Kefen parasını bile Milli Mücadeleye bağışlayan İlk Diyanet İşleri başkanımız Mehmet Rıfat Börekçi’yi rahmetle anıyoruz.
Mekanı cennet olsun.
Atatürk, Ankara'ya geldiğinde Heyet-i Temsiliye'nin kasasında hiç para yoktu. Heyet üyeleri Ziraat Mektebi'ne yerleşmişti. İlk günlerde
yemek işini belediye hallettiyse de, bu durum böyle süremezdi. Heyetin kasasını Mazhar Müfit (Kansu) tutuyordu. Mecburiyetten kendi kürkünü bile satmıştı. Ekmekçiye verecek paraları yoktu.
Ne yapacağını kara kara düşündüğü bir anda,
Ankara Müftüsü Rifat (Börekçi) Efendi'nin geldiğini söylediler. Gerisini, Mazhar Müfit Kansu'nun 30 Aralık 1919 tarihli anılarından okuyoruz:
Müftü Efendi odama girdi, bir iskemleye oturdu. Kahvemiz olmadığından, "Müftü Efendi, siz zannedersem kahve içmezsiniz,
öyle değil mi?” dedim. "Evet içmem,” dedi. Durumumuzu anladığı için "İçmem” demişti. Tebessüm ederek:
- Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik. Az da olsa yardımda bulunmayı görev bildik, dedi.
Müftü Efendi, cübbesinin altından bir torba çıkarıp paraları saymaya hazırlandı.
Ne yapacağımı adeta şaşırmıştım.
- Müftü Efendi, teşekkür ederim ama, önce Paşa ile bu konuyu görüşmeniz iyi olur, dedim.
- Görüştüm, Kasa Mazhar Müfit'tedir, ona veriniz, dediler.
Müftü Efendi parayı birer birer saymaya başladı. Tam bin lira para saydı.
Paraları aldım ve kasaya koydum. İçimden derin bir oh çektim. Saygıdeğer müftü çıktı, gitti. Ben de paranın miktarını derhal Mustafa Kemal Paşa'ya haber vermek üzere odadan çıktım.
Paşa:
- Ne kadar? diye sorunca:
- Bin lira, dedim.
- Gördün mü? Akşam ne kadar sıkılmıştık.
Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor, dedi.
Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. 2, Ankara: TTK., 1997, s.506-507 #tarih okuduğunuz için teşekkür ederim keyifli akşamlar @PalaBiyikRak79 takip etmeyi unutmayın lütfen ‼️‼️
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
#YılmazBüyükerşen #Eskişehir
60 yıl önce.
1958…
Gencecik gazeteciydi.
Haber yapmak üzere, yeni kurulan Eskişehir Akşam Yüksek Ticaret Okulu’na gitti. Kapıda bekçi vardı. Kartını uzattı, müdürle görüşmek istediğini söyledi. Bekçi kartvizite baktı, dikkatle baktı,
sonra kim olduğunu, adını ve işini sordu. Genç gazeteci vaziyeti anlamıştı, bekçi okuma yazma bilmiyordu. Haberine dahil etmek için bekçinin adını not defterine kaydetti, Ahmet Yuşan’dı.
--Genç gazeteci hem haberini yaptı, hem de okula kaydoldu.
Eskişehir Akşam Yüksek Ticaret Okulu’nun ilk kayıtlı öğrencisi oldu.
--Bu mütevazı okul, önce iktisadi ve ticari ilimler akademisine dönüştü, sonra Anadolu Üniversitesi’ne dönüştü. Yıllar yılları kovaladı… O genç gazeteci, Anadolu Üniversitesi’nin rektörü oldu.
Dün vefat eden dünyaca ünlü cerrah Prof. Dr. Mustafa Öz’le röportaj yaparken ASLINDA BU HAYATIN SINIRLARI BELLİ röportaj satırlarına sığmayacağı endişesi taşıdık.
Bozkır’da kerpiç bir evde başlayan bu yaşamı anlatırken son derece açık, samimi ve kendinden emin bir tavır sergileyen Prof. Dr. Öz, tüm sorularımıza içtenlikle yanıt verdi. Bu yaşamda bizi Mustafa Öz’ün ilk ameliyatını ortaokulda yaptığı,
annesinin 15 yaşında evlenip bir daha köyünü ve ailesini hiç göremediği, cerrahken aynı zamanda hasta bakıcılık yaptığı, o kerpiç evden üç profesör bir de doçentin çıktığı ve daha pek çok şey etkiledi. İkram ettiği kuru meyve ve yemişler ise harikaydı.
ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nda Japonya’ya atom bombası atması, tarihin en korkunç olaylarından biri olarak kayda geçerken, ülkede nice nesle yayılan bir travma yarattı. Radyasyon ilk aşamada binlerce insanın ölmesine, yaralanmasına ve sakat kalmasına neden oldu ama korkunç etkisi,
yıllara yayılarak sürdü.
Hayat dolu bir kız çocuğu olan Sadako Sasaki, bombanın patlamasından on yıl sonra lösemiye yakalandı. İyileşeceğine dair umudunu hiç kaybetmedi Sadako. Tedavi gördüğü hastanede kâğıttan turna kuşları katlamaya başladı. Çünkü efsaneye göre,
kâğıttan bin turna kuşu katlayan bir insanın dileği, mutlaka kabul olurdu. Böylece hevesle işe başladı.
Ancak 644. turna kuşunun devamını getiremedi.
Halsiz düşen ve bir daha toparlanamayan Sadako, 25 Ekim 1955’te öldü.
ÇİZME HİKAYESİ
Bir okulda, bir öğretmen öğrencilerine, kendileri seçtikleri bir konuda hikaye yazmalarını ister.
En güzel hikaye yazan öğrenciye bir çift çizme hediye edecektir. Bütün öğrenciler hikayeleri yazar ve kağıtları öğretmenlerine verirler.
Öğretmen tek tek hikayeleri okur, hepsi birbirinden güzeldir. Bir türlü en iyi olanı seçemez. Bu olayı kura ile çözmeye karar verir.
Her öğrenci bir kâğıda kendi adını yazıp çizmenin içine atar. Atılan isimler karıştırıldıktan sonra bir tanesi çekilir. Öğretmen yüksek sesle,
AYŞE diye okur okumaz, sınıfta büyük alkış kopar.
Kurayı Ayşe adında bir öğrenci kazanır.
Ayşe çizmelerine sarılarak mutluluk gözyaşı döker.
Eve gittiğinde öğretmen bu olayı ağlayarak eşine anlatmaya başlar.
Eşi de:"Tamam der, bak ne güzel çözüm bulmuşsun, niye ağlıyorsun ki?"
MÜJDAT GEZEN 👏🏻👏🏻👏🏻🇹🇷
Siz bana çok kötülük yaptınız. Mahkeme mahkeme 20 yıl dolaştırdınız beni. Açmadığınız dava kalmadı. Okulumu kundaklattınız. Yurtdışına çıkıp hasta kızımı görmemi engellediniz. Hiçbir televizyon kanalına çıkarmadınız. Yıllarca emek verdiğim
TRT bana yasak koydu.
Adımı ve resmimi bulmacalardan çıkardınız. İzmir’de, Bursa’da okullarımı kapattırdınız. Beyoğlu’ndaki okulumu mühürlettiniz. Bakırköy’deki okuluma ruhsat vermediniz. Kala kala bir tek eski okuluma kaldım.
Çünkü Kadıköy Belediyesi’ne bağlı olduğu için dokunamadınız.
Evime polis yolladınız, o adliye senin, bu adliye benim onlarla birlikte dolaştık durduk. Maliye Bakanı Nebati’ye şaka yazısı yazdım diye müfettiş gönderdiniz. Daha çok derdim var ama kısacası hayatımdan
YÜZ KARASI
Yıl 1924, yer Kadıköy’deki Papaz’ın Çayırı...
Neyzen Tevfik’i o dönem İstanbul’da tanımayan neredeyse yok. Neyinin sesi, şiirleri, deliliği, sarhoşluğu herkesin dilinde...
Ahmet Rasim ise Türkiye’de gazeteciliğin en büyük üstatlarından, az değil kırk yıllık gazeteci!
Rasim, neredeyse köşe yazıları, besteleri, gazetecilikteki başarıları kadar, akşamcılığıyla da tanınıyor. Ve elbette bu ikilinin yolu, Ahmet Rasim’in müdavimi olduğu Papaz’ın Çayırı’nda bir akşamcı sofrasında buluşuyor...
Gerisini Ahmet Rasim’in 1924’te yayınladığı
“Gülüp Ağladıklarım” kitabında yer alan “Çıkan Bir Yüz Karası” yazısından okuyun:
"Geçen bir gün köyün yegâne sayfiyesinde (Kadıköy-Papazın bağı) oturuyordum. İçeriye kıvırcık saçları şaha kalkmış,baş açık,yalınayak,pir piri kıyafet bir zenci girdi. Yaklaştıkça tanır gibi oldum.