriminden sonra "Koç-Sabancı" klişesi vardı ama bu firmaların ne yaptığı pek bilinmezdi ve grev/iflas dışında siyasette firmalar pek konu edilmezdi...
Türkiye'de Sağ devri kapanıp, muhtemelen Sağcıların bile Solculaşacağı önümüzdeki Sol döneme doğru ilerlerken, Sağ'ın son kırk yıldır -geleneksel ahmaklığı ve daima kısa vadeli kolay "para/kâr" miyopluğu nedeniyle- kaçırdığı fırsatlara dikkat çekmekte fayda var... >>
Bu fırsatlardan ilki, 1980 sonrası dönemde 24 Ocak kararlarının uygulanması ve ülkenin neoliberal sınırsız iş/kapital ve "özelleştirmeler" devrine adapte olduğu ve görece daha iyi işleyen bir ekonomiye sahip olduğu halde, SSCB'nin çöküşü sonrasında ortaya çıkan durumdu...
Hakim ideolojisinin "Türk-İslam Sentezi" gibi tumturaklı bir ad taşımasına ve SSCB'nin çöküşü ardından ortaya yeni Türkî Cumhuriyetlerin (ve diğer bağımsız ülkelerin) çıkmasına rağmen, olayı kendince paraya tahvil etmekten başka somut bir perspektif sergileyemedi...
Putin'in Ukrayna savaşı bağlamında kapitalist sistemin krizini ve önümüzdeki yakın gelecekteki olası "gelişmeleri"ni konuştuğum Alman (düşünür) bir dostum (sohbetin bir bölümünün söyleşi halinde yakında basında yayınlanacağını umuyorum) pek parlak bir perspektif çizmedi... >>
Tabii doğamız gereği iyimser olduğumuzdan, geleceğin iyi ve hatta sansasyonel gelişmelerinin ucu da göründü sohbetimizde. Fakat düşüncelerde giderek daha net kristallendiği üzere, geleceğin önündeki en önemli engellerden biri, kapitalizmin ana fikri demek olan "Özel Mülkiyet"...
"Özel Mülkiyet"i marksist açıdan yorumlayıp, onun geleceğe doğru nasıl aşılabileceğine kafa yoran ve bu konuda net konuşabilecek olan bir dost daha var, umarım onunla da bir söyleşi gerçekleştirebilirim veya ona atıfta da bulunarak konu hakkında bir yazı yayımlayabilirim...
Geçtiğimiz hafta ilgi alanıma giren konuların başında Rusya bulunmaktaydı. Sol tandanslılığın getirdiği ilgi nedeniyle Sovyetler Birliği tarihine (ve Leninist klasiklere) aşina olduğumdan, Rusya konularına çabuk adapte olabiliyorum. Putin biyografileri revaçta... >>
Takip ettiğim "Lettre" dergisinin neredeyse bütün yazıları Rusya (ve tabii Ukrayna) ile ilgili.
Avrupa'da Rusya ve Putin rejimi hakkında yeni kitaplar da artmış durumda. Türkiye'de böyle değil.
Putin konusunda okuduğum son kitap, Michel Eltchaninoff'un "In Putins Kopf"u...
Başka bir ilginç kitap, konsepti nedeniyle ilgimi çekti: "Alman-Rus Yüzyılı". Stefan Creuzberger'in kitabı, (Das deutsch-russische Jahrhundert). Yazar iki ülkeyi hem tarihi hem kültürel alanda hem kıyaslıyor, hem de ortak tarih üzerinden irdeliyor...