Ömrümü Tarîh, Siyaset, Şer'i İlimler (Arapça, Hadis, Akaid, Fıkıh, Siyer, Mezhepler vs), Sosyoloji, Uluslararası İlişkiler, Dil, Felsefe, Batıl Dinler Tarihi, Ekonomi, Psikoloji, Bilim, Bilim Tarihi ve Felsefesine merakla geçirdim.
Bu merakımı hem Türkçe, hem Arapça, hem Almanca, hem İngilizce dillerinden erişebildiğim birincil ve ikincil kaynaklarla besledim hemde bu yukarıda zikrettiğim alanlarda uluslararası çapta uzman olan Türkçe, Almanca, İngilizce, Arapça anadil olarak konuşan…
yaşayan yada mevta Âlimlerin ve İlim Talebelerinin bana derleyip süzdükleri bilgilerle besledim. Bugüne kadar hiç oy vermedim ve oy vermeye ya haram yada en azından şüpheli gözüyle baktım.
Ama mevzuda artık yakîn derecesinde bir sonuca vardım ve bunu sizlerle paylaşmak istiyorum
Kimseyi ikna etmek derdinde değilim. Sadece gerekçelerimi ilmi olarak sizlere takdim ediyorum. Beni mutmain ediyor ve sadrıma şifa veriyor. Belki sizleri de mutmain eder ve sadrınıza şifa olur:
Oy verme mevzusu itikâdî mi, taabbudî (ibadet) mi yoksa fıkhi (muamelat) mi?
Oy verme mevzusu itikadi yada taabbudi ise durum farklı, eğer fıkhi ise durum farklı.
Bu soruya cevap lazım.
Zira şeriatın tümü akide, ibadet ve muamelattır. Hayatın tümü bu üç mevzudan birine girer. Her birinin kendine has kural ve kaideleri vardır.
İtikadi ve ibadet mevzuları gayb’a taalluk eder. Bu mevzularda kaide şudur: itikad ve ibadette bir delil olmaksızın herhangi bir şey iddia etmek haramdır, bidattır, küfre kadar yolu var çünkü gaybî bilgi iddiası taşır.
Muamelat mevzuları ise dünyevîdir ve gayb’a taalluk etmez. Burada kaide şudur: Muamelatta bir delil olmaksızın herhangi bir şeyi yasaklamak haramdır, helali haram kılmaya girer çünkü Allah kullarına dünyayı esas itibariyle helal kılmıştır ancak haram ettikleri hususlar müstesna.
Dönelim soruya: Oy vermek itikadi bir mevzu mu? Taabbudi bir mevzu mu? Yoksa muamelat mevzusu mu?
Oy vermek, tâğut anayasa ve demokrasiden bağımsız mücerred fiil olarak ne itikadi nede taabbudi bir mevzu. Bu konuda oy vermeye şirk ve küfür fiili diyenlerde hemfikirler.
Çünkü mücerred oy verme fiilinin kendisi hakkında ne küfür fiili olduğunu belirten bir nass var nede secde gibi Allah’a has yapılması gereken taabbudi bir fiil olarak da tanımlanmış değil Allah ve Resulü tarafından. Buraya kadar bir ihtilaf yok.
Oy verme fiilini tağut anayasa ve kanun tarafından yorumlanmasından yola çıkarak itikadi yada taabbudi bir mevzu yapmak, tağutun müslümanların fiilini yorumlamakta beyanını esas almaktır. Tağutun, şehadeteyn ehlinin inanç ve fiillerine dair beyanı ise merduttur ve yorumu batıldır
Fiilin sahibi olan Müslümanların, yani iki şehadeti beyan edenlerin, beyanı esas alınır kendi fiillerinin niyet ve inançların yorumlanmasında. Tağutun, yani müslümanların düşmanı, despotu ve işgalcisi olan kafirin beyanı esas alınmaz, itibar edilmez, dikkate dahi alınmaz.
Müslümanlara sorun, “haram ve helal belirleme yetkisi kimde?” diye, hepsi Allah diyecek. Hiçbir müslüman kendisinde yada başkasında yasama yetkisi yani haram ve helal belirleme yetkisinin olduğunu asla kabul etmez. Allah’tan başka kimsede bu yetkiyi görmez.
Oy vermeyi de bu yüzden haram ve helal yetkisini verme olarak hiçbir müslüman değerlendirmez, tâğutun kendi kanunu ile oy vermeyi nasıl yorumladığına ve tanımladığına dikkat etmez çünkü itibar etmez. Zira tâğut onun düşmanı, gaspçısı, darbecisi ve işgalcisidir.
Haram ve helal kılma yetkisini kendisinde yada bir başkasında görüpte oy veren kişi zaten müşriktir ve müşrik olduğu için oy vermekte. Oy verdiği için müşrik olmuyor. Allah’ın haram ve helalini umursamadığını ve istemediğini söyleyen, uluhiyyeti Allah’tan başkasına vermektedir.
Müslümanların inanç ve fiillerini yorumlamakta tâğut’un beyanı esas olsaydı vatandaş olan, vergi veren, dernek açan, mahkemeye giden ve dahi sosyal medya’da hesap açan HERKESİN müşrik olması icap ederdi zira tâğut bunları resmen ilahlığını tanımak olarak yorumluyor ve tanımlıyor.
Dolayısıyla şirk ve küfür diyenler delil getirmekle yükümlü. Çünkü itikadi yada taabbudi mevzuda iddia sahibi sahih bir delil getirmek zorunda zira burada kaide delilsiz iddiada bulunmak bidattır, küfre girer çünkü zımnen gayb’tan bilgi iddiası taşır ve Din’e ekleme yapmaktır.
Mevzu fıkhi/ameli yani muamelat mevzusudur. Dolayısıyla işlenecek olan kaide şudur:
Bir şeyin aslı mübahtır taki onun mübah olmadığına delil bulana dek.
Dolayısıyla oy vermek aslen mübahtır.
Laik demokratik Din’inde hakkı ve Allah’ın şeriatını savunan bir parti mevcut mudur? Hayır, olması da mümkün değildir. Laik Demokrasinin paradoksu ve yalanı da budur zaten. Laik demokrasinin verdiği tüm tercihler laik demokratik olmak zorundadır, demokrasiye rağmen bile olsa.
Laik demokrasi Din’inde tüm partiler laik demokrasinin farklı mezhepleridir.
Laik demokratik Din’in bazı mezhepleri ve müntesipleri yine bu Din’in samimileri yani ortodoksları gözünde aşırıdır, zındıktır, münafıktır. Gerçekte bu Din’e iman etmeyen, yıkmak isteyen kafirlerdir.
Dolaysıyla partilerin hepsi şerdir müslüman için. Müslüman, tüm partilerin şer olduğunu ikrar etmeli ve kesinlikle kendinden saymamalı. Müslümanların tâğut’tan kurtulmaya kendilerine hangi parti en çok yardımda bulunuyor ve kolaylık sağlıyorsa, müslüman ona oy vermekle yükümlü.
Hangi parti tağutun müslümanlar üzerindeki hakimiyetini, baskısını, kontrolünü daha çok sağlamlaştırıyor ve arttırıyorsa onlara oy vermekten kaçınmayı vecibe bilmeli, onlara oy verenlere de prensip olarak ya zındık kafir yada müşrik gözüyle bakmalıdır.
Burada müslümanların maslahatı ve ehveni şerreyn hangi parti en çok refahı sağlıyor? esasına değil,
hangi parti tağutun müslümanlar üzerindeki hukuki siyasi askeri ideolojik hakimiyetini, baskısını, kontrolünü hafifletmeye ve azaltmaya en çok yardımcı oluyor? esasına dayalı.
Konuyla ilgili bir fetvayı örnek vermek istiyorum:
Yaşayan Rabbâni muhaddis fakihlerden Arabistan’dan Şeyh Süleyman el Ulvan Almanya’da oy vermek caizdir diyor.
Mevzu itikadi yada taabbudi olsa Almanya’da caiz olan başka yerde küfür olamaz. Eğer mevzu fıkhi ise olur bu ancak.
Bir mevzu itikadi yada taabbudi ise hüküm her yerde ve her zaman aynıdır.
Bir mevzu fıkhi yani muamelat mevzusu ise hüküm zaman ve şartlara göre değişir ama asıl olan onun mübah olmasıdır taki o mübahlığı ortadan kaldıracak sahih bir delil olsun.
İtiraz:
“Oy verenler oy verdiklerini gerçek İslam sanıyorlar. Küfür ve şirklerini savunuyorlar. Zulüm ve haksızlıklara seslerini çıkarmıyorlar. Seçilenlerin münafık, zındık olduğunu görmüyorlar, Din’in kesin hükümlerinin seçtikleri tarafından sorgulanmasına izin veriyorlar”
Cevap:
Bu sorunun sebebi oy vermekle ilgili değil, sahabe ve selefin icması ile sabit itikadi ve ameli hükümlere dair Türkiye’de yaşayan müslümanların siyasi sebeplerden ötürü bilinçli şekilde yüzyıllardır cahil bırakılmaları ile ilgili.
Oy veren müslümanlar seçtiklerine baskı yapmalılar, fikir ve yön vermeliler. Oylarını alanları rahat bırakmamalılar, yakalarına yapışmalılar, hesap sormalılar, oy ile tehdit etmeliler ki oy verdikleri onları kandırmasın. Bu bilinç oy veren müslümanlarda maalesef hiç yok.
Kafirlerde bu bilinç var. Özellikle ABD’de Evanjelik Hristiyanlarda ve İsrail’de aşırı sağcılarda gözlemlenebiliyor bu. Donald Trump’u ve Netanyahu’yu böyle seçtirdiler tüm zorluklara ve satılmış içten pazarlıkçı sahte cumhuriyetçilere/sağcılara rağmen. Müslümanlar böyle olmalı.
İtiraz:
“Seçilenler ve onları seçenler demokratik seçimle İslami dönüşümün olacağını inanıyorlar ve müslümanları buna inandırmaya çalışıyorlar. Bu yüzden tüm küfür, şirk ve zulümlere kılıf buluyorlar. Din’in içini oyuyorlar.”
Cevap:
Laik demokrasi Din’inde değişiklik asla seçimle olmaz. Böyle değişikliğin seçimle olamayacağını kesinlikle belirtmeli ve böyle bir beklenti içine müslümanları asla sokmamalıyız. Aksi yönde açıklama yapanları bidatçı, zındık olarak görmeli ve alenen red etmeliyiz.
Ne kendimizi ne müslümanları nede müslüman kardeşimiz olmayı bekleyen ve hidayet arayışında olan kafirleri kandırmamalıyız. Din samimiyet ve ihlastır. Rejim/Sistem/Din değişikliği bambaşka bir mevzu ve bu seçimle değişecek bir mevzu değil.
Rejim/Sistem/Din değişikliği ancak toplumun kendi inançlarını, düşüncelerini, davranışlarını ve yaşantılarını değiştirmesinden geçer. Buda ilim, irşad, fiili ve kavli tebliğ, adalet ve davetten geçer.
Bu toplumda inançlar, düşünceler, davranışlar ve yaşantılar eğer Sünnet istikametinde değişmiyor ise veyahut yeterince değişmiyor ise o zaman hata ve yanlışlar bizim inançlarımızda, düşüncelerimizde, davranışlarımızda, yaşantımızda veyahut bunları ifade etme biçimimizde.
Dolayısıyla bu itiraz yine doğrudan oy vermekle ilgili değil bir itiraz değil, başka bir sorundan kaynaklanan sıkıntıya verilen bir tepkidir.
Vallahu A’lem bis Sevâb ve billahi tevfîk.
Eleştiri ve yorumlara açığım.
Anlaşılmayan hususlara dair yapılan eleştiriler fazla gelirse o hususlarda tekrar açıklama yapabilirim.
Tespit ve delillere ciddi bir itiraz gelirse onlarada açıklama yaparım inşallah.
İşgalci Tağut bu meselenin itikadi olduğunu iddia ediyor hocam ve tağut bunu toplumsal hayatın neredeyse alanında yapıyor kendi uluhiyyetini meşrulaştırmak ve toplumsal olarak kabul edildiği yalanını anlatmak için.
Oysa biz (ve bizim gibi aynı şekilde komünist ve anarşist müşrikler) mevcut hakim tâğutun uluhiyyetini inkar ediyoruz, acziyetimizi ve zaafiyetimizi istismar ederek fiilerimizi, imzalarımızı kendi uluhiyyet iddiasına meşruiyet teşkil ettiğini kavli ve fiili olarak red ediyoruz.
Müslümanların (veya müslüman olmayanların) fiillerini doğru yorumlama hakkı işgalci tâğuta aitse hepimiz tağuta iman ediyoruz demektir. Sadece vatandaş olduğumuz için, mahkemeye çıktığımız için, vergi ödediğimiz için, dernek açtığımız için, sosyal medyada hesap açtığımız için.
1. Batıcılar. Bunlar iki grup: Balkan kökenli, Bektaşi meşrep, enderun erbabı, dönmemiş dönmelerin ve Anadolu’daki gayri müslim azınlıkların evlat ve torunları. Balkanlıların Din’i Osmanlı idi. Osmanlı yıkılınca Kemalizm Din’ine geçtiler.
Anadolu’daki gayri müslim azınlıklar, Osmanlı yıkılınca Balkan gayri müslimleri gibi fırsatlarını denediler. Ama İstiklal Harbinde Anadolu’nun Osmanlı toprağı değil İslam toprağı olduğunu öğrendiler. Sonra Balkanlılar gibi “Türk”, yani Bektaşi meşrep Kemalist yada Solcu oldular.
2. Şiiler/Aleviler/Nusayriler/Rafiziler.
Bunlar Alevi, Rafizi ve Bektaşi Türkmenlerden, Rafizi Azerilerden, Arap asıllı Nusayrilerden oluşmakta.
Sünnilere karşı yurt içi ve yurt dışı her zaman tek vücut halindeler. Sünnilere karşı laikliği savunurlar mezheplerini gizlemek için
These Sufis were the minorities among Sufis who revolted against colonial kafir invaders.
Majority of Sufis betrayed them. In every single picture you’ve posted (except Iqbal). Abdulkareem Khattabi, who was Sufi himself, has explicitly mentioned that Sufis betrayed him.
Bugüne kadar müslümanların bu mevzu hususunda iki yaklaşımı:
1. Oy vermek caiz ve gerekli diyenler. Bunu diyenler particilik yapmaya, Küfür sözlere, küfür yeminlere, küfür yasalara, küfür fiillere seslerini çıkarmadılar. Hatta meşrulaştırmaya çalışarak itikadlara zarar verdiler
2. Oy vermek küfür/haram diyenler. Bunlar toptan meclis siyasetine etkilerini sıfırlayıp, aynı sosyolojiden gelen, kendini müslüman gören, laik partiler gibi İslam’ın her şeyine düşman olmayıp aksine her şeye iman ettiğini iddia eden partileri birinci grubun etkisine bıraktılar.
Buradan ne çıkar?
Birinci grup kendilerini zındık münafık partilerin ve siyasilerin oyunlarına alet edip, işledikleri küfürlere meşruiyet arayarak yada sessiz kalarak müslümanların itikadlarını ifsat edip küfür sistemine adapte ettiler.
1. Rızk Allah’tan. Evlenmek birinci göreviniz. En az 5 çocuk için yanıp tutuşmayan biriyle evlenmeyin. Cihad için demografi şart.
2. Sahabe ve Selef’in Din diye İcma ettiği İtikad ve Ahkam’ı öğrenin, Din edinin, öğretin, müslümanlar arasında yayın ve inkar edenleri tekfir edin.
3. Dövüşmeyi, silah kullanmayı ve atış yapmayı, sağlam kondisyon sahibi olmayı ve ağırlık taşımayı öğrenin ve öğretin. Boks, Muay Thai, Jiu Jitsu, Güreş dışındakiler etkisiz ve boş iştir. Düzenli uzun koşu kondisyon verir. Gerçek hayatta yarayacak şekilde kas yapın. Görüntü değil
4. Helal para kazanmayı ve helalinden zengin olmayı öğrenin. Her türlü bankalardan uzak durun. Özellikle “İslami” bankalardan. Yaptığınız iş ve sattığınız ürün helal olsun. Tüketim için asla borç edinmeyin. Sadece yatırım için edinin. Nakit değil saf altın ve gümüş biriktirin.
Türklük eğer bir etnisite, bir soy, bir kavim ise Kürtler zaten Türk olamazlar.
Türklük eğer bir dil ve kültür birliği ise, Kürtlerin dilleri ve kültürleri, ortak nokta olan Sünni İslam paydasının dışında, farklı ve Türk olamazlar.
Türklük eğer sadece bir vatandaşlık ise, bunun dışında ne etnik, ne kavmî, ne soycu, ne dilsel nede kültürel bir anlam taşımıyor ise…
Kürtlere “Kürt kökenli Türk vatandaşı” denildiği gibi Türklere “Türk kökenli Türk vatandaşı” saçmalığına maruz kalması gerekmez mi?
Onu da geçtim, niye “Kürt kökenli Türk vatandaşları”na, “Türk kökenli Türk vatandaşları”nın dili ve kültürü dayatıldı ve dayatılmaya devam ediliyor?