ATATÜRK DÖNEMİNDE DOLAR KAÇ LİRAYDI? - AYDIN KELEŞOĞLU
Atatürk bir kurtuluş Savaşı başlatarak ülkeyi kurtardı. Sonra Ekonomiyi kurtardı.
Kurtuluş Savaşını kazandığında ülkede sermaye yok denecek kadar azdı. Para yoktu. İş gücü kıt, işsizlik had safhadaydı.
1- Üretim köylünün karnını doyurmaya ancak yetiyordu. Satış yok, pazarlama yok. Ekonomi gelişmemiş. Nüfusun %75’i köyde ve onların da önemli bir kısmı hastalıklı. Erkek yok, çünkü çoğu Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşında şehit olmuş.
2- İç ticaretin büyük kısmı, dış ticaretin hemen tamamı azınlıkların ve yabancıların elinde. Banka ve finans sektörü dahil Türk’e dair bir şey yok. Merkez Bankası dahi yok. Daha ötesi, Türk’e dair banka yok. Zorunlu tüketim malları yüksek maliyetle ithal ediliyor.
3- Dûyun-u Umumiye ile Cumhuriyet idaresine 86 milyon altın lira dış borç kalmış.
Hal böyle iken Atatürk kolları sıvamış, 1922’de İzmir’de Yakup Kadri’ye; ”Millî Mücadelemizin bu evresi kapanmıştır; şimdi ikinci evresini açmamız gerekiyor” diyerek 1923 Ocakta İzmir İktisat...
4- ...Kongresiyle iktisadi kurtuluş savaşına başlatmış. İlk evre silahlı mücadele, ikinci evre iktisadi mücadele idi. Amacı; Türk’e dair bağımsız bir milli ekonomi yaratmaktı. Misak-ı İktisadi idi o günkü kalkınmanın adı.
Şimdiki kalkınmanın adı, maalesef buzdolabı.
5- 1923’de 1 ABD doları ortalama 1 TL’na eşitti. Hatta yıl içerisindeki bazı dönemlerde TL 20 kuruş daha değerliydi. 80 kuruş verip 1 Dolar alıyorduk. 1923 yılından 1930 yılına kadar ekonominin kuruluş temelleri atıldı. Ağırlıklı olarak önce Liberal politikalar izledi.
6- Atatürk bütçe disiplinini ve denk bütçeyi esas aldı. İç ve dış borçlanmadan kaçındı. Bütçe 1923’te 5345034,00 TL fazla verdi.
1924’te 1 Dolar 1,60-1.88 TL. seyrine çıktı. Çünkü Lozan’da Osmanlı’nın borçlarını üstlenmek zorunda kalmıştı.
7- Rakam, o dönemin parasıyla 84,6 milyon dolardı ve o yılki bütçe gelirleri 111 milyon TL civarındaydı. Yani Osmanlıdan kalan borç, yıllık bütçe gelirinden fazlaydı. Bu borç Lozan’da taksitlendirildi ve Atatürk öldüğünde o borcun üçte ikisi ödenmişti.
8- O yıl ekonomiye bir bütçe gelirinden fazla bir yük binmesine rağmen bu ağır yük bile Dolarda fazla kıpırdama yaratmadı. Türkiye’nin yıllık büyüme hızı; % 14,8 idi. Ayrıca bütçe o yıl 6788790,00 TL fazla verdi.
9- Bugün ekonomiye Türkiye’nin bütçesi kadar bir yük ekleyin. Ekonomini ne olur? Tabii ki tepetaklak olur.
1925 yılında 1 Dolar 1.83 TL. Hatta Osmanlıdan beri halkın kanını emen Aşar, yani Öşür vergisi kaldırılmasına rağmen.
10- Öşür kalemi, o günkü Türkiye bütçesindeki en önemli gelir kalemi idi. Buna rağmen o yılki TL, ABD Dolarını tınlamadı, dolar fırlamadı bütçe bozulmadı.
Evet, Türkiye bundan dolayı 31.058.459,00 TL açık verdi ama o yıl Türkiye’nin büyüme rakamı; % 12,9 idi. Az değildi.
11- 1926 yılında 1 Dolar 1.91 TL. Sanayi hamleleri ilerledi. Kayseri’de uçak fabrikası açıldı. Öyle oyuncak gibi pilli filan değil, doğrudan Milli. Ülkenin büyüme rakamı; % 18,2. Üstelik bütçe 8.176.372,00 TL fazla verdi.
12- 1927 yılında 1927 1 Dolar 1,94 TL. Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı ve Sanayiciye teşvik verildi. Yüksek İktisat Meclisi kuruldu. Tarım üzerinden vergi azaltıldı. Vergi ağırlığı sanayiye kaydırıldı. Ülke genelinde bir kalkınma hamlesi başlatıldı.
13- 1928 yıllarında 1 Dolar 1.94 TL civarında. Bütçeler ise fazla verdi. Aynı kalkınma hızına devam...
1929 yılında Dolar 2,08 lira. Ama Dünya ekonomisi sallantıda. ABD’nde ve dünyada büyük ekonomik kriz yaşanıyor. Ve Türkiye etkilenmiyor. Bunun iki nedeni var.
14- Birincisi ülkemiz Millî ekonomi politikası uyguluyordu ve ekonominin temelleri sağlamdı, ikincisi de Lozan’da kabul ettiğimiz Gümrük tarifesinin süresi 1929'da bitmiş, artık Türkiye artık kendi gümrük tarifesini çıkarmış ve uygulanmaya başlamıştık.
15- Bütçemiz de o yıl 10.776.260,00 TL fazla verdi. Büyüme rakamı mı? 1929 krizi nedeniyle gelişmiş dünya ülkelerinde bile büyüme rakamları patır patır eksiye dönerken Türkiye % 21,6 gibi bir rekordaydı..Gayet normal. Çünkü ülkenin başında Atatürk gibi bir deha vardı.
16- Şimdi değil ama, işte o zaman batı bizi kıskanmaktaydı. 1929 dünya krizinden sonra ekonomide serbest piyasa ağırlığından devletçilik ve optimum müdahalecilik uygulama ağırlığına geçildi. Çünkü dünya görmüyordu ama Atatürk 10 yıl sonra çıkacak İkinci Dünya Savaşı'nı görüyordu.
17- Bu nedenle ekonomi serbest piyasanın eline başıboş bırakılmamalı ve güçlendirilmeliydi.
1930’da 1 Dolar 2,07 lira. Dünyada kriz olmasına rağmen Türkiye küçülmedi, büyüdü. Ayrıca bütçe o yıl 7.321.688,00 fazla verdi.
18- 1931’de 1 doların fiyatı 2,11 lira. Ve ekonomide kısa vadeli TL değerinin düzenlenmesi gidildi. Türkiye yine büyümeye devam etti. % 8.
1932’de 1 Dolar 1,17 lira. Ve dolar yarı yarıya geriledi. Türkiye % 10,7 büyüdü.
19- 1933’de 1 Dolar 1,17 lira. Ve o yıl da % 15,8 büyümüş. Bütçe ise denk.. 1933-1938 arasında devletçilik ön plana çıkmış. Çünkü savaş yaklaşıyor. Artık Devlet öncülüğünde kalkınmanın temelleri atıldı. Örneğin Sümerbank kuruldu.
20- 1934’de 1 Dolar 1,33 lira. 1934 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulamasına geçildi. Tekstil, dokuma ve şeker gibi halkın ihtiyaçlarını karşılayacak yatırımlar yapıldı. Çimento ve demir-çelik gibi temel kalkınma ürünleri üretildi.
21- Milli çıkarlarımızı korumak için yabancı tekeller, madencilik demir yolları ve limanlar parası verilerek yabancılardan satın alındı ve devletleştirildi. Altyapı yatırımları millîleştirildi. Büyüme, % 6 idi. Açık ise 21.581.212,00 TL
22- 1935’de 1 Dolar 1,26 lira civarında. Ekonomik kalkınmaya devam...
1936’de 1 Dolar 1,26 lira. 18.676.522,00 bütçe fazlası var. Türkiye’nin yıllık Büyüme hızı; % 23,2 idi.
*1937’de 1 Dolar 1,26 lira seviyesinde. Bütçe ise fazla vermiş. 26.987.064,00 TL.
23- Neredeyse bütçenin % 10’u kadar bütçe fazla var.
Bugün bu rakamlar kimde var?
1938’de 1 Dolar 1,26 lira. Yıllık Büyüme hızı; % 9,5. Çünkü ikinci Dünya Savaşı yaklaşmış. Ama bütçe açık değil, fazla vermiş. Şimdi Ege’de iki savaş gemisi turluyor, İstanbul’da da dolar...
24- ...yerinden fırlıyor. Ama Atatürk’ün temellerini attığı ekonomi ise Dünya Savaşı'nı bile tınlamıyor. Çünkü 1938’e gelindiğinde, savaşa bir yıl kala stokta 26 ton altın mevcut. Şeker Çimento, kereste ve deri ihtiyacının tümü yerli.
25- Yünlü dokumanın % 83'ü, Pamuklu dokumanın % 43'ü, Kağıdın % 32’si, cam ve cam eşyanın % 63‘ü milli ve yerliydi. Demir ve Çelik ürünlerinin ise tamamı yerliydi. Çünkü Demir Çelik Sanayii kurulmuştu.
26- 1938'e kadar bütün demiryolları millileştirilmiş ve demiryolu Erzurum’a varmıştı.
Atatürk döneminde uçak fabrikası dahil 15 yılda 150’den fazla fabrika tesis, kuruldu. Daha da önemlisi devletin kendisi kuruldu. 1923 ile 1935 arasında yalnızca 5 yıl bütçe açığı var.
27- Diğer yıllar bütçe fazlası var.
Şimdi bu rakamları görmek mümkün mü, tabii ki hayır. Atatürk dönemindeki % 10’lu %20’li çift haneli rekor büyümeler artık hayal. Dünyada yok. Bütçenin bırakın dengini, kendini bile gören yok. Başkanın iki dudağı arasında.
28- Sayıştay’dan Meclise gelen yıllık rapor sadece 1 sayfadan ibaret.
Dolar mı? 18,5 liraya dayandı. Ama bu rakam sizi aldatmasın. Eğer Atatürk devri ile kıyaslarsan bu 18,5 TL'ye 6 sıfır daha koymalısın ki, aradaki farkı anlayasın.
29- Yani Atatürk döneminde 0,80 TL başlayıp, 1,2 ortalamayla seyreden 1 Dolar, şimdi on sekiz milyon beş yüz bin Türk lirasına eşit.
O yüzden O’na ayyaş diyenler bir daha düşünmeli.
O dönemi inceleyip, o dönemin ayarlarına tekrar dönmeli...
30- Resimde gördüğümüz 1 Liramız, birinci emisyon grubunun en düşük kupürlü parasıydı. 5 Aralık 1927 tarihinde tedavüle giren banknotumuz 25 Nisan 1939 tarihinde tedavülden kaldırılmıştır. Maliye Bakanı Mustafa Abdülhalik Renda’nın imzasını taşıyan zeytuni yeşil rengindeki...
31- ...1 Türk lirasının ön yüzünde Meclis Binası, Ankara Kalesi, karasabanla çift süren bir köylü, arka yüzünde ise eski Başbakanlık binası yer almaktaydı. Bu hem kendi kendisine yeten bir tarım ülkesi olduğumuz, hem de asıl üretici olan çiftçimize verilen değerin bir simgesiydi.
32- O tarihlerde 1 Türk Lirasının satın alma gücüne ilişkin tartışmalar günümüzde sürse de; kesin bir yargıya varmak pek mümkün gözükmüyor. Ancak şunları söyleyebiliriz:
33- 🇹🇷 22 Mart 1926 tarihli ve 789 sayılı “Maarif Teşkilâtına Dair Kanun“la öğretmenlerin maaşı % 25 artırılarak ilk okul öğretmenlerinin maaşının en az 15 lira olacağı, orta okul öğretmenlerinin ise stajlarını tamamlamalarının ardından 25 lira maaş alacağı kararlaştırılmıştır.
34- 🇹🇷 29 Haziran 1930 tarihinde kabul edilen 1702 sayılı “İlk ve Orta Tedrisat Muallimi Erinin Terfi ve Tecziyeleri Hakkında Kanun“a göre öğretmenlere haftada girdikleri her saat ders için ayda 8 lira ödeme yapılması kararlaştırılmıştı.
35- Böylelikle haftada 18 saat derse giren bir Orta Okul öğretmeni ayda 144 lira maaş alabilecekti.
36- 🇹🇷 1923’de 1 ABD doları ortalama 1 TL’sına eşitti. 1924’te 1 Dolar 1,60 -1.88 TL. bandında seyretti. 1925 yılında 1 Dolar 1.83 TL. 1926 yılında 1 Dolar 1.91 TL.1927 yılında 1 Dolar 1,94 TL. 1929 yılında 1 Dolar 2,08 lira.1930’da 1 Dolar 2,07 lira. 1932’de 1 Dolar 1,17 lira...
37- ...olarak yarı yarıya gerilemiş oldu. O yıllarda ülke ekonomisinin büyüme hızı çoğunlukla çift haneli rakamlarla ifade edilmiştir. instagram.com/arsivsaka
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
BİR YÖRÜĞÜN SİTEMİ: "YÖRÜKLER ÇOK HIZLI ASİMİLE OLDU"
Yörüklerin 100-200 metrekarelik apartman dairelerinde, 5-10 metrekarelik balkonlarda ömrünü tüketmek için milyonlarca lirasını müteahhitlere yatırmasının ana nedeni çok hızlı asimilasyona uğramalarıdır.
1- Yörüklerin geçmiş yaşamlarında yakın komşuluk bile yokken, şimdi aynı binada çok sayıda komşu ile birlikte yaşamak zorunda kaldılar.
Yörükler, hayvanlarını otlatmak için gerek sahilde gerekse de yaylalarda birbirlerine uzak yerlerde ev kurardı.
2- Hayvanların otladığı alanlar karışmasın diye böyle yerleşildi.
Sebzeciliğin yalnızca ılıman Akdeniz ikliminde yapılabildiği 1980'li yıllara değin Yörükler yetiştirdiği sebzelerin satışından tatlı kazançlar elde ettiler.
Aytunç Altındal, Kenan Evren döneminde Marksist yayınlar yapan ender kişilerdendi. Altındal, komünistlerin, solcuların işkence gördüğü, infaz edildiği 12 Eylül döneminde bile yayınını sürdüren tek komünist(!) derginin sahibiydi. (Süreç Dergisi)
1- Altındal, 80'li yıllarda Marksizm adı altında sürekli olarak Atatürk'ün de hilafet istediğinden bahseden yazılar yazarak hem Atatürk'e iftira atmış hem de Türkiye Cumhuriyeti'ni Osmanlı'ya hazırlamıştı.
2- Sadece hilafetçilik yapmazdı Altındal, laikliğe de sık sık saldırırdı. Saldırıları tarihi gerçeklere uygun olmayıp, mantıksızcaydı. Hatta 1986'da, "Kemalist laikliğe son verilmesi ve Osmanlı sekülerizmine geçilmesi" gerektiğini söylemiş, daha sonraları daha da ileri giderek, "laikliği Yahudi dönmelerinin getirdiği" savını da ortaya atmıştı.
ALEVİ VE KÜRTLERİ KANDIRAN SEYİT RIZA'DA ERMENİ’DİR.
İngilizlerin 1919’da İngiltere'de yayınladıkları bu kitapta Ermeni dönmesi oldugu hatta sultan Alparslan'in 1076'da yıktığı o küçük Ermeni krallığını sancağını taşıdığını...
1- ...Sevr gereği Doğu’da Ermenistan kurulacaksa bu Ermenistan’nın kimlerle kurulması gerektiğini..
Yine; 1915 tehcirinden dolayı Ermeni tebası, halkı bulmanın zor olduğunu ve bunu aşmak icin daha önceden planlanan projelerin bu kitapta deşifre edildigini okuyunca şok olacaksınız..
2- Kitabın yazarı ise İngilizlerin Diyarbakır konsolosluğunda özel görevli konsolos yardımcısı olan Tomas ve eşi Ester Mugirdicyanlar.
Bu konsolosun özel görevi ise, tehcirde Alevi ve Kürtlerin içine sızdırılan Hoybun ve Taşnak Ermenilerinin kaydını tutup organizasyonunu yapmak.
ÖZAL'IN DEVLET GEZİLERİNDEKİ REZALET (Kamuoyunu ayağa kaldıran ibret belgesi. Konuştuğum kişinin ismini gizli tutuyorum.) / EMİN ÇÖLAŞAN
"Böyle utanç verici şey olmaz"
- Beyefendi siz Sayın Turgut Özal'ın Uzakdoğu harekatına katıldınız. Kimliğiniz, adınız soyadınız kesinlikle gizli kalacak. Benden başka belki gazetede iki kişi bilecek, ama gizlilik
kuralına kesinlikle uyulacak. Bana ve okurlarımıza bu harekatın değişik yönlerini anlatmanızı rica ediyorum. Neler oluyor Türkiye Cumhuriyeti adına düzenlenen bu seferlerde?
1- - Efendim, biliyorsunuz iki gezi oldu. Birisi esas itibariyle Japonya gezisiydi. Uçağın transit iniş kalkışları hariç, Japonya ve Singapur'a gidildi. İkincisinde ise Çin Halk Cumhuriyeti, Bangkok ve Hongkong.
Yanılmıyorsam her iki kafilede de 170-180 kişi vardı. Belki biraz daha fazla olabilir.
- Kimlerden oluşuyordu kafile?
- Önce Sayın Başbakanımız ve eşi hanımefendi... Şöyle sayayım. Önce devlet görevlileri. Başbakan, eşi hanımefendi, bunların müşavir ve sekreterleri, memurları, milletvekilleri ve korumalar. Bunlar resmi heyette yer alanlar. İkincisi çok sayıda ünlü işadamımız. Üçüncüsü ise basın mensupları. Tabii bir de uçakta görevlli THY yetkilileri var.
2- - Gezilerin amacı ne oluyor?
- Amaç, Türkiye Uzakdoğu'ya açılacak ve o bölgeyle yakın ilişkiler kurulacak. Bunun için işadamları da kafileye katılıyorlar ve orada iş bağlantısı yapmaya geldiklerini söylüyorlar. Oysa çoğunlukla başka işlerin bağlantısını yapıyorlar.
- O bölümü sonra soracağım size.. Şimdi kafileyi taşıyan uçağa bindiniz. Neler oluyor uçakta? .. Bir de, uçak paralı mı?
- Uçak paralı. .. Resmi heyette yer alanların ücretini devlet ödüyor. Bunlar ayrıca devletten harcırah alıyorlar. Geri kalanlar da bilet ücreti ödüyor. Bu ücret bir milyon lira civarında. Tabii herkes Allah ne verdiyse dövizlerini cebine dolduruyor ve uçağa biniyor.
- Uçak yolculuğu nasıl geçiyor?
- Uçakta önde Sayın Başbakan, eşi ve protokol sırasına göre görevliler oturuyor. Onun arkasındaki bölümde Özal ailesi için hazırlanan çalışma ve yatak odası var. Bunların arkasında gazeteciler ve işadamları oturuyor. Ama kalkıştan hemen sonra bu düzen bozuluyor ve herkes birbirine karışıyor. Turgut Bey uçağa biner binmez soyunup kravatı falan çıkarıyor ve sohbet başlıyor.
Tabii bu arada herkes kendisine yakın olabilmek için birbirini omuzlamaya başlıyor. Çünkü işadamının derdi var, gazetecinin derdi var. İşadamı Türkiye'de kolay göremeyeceği Başbakan'ı hazır bulmuşken sorunlarını iletmek istiyor.
Nasıl olsa herkes evde... Bu yazıyı okuyacağınıza ve hatta olanağı olanların çıktı alarak yada belleklere bilgisayarda kaydederek saklayacağına inanıyorum. Nesilden nesile aktarılacak değerler silsilesine katkı sunan Yüce Atatürk'ün İranlı bir sosyologun gözüyle anlatımıdır.
İranlı Sosyolog ve Siyaset Bilimci
ÜLGEN TÖLGE’nin, ATATÜRK hakkındaki saptamaları:
ATATÜRK kimdir?
1- ATATÜRK üst insandı. Onu başka İnsanlarla karşılaştırmak doğru olmaz. ATATÜRK'ün vatan sevgisine inanmıyorum. Üst insanlarda vatan sevgisinden daha yüce bir duygu olduğuna inanıyorum.
“Vatan kuruculuğu…”
Tüm uyarılara rağmen hasta hasta Hatay'a gitmiş, saatlerce ayakta konuşma yapmış, dönüşte son ve ölüm komasına girmiştir.
2- Farklı düşünüyorum bu konuda. Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu ki. Osmanlının yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı. Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan; Yüce değerlerin zarfıdır.
Dün bu sayfada, "İsmet Paşanın tarihe bıraktığı vebal" başlıklı bir yazı yazacağımı duyurunca, bazı arkadaşlardan yorum yapanlar bile oldu. Halbuki bizim amacımız İsmet Paşa hikayesinin tamamı üzerinde durmak değil, Milli Şef döneminin sadece eğitim politikası ve Köy Enstitüleri üzerine kısa bir değini yapmaktır. Takdir edilir ki sayfamız geniş bir değerlendirmeye elbette müsait değildir.
Konuya şöyle girelim: Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra Cumhurbaşkanı seçilen İsmet Paşa ile yeni bir sayfa açılmış oluyordu.
Bu seçim sonrası Atatürk ile 17 yıllık onurlu beraberlik sona ermiş, yerini hüzünlü bir yoldaşlığa bırakmıştı.
Bu dönemin ilk göze çarpan noktası, İsmet Paşa'nın, eski küskünlerle barışma ve yumuşama politikasına kapı aralamasıdır. Atatürk'le küskün eski muhalifler de "diktatör öldü yaşasın İsmet Paşa" faslından onun kanatları altına sığınmıştır. İsmet Paşa'nın kendine özgü bu siyasetinin adı da "hamiyyet" siyasetidir.
1- Biz bu yazıda İsmet Paşa döneminin sadece eğitim alanında yaşanan yozlaşma zaafına değineceğiz.
Bu da şudur: Atatürk’ün sağlığında planlanan ve 17 Nisan 1940 tarihli kanunla kurulan Köy Enstitüleri kapatılacak, Laik eğitimden oportünizme kapı aralanacaktır.
Çağdaş eğitim ve Cumhuriyet Laikliğinin en önemli unsuru olan Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesini Hasan Âli Yücel şöyle ifade etmişti:
“... Biz köylere, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri götürecek adam isteriz. Ümmet devrinin adamı imamdır. İmam, çocuk doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiğinde mezarı başında telkin verip bağırarak, doğumdan ölüme kadar bu cemiyetin manen hakimidir. Biz bunun yerine devrimci düşüncenin adamını köye göndermeyi isteriz. İmam nasıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğumdan ölüme kadar elinde tuttuğu köyün hakimi ise, bizimki de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi köyün imamı olsun, istedik...”
2- II. Dünya Harbi sonunda Batı ikliminden demokrasi rüzgarları esmeye başlayınca, çok partili demokrasiye geçilmesi (1946) İsmet Paşa ve CHP’nin hem fazileti hem hendikabı oldu.
CHP'nin VIII. kurultayında (17 Kasım 1947-4 Aralık 1947) parti içindeki İslamcı kanadın kodamanlar harekete geçtiler.
Cumhuriyetin kuruluşundan beri dinci muhafazakar kesimin dışlanmışlığı ve kültürel yabancılaşma, medrese yobazlığına elverişli bir zemin hazırlamıştı.
CHP güya din istismarını önlemek için 19 Kasım 1948 tarihli kararla, dini eğitim ve imam-hatip yetiştirilmesi için eski uygulamayı gevşetmek zorunda kalmıştı...