Amerikan düşmanlığının dünyada en yaygın olduğu ülke Türkiye ve gün geçmiyor ki "Batı" sözcüğü kötü anlamda kullanılmasın. Batı'nın ne olduğu konusunun, Batı'ya düşman olanların kafasına göre "yorumlanması" bir yana, -tanımı zaten döneme göre değişiyor.
Ama "Batı" ne demek?!.. >>
1. Konuya, Türklerin bin yıldan beri yaşadıkları Anadolu/İstanbul'dan bakacak olursak Antik Yunan'da "Hespera" Batıyı, "Anatole" Doğuyu ifade eder, eski Yunan kültüründe Pers Dünyası, Doğu'dur. Eski göçebe Kam geleneğinden bakınca Batı, "Ak"dır ve askerî anlamda zayıf alandır...
2. Kendini "Zhongguo", yani dünyanın merkezi sayan eski Çin için Batı, "Rum" demektir ve Batı Roma da Doğu Roma da Batı'dır ve Dünyanın geriye kalanını esasen "barbar" ilan eden Çin için, ister Roma'da ister İstanbul'da olsun "Rum" uygar sayılır, ama tabii Çin'den sonra gelir...
3. Kavramların da bir tarihi vardır ve zaman içinde anlamları değişir. "Batı", bu kavramlardan biri. Her fırsatta kullanılan, ama dün bugün yarın ne anlama geldiği ve geleceğinin üzerinde hiç durulmayan "konforlu" bir "öteki" betimlemesi haline getirilmiş durumda...
4. Batı bir coğrafya mıdır, bir değerler bütünü müdür, bir kültür müdür, siyasi bir birliğin/yakınlığın adı mıdır, bir sistemin adı mıdır diye çok soru surup -şimdilik- tek yanıtla yetineceğiz: Bir fikirdir ve onun etrafında zaman içinde yerleşmiş normatif neğerlerdir...
5. Tabii Batı, ancak Doğu ile birlikte ele alındığında daha iyi anlaşılacaktır ve bu konu aynı zamanda İstanbul'un uygarlık tarihindeki önemli yerini de tarif ettiğinden, bu coğrafyada yaşayan herkesi, ama en çok da İstanbulluları ilgilendirir...
6. Batı'nın Doğu'dan ayrı bir "Batı" olarak ortaya çıkmasını belirleyen ilk esas konu, annesi Karamürselli, babası İzmit komutanı olan İmparator Konstantin'in İstanbul'u kurmasıdır, -yani İstanbul, bugünkü anlamda "Batı" kavramının doğmasını sağlayan en önemli etmenlerdendir...
7. Konstantin, Hristiyanlığı tarihte ilk kez bir imparatorluk dini haline getirmiş, bugünkü dînî bayramlardan ibadet biçimlerine kadar dînî kurallarını belirlemiştir. Aynı zamanda dînî lider olan Hristiyan hükümdarlar (devamı Osmanlı'da Halife Padişahlar) devrini başlatmıştır...
8. Konstantin'in İstanbul'u "Nea Roma" ve ölümünün ardından "Konstantinopolis" olduğunda, Dünyanın bu tarafında uygarlığın asıl merkezi sayılıyordu. Din ve devlet işlerinin ayrılmadığı yönetim biçimiyle İslam'a da örnek oldu, Arap orduları şehri almak için iki kez kuşattılar...
9. Konstantin'in kurduğu, dini kontrol eden Hükümdar modeli, 1923'e kadar sürmüş ve Batı'nın Doğu'yu kendine göre tanımladığı en önemli özelliklerden olmuştur. İstanbul yalnız değildi. Çin İmparatoru da en önemli kurban ayinlerini yönetiyordu, Türk Kağanı da, Japon Tenno'su da...
10. Hristiyan Batı'da, Hz. isa'nın "Kralın hakkını krala, Tanrının hakkını Tanrıya" söylemini benimseyen anlayış, dini otorite Papa ile Kralları ayrı otoriteler halinde tanımlayıp, bu özellikleriyle kendilerini İstanbul'dan ayırdılar. Laikliğin sekülerliğin doğuşu bunun devamı...
11. Böylece "Batı" lafının kullanılmadığı çağlarda (Avrupa ülkelerinin hepsi birbiriyle bir şekilde itilaflıydı), önce Doğu Hristiyanlığıyla ayrılık doğdu, ama Asya için hepsi Batı, yani "Ak" idi, zira Batı, Asya için "Monoteist dinler diyarı" demekti...
12. Monoteist dinlerin Asya'da "barbarlık" sayılmaları ve bunun nedenlerini daha sonra Budizm ve Tibet örneği üzerinden -başka bir Thread'de- anlatacağım. İbranî dinlerle barışık olmayan Asya'nın yerleşikleri ve göçebeleri, Batı'daki Doğu-Batı ayrımıyla pek ilgilenmiyorlardı...
13. ABD, İngiltere ve Fransa'nın bir arada ilk kez "Batı" olarak tanımlanmaları, 1890 yılındadır ve Bizans'ı devralan Türklerin Sultanı II. Mehmet'in kendini aynı zamands "Roma İmparatoru" diye adlandırması, kendini İstanbul'a göre tanımlayan Batı'ya yeni "doneler" sundu...
14. Avrupa'da tarih kitaplarında -nedense hâlâ- es heçilse de, Rönesans/Reform döneminden tutun da Amerika'nın keşfi, oradaki İngiliz kolonisi Virginia'da 1776'da "İnsan Hakları" beyannamesinin ilanı ve onu örnek alan 1789 Fransız devrimine kadar İstanbul, "Batı"nın antitezi...
15. Kristof Kolomb'un, Türk İmparatorluğu geçit vermediği için, "Bi de batıya yelken açalım" fikrini benimsediği, Macellan'ın aynı nedenle Afrika'nın güney ucunda Kap Burnu'ndan dolaştığı malumdur.
O devirde İstanbul, kendine özgü özellikleriyle alternatif bir uygarlık merkezi...
16. Daha sonra detaylı konuşacağız ama, "Batılı değerler" denince akla gelen; insan hakları, temsilî demokrasi, hukuk devleti ve güçler ayrılığı gibi özellikler, her Avrupa ülkesinde kabul edilmemiştir. Mesela Almanya "Batı'ya karşı" tutumunu ancak 1945 sonrasında terketmiştir...
17. Türkiye için "Batı", teknolojisine özenilen ama çeşitli ittifaklarla ve tavizlerle şimşeklerini üzerine çekmemeye gayret edilen "Düvel-i Muazzama" olduğu dönemde bile, yekpare bir "Düşman" sayılmıyordu. Türkler İran ve Ortadoğu ile, Avrupalılardan daha çok savaşmışlardır...
18. Batı, ancak Soğuk Savaş atmosferinde sadece Avrupalı ülkelerden oluşan bir Batı olmaktan çıktı ve mesela -Batı usulü bir ulusdevlet haline gelen- Türkiye da NATO'ya üye oldu. Atlantik Paktı, "Batı" sayıldı ve israil, İran, Japonya, Avustralya vd. Batı müttefikleriydi...
19. Batı'nın hem bir sistem hem bir kültür hem de siyasî olarak en güçlü olduğu dönem, kuşkusuz Sovyetler Birliği'nin çöktüğü dönemdir, zira Rusya, İstanbul'un Ortodok Hristiyan Doğu geleneğini kültürel anlamda sahiplenmişti -şimdi daha net bir şekilde sahipleniyor...
20. Cumhuriyet'in kurulması, tıpkı başka Asya ülkelerinde de yaşandığı gibi, siyasi ve kültürel Batı etkisinin Dünyada en yüksek olduğu döneme denk geldi. Sadece Türkiye'de değil, her yerde -bir Batı normu olan- Cumhuriyetler kuruluyordu. Çin'de 1911'de ilan edilmişti...
21. Batı'yı tarif ederken -ki bu tarifler, tarifi yapana göre kısmen değişir- farklı alanlar açısından tanımlanabileceğini yeniden hatırlatayım. Ben, 2004'de "Coğrafî Batı" ile "Sistemsel Batı" arasındaki farka dikkat çekmiştim. Sistemsel olana kısaca 'Kapitalizm' diyoruz...
22. Cumhuriyet kurulduğunda sistemsel Batı, yani Kapitalizm, Sovyetler Birliği'ndeki kooperatist (Sosyalist) modeliyle birlikte "gelecek vaadeden" tek sistemdi ve Türkiye tarihî bir adım atarak eski Ortodoks/Bizans geleneğini SSCB'ye bıraktı, siyasi Batı'nın yanında yer aldı...
23. Sistemsel Batı'nın global başarısı yanında siyasi başarısı da çok önemlidir. Çin de binlerce yıllık sistemini terkederek, 19'uncu yüzyılda Almanya'da manifestosuyla ortaya çıkan "Komünist Parti" şablonuna uyan ve 1921'de kurulan ÇKP tarafından Cumhuriyet'le yönetiliyor...
24. Türkiye bir Cumhuriyet olup eski "Uygarlık odağı olmak ambisyonu"nu terkedince (terketmek zorunda kalınca), İstanbul'un önemi ve nüfusu azaldı, çok milletli kozmopolit yapısı türkleşerek homojenleşmek istikametinde değişirken, yeni ulus devletin başkenti de değişti...
25. Türkiye'nin Cumhuriyet yönünde bir adım atarak yaptığı, bin yıllık ezelî zıtlaşmayı tek taraflı olarak sona erdirmek ve Batıyla birleşmek isteği şeklinde okunabilir. O zaman daha Fransız-Alman barışması ve onun üzerine kurulan AB diye bir şey de henüz yoktu...
26. Türkiye yeni ve eski kimliği arasındaki çatışmayı, İslamcılığın nihilist ilkel ve dejenere eden yanından gözünü alıp hakettiği kategoriye oturtamadığı için, sağlıklı bir şekilde tartışamıyor ve Batı'yı -yeni döneme göre- tarif edemediği için, ona tavrını da belirleyemiyor...
27. Türkiye'nin modern yüzü Seküler orta tabaka ("sınıf" değil), yeni neslini 'Dünya Vatandaşları' olarak yetiştirmek perspektifini benimserken, -mesela çok kutuplu Dünyanın yeni odakları modern Çinliler, Hintliler gibi- kendine has bir çizgi tutturmak fikrinden uzak...
28. Batı'da bile "Batı'nın, artık Dünyayı domine etmediği ve Avrupa merkezci düşüncelerin terkedilmesi gerektiği" kunuşulurken, Türk sekülerler, "Kendilerini başkalarının eski normlarına göre değerlendirmek" eski usulünü sürdürüyorlar. Çinlilerin Hintlilerin terkettiği bi durum..
29. Mesela İstanbul'u, onun yarı yaşında olmayan Batılı şehirlerle kıyaslayıp "Şehire benzemez" bulmak, kendini Batı Avrupa ülkeleriyle kıyaslayıp, beğenememek (aynı olamayacağından beğenmek zaten imkansızdır), "Kendini başkalarının normuyla değerlendirmek" mutsuz durumudur...
30. Avrupa merkezci anlayış Avrupa'da bile terkedilirken, kendini her alanda sadece o normlara göre değerlendirip bir türlü beğenememek, 1970'lere kadar Dünya'ya hakimdi ve peyderpey terkedildi. Bugün böyle karşılaştırmalar yapan Batılı entelektüeller artık yok hükmünde...
31. Günümüzde asıl olan, ülkelerin bölgelerin, eskiden temsil ettikleri kültürel/siyasi değerleri de gözeten ve eski Batı şablonlarından uzaklaşmak yönünde. Mesela eskiden bir yerin "Uygarlık" sayılması için -Avrupa merkezci bir anlayıştır- ille de "yazı" ve "bina" olması şarttı!
32. Bugün uygarlığın 20'inci yüzyılın eski mantığına göre ille de "yazı" ve "bina" ile olduğunu söyleyen Batılı bilim adamı yok, ama Türkiye'de -İslamcı vasatlığını konuşmaktan nefes alamayan- Sekülerler arasında çok...
Dünya değişti, değişmeye de devam ediyor...
33. İnsanlığın "Buz Çağı" sonrası ortaya çıkan ve ilk örneklerini Sümerler'de kil tabletler üzerinde ve Çin'de Yijing (ve benzeri kehanet işlerinde) bakmak için kullanılan kemiklerin üzerindeki yazılar öncesine uzanan yüzbinlerce yıllık bir tarihleri var. Göbeklitepe de yazısız..
34. Tarihi Buz Çağı öncesine, yani Göbeklitepe'nin çok öncesine uzanan insan faaliyetleri tesbit ediliyor. İnsanlar yazı kullanmıyorlar ama bugünkünden daha geri akla-fikre sahip değiller. Göbeklitepe'yi, Malta'daki, Orta Amerika'daki devasa mabedleri hesaplayıp yapıyorlar...
35. Klasik Arkeolojinin hesabına kitabına uymadığından, tarihi Buz Çağı öncesine uzanan yapıları, insanların "hangi akılla" yaptığı "anlaşılamıyor." Zira sadece bulgulara bakış değil, çağlar da değişiyor ve Batı kavramı da o değişenlerden...
36. Türkiye Batılı değerleri kabul ederken, ve eski ambisyonlarını terkederken, kuşkusuz zamanın ruhuna göre doğru hareket etmişti, tıpkı Mao'nun Marx'dan alıntı yaparken doğru çeviriye dikkat etmesi gibi.
Türkiye elbette Batılı bir ülke olmayı sürdürür, ama eskisi gibi değil...
37. Türkiye'nin nasıl bir "Batılı ülke" olduğu ve olacağı, İstanbul'un yeni bir uygarlık konteksindeki yerinin/özelliğinin ne olabileceği gibi konular, başka bir Thread'in veya buradan devamla yazacağım Thread'in konusu... << #KonstantiniyeNotları
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Türkiye bir demokrasi destanı yazarak kaderini yeniden değiştirmeye ve dünya siyaset tarihine geçmeye hazırlanıyor, otokrasinin seçimlerle aşıldığı bir ülke olarak örnek olacak ve bunun için ne Batı'dan ne de Doğu'dan destek alıyor. Türkiye'ye inanmıyorlar... >>
1. Türkiye'de halk arasında yaşanan inanılmaz demokratik değişim ve ülkenin yönetimini seçimlerle değiştirme isteği ve kararlılığı, Dünya'da pek okunamıyor. Batıda, "artık bu böyle devam eder, seçimle kim böyle bişeyi değiştirebilir ki?" havası hakim, bu duruma alışılmış gibi...
2. Türkiye, "ökönomi" nedeniyle içeride ve iç politikaya endeksli dış politikadaki sıkışmışlığı aşma gayreti nedeniyle dışarıda, güçsüz bir görüntü arzediyor ve bu hali -açıkçası- Batının ve Doğunun işine geliyor, Türkiyenin bugünkü halinin değişmesi pek işlerine gelmiyor...
Sol'da çok ilginç bir Rus taraftarlığı hüküm sürüyor. Rusyanın yaptığı emperyalizmle alakasızmış ve Rus rejimi Solcuymuş gibi; yeni Rus taraftarlığı "Antiemperyalizm" ve esasen klasik "Batı düşmanlığı" (aslında malum aşağılık kompleksi) üzerinden yürüyor. Ruslar ne düşünüyor? >>
1. Bugünün Rusya'sına ve yaptıklarına baktıkça, Nazi Almanya'sı ile daha fazla benzerlikler görüyorum ve Rus rejimi, Ortodoks Hristiyanlık'dan eski Komünist jargonuna kadar her "imkan"ı kullanarak, "Büyük Rusya" için eski Sovyet sınırlarına doğru genişlemeye çalışıyor...
2. Rusya'daki tek muhalif gazete de kapandı, artık internetten yurt dışından yayın yapıyor. Eski Sol, milliyetçi dinci Putin Rusya'sına, "Batıyla savaştığı" için sahip çıkıyor. Hatta, Putin ve oligarklarının "Sosyalizmin yenilgisinin rövanşı"nı alacağından bahsedenler bile var!
Karamsarlık yaygın ama ben iyimser olmaya devam ediyorum. Şimdi yeniden bunun nedenini uzun uzadıya anlatmanın alemi yok ama benim gibi iyimser olanların varlığı gayet iyi geliyor, onlardan biri de otuz yıldır takip ettiğim gelecek ataştırmacısı (Futurist) Matthias Horx... >>
1. Matthias Horx, Pandeminin başladığı 2020 yılında ve geçtiğimiz yıl, pandemiyle başlayan kriz hakkında iki kitap yazdı, bunlardan sonuncusunu inceledim ve aynı istikamette düşündüğümüzü gördüm, o nedenle kitabın verilerini de kullanarak bir kaç not düşmek istiyorum...
2. Dünyada eğitimli insanların sayısı son elli yılda inanılmaz boyutlarda arttı (1973'de Dünya nüfusunun yarıdan çoğu okur-yazar değildi) ve şimdi hakim olan düşünce, "Gelecek çok daha kötü olacak, önümü göremiyorum" karamsarlığı...
Hayır, her şey, umduğunuzdan daha iyi olacak...
Türkiye'de olağan "iç siyaset" didişmesi ve lafazanlığı ile "anketlerde hangi parti yüzde bilmemkaç" muhabbeti dışına çıkarak Dünyaya daha dikkatle bakmak, giderek daha çok önem kazanırken, "Coğraya kaderdir", "stratejik önemimiz" türünden söylemler önemsizleşiyorlar... >>
1. Pandemi ile girilen "hızlandırılmış süreç"de birkaç yıldır, "siyaset" sadece "O ne dedi bu ne dedi, ne güzel dedi de diğerini rezil etti" saçmalığını aşıp ekonomiye indi. Artık hangi firmalara "çöküldüğü"nden tutun da kriz ve enflasyona kadar, doğrudan firmalar konuşuluyor...
2. "Ökönomi"nin doğrudan firmalara uzanan bir dille bu ölçüde doğrudan konuşulması oldukça yeni. Eskiden, "Kompradorlar" teriminden sonra "Koç-Sabancı" klişesi vardı ama bu firmaların ne yaptığı pek bilinmezdi ve grev/iflas dışında siyasette firmalar pek konu edilmezdi...
Türkiye'de Sağ devri kapanıp, muhtemelen Sağcıların bile Solculaşacağı önümüzdeki Sol döneme doğru ilerlerken, Sağ'ın son kırk yıldır -geleneksel ahmaklığı ve daima kısa vadeli kolay "para/kâr" miyopluğu nedeniyle- kaçırdığı fırsatlara dikkat çekmekte fayda var... >>
Bu fırsatlardan ilki, 1980 sonrası dönemde 24 Ocak kararlarının uygulanması ve ülkenin neoliberal sınırsız iş/kapital ve "özelleştirmeler" devrine adapte olduğu ve görece daha iyi işleyen bir ekonomiye sahip olduğu halde, SSCB'nin çöküşü sonrasında ortaya çıkan durumdu...
Hakim ideolojisinin "Türk-İslam Sentezi" gibi tumturaklı bir ad taşımasına ve SSCB'nin çöküşü ardından ortaya yeni Türkî Cumhuriyetlerin (ve diğer bağımsız ülkelerin) çıkmasına rağmen, olayı kendince paraya tahvil etmekten başka somut bir perspektif sergileyemedi...
Putin'in Ukrayna savaşı bağlamında kapitalist sistemin krizini ve önümüzdeki yakın gelecekteki olası "gelişmeleri"ni konuştuğum Alman (düşünür) bir dostum (sohbetin bir bölümünün söyleşi halinde yakında basında yayınlanacağını umuyorum) pek parlak bir perspektif çizmedi... >>
Tabii doğamız gereği iyimser olduğumuzdan, geleceğin iyi ve hatta sansasyonel gelişmelerinin ucu da göründü sohbetimizde. Fakat düşüncelerde giderek daha net kristallendiği üzere, geleceğin önündeki en önemli engellerden biri, kapitalizmin ana fikri demek olan "Özel Mülkiyet"...
"Özel Mülkiyet"i marksist açıdan yorumlayıp, onun geleceğe doğru nasıl aşılabileceğine kafa yoran ve bu konuda net konuşabilecek olan bir dost daha var, umarım onunla da bir söyleşi gerçekleştirebilirim veya ona atıfta da bulunarak konu hakkında bir yazı yayımlayabilirim...