Arşiv Saka Profile picture
Sep 5, 2023 32 tweets 14 min read Read on X
Hani hep milleti kandırmaya çalışırken kullandıkları yüzeysel bir şablonları var; "Japonlar yaparken siz nerdeydiniz...?"

Bu konu aslında bayağı ayrıntılı ama yüzeysel değineyim...

Japonlar 1900 yılında kendi otomobil ve minibüslerine biniyordu. O tarihte biz ülkeye ithal edilmiş otomobili şeytan işi diye denize atıyor, geriye gidersek, Kanuni döneminde medreselerde matamatik dersini yasaklıyorduk.

Japonlar yine Avrupalılar gibi 1800'lerde bu işlerin temellerini attılar. Biz ise yobazların "Takuyiddin meleklerin bacaklarıni dikizliyor" şikayeti üzerine top atışları ile rasathanemizi yıktık.

2. Dünya savaşından sonra Japonya, Amerika'dan şuan ki değerde, yüz milyarlarca dolar yardım aldı. Türkiye'ye ise çok cüzzi miktar dışında verilmedi. Adnan Menderes sanayileşme için ruslara yanaşınca asıldı. Önce izin verildi, desteklendi. Sonra bahane üretip DEVRİM arabasının üretimi engellendi. Maşallah o dönem medya kıyamet koparıp cazgırlık yaptı: "Ne arabası ya! Halkın parasını çöpe atmayın!" diye... Şuan ise Dünya'da en değerli konu: Yazılım! Ama biz araç üretmeye karar verdik. Yazılıma yönelseydik ve parayı oraya harcasaydık keşke...
Image
Darbeler nedense hep siyasal islamın işine yaradı!

Ayrıca 2. Dünya savaşının İsrail'i kurmak için bir tiyatro olduğu, savaşa katılan ülkelere sonra yapılan yardımlarla güçlendirilip süper ekonomik güç yapıldığı ile ilgili ciddi çalışmalar var.

Neyse dağıtmayalım konumuzu...

Amerika bilakis Türkiye'ye engellemeler yaptı. Japonya'nın ise sanayi ülkesi olması için her şeyi yaptı.

Japonlar hiç bir dönemde "din bezirganları", din tüccarları", ile uğraşmadı.

Japonların hiç bir zaman "kadın kılı, kadın saçı, kadın tırnağı, kadın sesi, kadın... kadın... gibi bağnazlık sorunları olmadı.

Japonya'da kimse kimseye karışmaz. Dürüstlük, ahlak temel kriterdir. Japonya'da kimse size "genç kayınvalide'ye şehvet duymak haramdır, kırmızı don helaldir, yada akrabalarınızdan kimlerle sevişebilirsiniz gibi liste vermez, veremez. Japon kazığına oturturlar.

Japonya'da hiç bir zaman "mevcut sistemi yıkalım, şinto dinine göre ülke yönetelim" diyen bölücü ve hainler olmadı.

Japonya'da kimse ülkesinin devlet büyüklerine düşman olmaz. Saygı esastır. "Keşke Çin kazansaydı" diyen bir hain göremessiniz.

Japonya'da kadınlar için ayrı metro vagonu olabilir ama bu din temelli bir uygulama değildir. Tercih meselesidir. Bizde ise daha çok din temelli istenen konudur.

Özetlersek...

Bizim yöneticilerimiz, şeyhülislam denen birisinin her şeye karışmasına ve din baronu olmasına izin verdi. Aynı şeyhülislamın din dışı pek çok fetvası da oldu... Bu kişi tek başına koca bir milletin geleceği ile istediği gibi oynadı.

Malesef İslam dininin Arap/Emevi (uydurulan hurafe dolu) yorumunu benimsedik. Maturidi Türk yorumunu terkettik. Kendimiz bir düşünce üretemedik. Türk tarikatı yapamadık. Arapları kendimize din patronu yaptık. Gereksiz yere çok fazla saygı duyduk hatta sırtımızdan haince vurulduk. Bilimsel gelişmelere kuru kibir ile sırt çevirdik ve bu hallere düştük.
MEDRESE ÖĞRETİSİ İÇİN BİR JAPONYA MASALI

Uygarlaşma yolunda Tanzimattan beri 200 yıldır bocaladığımız modernleşme sürecine, İslam dünyası için verilecek en uygun örnek Japon modernleşmesidir. Batıya tepki koyan bizim medrese İslâmcıları Japon modernleşmesine imrenirler. Bizdeki İslamcıların Japon hayranlığı, Tatar Müslümanı olan Tokyo Camii imamı Abdürreşid İbrahim'in (1852-1944) yazdığı (1905) “Alem-i İslam” kitabındaki gerçek dışı bilgilere dayanır. Mehmet Akif dahil bizim medrese İslamcıları Japon modernizmini idealize ederek bizim Cumhuriyet devrimine alternatif görmüşlerdir.
Halbuki Japon Meiji restorasyonu, konjoktürel olayların heyacanları ve birkaç kitap okumakla anlaşılacak bir olgu değildir. Bilakis ve sanılanın tam aksine Japon modernizmi Türkiye'den daha radikal ve jakoben bir devrimdir. İşin başında ve hemen söylemek gerekir ki, Japon kültürü ile feodal Osmanlı/İslam kültürünün dinamikleri önemli farklar içermektedir.
İslâm düşüncesi uzakdoğu dinleriyle Batı Hristiyanlığı gibi tarihsel ve dinsel bir rekabete girmemiştir. Batı aydınlanması, Japon kültürüyle ilk defa temasa geldiğinde, yani Japon adalarına uğradığında, bizdeki Hurma kültürü gibi kendini tekfir eden hacı hoca gericiliği ile karşılaşmamıştır.
Japon modernizmi öncelikle kendi öz kültürünü Çin/Budist egemenliğinden kurtarmış, alfabesi dışında tüm geleneklerini dışlamıştır. Şu noktayı öncelikle vurgulamak gerekir. Şintoizm, Taoizm, Budizm gibi(bizim Şamanizm inancı buna dahil) sosyolojik ve mistik kültürlerin egemen olduğu Doğu toplumlarında, İslam inancı gibi ilahi ve kitabi dinlerin selamet, ahiret, cennet - cehennem, helal-haram gibi zorlayıcı tahakkümü bulunmaz.
Japon/Şinto inancının en özgün tarafı, değişim ve analitik düşünmeye rakip bir imana atıfla, dünyevi ilişkileri ele geçirme taassubu taşımamıştır. Japonya Doğu toplumları içinde modernite ve laikliğe geçişte istisnai bir örnektir. Japon tarihi de feodalizm ile başlamış, diğer Asya devletlerinden farklı olarak, modernleşmeyi devlet ve kimlik politikası olarak benimsemiştir.
Tokugawa rejimini (1603-1867) yıkan imparator Meiji, "uygarlık-Aydınlanma" (Bunmei Kaika) ilkesini hedefine koyarak, siyasal ve ekonomik bağımsızlığını aynen Türk devrimi gibi ordu gücüyle kazanmış, devrimleri de halka zorla dayatmıştır. Meiji Japonların Atatürk'üdür.
Japonya'nın Meiji öncesi Tokugawa rejimi geleneksel hukuk düzenine dayalı babadan oğula geçen feodal bir sistemdi. İmparator hiçbir siyasi işe karışmayan simgesel bir varlıktı. İktidar Şogun denilen mütegallibe ve toprak ağası sınıflar elindeydi. Bizim Abdülaziz devrine denk gelir. Japonya'nın Batı uygarlığına yönelişi İmparator Meiji Devrinde (1868-1912) başladı (3 Ocak 1868).
Devrimler halkın olgunlaşması beklenerek, belli bir zamana yayılarak değil, devlet zoruyla ve jakobence gerçekleştirildi. Önce feodal sınıflar ve eski feodal hukuk tamamen kaldırılarak (1871), Fransız, Alman, İngiliz hukuku adapte edildi. Büyük arazi sahipliği rejimi ilga edildi.
Samuray'ların silahları toplanarak modern orduya geçildi. Modernizme tepki koyan yüzlerce yerel derebeylerin görkemli şatoları yıkılarak yerle bir edildi. 278 derebeyi sahip olduğu mülklerini devlete bırakmak zorunda kaldı, bunlar merkezi devlete bağlı idari görevlere getirildi. İmparator Meiji'nin emrine girdiler. Güçlük çıkaranlar zorla yola getirildi.
Japon ulus-devletinin temelleri Meiji döneminde atıldı ve ilk başta eğitim seferberliği temel politika olarak benimsendi. Japon ulusallığı Batı uygarlığı ve bilim ile bütünleştirildi. Konfüçyüs felsefesinin okutulduğu klasik eğitim tamamen terk edildi. Meiji devrimi, sosyal hayatın “verili sıfır noktasından" başlayarak, radikal/sancılı bir yoldan geçerek, çağdaş yurttaşlık bilincini yerleştirdi.
Bizzat İmparatorun ağzından yazılan Meiji Andı, geçmişle radikal bir kopuşu simgeler. Şöyle:

"...Geçmişin fena adetleri kaldırılacak, doğanın kanunlarına uygun olarak her şey yeniden düzenlenecek, imparatorluk idaresini güçlendirmek için gerekli ilim ve irfan tüm dünyadan aranıp bulunacaktır..."
İlk adımda Japon halkına giysi ve saç şeklini serbestçe değiştirme özgürlüğü getirildi (1871). Kadınların "kaşlarını kazıtma" ve "dişlerini siyaha boyama" adeti kaldırıldı, "Samuray tipi" saç bağlama adeti yasaklandı. Kamusal alanda memur ve askere Batılı giysi giymeleri şart koşuldu. Kadınlar, kimono kisvesinden çıkarak, Batı tarzı kıyafet giydiler.
Batı usulü takvim kabul edildi, Çin harfleri Japon gramerine uyduruldu. Japon toplumu hiçbir komplekse kapılmadan Batı teknolojisini önce taklit etti sonra kendisi üretti. Japonlar, “geleneğe sadık kalarak” modernleşmiş değildir, kılık - kıyafeti devrimi bir yana, öbek öbek Hıristiyanlığa geçip İsevi isim almaya yönelmiş; İmparator Meiji “dur” demek zorunda kalmıştır.
Japon modernleşmesi toplumun iç dinamiklerinden gelen baskıyla değil, tamamen tepeden inme gerçekleşmiş, "Zengin Devlet-Güçlü Ordu" ilkesi metafor olarak kullanılmıştır. Japon elitleri modernleşmeyi Batılılaşma ile eş anlamlı düşünmüş, Batıya direnmeyip, tam tersine sosyalleşip ona eklemlenerek modernleşmiştir.
Medrese öğretisi ve Bedevi kültürünü din kabul eden bizim İslamcıların Japon aydınlarından bir farkı derhal göze çarpır. O da şu: Bizim İslamcılar "Batı kafirinden kendini üstün görme kibirini taşırdı, dolayısıyla onun üstünlüğünü kabul edememe kompleksi" taşırdı. Japon toplumu işte bunu yaşamadı.
Japon devrimi, o kadar jakoben ve baskıcı oldu ki, gerekli kamusal davranış kurallarını yerleştirmek için, yararsız gelenekleri devlet eliyle kökünden yıkmış, halk buna mahkum edilmiştir. Japon halkının Türkiye'den tek farkı, sosyal bünyesi homojen yapıya sahipti. Bu nedenle bizim gibi etnisite sorunu yaşamamıştır. Yani aynı dili konuşan tek bir millet olmasıdır. Bizde ise çok sayıda mezhep, sayılmayacak kadar tarikat, cemaat, şeyh efendi, Şıh efendi mevcuttur.
“Tanrının Yolu” anlamındaki Şinto inancına gelince, onların tanrısı güneşti. Güneş tanrısıyla insanlar arasındaki ilişkiler oldukça insancıldır. Şintoizm, bizdeki gibi ilahi ve kutsal kitabı olmayan bir “halk dini”dir. Bu kültürün "ahlak öğretisi" bizdeki gibi "sevap ve günahlar, soyut imajlar, korkutucu cehennem tehditleri" içermez. Şintoizm, aslında bir din değil, yöresel merasimler kümesiydi. Şinto'nun insanlara olan bu yakınlığı ve dostluğundan dolayı Japonya'nın toprağı, suyu, havası, ırmakları - dağları ve ormanları insanlar için kutsaldır. Cennet - Cehennem inancı, Hurileri - melekleri, Cin ve Şeytanları yoktur, cennetleri bu dünyadaki doğal güzelliklerdir. Şinto inancı, Japon ruhunda ahlaki birlik yaratmıştır...
Şinto inancı, İslam gibi dinsel ve uhrevi derinliklere, kıssa ve hisselere yer vermeyen, dünyevi ve pragmatik bir inanç sistemidir. Şinto inancının ahlaki boyutu, Konfüçyüs felsefesi ve aforizmalarına dayalıdır. Ahlakın en başında "SEVGİ" bulunur.
Japon dilinde "milli" demek "dini" demek; "dinî" demek "milli" demektir. Orada "millet" kavramından ayrı bir "din" kavramı yoktur. Şinto inancı ve rahipleri İslamcılık gibi "günah - sevap, haram - helal, farz - sünnet, mekruh" gibi ölçü ve kavramlar barındırmaz, topluma iyilik, güzelik ve ahlak kültürü verir. Bu kültür hiçbir zaman bir Batı icadına, Batı gelenek ve hukukuna "caiz değildir, günahtır, haramdır" diye karşı çıkmamıştır...
Meiji devriminin bir parolası da, "hükumet işlerini ondan anlayana bırakın" ilkesi idi ki, bizdeki "işi ehline verin" anlamınadır. Bu felsefenin hümanist, laik/seküler ve rasyonel eğilimleri herkes tarafından kabul edilmiştir. Bizim medrese öğretisi gibi her yeniliği "tekfir" eden hacı- hoca- ulema yetişmemiştir... Bundan dolayı da din-bilim çatışması olmamıştır. Şinto rahipleri dini güçlerini hiç çekinmeden siyasi otoritenin emrine vermiş, kılık kıyafet değişimine zihnen ve fiilen hiç direnç göstermemiştir.
Image
İslam dünyasındaki medrese ulemasına gelince, değil başındaki FESİ yanındaki püskülü bile imanının simgesi saymıştır. İslamda ruhbanlık olmadığı halde ilmiye üniformalı, tarikat cübbeli "ruhban" zümresi türemiştir. Padişahlar, herkese dokunduğu halde bunlara dokunamamıştır. Fes ve püskül, saç-baş örtüsü, sakal ve kıl gibi fetişler, dinin vazgeçilmezi sayılmış, modern kıyafet ve hayat tarzı, kâfir icadı, dini çürük ırzı kırık toplumların hayat tarzı görülmüştür.
Dayanakları ise uydurma bir hadistir: "Menteşebbehe bi kavmihi fehüve minhüm..." (Bana benzemeyen benden değildir)

Japonya'da bizim gibi "Turizm fuhuş ve ahlaksızlık getirir" diyen partiler kurulmadı. Batı kıyafeti giyiyor, fotoğrafını devlet dairelerine astırıyor diye II. Mahmud’a “gavur padişah” diyen Saçlı Şeyhler Japon kültüründe yetişmedi. Japonlar İmparatorunu/Mikadosunu gavur diye aşağılamadı. Kadavra ve karantinaya karşı çıkılmadı. Doğumevi/Veledhaneye "PİÇHANE" diyen Abdülaziz, "resim günahtır" diye haritaları lağım çukuruna atan okul müdürleri yetişmedi…
Bizim medrese Yobazları en çok laikliğe karşı çıkarak, O'nu içgüdülerine kapılan insanın şeytani sapkınlığı görmüştür. Laiklik medrese yobazının midelerine oturmuştur. Halbuki sekülerlik ve Laiklik, dinin, siyasetin, ekonominin, bilim ve sanatın ruhu şekillendirici olmaktan çıkıp, dinden arınmasıdır. Yahudi ve müşriklerle polemiğe giren Kur’an, onları nankörler (kafir) sayıp cehennem azabıyla tehdit ettiğine göre, bizim Maun müslümanı da dünya hayatına dalıp ahireti unutamazdı. Tek istisnası kasa - masa, hırsızlık ve yolsuzluktan vazgeçemezlerdi... Adalet, doğruluk ve liyakat bu kültürün yanına uğrayamazdı.
Japonya'ya imrenen bizim medrese yobazlığına hatırlatalım: Laiklik fikrini Japonya'da ilk savunan kişi Sihimaji Mokurai (1838-1911) isimli bir din adamıdır. Meiji döneminde Batıyı tanımak için gönderilen Japon Diplomatik Misyon Heyetine (1871-73) bir de din adamı katılmıştır. Rahip Mokurai'ye gelişmiş ülkelerdeki dini kurumları inceleme görevi verilmiştir. Türkiye'yi ilk ziyaret eden Japon heyeti de budur. Hristiyan, Yahudi, Müslüman ülkelerdeki din kurumlarını inceleyen Mokurai, Paris'ten imparatora gönderdiği mektupta, Japonya'nın da Batı ülkeleri gibi din devlet ayırımına gidip laikliğe geçilmesini zaruri görmüştür. Bir raporla, imparatora bizzat önermiştir... Sanki bizim Katip Çelebimiz gibi...
Meiji restorasyonunda Şinto dışındaki bütün Budist tapınakları kapatılarak, cemaat mülklerine el konulmuş, Buda heykelleri yıkılmış, rahip olmak yasaklanmış, sadece Şinto inancı milli din kabul edilmiştir. 1868-77 yılları arasında yapılan düzenleme ile din işleri, İçişleri Bakanlığına bağlı, "Tapınak ve Sunaklar Müdürlüğü" ihdas edilmiştir. Din işleri halen İçişleri Bakanlığına bağlı bir departmanıdır. Japonya'da devletin herhangi bir dini gruba destek vermesi mümkün değildir. Bir Budist rahip tarafından önerilen bu laik sistem halen uygulanmaktadır.
Bizdeki Tanzimatın ilanı (1839) Meiji devriminden yarım asır önce olduğu halde sonuç alamamıştır. Kıyaslama yapılırsa, Türk modernleşmesi, “öz ve biçim” yekpareliği sağlayarak, temelde doğru bir yol izlemiştir. Şinto kültüründen daha katı hurafelere başka türlü davranılamazdı.
Dünyadaki ve bizdeki İslamcı teoriye gelince, cumhuriyet devrimleri ve laikliğe direndiği sürece, uygarlığın gerisinde kalmaya ve Japonya’nın çağı yakalayan seküler dinamiklerini algılamaktan aciz kalmaya mahkumlar. Şanlı mazi ve kuru hamasete sarıldığı, "kıl ve tüy" müslümanlığını devrim saydığı sürece, düşünceyi ruhban baskısından kurtaran laikliği algılayamazlar.
Kendilerini bu kafadan rehabilite edemeyince de, "bizi dev uykusundan uyandırdı" diye kin ve nefretlerini Tarihin Doğurduğu Adam'a kusarlar. Zihinlerine “müslüman” yerine “insan ve vicdan” öznesini sokamadığı, din sömürgenliği ve ahlak sürüngenliğinden kurtulmadığı sürece, uygar düşünceye evrilmeleri, hatta ve hatta tıpkı doğa canlıları gibi evcilleşmeleri kesinlikle mümkün görünmüyor.

Osman Selim Kocahanoğlu / 10 Mart 2023
(*) Kaynakça:
(1) Selçuk Esenbel, Japon Modernleşmesi ve Osmanlı
(2) Selçuk Esenbel, Meiji Restorasyonu, Toplumsal Tarih
(3) Erdal Küçükyalçın, Japonya'da Laikliğin Doğuşu, T. Tarih
(4) Oğuz Baykara, Meiji Dönemi Japon Edebiyatı, T. Tarih
(5) Ali Akkemik, Meiji Restorasyonu, T. Tarih
(6) H.Z.Ülken, Çağdaş Düşünce Tarihi
(7) Niyazi Berkes, Türkiye'de Çağdaşlaşma
(8) Niyazi Berkes, Asya Mektupları (9) İsmail Tokalak, İslam Ülkeleri Neden Geri Kaldı?
(10) İlhami Güler, Politik Teoloji Yazıları
(11) Osman Selim Kocahanoğlu, Medrese mi Modernite mi?
Diğdem Hanım youtube kanalında (yukarda sıralama olarak ekledim) Güney Kore ile Japonya'yı kıyaslıyor. Eminim sizde "aaa evet benimde hep aklıma geliyordu" diyeceksiniz.

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Arşiv Saka

Arşiv Saka Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @ArsivSaka

Nov 16, 2024
BİR YÖRÜĞÜN SİTEMİ: "YÖRÜKLER ÇOK HIZLI ASİMİLE OLDU"

Yörüklerin 100-200 metrekarelik apartman dairelerinde, 5-10 metrekarelik balkonlarda ömrünü tüketmek için milyonlarca lirasını müteahhitlere yatırmasının ana nedeni çok hızlı asimilasyona uğramalarıdır. Image
1- Yörüklerin geçmiş yaşamlarında yakın komşuluk bile yokken, şimdi aynı binada çok sayıda komşu ile birlikte yaşamak zorunda kaldılar.

Yörükler, hayvanlarını otlatmak için gerek sahilde gerekse de yaylalarda birbirlerine uzak yerlerde ev kurardı. Image
Image
2- Hayvanların otladığı alanlar karışmasın diye böyle yerleşildi.

Sebzeciliğin yalnızca ılıman Akdeniz ikliminde yapılabildiği 1980'li yıllara değin Yörükler yetiştirdiği sebzelerin satışından tatlı kazançlar elde ettiler. Image
Image
Read 11 tweets
Nov 9, 2024
AYTUNÇ ALTINDAL'IN BİLİNMEYEN YÜZÜ

Aytunç Altındal, Kenan Evren döneminde Marksist yayınlar yapan ender kişilerdendi. Altındal, komünistlerin, solcuların işkence gördüğü, infaz edildiği 12 Eylül döneminde bile yayınını sürdüren tek komünist(!) derginin sahibiydi. (Süreç Dergisi) Image
Image
1- Altındal, 80'li yıllarda Marksizm adı altında sürekli olarak Atatürk'ün de hilafet istediğinden bahseden yazılar yazarak hem Atatürk'e iftira atmış hem de Türkiye Cumhuriyeti'ni Osmanlı'ya hazırlamıştı.
2- Sadece hilafetçilik yapmazdı Altındal, laikliğe de sık sık saldırırdı. Saldırıları tarihi gerçeklere uygun olmayıp, mantıksızcaydı. Hatta 1986'da, "Kemalist laikliğe son verilmesi ve Osmanlı sekülerizmine geçilmesi" gerektiğini söylemiş, daha sonraları daha da ileri giderek, "laikliği Yahudi dönmelerinin getirdiği" savını da ortaya atmıştı.
Read 17 tweets
Nov 7, 2024
ALEVİ VE KÜRTLERİ KANDIRAN SEYİT RIZA'DA ERMENİ’DİR.

İngilizlerin 1919’da İngiltere'de yayınladıkları bu kitapta Ermeni dönmesi oldugu hatta sultan Alparslan'in 1076'da yıktığı o küçük Ermeni krallığını sancağını taşıdığını... Image
1- ...Sevr gereği Doğu’da Ermenistan kurulacaksa bu Ermenistan’nın kimlerle kurulması gerektiğini..

Yine; 1915 tehcirinden dolayı Ermeni tebası, halkı bulmanın zor olduğunu ve bunu aşmak icin daha önceden planlanan projelerin bu kitapta deşifre edildigini okuyunca şok olacaksınız..Image
2- Kitabın yazarı ise İngilizlerin Diyarbakır konsolosluğunda özel görevli konsolos yardımcısı olan Tomas ve eşi Ester Mugirdicyanlar.

Bu konsolosun özel görevi ise, tehcirde Alevi ve Kürtlerin içine sızdırılan Hoybun ve Taşnak Ermenilerinin kaydını tutup organizasyonunu yapmak. Image
Read 19 tweets
Nov 4, 2024
ÖZAL'IN DEVLET GEZİLERİNDEKİ REZALET (Kamuoyunu ayağa kaldıran ibret belgesi. Konuştuğum kişinin ismini gizli tutuyorum.) / EMİN ÇÖLAŞAN

"Böyle utanç verici şey olmaz"

- Beyefendi siz Sayın Turgut Özal'ın Uzakdoğu harekatına katıldınız. Kimliğiniz, adınız soyadınız kesinlikle gizli kalacak. Benden başka belki gazetede iki kişi bilecek, ama gizlilik
kuralına kesinlikle uyulacak. Bana ve okurlarımıza bu harekatın değişik yönlerini anlatmanızı rica ediyorum. Neler oluyor Türkiye Cumhuriyeti adına düzenlenen bu seferlerde?Image
1- - Efendim, biliyorsunuz iki gezi oldu. Birisi esas itibariyle Japonya gezisiydi. Uçağın transit iniş kalkışları hariç, Japonya ve Singapur'a gidildi. İkincisinde ise Çin Halk Cumhuriyeti, Bangkok ve Hongkong.

Yanılmıyorsam her iki kafilede de 170-180 kişi vardı. Belki biraz daha fazla olabilir.
- Kimlerden oluşuyordu kafile?
- Önce Sayın Başbakanımız ve eşi hanımefendi... Şöyle sayayım. Önce devlet görevlileri. Başbakan, eşi hanımefendi, bunların müşavir ve sekreterleri, memurları, milletvekilleri ve korumalar. Bunlar resmi heyette yer alanlar. İkincisi çok sayıda ünlü işadamımız. Üçüncüsü ise basın mensupları. Tabii bir de uçakta görevlli THY yetkilileri var.Image
2- - Gezilerin amacı ne oluyor?
- Amaç, Türkiye Uzakdoğu'ya açılacak ve o bölgeyle yakın ilişkiler kurulacak. Bunun için işadamları da kafileye katılıyorlar ve orada iş bağlantısı yapmaya geldiklerini söylüyorlar. Oysa çoğunlukla başka işlerin bağlantısını yapıyorlar.

- O bölümü sonra soracağım size.. Şimdi kafileyi taşıyan uçağa bindiniz. Neler oluyor uçakta? .. Bir de, uçak paralı mı?

- Uçak paralı. .. Resmi heyette yer alanların ücretini devlet ödüyor. Bunlar ayrıca devletten harcırah alıyorlar. Geri kalanlar da bilet ücreti ödüyor. Bu ücret bir milyon lira civarında. Tabii herkes Allah ne verdiyse dövizlerini cebine dolduruyor ve uçağa biniyor.

- Uçak yolculuğu nasıl geçiyor?
- Uçakta önde Sayın Başbakan, eşi ve protokol sırasına göre görevliler oturuyor. Onun arkasındaki bölümde Özal ailesi için hazırlanan çalışma ve yatak odası var. Bunların arkasında gazeteciler ve işadamları oturuyor. Ama kalkıştan hemen sonra bu düzen bozuluyor ve herkes birbirine karışıyor. Turgut Bey uçağa biner binmez soyunup kravatı falan çıkarıyor ve sohbet başlıyor.

Tabii bu arada herkes kendisine yakın olabilmek için birbirini omuzlamaya başlıyor. Çünkü işadamının derdi var, gazetecinin derdi var. İşadamı Türkiye'de kolay göremeyeceği Başbakan'ı hazır bulmuşken sorunlarını iletmek istiyor.

Gazeteciler özel demeç peşinde...Image
Read 10 tweets
Oct 20, 2024
İRAN'LI SOSYOLOĞUN ATATÜRK YORUMU:

Nasıl olsa herkes evde... Bu yazıyı okuyacağınıza ve hatta olanağı olanların çıktı alarak yada belleklere bilgisayarda kaydederek saklayacağına inanıyorum. Nesilden nesile aktarılacak değerler silsilesine katkı sunan Yüce Atatürk'ün İranlı bir sosyologun gözüyle anlatımıdır.

İranlı Sosyolog ve Siyaset Bilimci
ÜLGEN TÖLGE’nin, ATATÜRK hakkındaki saptamaları:

ATATÜRK kimdir?Image
1- ATATÜRK üst insandı. Onu başka İnsanlarla karşılaştırmak doğru olmaz. ATATÜRK'ün vatan sevgisine inanmıyorum. Üst insanlarda vatan sevgisinden daha yüce bir duygu olduğuna inanıyorum.

“Vatan kuruculuğu…”

Tüm uyarılara rağmen hasta hasta Hatay'a gitmiş, saatlerce ayakta konuşma yapmış, dönüşte son ve ölüm komasına girmiştir.
2- Farklı düşünüyorum bu konuda. Çünkü o zaman sevilecek vatan diye bir olgu yoktu ki. Osmanlının yok ettiği ümmetçi karanlık geçmişin harabeleri vardı. Vatan sadece toprak yığınından oluşmuyor. Vatan; Yüce değerlerin zarfıdır.
Read 21 tweets
Oct 2, 2024
İSMET PAŞA'NIN TARİHE BIRAKTIĞI VEBAL

Dün bu sayfada, "İsmet Paşanın tarihe bıraktığı vebal" başlıklı bir yazı yazacağımı duyurunca, bazı arkadaşlardan yorum yapanlar bile oldu. Halbuki bizim amacımız İsmet Paşa hikayesinin tamamı üzerinde durmak değil, Milli Şef döneminin sadece eğitim politikası ve Köy Enstitüleri üzerine kısa bir değini yapmaktır. Takdir edilir ki sayfamız geniş bir değerlendirmeye elbette müsait değildir.

Konuya şöyle girelim: Atatürk’ün ölümünden bir gün sonra Cumhurbaşkanı seçilen İsmet Paşa ile yeni bir sayfa açılmış oluyordu.

Bu seçim sonrası Atatürk ile 17 yıllık onurlu beraberlik sona ermiş, yerini hüzünlü bir yoldaşlığa bırakmıştı.

Bu dönemin ilk göze çarpan noktası, İsmet Paşa'nın, eski küskünlerle barışma ve yumuşama politikasına kapı aralamasıdır. Atatürk'le küskün eski muhalifler de "diktatör öldü yaşasın İsmet Paşa" faslından onun kanatları altına sığınmıştır. İsmet Paşa'nın kendine özgü bu siyasetinin adı da "hamiyyet" siyasetidir.Image
1- Biz bu yazıda İsmet Paşa döneminin sadece eğitim alanında yaşanan yozlaşma zaafına değineceğiz.

Bu da şudur: Atatürk’ün sağlığında planlanan ve 17 Nisan 1940 tarihli kanunla kurulan Köy Enstitüleri kapatılacak, Laik eğitimden oportünizme kapı aralanacaktır.

Çağdaş eğitim ve Cumhuriyet Laikliğinin en önemli unsuru olan Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesini Hasan Âli Yücel şöyle ifade etmişti:

“... Biz köylere, istiklal mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri götürecek adam isteriz. Ümmet devrinin adamı imamdır. İmam, çocuk doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiğinde mezarı başında telkin verip bağırarak, doğumdan ölüme kadar bu cemiyetin manen hakimidir. Biz bunun yerine devrimci düşüncenin adamını köye göndermeyi isteriz. İmam nasıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğumdan ölüme kadar elinde tuttuğu köyün hakimi ise, bizimki de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi köyün imamı olsun, istedik...”Image
2- II. Dünya Harbi sonunda Batı ikliminden demokrasi rüzgarları esmeye başlayınca, çok partili demokrasiye geçilmesi (1946) İsmet Paşa ve CHP’nin hem fazileti hem hendikabı oldu.

CHP'nin VIII. kurultayında (17 Kasım 1947-4 Aralık 1947) parti içindeki İslamcı kanadın kodamanlar harekete geçtiler.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri dinci muhafazakar kesimin dışlanmışlığı ve kültürel yabancılaşma, medrese yobazlığına elverişli bir zemin hazırlamıştı.

CHP güya din istismarını önlemek için 19 Kasım 1948 tarihli kararla, dini eğitim ve imam-hatip yetiştirilmesi için eski uygulamayı gevşetmek zorunda kalmıştı...

Gelelim işin hendikap noktasına...Image
Read 13 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us!

:(