Türkiye’nin süreç içinde nasıl yeni bir döneme girmekte olduğunu, son on yılda siyaset anlayışında yaşanan sosyoekonomik ve sosyopsikolojik değişimde görmek de mümkündü. Bu süreç aynı zamanda, “Neoliberal Partiler”in aşılması süreciydi… >>
1. Neoliberal dönem elbette 70’lerin sonunda başladı ama Türkiye’de bu dönem, 1980 darbesi sonrası, 1982 Anayasası ile birlikte, yani 24 Ocak kararları sonrasının Özal iktidarı döneminde yaşandı ve 2013 öncesi Ak Parti iktidarı, bu dönemin zirvesini teşkil etti…
2. Neoliberal Partilerin özelliği, iktidara gelmek ve iktidarda kalmak üzere kurgulanmış “çok eğilimli” olmalarıdır, nitekim ilk örneklerinde “Eski Solcu (Yeni Sağcı) ‘Liberaller’”den, “Milliyetçi Ülkücüler”e, “Milli Görüş kökenli Muhafazakarlar”a kadar her eğilim mevcuttu…
3. Neoliberal partilerin başarının sırrı, “tüm eğilimleri bağrında toplayarak”, bir tür “apolitizm” gibi sunulmaya yatkın olması, siyasetin “kimlikler” üzerinden yürütülmesine uygun zemin sunmasıdır. Tabii bu da, neoliberal ekonominin nisbeten “daha iyi” işlemesi nedeniyle idi…
4. Daha önce çok yazdım ama tekrarlayayım, Neoliberal Ekonomi, Vietnam Savaşı sonrası krize giren Dünya ekonomisinin “büyümek” adına bu kez kamu mallarını keşfi ve yağmalaması -yani özelleştirmesi- dönemiydi, bunun getirdiği geçici refah, “kimlikçi siyaset”i popüler kıldı…
5. Çok siyasi bileşenli Neoliberal Partiler, doğaları gereği radikal olmayan, Merkez Partiler olmak zorundaydılar, bu özellikleri ve dağıttıkları yapay refah (özelleştirmeler) ile de geniş ve çeşitlilik arzeden destekçi kesimlerini memnun etmek zorunda olan partilerdi…
6. Zaman içinde bu özelleştirmeci “refah”a alışan çeşitli Neoliberal Parti bileşenleri, malum “ortayolcu/merkezci” çizgiden ayrılıp yalpalanmasına ve giderek popülizme doğru savrulmalara ses çıkarmadılar, ama “Merkez Olmak”ın sınırı aşıldı ve Neoliberal Partiler krize girdiler…
7. Neoliberal Partilerin, “Merkezin terki” aşılmasında Milliyetçi/Ülkücü çevrelerin önemli bir rol oynadıklarını biliyoruz. Her kesimden insanı biraraya getirmiş, “siyasetten ziyade işe bakan” partilerin, bileşenlerinden bir kesime yanlaması, diğerlerini uzaklaştırması demektir…
8. Neoliberal partilerin çokbileşenli özelliklerini terketmek zorunda kalmaları, sadece “içlerindeki bir kesime yanlamak” değildir elbette, zira bu “yanlamalar”, konjonktüre göre değişiklikler arzetti. Asıl konu, Neoliberalizmin “yapay refah” devrinin mecburen sona ermesiydi…
9. Dünyayı “Kimlikler” üzerinden açıklamaya kalkan Huntington devri sona ermiş, Neoliberal özelleştirmeler de satıla satıla bitmişti, finanskapital üzerinden yürütülen “büyüme” de tekliyordu. Bu aşamada Politika özüne dönüp, gene esasen sosyoekonomi üzerinden işlemeye başladı…
10. Politika 2010’lardan itibaren “Laiklik”, “Müslümanlık”, “Kürtlük”, “Milliyetçilik” üzerinden konuşan ve aslında kimsenin kimseyi dinlemediği “dil”den, “ekonomik sosyal çıkarlar üzerinden konuşanlar” aşamasına dönmeye başladı...
(Eski sol buna “sınıf politikası” falan da der)
11. Geldiğimiz aşamada, kimlikler üzerinden değil, toplumsal çıkarlar üzerinden yapılan bir politika güçleniyor ve mesela yardım ederken depremden zarar gören insanların “neci olduğuna bakmak”, sadece eski Neoliberal zihniyetin aklına geliyor. Yeni politikanın farkı burada gibi..
12. İktidar odaklı eski Neoliberal Partiler kendi çeşitli bileşenlerini aynı yapı içinde birarada tutmakta zorlanırken, farklı bileşenlerden oluşan ve bir bütün içinde erimeden -sosyopsikolojik/sosyopolitik- ittifaklar yapmayı tercih eden siyasi partiler/gruplar ortaya çıkıyor…
13. Daha önce yeni bir “Biz” duygusunun doğuşundan sözetmiştim, bu Biz duygusu, temelde önce “Ben” olmak, ve o özgün kişiliklerin kendi özelliklerini terketmeden özgür/özerk kalarak birarada hareket etmesini anlatan bir “Biz” idi.
Şimdi çok daha belirginleştiği görünüyor…
14. Zayıflayıp güçsüzleştikçe Popülistleşen Neoliberal Partiler, ittifaklara girince eriyip bozuluyorlar ve Türkiye’de bu özelliğe uygun semptomların ortaya çıkmasını ve Neoliberal son partinin daha da erimesini sağlayanlar Türk Milliyetçileri.
Çok ilginç bir proses…
15. Göründüğü kadarıyla Türk Milliyetçileri, Neoliberal Popülizmi; onu diğer bileşenlerinden arındırarak erittiler/eritiyorlar. Bunu bilinçli mi bilinçsizce mi yaptıkları bir yana, Neoliberal Partinin Türk siyasetinde marjinalleşmesini sağladıkları açık…
16. Bugünlerin tarihi ileride yazıldığında, Neoliberalizmin siyaseten de aşılmakta olduğu günümüzde hangi kesimin ve hangi partinin bu ilginç dönüşümde baş rolü oynadığı konusu pek de bugün konuşulduğu şekilde olmayabilir.
Yeni bir sayfa açılıyor… << #KonstantiniyeNotları
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
İdeolojik teolojik “Pragmatizm” türlerinin yalan söyleyebilme katsayısı oldukça yüksek halini üstün bir meziyet sayan “siyaset” kendi ayağına dolanıp düşe düşe yorulmuş görünüyor, son kullanım tarihi de dolmak üzere. Rusya versiyonu, hepsinin nasıl -aynı- işlediklerine örnek… >>
1. “Algı operasyonu” şampiyonu ve bilgisayar/internet manipulasyonu maraton koşucusu Rusya, Dünya’nın her yerinde her renkten radikalleri desteklerken ve Batı’yı atom bombasıyla tehdit ederken, kendi saflarında Pragmatizminin tel tel döküldüğü görülüyor…
2. Rusya, “bir operasyonla korkutup” teslim alacağını sandığı Ukrayna’da bataklığa saplandı.
Zamanın ideolojik maçovâri dandik pragmatik Rus muktedirleri, korku salmak üzerinden işleyen bir “önkabul”e sahipler. Diğerlerini “kolay korkutulacak ürkek koyunlar” sanan bir “özgüven”…
Depremin kapsamlı acısı gün geçtikçe daha belirginleşiyor ve ertelenemeyen seçimlerle birlikte, yıkıntıların ve islamcılığın da hızlıca kaldırılacağı, yeni dönemin başka bir yerden başlayacağı anlaşılıyor. Bunun merakı ve telaşı, çeşitli biçimlerde herkesi sarmış görünüyor… >>
1. 2020’de başlayan ve en hızlı/etkili versiyonu tahminen 2025/26’ya kadar sürecek olan YENİ DÖNEM’de kuşkusuz birçok konunun konumun “siyeset” dediğimiz ömür törpüsünün ve onun -büyük çoğunluğu- günümüze ve halka uzak “kişi”lerinin (Subjekt) yeniden tanımlanacağı bir dönem…
2. Bu süreçte sosyal barışı korumak önemli. Halkta oluşabilecek ateşli (devrimci) tepkiyi “bastırmak” bir yana, kontrol etmeye bile kalkmak, buna yeltenenlerin daha sonra pişman olacakları konuma düşmelerini beraberinde getirebilir.
O nedenle, ‘yeni gerçekler’i konuşmak gerek…
70 yıllık eski Türkiye'nin aşılacağı 2023/2024'de çözülmesi gereken en köklü sorunların başında, "sadece nepotizm/yandaşlık sayesinde devlet desteğiyle" (yani kamu kaynaklarının kullanılmasıyla) 'önemli/zengin' olanlar/sayılanlar safrasından artık kurtulmak sorunu geliyor... >>
1. Türkiye'de Arapları küçümseyip "aşağı" gören bir "anlayış" vardı, bu durum sessiz sedasız ortadan kalktı, herhalde bunda, Birleşik Arap Emirlikleri pasaportunun dünyanın en değerli pasaportu sayılmasının, Katar'ın en zengin ülkelerden biri haline gelmesini vs. rolü var...
2. Türkiye'deki Arap imajının son birkaç yıldır tamamen değişmesi sadece maddiyat nedeniyle değil. Ürdün'de yaşayan Filistinli mültecilerin bile Euro'dan değerli Dinar'la alışveriş yapmak için Türkiye'ye gelebilmelerinden çok, oralarda bile "Liyakat" dikkat çekiyor...
Yeni Dönem'in eli kulağında, doğum sancıları başlıyor...
Seçimler yaklaşırken, iktidarın hem ülke içinde hem ülke dışında bastırdığı ortam, 1919 yılı gibi. Herkesin gelecekten umudunu kestiği, Türkiye'nin sadece kendi iç dinamiğiyle kaderini belirlediği döneme benziyor... >>
1. Tıpkı 1919'lar gibi, Avrupa'da, Türkiye'nin Muhalefetinin seçimleri kazanacağına inanılmamasının yanısıra; bir de Otokrasiler arasında dayanışma gibi acaip bir durum söz konusu. Mesela Putin'in, iktidarın başarısı için hareket ettiği açık, Belarus'da da destek vermişti...
2. Dünyada kimileri alışkanlıktan, kimileri çıkarları için, Türkiye'deki iktidarın seçimleri kazanacağını düşünüyor/istiyor.
Burada Muhalefetin zayıflığı ve çekingenliği üzerine bir de halkın demoralize edilmesi isteği söz konusu.
Galiba 1919'daki gibi fena halde yanılıyorlar...
Batı'da, Türkiye'deki gelecek yıl yapılacak seçimleri, ülkenin mevcut yönetiminin yeniden kazanacağı konusundaki beklenti yüksek. Bunun neden böyle olduğu/olabileceği konusunda bir kaç not yazmak istiyorum, zira seçim sonuçlarına yurt dışından gelecek tepkiler önemli olacak... >>
1. Otoriter yönetimlerin ne yapıp edip iktidarda kalacağını, bunun için "her" yolun mübah olacağını düşünen ve Türkiye'yi Rusya ile karıştıran bir anlayış yaygın, bu da aslında Türkiye'yi tanımakla birlikte Türkiye'nin ruhuna nüfuz edememekle ilgili bir durum gibi...
2. Batı'da uzunca bir süre, "Hristiyan Demokratlar" gibi, "Müslüman Demokratlar" gibi bir şey olabileceğine inanan idealist entelektüel bir çevre vardı ve tabii ki Türkiye'nin AB üyesi olmasını istiyordu, bu istikamette az çabalamadı. Sonuçta büyük hayal kırıklığına uğradılar...
Amerikan düşmanlığının dünyada en yaygın olduğu ülke Türkiye ve gün geçmiyor ki "Batı" sözcüğü kötü anlamda kullanılmasın. Batı'nın ne olduğu konusunun, Batı'ya düşman olanların kafasına göre "yorumlanması" bir yana, -tanımı zaten döneme göre değişiyor.
Ama "Batı" ne demek?!.. >>
1. Konuya, Türklerin bin yıldan beri yaşadıkları Anadolu/İstanbul'dan bakacak olursak Antik Yunan'da "Hespera" Batıyı, "Anatole" Doğuyu ifade eder, eski Yunan kültüründe Pers Dünyası, Doğu'dur. Eski göçebe Kam geleneğinden bakınca Batı, "Ak"dır ve askerî anlamda zayıf alandır...
2. Kendini "Zhongguo", yani dünyanın merkezi sayan eski Çin için Batı, "Rum" demektir ve Batı Roma da Doğu Roma da Batı'dır ve Dünyanın geriye kalanını esasen "barbar" ilan eden Çin için, ister Roma'da ister İstanbul'da olsun "Rum" uygar sayılır, ama tabii Çin'den sonra gelir...