■Kefen parasını bile Milli Mücadeleye bağışlayan İlk Diyanet İşleri başkanımız Mehmet Rıfat Börekçi’den Millete fakirlik öğütleyip kendisine İngiltere'den Villa alıp bir eli yağda bir eli balda yaşayan Diyanet İşleri başkanlığına nasıl geldik!
■ Cumhuriyete sahip çık!
■ Atatürk, Ankara'ya geldiğinde Heyet-i Temsiliye'nin kasasında hiç para yoktu.
■ Heyet üyeleri Ziraat Mektebi'ne yerleşmişti.
İlk günlerde yemek işini belediye hallettiyse de, bu durum böyle süremezdi.
■ Mecburiyetten kendi kürkünü bile satmıştı. Ekmekçiye verecek paraları yoktu.
■ Ne yapacağını kara kara düşündüğü bir anda,
■ Ankara Müftüsü Rifat (Börekçi) Efendi'nin geldiğini söylediler.
■ Gerisini, Mazhar Müfit Kansu'nun 30 Aralık 1919 tarihli anılarından okuyoruz:
■ Müftü Efendi odama girdi, bir iskemleye oturdu. Kahvemiz olmadığından, "Müftü Efendi, siz zannedersem kahve içmezsiniz,
■öyle değil mi?” dedim. "Evet içmem,” dedi. Durumumuzu anladığı için "İçmem” demişti. Tebessüm ederek:
■- Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik. Az da olsa yardımda bulunmayı görev bildik, dedi.
Müftü Efendi, cübbesinin altından bir torba çıkarıp paraları saymaya hazırlandı
■Ne yapacağımı adeta şaşırmıştım.
- Müftü Efendi, teşekkür ederim ama, önce Paşa ile bu konuyu görüşmeniz iyi olur, dedim.
- Görüştüm, Kasa Mazhar Müfit'tedir, ona veriniz, dediler.
■Müftü Efendi parayı birer birer saymaya başladı. Tam bin lira para saydı.
■Paraları aldım ve kasaya koydum. İçimden derin bir oh çektim. Saygıdeğer müftü çıktı, gitti. Ben de paranın miktarını derhal Mustafa Kemal Paşa'ya haber vermek üzere odadan çıktım.
■Paşa:
- Ne kadar? diye sorunca:
- Bin lira, dedim.
- Gördün mü? Akşam ne kadar sıkılmıştık.
■Bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor, dedi.
Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. 2, Ankara: TTK., 1997, s.506-507 #tarih
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Uzun yıllar boyunca kimsenin tatmin edici bir açıklama getiremediği bu esrarengiz olay, içinde bilim insanlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından "doğaüstü bir takım güçlerin eseri" zannedildi. Bu açıklamalar arasında kayıp kıta
Atlantis'in orada bulunup (bu düşünceyle paralel olarak Atlas Okyanusu ismini almıştır) Kayıp Kıta'nın hiçbir zaman anlaşılamayan teknolojik ve manyetik kayıp aygıtlarından birinin etkisinden veya o bölgenin defalarca
Dünya dışı varlıkların ziyaretlerinde orada yarattıkları manyetik alanın bir etkisi olduğu, hatta Kristof Kolomb'un bile tuttuğu günlüklerde, o bölgede gökyüzünde uçan tanımlanamaz cisimlerden bahsedildiği iddia edilmiştir. Öte yandan meydana gelen olayları ani hava değişimleri,
İstiklâl’de İngiliz bayrağı asılıyken.!
Bir hanımefendi diyor ki; 1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı. Liseyi yeni bitirmiştim.
Güzel bir kızdım.
Dünür gelmeye başladılar.
Biri avukatmış.
Gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir
delikanlıydı, beğendim.
Nişanlandık.
Nişanlımı seviyordum.
Mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyordum.
Ama çok geçmedi ki mahallede bir dedikodu yayıldı.
(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş,
üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş) dediler.
Alt üst oldum.
Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu…
Yıkıldım.
Nişanı atıp, ayrıldık.
Aradan 5 yıl geçti.
Evlenmiştim,
Bir de çocuğum olmuştu.
1924 yılıydı.
Artık ülkemiz özgürdü.
“Tarihin” yazıldığı Çanakkale Savaş’ında gönüllü hemşirelik yapan “Türk Kadınları”na hediye edilen ve üzerinde “1332 Cihadiye” yazılı yüzüğün hikayesi!
Çanakkale Savaşları'nda yaralanan Mehmetçiklere hizmet etmek için binlerce ev kadını hastanelere koşmuş o dönem...
TÜRK KADINI!
Savaş sonunda teklif edilen parayı kabul etmeyen kadınlar için depolardaki İngiliz tüfeklerinin namluları kesilerek 'Cihadiye' yüzükleri yaptırılmış...
Hikaye şöyle gelişir;
Çanakkale Savaşları'nda yaralanan binlerce asker,
gemilerle İstanbul'a taşınıp hastanelere yerleştirilirken, hastanelerdeki hasta bakıcı ve hemşireler gelen yaralılara yardımcı olmada yetersiz kalmış ve ev kadınlarından yardım istenmiş...
Vatan hizmetinde cepheye koşan erkeklerinden geride kalmak istemeyen binlerce kadın,
Amen, amin,vb. deyişlerin kökeni Antik Mısır olma ihtimali bir hayli yüksek. Ancak bir firavundan gelmez, bir tanrıdan gelir. Amon. Firavunların büyük bir bölümü isimlerini de tanrı Amondan alır. Amenhotep, doğum ismi,Anlamı "Amon hoşnuttur".
Amenofis, ismin Yunan kaynaklarında geçen, Yunancaya uyarlanmış hâlidir. "Müslümanlar "amin" diyor. Hıristiyanlar ise "amen" der. Buradan anlaşılıyor ki yahudilerin "amen" kelimesi değişerek arapçaya "amin" olarak geçmiş.
Yahudiler de bu deyişi bir zaman tutsak oldukları mısır'da öğrenmişler. Mısır firavunu Amenofis(Amenhotep), yapılan her duanın sonunda kendi adının anılmasını, "amen" denilmesini emretmişti. yani "amen" kelimesi eski mısır dili olan koptça. İşte yahudiler de o zamanki mısır
Şeriat aşkı ile yanıp tutuşan kadınlarımızın okuması dileği ile İran'da yaşanmış Evlilik cüzdanı yanlarında olmadığı için karısı asılmış Muhammed'in acılar ile dolu 1985 yıllarında İran'da yaşanmış gerçek yaşam öyküsü!
Ziba ile Muhammed yeni evlenmiş bir çifttir...
Muhammed, sığır ticaretiyle uğraşmakta,Ziba ise bir özel hastanede hemşirelik yapmaktadır.
Bir aylık evli çift,
balayına çıkma planları yapmaktadırlar...
Muhammed, bütün formaliteleri yerine getirerek esine ve kendisine on beş günlük bir balayı programı hazırlar...
Ve özel otomobilleriyle balaylarını geçirmek için Benderabbas şehrine hareket ederler...
Ziba ile Muhammed yaklaşık 600 km lık bir yol katederler.
İran devrim muhafızları Pasdar'lar kara yolu üzerinde araçları durdurarak kimlik kontrolü yapmaktadırlar.