Resmi özgeçmişine göre 1968 Ankara doğumlu. İlçesi belli değil. Anne ve babasının adı belli değil. Aslen nereliler belli değil.
Hangi ilkokul, orta okul, liseyi bitirdiği belli değil. Üniversiteye gitmiyor veya gidemiyor o da belli değil. Hatta sınava girip girmediği de belli değil. 1986 yılında Kara Kuvvetleri Muharebe Okulu’ndan mezun oluyor.
Ama Subay değil ASTSUBAY olabiliyor ancak.
Ama Kara Kuvvetleri Muharebe Okulu’na ne şekilde girdiği de belli değil, orayı nasıl tamamladığı da belli değil. Okul hayatının hiçbir alanına ilişkin bir başarı veya başarısızlık bilgisi elimizde yok.
Şimdiye kadar herhangi bir ilkokul, ortaokul, lise, askeriye dahil olmak üzere hiçbir okul arkadaşı ortaya çıkmadı.
Bilen yok, gören yok…
Sanki Yok’tan Var olmuş gibi!
Astsubay olduktan sonra, tüm hayatı boyunca yükselebileceği en yüksek rütbe de belirlenmiş oluyor: Astsubay. Yani çavuşlukla başlayacağı kariyerinin son noktası başçavuşluk. 1986 sonrasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın Dil Okulu’nu tamamlıyor.
Kaç yılda bitirdiği, hangi dereceyle bitirdiği belli değil. Hatta hangi dili öğrendiği de belli değil. Aynı dönemde yine Kara Kuvvetleri Komutanlığı Otomatik Bilgi İşlem Merkezi’nde teknisyen oluyor.
Bu dönemde (1986-2001) arası herhangi bir dönemde -elbette o dönem de belli değil- 3 yıl NATO görevi için Almanya’da bulunuyor.
Ne tür bir görev için hangi meziyeti nedeniyle seçildiği belli değil.
NATO’ya o kadar subay varken bir astsubayı neden gönderildiği ise ayrı bir muamma?? Bugüne kadar bu tür görevlere hiç astsubay gönderilmiş mi ayrı bir soru işareti.
Ne oluyorsa oluyor ve orada birden bire zekası açılıyor ve o 3 yıllık dönemde University of Maryland University College’da lisans eğitimi yapıyor.
Türkiye’de üniversiteye giremeyen birinin Almanya’da mesai yaparken Amerika’daki bir üniversitede, hem de 3 yılda lisans diploması almasını da elbette büyük bir takdir ve hayranlıkla kaydetmek gerek!
1999’da Türkiye’de Bilkent Üniversitesi’nde yüksek lisans tezini verdiğine göre, 1996’da Türkiye’de olduğunu ve yüksek lisans programına kaydolduğunu tahminen çıkarabiliriz.
Bu arada -ya da hangi arada bilmiyoruz- Hakan Fidan’ın evlendiğini ve 3 çocuğu olduğunu da öğreniyoruz.
Elbette eşi kimdir bilmiyoruz. Çocuklarını tanımıyoruz.
Bugüne kadar eşini veya çocuklarından birini tanıyan biri de kamuoyuna yansımadı.
2001 yılında askeriyeden astsubay rütbesi ile emekli oluyor. Ama daha emekli olmadan 1999’da veya 2000’de ballı bir maaş ile OYAK Yönetim Kurulu Üyeliği’ne seçiliyor.
Bir astsubay için görülmemiş bir uygulama ve başarı ile!
Sivil hayata geçince Avustralya’nın Ankara Büyükelçiliği’nde danışmanlığa başlıyor.
DİKKAT edin!! Türkiye’nin Avustralya elçiliğinde değil!
Avustralyalıların Fidan’ı nasıl keşfettiğini de, ne meziyeti dolayısıyla danışman atadıklarını da, biz kıt aklımızla bilemiyoruz tabi…
Bülent Arınç’ın Süpermen iddiasını doğrularcasına, 2001-2003 arasında aynı anda Viyana’daki Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA)
ve Cenevre’deki BM Silahsızlanma Enstitüsü (UNIDIR) ile Londra merkezli Verification Research, Training and Information Center’da (VERTIC) akademik çalışmalarını sürdürüyor.
Bu akademik çalışmaların konusunu, yıllarını, süresini, sonucunu da elbette bilmiyoruz.
Sadece öz geçmișinde öyle yazıyor. Doğruluğu aynı Erdoğan'ın Üniversite Diploması gibi, bilinmiyor!
2003 yılında Abdullah Gül tarafından keşfediliyor ve TİKA Başkanlığı’na atanıyor.
Abdullah Gül’ün bu başçavuşu nerede, nasıl tanıdığı (Veya kimlerin Gül’e tavsiye yada nasıl iKNA ettiğini) elbette bilmiyoruz.
Bu arada 2006 yılında doktorasını da Bilkent’te tamamlıyor.
Hem okuyor, hem çalışıyor, hem ev geçindiriyor.
Tam bir Türk filmi gibi…
Sonra bu astsubay Başbakanlık Danışmanlığı’na atanıyor, yıl 2007.
Ve 2008 yılına Türkiye’yi Atom Enerjisi Kurumu’nda temsil ediyor!
Fizik okumamış, atom fiziğini elbette bilmiyor, uluslararası ilişkiler de okumamış AMA bu uluslararası sır kurumda Türkiye’yi temsil edecek kadar kendisini geliştirmiş…
Takdir etmekten başka ne gelir elden…
2009 yılında MİT Müsteşar Yardımcısı oluyor, 2010’da ise Müsteşar oluyor.
MİT Müsteşarı olduğunda yaşı henüz 42…
Ama bu 42 yıl boyunca, arkasında tek bir iz bile bırakmadan, hayalet bir adam olarak bence MİT Müsteşarlığını hak ediyor.
Ve sonra …
Bilirsiniz, Milli İstihbarat bir ülkenin gözü-kulağıdır. Her diplomatik ve önemli iș öncesi mutlaka İstihbarata da danıșılır.
Fidan Göreve geldiği günden itibaren neler yaşandı neler…
- Sonu önceden bilinmesine rağmen, büyük kutlamalarla ölüme gönderilen Mavi Marmara Gemisi bu dönemde oldu.
- Ülkemiz Gazze'deki zulümlerden dolayı kavgalı görünürken bile İsrail ile ticaret ve siyasi ilișkisinin rekor seviyeye ulaștığı ve de bunu “Dost Ülke“ olarak taçlandırıldığı dönemde de istihbaratta Fidan vardı.
- En güçsüz döneminde olan PKK’nın en renkli günleri o görevdeyken başlamıștır.
Oslo’da Teröristlerle pazarlıklar yapılmıș ve Çözüm Süreci ile birlikte PKK ülke içinde ve dıșında rahatça gösteri, silah yığınağı ve eleman tedariği yapabilmiștir.
- İktidar AKP'nin ikinci evi İran ile en samimi ilișkiler de bu dönemde bașlar. Bu arada Icerigi bilinmeyen ve ülkeye Milyar dolarlara mal olan antlasmalar da imzalanır.
- Hatta İran kökenli ve Türkiye'deki birçok suikastlerin sorumlusu Selam-Tevhid Örgütü araștırmalarının üstü örtülür, görevli polisler tutuklanır.
- Ülke içinde Bombaların rekor sevide patlayarak yüzlerce insanımızın öldüğü olaylar olurken,
- 2 bin Tır dolusu silah Ortadoğu'ya tașınırken,
- ISiD'liler ülkemizde cirit atarken, yakalanan ISiD'lilerin de hemen bırakıldığı dönemde de o görevdedir.
- "Suriye'ye savaş için bahane lazımsa, ben 4 adam gönderirim oraya, 8 tane füze fırlatırım“ diye teklif edende aynı șahıstır.
- 15 Temmuz 2016 da yașanan sahte Darbeyi, bilmesine rağmen C.Bașkanına haber vermeyen, Emniyeti harekete geçirmeyen, Darbe sırasında kendisine ulașılamayan ve hiçbir șekilde Darbe araștırma komisyonuna ifade vermeyen de Hakan Fidan’dır.
- 40 yıldır tüm iddialara rağmen, en baskıcı idarelerin döneminde dahi , tüm istihbarat ve araștırmalara rağmen birșey bulunmazken, Cemaatin ne kadar korkunç bir Örgüt olduğunun bir günde çözüldüğü dönemde de o vardır.
- O kadar istihbarat basarısızlıgına ragmen görevden alınmamasının nedeni de bilinmemektedir.
Yoksa onu zembille oraya koyanlar mı onun gitmesini istemiyor?
O kadarda fesat düşünmeyin!
Herhangi bir köklü devleti geçtik kabile devletinde bile olamayacak şekilde bir başçavuşun, ülkenin dokunulmaz ikinci adamı (MİT Müsteşarı) yapılması ise, sanırım gizli niyetlerle değil,
Türkiye’nin Anadolu’nun bu keşfedilmemiş pırlanta çocuklarını yükseltme ve onlara şans tanıma geleneği ile açıklanmalı.
Tayyip Erdoğan da öyle değil mi? Onun da tüm geçmişi karanlık değil mi? Sır küpü nitelemesi son derece doğru.
Tayyip Erdoğan’ın da, Hakan Fidan’ın da, tüm geçmişleri tam bir sır…
Ve akıllı devletler de işte bu geçmişleri sır dolu, kapkaranlık insanları MİT’in başına, olmadı Başbakanlığa, hatta Cumhurbaşkanlığına taşırlar…
Dünyaya model olduk. Sır modeli...
Yazı sahibi Sefa Yürükel.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Aselsan cinayetleri ve Tubitak cinayetleri diye anılan faili meçhul ölümler unutturuldu gitti.
Düşünün ki, ODTÜ ,Hacettepe ve Bilkent üniversitelerinin Elektrik elektronik bölümlerinden en iyi derecelerle mezun olan süper zeki mühendislerden en iyileri,
Aselsan'da ve Tübitak'ta çalışmaya başladılar. Bu mühendisler daha 30 yaşlarına varmadan başarılarının zirvesinde iken akıl almaz suikastlarla ortadan kaldırıldılar.
Burhanettin Volkan, Hüseyin Başbilen, Ünsem Ünal, Evrim Yançeken, Ercan Kuruoğlu, Mustafa Aytekin, Zafer Oluk, Hasan Öksüz.
Bunların her biri Türkiye'nin en zeki süper beyinleriydi. Hepsi de milli sanayinin geliştirilmesi yönünde fikir, inanç ve beyine sahiptiler.
Bir köyün camisinde, imam cemaate vaaz vermektedir.
Ansızın içeri dalan bir köylü, köyü sel basmakta olduğunu haber verir. Bütün cemaat hemen
kendilerini dışarı atıp kaçar.
Sadece imam, bütün ısrarlara rağmen köyü terketmeyi reddeder ve Tanrı'nın kendisini koruyacağını söyleyerek camide kalır.
Kısa bir süre sonra sular camiye ulaşır, imam çaresiz minareye
çıkar. Sular minarenin ilk katına yükselirken bir tekne imamı kurtarmaya gelir.
Diktatörler lütufla ve sadece 'Sandık demokrasisi' ile iktidarı asla bırakmazlar.
Diktatörlerin olduğu ülkelerde, değişime karşı olanlara karşı duruşta çelik gibi olmak, ama çözümde esnek olmak yani, değişimde alternatif yol varsa onu da reddetmemek gerektiği dünyanın çeşitli yerlerindeki tarihsel olgularla da ispatlanmıştır.
Bir diktatörü sadece sandıkta değil, halk hareketi ve Ordu Millet işbirliği ile değiştirmek gerekiyor (1974’de Portekiz’de Karanfil devrimi ve 1960’da Türkiye'de Özgürlük devriminde olduğu gibi) ve bunu tarih dayatıyorsa,
Fransa’nın 18. YY yazarlarından olan aydınlanma filozofu Denis Diderot, büyük bir borç batağına düşer. Onun bu perişan hali, Rus Çariçesi Katerina’nın kulağına kadar gider.
Çariçe, bu bataklıktan kurtulması için Diderot’a nazik bir teklif sunar: Diderot’nun kütüphanesini satın alır ve kendisine tekrar hediye eder. Bu kütüphanede çalışması için de Diderot’a 25 yıllık maaşını peşin öder.
Tabii ki bu peşin ödeme, Diderot için hiç beklenmedik bir anda bir servete sahip olma anlamına gelir. Artık Diderot, bütün borçlarından kurtulmuş ve rahatlamıştır.
Hindistan'da filleri evcilleştirmek için ilginç bir yöntem kullanılmaktadır.
Orman zeminine, filin içine düşebileceği büyüklükte bir çukur kazılıp, üzeri dallarla örtülmektedir.
Yavru fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer.
Fil, çukurdan çıkmaya çabalar ama başaramaz. Takatsiz kalır ve kurtulma ümidi kaybolur. Hayatına dair müthiş bir korkuya kapılır, çaresizce bir mucize kurtuluş yolu veya ecelini beklemeye başlar.
Fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip fili şiddetli bir şekilde döver, yara bere içinde bırakırlar.