Cem Türktekin Profile picture
Laf anlatabileceğine inanmadığı hesapları engeller.
5 subscribers
Nov 10 9 tweets 8 min read
Berlin Duvarı yıkılalı ve iki Almanya birleşeli tam 35 yıl oldu bugün. Wind of Change(Değişim Rüzgarı) isimli bu şarkı, bir Ağustos günü Moskova’daki Gorki Park’ta yürürken ve Soğuk Savaş’ın sonlanmasını konu alırken nasıl olduysa birden Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla özdeşleşti ve Almanya’daki değişimi tarihe daha da güçlü şekilde kazıdı.

Batı Almanya’da yaşayanlar için değişen bir şey olup olmadığı tartışılabilir ancak 9 Kasım 1989 günü çok büyük bir hevesle duvar hattına koşan Doğu Almanlar adeta yaşadıkları gezegeni değiştirdiler o gün. Bundan 15 yıl önce duvarın yıkılmasının 20. yıl dönümü anısına 20 farklı eski Demokratik(Doğu) Almanya Cumhuriyeti vatandaşıyla röportaj yapılan bir belgesel yayınlanmıştı, tahmin edileceği üzere katılımcıların geneli totaliter bir rejim altında yaşamaktan ve Stasi tarafından sürekli izlenmekten yorulduğunu, sistemin hantal kaldığını, kendisini yenileyemediğini ve özellikle gençlerin taleplerine cevap veremediğini söylüyordu. Şahsen bunların hiçbirine itirazım yok, aksine çoğuna katılıyorum bu görüşlerin, bu yüzden duvar 1989’da yıkılmasa da bu günlere kadar gelebileceğini düşünmüyorum. Ancak birkaç kelime arasına sıkışan klişe yakınmaların gölgesinde kaldığı için pek dile getirilmeyen bir Doğu Almanya daha var. O programda konuşan 20 eski Doğu Alman’dan sadece 1’i değindi bu konuya, ben de o yıllarda okunmayan bir blog sayfasında o kişinin röportajda söylediklerini yazmıştım. Okumak isteyenler için 35. yılı anısına bir kez daha burada yazıyorum.⬇️ 9 Kasım 1989 günü hükümet sözcüsü yanlışlıkla Batı'ya geçişlere izin verileceğini açıkladığında şaşkınlık dolu bir sevinç yaşamıştık, açıklama planlı değil, gerçekten yanlışlıkla yapılmıştı ancak insanlar sınırı geçtikten sonra artık bunun bir önemi kalmamıştı. O güne kadar Batı'ya geçmeye çalışan bizim bildiğimiz 138 Doğu Alman vatandaşı askerler tarafından öldürülmüş, canlı yakalananlar cezaevinde atılmış, aileleri ise kara listeye alınmış ve hayatları boyunca izlenmişlerdi. Hükümet sözcüsünün açıklamasını dinledikten hemen sonra ben ve eşim, henüz 4 yaşındaki kızımızı da alarak ‘sadece’ 6 yıl sıra bekleyerek sahip olduğumuz için şanslı addedildiğimiz Trabant marka aracımızla Batı Berlin'e doğru yola çıktık. Yüzlerce araçtan oluşan bir konvoyla sınırı geçerken kalbimiz duracak gibiydi, Batı Berlin'i ilk kez görecek olmanın yanı sıra aynı yöne doğu hareket eden bu kadar uzun bir konvoyda olmanın da heyecanı vardı. Sınırı geçerken Batı Alman polisinin güleryüzü bizleri çok etkilemişti, çünkü yüzlerce araçlık konvoyda hayatında gülen bir polis gören belki de kimse olmamıştı. Bizleri el sallayarak ve çiçek demetleri vererek karşılayan Batı Berlinlilerin sıcaklığı içimizi ısıtmıştı, çiçek demetini aldıktan sonra kokusuna bakan eşim içinde birkaç Batı Alman Mark’ı olduğunu fark etti, o an sebebini anlayamadık ama üzerinde de durmadık bunun. Zira dev gökdelenlerin ışıltısıyla büyülenmiştik o an, Doğu Berlin’de de devlete ait yüksek binalar vardı ancak bunlar renkleri ve ışıklarıyla çok farklıydı. Batı Berlin’de insanlar geç saatlere kadar sokaklarda vakit geçiriyor, eğleniyor, çılgınca alkol tüketiyor ve kimseye hesap vermiyorlardı. Yolda gördüğümüz Batı Berlinlilerin lüks araçları, kaliteli ve oldukça şık giysileri vardı, burnumuza kadar gelen parfümleri de güzel kokuyordu. Trabant marka aracımız ve üzerimizdeki sıradan giysiler onlardan farklı olsa da yolculuktan büyük keyif alıyorduk, çünkü bu yolculuğun sonunda biz de onlar gibi olacaktık, yolda ilerledikçe rüyada olduğumu düşünüyor ve eşime “beni sakın uyandırma” diyerek kahkahalar atıyordum. Berlin kent merkezine geldiğimizde adına süpermarket denilen ve o güne kadar hiç görmediğimiz dev bir alışveriş merkezine girdik. İhtişamlı bir görüntüsü ve harika bir ışıklandıması vardı. İçeri girdiğimizde bütün Doğu Berlin’e yetecek kadar yiyecek görmek bizi şok etmişti. Özellikle manav reyonundaki muzlar, onları gördüğüm anı unutamıyorum, insanların yiyerek bitiremeyeceği kadar fazla muz vardı. Doğu Berlin’de de Küba’dan gelen muzlar olurdu, bunlar ekonomik koşullara, nakliye trafiğine ya da belki hasat durumuna göre farklı dönemlerde gelirdi ancak iki yıldan uzun süre muz görmediğimi hatırlıyorum. Muz geldiğinde de bu süpermarketteki miktarda görmeyi hayal bile edemezdik, sadece tadabilirdik. Ne yazık ki muz Doğu Berlin’de lüks sayılabilecek bir besindi, bizi şaşırtan da Doğu Almanya’da insanlar sadece zorunlu ve temel gıdalarla yetinirken, bu süpermarketin neredeyse ağzına kadar lüks ürünle dolu olmasıydı. İnsanlar çılgınlar gibi alışveriş yapıyor, fiyatlarına dahi bakmadan sepetlerine en az 5 farklı peynir, 3 farklı sosis paketi atıyorlardı. Ortalama bir sepetteki peynirle Doğu Almanya’da bir aile belki 6 ay idare edebilirdi, o gün Batı Berlin’de insanların bu kadar gıdayı nasıl tüketebildiklerini merak ediyordum ancak merakım birkaç ay sonra sona erecekti, Batı Berlin’de aldıklarının önemli kısmını yemiyordu bile insanlar. Kasaların önüne dizilen ve ağızlarına kadar doldurulan sepetlerde ne işe yaradığını, ne amaçla kullanıldığını dahi bilmediğim birçok ürün vardı.Image
Oct 26, 2023 12 tweets 4 min read
90’ların başında tıpkı bugün Gazze’ye yaptıkları gibi Bosna’ya ağıt yakıyordu İslamcılar. O günkü Bosna da tıpkı bugünkü Gazze gibi dışarıdan bağlantısı kesilmiş haldeydi, ekmek bile uçaklarla havadan atılabiliyordu ve atılan ekmeklerin de çoğu Sırp birliklerinin eline geçiyordu. Amerika’dan kalkıp gelen psikopatlar tıpkı ördek avı partisine katılır gibi gökdelenlerden insanlara ateş etmek için Sırplara çantalarla para getiriyordu o dönem. O can pazarında çok gazeteci vuruldu, kimi şarapnellere hedef oldu, kimi havan topu patlamasında yaşamını yitirdi. Image
Jul 11, 2023 42 tweets 11 min read
Her yıl anılan Srebrenica soykırımı Bosna’da yaşanan savaşla iç içe geçti, adına şarkılar ve şiirler yazıldı, sergiler düzenlendi, belgeseller yapıldı ancak soykırımın karanlık gölgesi 4 yıl boyunca farklı şehirlerde yaşanan nice vahşetin üzerini bir yorgan gibi örtmeye başladı. Srebrenica kadar medyatik olamadığı için isimlerini duyuramayan ancak savaşta büyük bedeller ödeyen çok fazla şehir ve kasaba var Bosna’da, onlardan biri de benzersiz köprüsüyle ünlü, köprüye duyulan sevgi ve nefretin birbirini yenemediği Visegrad.
Mar 14, 2023 17 tweets 4 min read
1989 Yılında, Slobodan Milosevic yönetimindeki Sırbistan’da rekor bütçeyle çekilmiş ve Kosova Savaşı’nın 600. yılına adanmıştı bu film. Sırp milliyetçiliğini tetikleyerek Yugoslavya’nın fişini çekerken, Osmanlı tarihi açısından da çok önemli bir dönüm noktasını konu alıyordu. -SPOILER İÇERİR-

Bu şahnede solda Sırplarla işbirliğini savunan Şehzade Yıldırım Beyazıt, ortada onunla aynı fikirde olan (babası)Sultan Murat ve sağda sadece Türkmenlerle savaşılması gerektiğini savunan Şehzade Yakup var. Aralarındaki konuşmaları aşağıda çevirmeye çalıştım;
Mar 5, 2020 55 tweets 13 min read
Bugünkü Putin Rusyası’nın ulaştığı haşmetli, hatta ürküten gücün yol taşlarından belki de en büyüğü 2006 yılında İngiltere’nin başkenti Londra’da yaşanan bir trajediyle döşendi. Üstelik de kimsenin tahmin edemeyeceği bir futbol maçı sırasında. Image Çoğu kişi Viladimir Putin’in KGB geçmişinde üst düzey bir istihbaratçı olduğunu düşünse de, aslında o yarbay rütbesinde orta sınıf bir subaydı. Bugünkü gücüne erişmesi ise devlet başkanlığı görevini üstlendiği süre zarfında aşamalar halinde gerçekleşti. Image