KIBRIS’ta bundan birkaç sene önce yaşanan komediyi belki hatırlarsınız...
Magosa Kalesi’nde garip sesler işitilmiş, “Şeyh Nazım el Kıbrısî” adını takınan İngiliz pasaportlu ve kafasında devâsâ bir sarıkla dolaşan adamın biri...
1- ...“İşbu çığlıklar kırk küsur metre boyunda yedi başlı ejderhaya aittir ve de kıyamet alâmetidir” kerametini yumurtlamıştı. Derken aradan birkaç gün geçmiş, sesin kalenin mazgallara sıkışıp kalmış zavallı bir baykuşun çığlıkları olduğu anlaşılmış...
2- ...devâsâ sarıklı adam rezil olmuş ama işi pişkinliğe vurup tek lâf etmemişti. Adamın yüzsüzlüğü bu kadarla kalsa gene iyi... Yine o günlerde İngiliz veliahdı Prens Charles‘ı diline dolamış ve “Prens’i Müslüman ettim” deyince bu defa İngilizler’i güldürmüştü...
3- İşte böylesine içler acısı saçmalıkları ortaya atmaktan hiç mi hiç utanmayıp düştüğü vaziyeti farkedemeyen bu Şeyh Efendi, şimdilerde yepyeni bir keramet yumurtlamış: Avrupa’da, Sultan Abdülhamid‘in soyundan gelen “Selim Efendi” adında bir şehzade varmış...
4- ...bu adam hilâfetini ilân etmiş ve Topkapı Sarayı’ndaki peygamber sancağını çok yakında Hazreti Mehdi‘ye bizzat teslim edecekmiş!
5- MEVLÂNÂ TORUNUYMUŞ!
Ortalıkta bir zaman “Kıbrıslı Şeyh Nâzım Efendi” adıyla dolaşan kerameti kendinden menkul efendi, şimdilerde “Şeyh Muhammed Nazım Âdil el-Kıbrısî el-Hakkanî el-Rabbânî Hazretleri” diye tumturaklı bir isim takınmış, üstelik yepyeni bir de şecere uydurmuş...
6- ...ve zât-ı mecnûnânelerini Hazreti Mevlânâ‘ya kadar götürmüş! Haydi, adamcağızın aklından zoru var veya birşeylerin peşinde koştuğu için kasıtlı olarak böyle cevherler yumurtluyor diyelim; peki ama abuk-subuk konuşup her daim saçmalayan böylesine bir zavallıyı hâlâ...
7- ...eteklemeye devam eden dünya kadar müride ne diyeceksiniz? Size, bu komedinin arkasında nelerin olduğunu kısaca anlatayım:
1980’lerin başında, ortalıkta Nadine Dawson adında Amerikalı bir hatun görünür oldu. Fransa’da yaşayan “Selim” adında bir babası vardı ve bu zât...
8- ...Nadine Dawson‘a göre Sultan Abdülhamid‘in bir İranlı prensesten dünyaya gelmiş son oğlu idi! Selim‘in doğumundan kimselerin haberi olmamıştı, gizlice büyütülmüştü, hayatını hep kim olduğunu saklayarak geçirmişti ama artık ortaya çıkmasının zamanı gelmişti!
9- Nadine Dawson bu akıllara ziyan hikâyeyi 80’lerin başında gelip bana da anlattı, tabii ki güldüm ve kadıncağızı nazikçe selâmetledim. Ama sonraki senelerde iş dallanıp budaklanır ve hatun hemen her gazetede görünmeye başlar hâle... instagram.com/reel/CoCaIIZqJ…
10- ...gelince bu “Selim Efendi”nin haddizatında kimin nesi olduğunu merak ettim ve araştırıp öğrendim... instagram.com/reel/Ch1UnsEqx…
11- AH, ŞU PARA YOK MU!
Arapyan adında İstanbullu Ermeni bir antikacının oğluydu! Gençlik seneleri Mısır’da geçmiş, annesinin ikinci kocası olan bir Fransız doktor tarafından büyütülmüş, Mısır’da sürgünde yaşayan Osmanlı ailesinin mensuplarıyla arkadaşlık etmiş...
12- ... seneler sonra da Abdülhamid‘in oğlu olduğunu iddia etmişti! İşte, “Şeyh Muhammed Nazım Âdil el- Kıbrısî el-Hakkanî el-Rabbânî Hazretleri” unvanını takınan şeyhin “Hazreti Mehdî’yi beklediği” kerametini yumurtladığı “Şehzade Selim Efendi”, Arapyan‘ın oğlu olan ve birkaç...
13- ...sene önce ölen bu Selim‘in torunu... “Pederim, Abdülhamid’in oğludur” diye oradan oraya koşuşturan Nadine Dawson da bu adamın halası ve “Musul petrollerindeki Abdülhamid hissesini alıp trilyoner olmak” gibisinden senelerdir bir türlü bitmeyen hayaller uğruna yeğen bey...
14- “halifelik”, halası hatun da “sultanlık” oynuyorlar! Bilerek yahut bilmeyerek böyle tezgâhlara âlet olup saçmalayan “Şeyh”lerin kerametine kurban olsunlar! google.com/amp/s/m.habert…
PRENS CHARLES'ın Nakşibendi Şeyh Nazım Kıbrısi tarafından HALİFELİĞE hazırlandığı 25 önce bu kitapta belgelendi. Bkz: Cengiz Özakıncı, "Türkiye'nin Siyasi İntiharı, Yeni-Osmanlı Tuzağı", Otopsi y. 34. basım. s.513, 514.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
BİR YÖRÜĞÜN SİTEMİ: "YÖRÜKLER ÇOK HIZLI ASİMİLE OLDU"
Yörüklerin 100-200 metrekarelik apartman dairelerinde, 5-10 metrekarelik balkonlarda ömrünü tüketmek için milyonlarca lirasını müteahhitlere yatırmasının ana nedeni çok hızlı asimilasyona uğramalarıdır.
1- Yörüklerin geçmiş yaşamlarında yakın komşuluk bile yokken, şimdi aynı binada çok sayıda komşu ile birlikte yaşamak zorunda kaldılar.
Yörükler, hayvanlarını otlatmak için gerek sahilde gerekse de yaylalarda birbirlerine uzak yerlerde ev kurardı.
2- Hayvanların otladığı alanlar karışmasın diye böyle yerleşildi.
Sebzeciliğin yalnızca ılıman Akdeniz ikliminde yapılabildiği 1980'li yıllara değin Yörükler yetiştirdiği sebzelerin satışından tatlı kazançlar elde ettiler.
Aytunç Altındal, Kenan Evren döneminde Marksist yayınlar yapan ender kişilerdendi. Altındal, komünistlerin, solcuların işkence gördüğü, infaz edildiği 12 Eylül döneminde bile yayınını sürdüren tek komünist(!) derginin sahibiydi. (Süreç Dergisi)
1- Altındal, 80'li yıllarda Marksizm adı altında sürekli olarak Atatürk'ün de hilafet istediğinden bahseden yazılar yazarak hem Atatürk'e iftira atmış hem de Türkiye Cumhuriyeti'ni Osmanlı'ya hazırlamıştı.
2- Sadece hilafetçilik yapmazdı Altındal, laikliğe de sık sık saldırırdı. Saldırıları tarihi gerçeklere uygun olmayıp, mantıksızcaydı. Hatta 1986'da, "Kemalist laikliğe son verilmesi ve Osmanlı sekülerizmine geçilmesi" gerektiğini söylemiş, daha sonraları daha da ileri giderek, "laikliği Yahudi dönmelerinin getirdiği" savını da ortaya atmıştı.
ALEVİ VE KÜRTLERİ KANDIRAN SEYİT RIZA'DA ERMENİ’DİR.
İngilizlerin 1919’da İngiltere'de yayınladıkları bu kitapta Ermeni dönmesi oldugu hatta sultan Alparslan'in 1076'da yıktığı o küçük Ermeni krallığını sancağını taşıdığını...
1- ...Sevr gereği Doğu’da Ermenistan kurulacaksa bu Ermenistan’nın kimlerle kurulması gerektiğini..
Yine; 1915 tehcirinden dolayı Ermeni tebası, halkı bulmanın zor olduğunu ve bunu aşmak icin daha önceden planlanan projelerin bu kitapta deşifre edildigini okuyunca şok olacaksınız..
2- Kitabın yazarı ise İngilizlerin Diyarbakır konsolosluğunda özel görevli konsolos yardımcısı olan Tomas ve eşi Ester Mugirdicyanlar.
Bu konsolosun özel görevi ise, tehcirde Alevi ve Kürtlerin içine sızdırılan Hoybun ve Taşnak Ermenilerinin kaydını tutup organizasyonunu yapmak.
ÖZAL'IN DEVLET GEZİLERİNDEKİ REZALET (Kamuoyunu ayağa kaldıran ibret belgesi. Konuştuğum kişinin ismini gizli tutuyorum.) / EMİN ÇÖLAŞAN
"Böyle utanç verici şey olmaz"
- Beyefendi siz Sayın Turgut Özal'ın Uzakdoğu harekatına katıldınız. Kimliğiniz, adınız soyadınız kesinlikle gizli kalacak. Benden başka belki gazetede iki kişi bilecek, ama gizlilik
kuralına kesinlikle uyulacak. Bana ve okurlarımıza bu harekatın değişik yönlerini anlatmanızı rica ediyorum. Neler oluyor Türkiye Cumhuriyeti adına düzenlenen bu seferlerde?
1- - Efendim, biliyorsunuz iki gezi oldu. Birisi esas itibariyle Japonya gezisiydi. Uçağın transit iniş kalkışları hariç, Japonya ve Singapur'a gidildi. İkincisinde ise Çin Halk Cumhuriyeti, Bangkok ve Hongkong.
Yanılmıyorsam her iki kafilede de 170-180 kişi vardı. Belki biraz daha fazla olabilir.
- Kimlerden oluşuyordu kafile?
- Önce Sayın Başbakanımız ve eşi hanımefendi... Şöyle sayayım. Önce devlet görevlileri. Başbakan, eşi hanımefendi, bunların müşavir ve sekreterleri, memurları, milletvekilleri ve korumalar. Bunlar resmi heyette yer alanlar. İkincisi çok sayıda ünlü işadamımız. Üçüncüsü ise basın mensupları. Tabii bir de uçakta görevlli THY yetkilileri var.
2- - Gezilerin amacı ne oluyor?
- Amaç, Türkiye Uzakdoğu'ya açılacak ve o bölgeyle yakın ilişkiler kurulacak. Bunun için işadamları da kafileye katılıyorlar ve orada iş bağlantısı yapmaya geldiklerini söylüyorlar. Oysa çoğunlukla başka işlerin bağlantısını yapıyorlar.
- O bölümü sonra soracağım size.. Şimdi kafileyi taşıyan uçağa bindiniz. Neler oluyor uçakta? .. Bir de, uçak paralı mı?
- Uçak paralı. .. Resmi heyette yer alanların ücretini devlet ödüyor. Bunlar ayrıca devletten harcırah alıyorlar. Geri kalanlar da bilet ücreti ödüyor. Bu ücret bir milyon lira civarında. Tabii herkes Allah ne verdiyse dövizlerini cebine dolduruyor ve uçağa biniyor.
- Uçak yolculuğu nasıl geçiyor?
- Uçakta önde Sayın Başbakan, eşi ve protokol sırasına göre görevliler oturuyor. Onun arkasındaki bölümde Özal ailesi için hazırlanan çalışma ve yatak odası var. Bunların arkasında gazeteciler ve işadamları oturuyor. Ama kalkıştan hemen sonra bu düzen bozuluyor ve herkes birbirine karışıyor. Turgut Bey uçağa biner binmez soyunup kravatı falan çıkarıyor ve sohbet başlıyor.
Tabii bu arada herkes kendisine yakın olabilmek için birbirini omuzlamaya başlıyor. Çünkü işadamının derdi var, gazetecinin derdi var. İşadamı Türkiye'de kolay göremeyeceği Başbakan'ı hazır bulmuşken sorunlarını iletmek istiyor.
Nasıl olsa herkes evde... Bu yazıyı okuyacağınıza ve hatta olanağı olanların çıktı alarak yada belleklere bilgisayarda kaydederek saklayacağına inanıyorum. Nesilden nesile aktarılacak değerler silsilesine katkı sunan Yüce Atatürk'ün İranlı bir sosyologun gözüyle anlatımıdır.
İranlı Sosyolog ve Siyaset Bilimci
ÜLGEN TÖLGE’nin, ATATÜRK hakkındaki saptamaları:
ATATÜRK kimdir?
1- ATATÜRK üst insandı. Onu başka İnsanlarla karşılaştırmak doğru olmaz. ATATÜRK'ün vatan sevgisine inanmıyorum. Üst insanlarda vatan sevgisinden daha yüce bir duygu olduğuna inanıyorum.
“Vatan kuruculuğu…”
Tüm uyarılara rağmen hasta hasta Hatay'a gitmiş, saatlerce ayakta konuşma yapmış, dönüşte son ve ölüm komasına girmiştir.
2- Farklı düşünüyorum bu konuda. Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu ki. Osmanlının yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı. Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan; Yüce değerlerin zarfıdır.
Dün bu sayfada, "İsmet Paşanın tarihe bıraktığı vebal" başlıklı bir yazı yazacağımı duyurunca, bazı arkadaşlardan yorum yapanlar bile oldu. Halbuki bizim amacımız İsmet Paşa hikayesinin tamamı üzerinde durmak değil, Milli Şef döneminin sadece eğitim politikası ve Köy Enstitüleri üzerine kısa bir değini yapmaktır. Takdir edilir ki sayfamız geniş bir değerlendirmeye elbette müsait değildir.
Konuya şöyle girelim: Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra Cumhurbaşkanı seçilen İsmet Paşa ile yeni bir sayfa açılmış oluyordu.
Bu seçim sonrası Atatürk ile 17 yıllık onurlu beraberlik sona ermiş, yerini hüzünlü bir yoldaşlığa bırakmıştı.
Bu dönemin ilk göze çarpan noktası, İsmet Paşa'nın, eski küskünlerle barışma ve yumuşama politikasına kapı aralamasıdır. Atatürk'le küskün eski muhalifler de "diktatör öldü yaşasın İsmet Paşa" faslından onun kanatları altına sığınmıştır. İsmet Paşa'nın kendine özgü bu siyasetinin adı da "hamiyyet" siyasetidir.
1- Biz bu yazıda İsmet Paşa döneminin sadece eğitim alanında yaşanan yozlaşma zaafına değineceğiz.
Bu da şudur: Atatürk’ün sağlığında planlanan ve 17 Nisan 1940 tarihli kanunla kurulan Köy Enstitüleri kapatılacak, Laik eğitimden oportünizme kapı aralanacaktır.
Çağdaş eğitim ve Cumhuriyet Laikliğinin en önemli unsuru olan Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesini Hasan Âli Yücel şöyle ifade etmişti:
“... Biz köylere, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri götürecek adam isteriz. Ümmet devrinin adamı imamdır. İmam, çocuk doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiğinde mezarı başında telkin verip bağırarak, doğumdan ölüme kadar bu cemiyetin manen hakimidir. Biz bunun yerine devrimci düşüncenin adamını köye göndermeyi isteriz. İmam nasıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğumdan ölüme kadar elinde tuttuğu köyün hakimi ise, bizimki de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi köyün imamı olsun, istedik...”
2- II. Dünya Harbi sonunda Batı ikliminden demokrasi rüzgarları esmeye başlayınca, çok partili demokrasiye geçilmesi (1946) İsmet Paşa ve CHP’nin hem fazileti hem hendikabı oldu.
CHP'nin VIII. kurultayında (17 Kasım 1947-4 Aralık 1947) parti içindeki İslamcı kanadın kodamanlar harekete geçtiler.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri dinci muhafazakar kesimin dışlanmışlığı ve kültürel yabancılaşma, medrese yobazlığına elverişli bir zemin hazırlamıştı.
CHP güya din istismarını önlemek için 19 Kasım 1948 tarihli kararla, dini eğitim ve imam-hatip yetiştirilmesi için eski uygulamayı gevşetmek zorunda kalmıştı...