Tarih Saka Profile picture
Türk, Türklük, Türkçülük, Atatürkçülük içerir.
4 subscribers
Oct 20, 2024 49 tweets 19 min read
TÜRKİYE'NİN 60 YILLIK HAYALİ: BAŞKANLIK SİSTEMİ / MEĞERSE İSTEMEYEN YOKMUŞ!

İşte gazete kupürleriyle Türkiye'nin 60 yıllık başkanlık sistemi hayali...

Eğleniyor muyuz ağalar? Image
1- Menderes'den bu yana Türk siyasi hayatının en büyük hayallerinden biri olan Başkanlık sistemi yeniden Türkiye gündeminde. 7 Haziran seçimlerinde hem Türkiye'yi yönetecek vekilleri hem de Başkanlık sistemine zemin hazırlayacak meclis aritmetiği için sandık başına gideceğiz. Image
Oct 12, 2024 18 tweets 7 min read
MHP Ankara eski il yönetim kurulu üyesi Mehmet Sakarya’nın kaleminden..!!!

BİZ UYUDUK…!?

ABD 2002 yılında ülkemizi işgal ettirdi. Kime mi..!?

T.C. kimliği taşıyan, fakat aslında fanatik Türk düşmanı olan mollalara..!?

Hafızanızla zaman tüneline girin, Yaşadıklarımızı bir film gibi seyredin! Hafızın şiir okuması ve göstermelik kodese aldırılması…Image 1- Mağdura bu millet bayılır… ABD yani CIA bizi bizden iyi tanır…

Ben o sırada MHP Ankara İl yönetimindeydim. Bahçeli ani kararla istifa ettirildi, Hükümet yıktırıldı. İstifa haberi geldiğinde, İl yönetimi toplantıdayız, Dedim ki;

“Herkes intihar edebilir, Genel başkanımız da siyaseten intihar etmiştir, yalnız partiyi de peşinden sürüklemiş, onu da öldürmüştür”Image
Oct 1, 2024 7 tweets 6 min read
TÜRKİYE’DE İLK OTOBÜSÜ YAPAN GÖRELE’DEN, SANAYİ SİTESİNİ YAPAMAYAN GÖRELE’YE NASIL GELİNDİ?

1949 yılında Görele’de ilk otobüsü imal eden ve hayatta kalan tek usta olan Hüseyin Avni Tavacı hatıralarını anlatırken gözyaşlarını tutamadı

“Kahrımdan ağlıyorum!”

Görele, 1948-1949’lu yıllarda Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdi ve adını tarihe altın harflerle yazdırmayı başardı.

Bir elin parmakları kadar çılgın marangoz ustasının bir araya gelerek hayat verdiği mucize o yılların Türkiye’sinde kısa zamanda duyuldu.

Balıkçı tekneleri yapan eller keser ile otobüs iskeletini oluşturacak kestane ve kayın ağaçlarını yontmaya başladı.

Ulusoy, Görele’de yaptırdığı ilk otobüsü ile İstanbul’a yolcu taşıdı. Görele, İstanbul’dan Hopa’ya, Sivas’tan Iğdır’a kadar otobüs imal edip sattı. Otobüs imalatı, elektriği bile olmayan Görele’de yeni iş imkânlarına kapı açtı. Bugünkü 5 yıldızlı otellere şapka çıkartan otel sayısı Görele’de 6’yı buldu. Görele’de lokanta, bakkal ve kahvehane gibi küçük iş yerlerinin geçmişi otobüs imalatı yıllarına dayanıyor...

1948–1949 yıllarında Görele’de birkaç marangoz ustasının çılgın fikri bir anda Görele’nin üzerine güneş gibi doğdu. 1945 yılında sadece 1940 kişilik nüfusa sahip olan Görele henüz elektrik ile tanışmamış. Evlerde ve iş yerlerinde gaz lambaları var.

Görele Çavuşlu arasında kurulan küçük tersanede balıkçı tekneleri imal eden Halil ve Remzi Firiğin usta (Halil Firidin’in yoğun bakımda olduğunu öğrendik) Halil, Hüseyin ve Galip usta Görele’ye tekne tamir etmeye gelir.Image 1- Alman harbinin sona erdiği yıllardır.

Görele’de otobüs imal ediliyor!

Savaş sonrası Görele’ye kamyonlar gelmeye başlar. Osman Aklaya, Samsun’dan “UĞUR” adında otobüs getirir. Osman Yanık, bu otobüs ile Trabzon’a Görele’den yolcu taşımaya başlar. O yıllarda Trabzon’a yolculuk deniz yolu ile yapılmaktadır. Osman Yanık bir sefer sonrasında Görele’ye Trabzon’dan doç kamyon alarak döner. Marangoz Niyazi ve yeğeni İsmail Tavacı ile birlikte, ağaçtan otobüsün ağaç iskeletini oluşturmaya başlarlar.

Bu Görele’de oluşturulan ilk otobüs iskeletidir.

Ağaçtan oluşturulan iskelet tamamlandıktan sonra otobüsün dış aksanı saç ile kaplanır.

Görele’de küçük çapta başlatılan otobüs imalatı kısa zamanda Türkiye’de özellikle İstanbul’da duyulur ve merak uyandırır.

Gurbetçiliğin emekleme dönemi olan o yıllarda İstanbul’da yaşayan Göreleliler memleketlerine dönmeye başlarlar.Image
Sep 19, 2024 39 tweets 14 min read
Muhafazakârlar ve Osmanlıcıların Mutlaka öğrenmesi Gereken Faideli Bilgiler:

Osmanlı'da köle ticareti ve Itri dedikleri zat-ı muhterem Osmanlı'da "Esirciler Kethüdası", yani köle ticareti yapanların başıdır.. Image 1- “Muhallebi çocuğu ne demek?
Sultanla sevişmeden önceki 3 gün boyunca sadece muhallebi yiyerek, bağırsaklarını temizleyen oğlanlara takılan lakap. Image
Sep 15, 2024 17 tweets 11 min read
ZİRAAT BANKASI VE MİTHAD PAŞA

NE YALAN DİYEYİM İLK DEFA OKUDUM.

Türkiye'nin 4. sondaj gemisine, donanmayı haliç'e zincirleyip çürüten ve bu yüzden pek çok savaş ve toprak kaybetmemize sebep olan Abdülhamid Han ismi verilmiş ve şaşırmıştık.

Bizler şaşırdık ama Abdülhamid pek şaşırmamış ve; "Benim saltanatım sizin vatanınızdan, bayrağınızdan, donanmanızdan daha değerlidir." demişti zamanında.

Değil vatanı ve milleti için kendini feda etmeyi, siz ölün yeter ki bana bir şey olmasın demişti.

Ziraat bankası şubelerinde hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum Mithad Paşa'nın resmi vardır. Peki neden var?Image 1- Ziraat Bankası, kurucusunu boğazlatan Abdülhamid'in oyununa sponsor oldu

Mithat Paşa'nın kurduğu Ziraat Bankası, 2. Abdülhamid'i öven oyuna sponsor oldu. Abdülhamid oyunu 81 ili dolaşacak.

Osmanlı Devleti’nden günümüze ulaşan ilk banka olarak bilinen Ziraat Bankası, 1863 yılında Mithat Paşa tarafından kuruldu. Ziraat Bankası'nın internet sitesinde bankanın kuruluşuyla ilgili şu bilgiler yer almakta:

Ezilen çiftçilerin dertlerine çare bulunabilmesi için devletin zirai kredi işine el atması düşüncesi, dönemin gazetelerinde ve resmi ağızlarda yer bulmaya başlamıştı.
Sep 7, 2024 14 tweets 6 min read
AMERİKA NASIL YANLIŞLIKLA KENDİSİNE İKİ ATOM BOMBASI ATTI?

Kazanın kelime anlamı; "Can ve mal kaybına neden olan kötü olay" diye geçmektedir.

Ancak Dünya tarihinde bir kaza var ki, meydana gelse değil can veya mal kaybı, bir ülkeyi yerle bir edebilirdi...

Dünya tarihini değiştirebilecek olay 1961 yılında Amerika'da yaşandı.

Amerika Birleşik Devletleri kaza ile kendi ülkesine iki atom bombası attı.

İşte Amerika'nın şans eseri felaketin eşiğinden döndüğü olay: GOLDSBORO KAZASIImage 1- Robert Oppenheimer'ın yarattığı bu canavar 1945 yılında, Hiroshima ve Nagasaki'de test edildi. Deneme binlerce insanın canına mal olsa da, yok ediciliği karşısında tam not aldı ve tüm güçlü ülkeler bu silaha sahip olmak için nükleer yarış içine girdi.
Sep 4, 2024 20 tweets 21 min read
ATATÜRK'ÜN KIZ KARDEŞİNİN HATIRATI ORTAYA ÇIKTI. İSMET İNÖNÜ'YE AĞIR SÖZLER..

Habertürk yazarı Murat Bardakçı 10 Kasım yazısında Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım’a ait hatıraları gündeme getirdi.

Bardakçı yazısında, “Makbule Hanım ağabeyinin sağlığında olduğu gibi, onun vefatının ardından da İsmet Paşa’ya her şekilde muhaliftir ve daha da tuhafı, Atatürk’ün yakını olan diğer bazı kişileri hatıralarında oldukça sert eleştirmekte, hattâ ağır şekilde suçlamaktadır...” ifadelerini kullandı.

Hatıratlarda Makbule Hanım’ın İnönü için söylediği suçlayıcı ifadeler dikkat çekti.

İşte o yazı:Image 1- Bugün, Atatürk’ün vefatının tam 85. yıldönümü...

Dün, bu yıldönümü münasebeti ile Atatürk’ün en yakını olan kişinin şimdiye kadar gizli kalmış hatıralarından çok önemli bazı bölümleri yayınlayacağımı yazmıştım...

Bahsettiğim hatıralar Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’a aittir, senelerdir bir arşivde muhafaza edilmektedir ama hiç yayınlanmamış ve üzerinde hiçbir çalışma yapılmamıştır!

Bugün, bu hatıralardan kısa bir bölümü yayınlıyorum!Image
Aug 24, 2024 13 tweets 8 min read
OSMANLIYA MİSAFİRLİĞE GELİP KENE GİBİ YAPIŞAN, BORÇ TAKAN VE GİDERKEN TÜRK YEMEKLERİNİN TARİFİNİ DE GÖTÜREN İSVEÇ KRALI

O, Osmanlı topraklarına "5 günlüğüne" diye misafirliğe geldiğini söylemişti...

Lakin "5 günlüğüne" geldiği yerde, tam tamına "5 yıl" kaldı.

Hatta daha fazla da kalacaktı ki Padişah zoru ile, yaka paça ve silah zoru ile ülkesine gönderilebildi...

Bu kişi DEMİRBAŞ lakabı verilen İsveç Kralı VII. Şarl'dı.

İşte misafirliği uzatıp Osmanlı Devletine kene gibi yapışan İsveç Kralının hikayesi...Image 1- VII. Şarl 1682 yılında İsveç'in Stockholm şehrinde Dünya'ya geldi. Babası Kral VI. Şarl, Annesi ise Kraliçe Ulrika Elanoara idi. VII. Şarl Kraliyet Ailesinde tek erkek evlat olduğu için, yetişmesine büyük önem verildi. Askeri ve idari konularda özenle yetiştirildi. Babasının 1697 yılındaki beklenmeyen ölümü sonucunda Şarl henüz 14 yaşındayken tahta çıktı.

Devraldığı İsveç Krallığı ise bugün olandan çok daha büyük hatta bazı tarihçilere göre İsveç İmparatorluğu diye adlandırılan bölgenin söz sahibi ülkelerinden biriydi.

Elbette 14 yaşında çocuk bir Kralın tahta çıkması komşu ülkelerin iştahını kabartmıştı.

Bunun sonucu olarak da Danimarka, Rusya ve Polonya-Litvanya birliği bir ittifak oluşturarak, İsveç'e karşı savaş açtılar.

Ancak hafife aldıkları bu çocuk çetinceviz çıkacaktı...Image
Image
Aug 14, 2024 16 tweets 9 min read
TEE 160 YIL ÖNCEYDİ...

Ruslarla kapışmak üzereydik, savaşın eli kulağındaydı.

Tüfek lazımdı.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri “tez haber edin, Bulak bey huzuruma gelsin” dedi.

Bulak bey, Washington büyükelçimizdi.

Asıl ismi, Edward Blacque'tı.

Fransızdı, eşi Amerikalıydı.

Gavur'dan huylanan sayın ahalimiz “bu ne biçim müslüman” demesin diye, “Edward bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak bey” şeklinde tercüme etmişlerdi.

Doğma büyüme Edward'ı, sayın ahalimize Bulak bey diye kakalamışlardı.Image Neyse, Bulak bey geldi.

Fevkalade bir öneri getirdi.

“Martini Henry marka tüfeklerden alalım, en iyisi bu” dedi.

Hani şu “at Martini debreli hasan” diyoruz ya…

Veya “aynalı Martin yaptırdım da narinim.”

İşte o Martini Henry.

Drama Köprüsü ve Hekimoğlu türküleriyle Anadolu kültürünün parçası haline gelen Martini Henry, tek kurşun atıyordu, kara barutluydu, çok şiddetli patlama sesi çıkarıyordu.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerinin aklına yattı, “fevkalade olur” dedi. Bulak bey baktı ki, padişahımız efendimiz helva gibi… Daha fevkalade bir öneri getirdi.“

ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company'den alalım, özel bir şirket, daha ucuz olur” dedi.

Buna da “fevkalade olur” denildi.

Tanesi 15 dolardan 300 bin Martini aldık.

Süngüsü 1 dolar 25 sent'ti.

16 dolar 25 sent'e geliyordu.

Ama, ödemeyi ABD dolarıyla değil, İngiliz şiliniyle yapacaktık.

O niye?

Çünkü, şirket Amerikan'dı ama, tüfek İngiliz malıydı.

Kendisi Fransız, eşi Amerikalı olan, güya Türk büyükelçimiz, Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı tüfek ayarlamıştı!

Hayırlara vesile olmuştu!

Kabzasına da padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerinin tuğrası işlenmişti, pek fiyakalıydı, pek beğenildi.
Aug 13, 2024 20 tweets 25 min read
Büyük Türk’ün Anası: Mara Brankoviç

Mara Brankoviç 1417-1420 yılları arasında muhtemelen 1418’de bugün Kosova’nın önemli şehirlerinden biri olan Vuçitrin’de doğar. Babası Sırp Kralı Curac (Djuradj) Brankoviç. Batılılar Jorj veya George, Yunanlılar Yorgo demişler. Annesi Bizans imparatorlarından Johannes VI. Kantakuzenos’un büyük kızı İrene. Sırpça Jerina. Ailenin en büyük çocuğu olan Mara’ya babaannesinin ismi verilir. Todor, Grgur, Katharina-Kantakuzina, Stefan ve Lazar adında beş kardeşi daha vardır.

Bizanslıların Maria olarak tanıdığı Mara’nın çocukluğu hakkında bilgimiz oldukça kısıtlıdır. Yalnızca bir Sırp halk şarkısında hastalığından bahsedilir. “Deviç [Manastırı] İnşası” ismini taşıyan bu şarkının sözleri şöyledir: “Semendire hâkimi Curac’ın tek kızı güzel Mariya yedi yıldır hasta, ne öldü ne de iyileşme bildi, ne uyudu ne de herhangi bir şey söyledi. Ormandaki bir yaprak gibi titredi durdu”.

Ayrıca Mara’nın hastalığı için babasının Viyana’dan ve Macar’dan getirttiği doktorlara boş yere paralar ödediği, ancak dualarının onu Deviç sahrasına sevk ettiği, rastladığı bir keşişin ikazıyla burada kızının şifa bulması niyazıyla bir kilise/manastır inşa edip, Semendire’ye geri döndüğü ve bu arada Mara’nın da şifa bulduğu zikredilir.

Jiça Manastırı için hazırlanan 1429 tarihli bir vakıf beratında Curac Brankoviç ve karısı İrene’nin isimleri vardır. Bu berata ilave edilen bir minyatürde ise aile mensuplarına, dolayısıyla Mara’nın tasvirine de yer verilir. Bu sıralarda 11 yaşında olan Mara’nın görüntüsü de tarihi bir belge olarak zamanımıza intikal eder. Söz konusu berat bugün Athos Dağı’ndaki Esphigmenou Manastırı’ndadır. Bu minyatürde nişanlı olduğu bilinen Mara’nın 1436’daki evliliğine kadar başka kaynaklar suskundur. Çocukluk yıllarını muhtemelen ailenin hüküm sürdüğü yerlerden olan Kosova bölgesinde geçirmiş olmalıdır.Image İhtirasın Gölgesindeki Kadınlar

Osmanlı padişahları ve şehzadeleri kuruluş döneminden II. Bayezid’e kadar Müslümanlardan nüfuzlu kişilerin, Anadolu beylerinin, Bizans, Sırp ve Bulgar krallarının kızları ile evlendiler. Bu evliliklerdeki asıl gaye; siyasi nüfuz elde etmek, diplomatik fayda sağlamak ya da kız babası öldüğünde toprak talep etmektir. Osmanlı padişahlarının siyasi evlilikleri sayesinde Osmanlı’nın Anadolu’daki kudret ve nüfuzu daha sağlam bir temele oturur, sınırlarının ise Güney Batı Anadolu’ya doğru genişlemesine zemin hazırlar.

Osman Bey’in oğlu Orhan Gazi ile Yarhisar Tekfuru Kantakuzinos’un kızı Holifira’nın evliliği ile kızın babasının sahip olduğu yerler Osmanlılara bağlanır. Orhan Bey’in yerine tahta geçen oğlu I. Murad’ın Bulgar Devleti’nin son hükümdarı İvan Şişman’ın kız kardeşi -bazılarına göre kızı- Tamara ile yaptığı ikinci evliliği öncesinde ise Bulgaristan Osmanlı Devleti’ne haraç ödemek zorunda bırakılır. Bu evlilik Bulgar topraklarının bütünüyle Osmanlı egemenliğine geçmesini çeyrek yüzyıl kadar geciktirir.

Ayrıca Anadolu’daki en güçlü beyliklerden biri olan Germiyanoğlu Süleymanşah’ın kendisi Osmanlı ile akrabalık bağı kurmak ister. Kızı Devlet Hatun’u I. Murad’ın oğlu Bayezid’e vermeyi teklif eder. Süleymanşah, kızına çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Eğrigöz (Emed) ve Simav şehir ve kasabalarını verir, bu sayede Osmanlı Devleti’nin sınırları daha da genişler. Bunun yanı sıra az da olsa saraya alınan ve burada yetiştirilen cariyeler ile evlilikler de görülüyor. Nitekim I. Murad’ın Gülçiçek (Rum asıllı), Çelebi Mehmed’in Kumru Hatun, II. Murad’ın Hüma Hatun ile bu şekilde evlendikleri biliniyor. Cariyelerin konum ve unvanları çocuk doğurduklarında değişmektedir. Fatih Sultan Mehmed’den itibaren cariyelerle evlenme usulüne doğru sistemli bir geçiş süreci başlar. II. Bayezid ve Yavuz dönemlerinin sonunda devşirme sistemi içerisinde evlilik Osmanlı sarayına hâkim olur.Kosova bölgesinde geçirmiş olmalıdır.    Mara Brankoviç’in 1429 tarihli Esphigmenou tüzüğündeki illüstrasyonu (https://tr.wikipedia.org/wiki/Mara_hatun)
Aug 12, 2024 12 tweets 10 min read
DP Demokrat Değildi. İslamı siyasette kullanıp LAİK temeli dinamitlediler.

* Aralık 1953 : CHP'nin Ulus Gazetesi'ne el konuldu.

* 8 Mart 1954 : Basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaretle suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedildi.

* 7 Ağustos 1954 : Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, bir yazısında Başbakan Adnan Menderes'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.

* 18 Ağustos 1954 : Millet gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7'şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.

* 28 Ağustos 1954 : Emekli General Sadık Aldoğan tutuklandı. Gerekçe; Millet Gazetesine yazdığı bir yazıda adliyenin manevi kişiliğine hakaret etmek.

* 23 Eylül 1954 : Yeni Ulus gazetesindeki yazıları nedeniyle Hüseyin Cahit Yalçın, Cemal Sağlam, İbrahim Cüceoğlu hapis, Nihat Erim para cezasına çarptırıldı.

* 1 Aralık 1954 : Demokrat Parti'ye muhalif Yeni Ulus Gazetesi'nin yazarlarından Hüseyin Cahit Yalçın, "Hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği" gerekçesiyle 26 ay hapse mahkum edildi ve 79 yaşında hapse girdi.Image * 20 Mayıs 1955 : Akis dergisi yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek tutuklandı.

* 23 Haziran 1955 : Hükümete muhalif Akis Dergisi'nin yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek "Hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu işlemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması" gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

* 16 Eylül 1955 : İzmir'de Sabah Postası gazetesi kapatıldı, gazete sorumlu yazı işleri müdürü ve başyazarı Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı.

* 19 Eylül 1955 : Muhalif yayınlarından dolayı Ankara'da Ulus Gazetesi süresiz, İstanbul'da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 gün süreyle kapatıldı.

*Tahsis sorunu nedeniyle gazetelerin sayfaları 6'ya indirildi.

* 2 Mart 1956 : Cumhurbaşkanına hakaretten sanık Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mahkum oldu

* 29 Nisan 1956 : Ankara'da gazeteciler Oktay Ekşi, Hikmet Tanılkan, Altan Öymen, Aydın Köker ve Seyfettin Turhan götürüldükleri Çankaya Karakolunda hakarete uğradılar.

* 7 Haziran 1956 : Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı yeni Basın Kanunu Mecliste kabul edildi. Hürriyet Partisi adına konuşan Turan Güneş, "Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak" dedi.Image
Image
Aug 11, 2024 8 tweets 9 min read
SARAYLARINDA TÜRKÇE KONUŞMAYI YASAKLAYAN
GADDAR BİR UĞRUCUNUN YAPILANMASI

“Ben gidersem İran harabeye döner, İran düşerse Ortadoğu da onu takip eder. Ve eğer Ortadoğu harabeye dönerse, dünyaya büyük bir terör hakim olacaktır."

- İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi

Muhammed Rıza Şah Pehlevi
(d. 26 Ekim 1919, Tahran - ö. 27 Temmuz 1980, Kahire) 61 yaş.
İran Şahı Rıza Pehlevi 27 Temmuz 1980 günü sığındıkları Mısır'ın başkenti Kahire'de pankreas kanserinden yaşama veda etti. Fırtınalı dahi renkli yaşamı 61 yaşında noktalandı.

Üç kızı iki de oğlu vardı. Ülkesini soyarak elde ettiği milyarlarca Dolar'a el süremeden sıradan bir kişi olarak dünyayı bıraktı.

Rıza Pehlevi'nin özel yaşamı, diktatörlüğü, ülkesine yaptıkları, büyüklenmesi iyi okunması, ders alınması gereken bir konudur.
Babasından sonra genç yaşta İran'ın başına geçen Pehlevi yollar, tüneller, köprüler, havaalanları, kentsel düzenlemeler yaparak İran halkının gönlünü kazandı.Image Daha sonra ülkesini soymaya, halkını yoksullaştırmaya başladı.
Yeryüzünün en nitli petrollerine sahipti, dünyada kendisini doyurabilen az sayıda ülkeden biri olan, ekonomisi güçlü İran'da saraya yakın olanlar lüks-görkem içinde yaşamaya başlarken halk giderek yoksulluğa itildi.
Halkın alım gücü sürekli azalıyordu.
Milyonlarca insan mutsuzluğa, umutsuzluğa sürükleniyordu.
Bay ülkede yoksul işsiz gençlerin sayısı her geçen yıl çoğalırken özgürlük dahi adalet giderek yok oluyordu.
Sarayı eleştirmek, Pehlevi ailesine tek bir laf söylemek tutuklanmak için geçerli nedendi.
Pehlevi, İran'ı yetkince yönettiğini, halkın gönenç düzeyinin yükseldiğini, ülkenin kalkındığını, küresel güç olma yolunda yürüdüklerini, bütün dünyanın kendilerini kıskandığını, dış güçlerin kendilerini çekemediklerini sık sık dile getirirdi.
Apr 13, 2024 5 tweets 6 min read
AHHH ... ŞU TÜRKLERİ PARAM PARÇA EDEN DİNLER!..

Tarihte Hristiyan Türkler

Hristiyan Türk.
Ne kadar kulağa yabancı bir kavram değil mi? Kimileri diyecek ki bir Türk’ten Hristiyan olmaz,
fakat tarih aksini göstermektedir.
Çuvaşlar, Yakutlar, Batı Kumanlar,
Peçenekler, Karamanlılar, Gagavuzlar tarihte İslam’ı ağırlıklı olarak reddedip Hristiyanlığı benimseyen Türk kavimleri olarak yerlerini almışlardır.

Bunların çoğu Ortodoks, az bir kısmı da Katolik ve Protestan olmuştur.

9. Yüzyıl’da, Selçukluların Bizans’a karşı olan düşmanlığından önce, Peçenekler Bizanslılar ile müttefikti.

Bizanslılar, Peçenekleri Ruslara ve Macarlara karşı paralı asker olarak kullanmışlardır.

12. Yüzyıl’da “Kanglılar” adındaki Türk boyu Peçenek kabile siyasetinde egemen güç haline gelir. Liderleri Kurya Kaan çok önemli bir karara imza atar.

Kavim, Macar Katolik düşmanları aksine, Bizans’ın Ortodoks Hristiyanlığını benimser. Böylelikle Bizans’tan Yunan keşişler gönderilir ve Peçenek kilisesi oluşur.

Kumanların hikayesi de oldukça ilginçtir. M.S. 10-13 yüzyıllar arası Batı Kumanlar Macaristan yakınlarına yerleşir ve bu topraklar “Kumanya” olarak adlandırılır.

1227 yılında Kuman savaş ağası Bortz, Katolik Dominikan misyonerler tarafından ziyaret edilir ve Hıristiyanlığı kabul eder. Papa 9.Gregor bu toplu imanı işitince 1 Temmuz 1227’de Estergon Başpiskoposu Robert’i gönderir ve Batı Kumanlar Moldovya yakınlarında topluca vaftiz olur.

Kumanya’da yeni bir piskoposluk bölgesi (diyosez) oluşturulur ve Teodoric adındaki papaz yeni piskopos olarak atanır. Sonrasında Bortz Kaan Macaristan Kralı II. Andrew ile bir sadakat andı içer ve Moğollara karşı müttefik olurlar. Kumanların bu kitlesel din değişimi geriye ilginç detaylar bırakmıştır.

Kumanların yeni imanını pekiştirmeye yönelik Katolik misyonerler Codex Cumanicus isminde Türk lisanında bir rehber ve ilmihal geliştirir.
Şu anda Venedik San Marco kütüphanesinde yer alan bu belge (Cod. Mart Lat. DXLIX), aynı zamanda en eski yazılı Türkçelerden bir tanesidir.Image İncil’de geçen İsa’nın duası şöyle aktarılır: “Atamız kim köktesin.
Alğışlı bolsun senin atın, kelsin senin şanlığın, bolsun senin tilemekin – neçikkim kökte, alay [da] yerde.

Kündeki ötmegimizni bizge bugün bergil.

Dağı yazuklarımıznı bizge boşatkıl – neçik biz boşatırbiz bizge yaman etkenlerge.

Dağı yeknin sınamakına bizni kuurmağıl. Basa barça yamandan bizni kutçarğıl. Amen!”

[Çağdaş Türkçe Çevirisiyle: “Bizim atamız ki sensin gökte.
Şenlensin senin adın.
Hoş olsun senin gönlün, nasıl ki yerde ve tüm gökte.
Bizim ekmeğimizi ver bize bütün günde.
İlet bizim aklımızı.
Nasıl ki biz boyun eğeriz bize emir gelince. İletme bizi her (tüm) kötülüğe.
Kurtar bizi her kötülükten.
Sen varsın bu güçte bu yücelikte Tanrım, amin.”]Image
Image
Apr 13, 2024 4 tweets 4 min read
OSMANLI OLMASAYDI BUGÜN BALKANLAR TAMAMEN TÜRK OLURDU.

Fotoğrafta bir Yörük kilimi görüyorsunuz.

Sanıyorum 6 uçlu yıldız yani Çolpan dikkatinizi çekmiştir. Çolpan yada Çoban yıldızı olarak bilinen Venüs gezegeni Türklerin yol gösterici yıldızdır. Sabah yıldızı olarakta bilinir. Sabah erken doğmaya başladığı zaman göç etme zamanı gelmiş demektir.

İşte bu yıldız aynı zamanda Karamanoğulları beyliğininde bayrağının tamgasıydı.

Hani Türkçeyi resmi dil ilan eden, Arapça ve Farsçayı yasaklayan Karamanoğulları. Bu girişten sonra size, anlatılmayn gerçekleri anlatmaya başlıyorum.

Derlerki "tarihte Türk devletlerini hep Türkler yıkmıştır."

Yok öyle birşey. Yıkılan devletler değildir, hanedanlıklar yıkılır ve daha acar, daha akıllı olan geçer yönetime. Türk milletine ona bağlanır, arkasından gider. Devletin adıda yeni hanedan ile anılır.

Bu hanedan değişimini hükümet değişimi gibi düşünün.

Bu günkü hükümete sorsanız devleti onlar ayakta tutuyordur, onlar gitse devlet yıkılır.
Ve Türklerdeki devlet yönetimi, töre şöyle idi. Merkezi bir devlet vardı ve başında Kağan bulunurdu.

Kağana bağlı olan beylere verilen topraklar üzerinde beylerin hükmü sürerdi. Beyler topraklarını istediği gibi yönetirdi. Kağana yıllık vergi ve asker verirlerdi.

Zamanla kimi beylikler güçlenir, Kağanı yani Hanedanı devirir ve merkezi devlet onların eline geçerdi. Bu durum devlet yıkmak olarak anlatıldı hep bize.

Oysa yıkılan bir devlet filan yok. Sadece yönetim değişmektedir, kii bu durum devlet yönetimine hep bir dinamizm getirmiştir. Türkler Osmanlıya kadar güçlenerek,  büyüyerek, asimile ederek gelmiştir. Pekii Osmanlıda ne oldu?Image Osmanlı töreyi bozdu ve sistemi değiştirdi. Hep diyorlarki Timur geldi Osmanlıyı yendi, Anadolu birliğini bozdu ve gitti, beylikler yeniden kuruldu.

Yahu Timur eski düzeni sağlayıp gitti. Zaten Anadolu'daki beyler onu çağırdı, "Gel, düzeni yeniden kur" diye.

Osmanlı Anadoluda birliği sağlamaya filan çalışmadı. Osmanlının amacı Anadolu'daki beyleri yok etmek, kendine rakip olabilecek hiç kimseyi bırakmamaktı.

Bunuda hep iyi birşeymiş gibi anlattılar. Neymiş, Osmanlı Anadoluda birliği sağlamışmış. Osmanlı, Anadolu'daki beyleri yenince  boy sistemini bozdu.

Aynı boydan olan toplulukların kimini Arap çöllerine sürdü, kimini Balkanlara. İstediki bunlar birleşip güçlenmesin, benim hanedanımı yıkmasın.

Türk milletinin hafızası olan, söyledikleri Türküler, anlattıkları yaşanmış hikayeler ile Türk milletinin milli bilincini canlı tutan, geçmişi geleceğe aktaran, ülkü ve kültür bağlarını canlı tutan ozanlar Osmanlı tarafından öldürülmüştür.

Çünkü Osmanlı eski Türk töresini ve kültürünü istemiyordu. Eski töre ve kültürü yokederse varlığı için bir tehdit kalmayacağını düşünüyordu.

Celali isyanları boşuna çıkmamıştır. Bölüp parçaladığı Türk boylarını yabancı milletlerin ortasına atıyor ve burada birbirleri ile uğraşan milletler Osmanlı için sorun çıkaramaz hale geliyordu.

Osmanlı egemenliği altındaki topluluklar birbiri ile uğraşmaktan, güçlenipte Osmanlıya baş kaldıramıyordu.

Cenupta Türkmen Oymakları kitabında Elbeyi Türklerinin Araplar ve Kürtler ile yaptıkları savaşlar anlatılır. Olayların büyük bölümü bu günkü Suriyede bulunan Rakka ve çevresinde yaşanmıştır. Ne zamanki Türkler düşmanı ezmeye başlamış Osmanlı hemen ordu gönderip Türklerin üzerine binmiş.

İşte bu durumlara dayanamayıp biz Kürdüz, biz Arabız diyen rahat etmek isteyen aşiretler olmuş. Yazıktır bu aşiretler zamanla kimliklerini kaybetmişlerdir. Bu sebepledirki günümüzdeki Kürtlerin yarısı aslında Türktür.

Dahası Osmanlı saraya ve devlet yönetimine hep devşirmeler getirmiştir. Türkler saraya sokulmamış, orduda başa getirilmemiştir. Çünkü Türklerin güçlenipte hanedana darbe yapmasından korkulmuştur.

Türk dili, Kültürü ve sanatı Osmanlı sarayında yer bulamamış.

Türkler ve Türklük hiçbir şekilde Osmanlı'dan destek görmemiştir.

Binlerce yıldır asimile eden, üstün kültür ve sanat üreten Türkler asimile olmaya yok olmaya başlamıştır.

Osmanlı Türklere uyguladığı baskı ve zulümler sonucunda Türkleri galişmiş dünyadan 500 yıl geride bırakmıştır.

Kazanılması imkansız onlarca cephelerde Türkler adeta soykırıma uğramıştır. Evet biz Yörükler hayatta kaldık. Sürgünlerden ve katliamlardan kaçıp Toroslara sığınan küçük Türk öğürlerinden (ailelerinden) geriye kalanlarız.

Balkanlara sürülenlerimizin çoğu yine öldü. Kurtulabilenler Balkan muhacirleri olarak biliniyorlar.

Eğer Osmanlı Türk töresini bozmasa. Türklüğe savaş açmış olmasa idi bugün Balkanlar aynı Anadolu gibi Türk olurdu.

Atlas Okyanusuna kadar dayanırdık.

Safeviler yok edilmemiş olurdu.

İran, Irak ve Afganistan Türk olurdu.

Memlükler yokedilmemiş olurdu.

Mısır, Libya ve Cazayir Türk olurdu.

Belki Amerikayı bile biz keşfetmiş olurduk.

Amerika kesinlikle Türk olurdu çünkü biz Kızılderililere soykırım yapmazdık.

Amerika diye bir canavar dünyanın başına bela olmazdı.

İşte size bunları anlatmıyorlar, Osmanlıyı övüyorlar. Çünkü hâlâ Türklerin devleti yönetmesinden korkuyorlar.

Devleti bir kez bir Türk yönetti, ATATÜRK. BİR ATATÜRK DAHA BAŞIMIZA GEÇSEYDİ DAHADA ÖNÜMÜZE GEÇEMEYECEKLERDİ.Image
Image
Mar 16, 2024 10 tweets 7 min read
Kuzey Kore'den sonra dünyanın en kapalı ülkesi sizce hangisi?

Bir ülke düşünün her şey yasak. Örneğin siyah araba yasak. Çünkü ülkenin liderine göre siyah renk uğursuzluk getiriyor.

Kadınların araba kullanması hatta pantolon giymesi bile yasak...

Hayır Suudi Arabistan yada Kuzey Kore'den bahsetmiyorum.

30 yaş altında bir gençseniz ülkeden çıkmanız yine yasak. Hatta bu ülkede koronavirüs bile yasaklandı. Ama bunlar tüm yasakların sadece birkaçı... Daha anlatacaklarım var.

Son zamanlarda batıdaki komedyenler sıklıkla bu ülkeyle dalga geçer oldu. Bu dalgalara sebep olan baş karakter ise ülkenin cumhurbaşkanı Berdimuhamedov! Cumhurbaşkanı Berdimuhamedov'un rejimi tıpkı ilk cumhurbaşkanı Niyazov gibi kendisini yüceltmekten oluşuyor. Başkan o kadar kabiliyetli ki, bisikletteyken tek elle atış yapabiliyor. Türkmen atları ve köpekleri hakkında kitap yazıyor. Sürekli spor yaparak, dünyanın en hafif halterini kaldırıyor.

Dünyanın doğalgaz rezervlerine sahip sayılı ülkelerinden biri olan Türkmenistan'ın Hazar kıyısında 11 milyar ton petrol ve 5.5 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunuyor.

2018 verilerine göre, Türkmenistan, dünyanın en fazla doğalgaz rezervine sahip 4. ülke.

Türkmenistan dünyanın hem en zengini, hemde en fakiri olmayı nasıl başardı? Ülke bu kadar zengin olup altının üstünde otururken, halk nasıl fakir kaldı?
Jan 9, 2024 20 tweets 8 min read
TARİHİ KİŞİLİKLERİN ZEKİCE VERİLMİŞ HAZIR CEVAPLARI

Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk bir kongre yemeğinde iken masasında silah arkadaşları ile oturmakta ve yemeğe eşlik etmektedir. O sırada bir ingiliz komutanı tabiri caizse Atatürk'e dik dik bakmaktadır ve bu olay gece boyunca devam etmektedir ve Atatürk'ü inanılmaz rahatsız etmektedir...

Sonunda Atatürk dayanamaz ve yaverini çağırır ve derki; - "Yaver sor bakalım bu ingiliz komutanı bana neden sürekli bakıyor.."

Yaver gider sorar ve Atatürk'ün yanına geldiğinde Atatürk'e şu cevabı verir; "ingiliz komutanı diyorki; siz benim babamı Çanakkale'de şehit ettiniz.."

Atatürk Gayet sakin ve işibilir tavrı ile tekrar yavere döner ve der ki;

"Yaver git sor bakalım babasının Çanakkale'de ne işi varmış?"Image MİCHAEL DE BAKEY

Dünyanın en ünlü kalp doktoru; Michael De Bakey’in arabası bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve Dr. Michael De Bakey’e dönerek; ‘Size birşey soracağım neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz...

...Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerede olduğunu anlayacağım, kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım.

Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum?’ diye sormuş.

Bunun üzerine Dr. Bakey tamircinin kulağına eğilmiş ve şöyle demiş;

‘Bunların hepsini motor çalışıyorken yapmayı denesene!’Image
Dec 31, 2023 19 tweets 11 min read
İSTANBUL’DA KESİK BİR SUUDİ BAŞI

470 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun taht merkezi olan İstanbul neler gördü neler!

Surları, sarayları; hanları, meydanları, dile gelse de anlatsa!

İbrahim Tatlıses’in dediği gibi bu 470 yıl içinde ‘Kimler geldi, kimler geçti;

Nice han nice sultan sadece tahtını, tacını’ değil, kellesini de bırakıp gitti!

Saymakla bitmez!

Tahttan indirilen ve boğdurulan padişahlar, bazıları daha kundakta iken öldürülen günahsız şehzadeler, padişahın bir sözüyle başı vurulan valiler, vezirler, sadrazamlar ve imparatorluğun dört bir yanından yakalanarak boyunlarında zincirlerle getirilen asiler.

1818’de Arabistan’dan İstanbul’a getirilen Abdullah bin Suud da bu binlerce asiden biri.

Bugünkü Suudi Arabistan Kralı Salman bin Abdülaziz’in dedesinin, dedesinin babası, tam künyesi ile Abdullah bin Suud bin Abdülaziz bin Muhammed bin Suud.

Abdullah bin Suud’un isyanının İstanbul’da biten hikayesini de, Suudilerin asılları fasıllarını da, yaklaşık 1000 kilometre uzaklıktaki Riyad’tan gelerek Mekke ve Medine’ye nasıl el koyduklarını da anlatacağım.

1700’lü yılların başlarında Suudiler, Arabistan’ın doğusundaki Riyad kasabasının yakınlarında, 25-30 hanelik Dir’iyye köyünde yaşamakta olan, küçük bir aşirettiler.

Soyları, Hz. İsmail’in torunlarından olan Adnan'ın, Beni Rebia-Bekir bin Vail koluna dayanan Aneze Aşireti’nin; Mesalih Kabilesi’ne mensup Suudilerin, ilk zamanlar ciddi bir güçleri ve etkileri yoktu.

1744 yılı aile için bir dönüm noktası oldu.

Kendini 13'ncü yüzyılda yaşamış olan Harranlı İbn-i Teymiyye’nin takipçisi olarak takdim eden ve Ehl-i Sünnet'e aykırı fikirlerinden dolayı babası Abdulvehhab ve kardeşi Süleyman’la bile çatışan Muhammed bin Abdulvehhab (1703-1792); fikirlerini yaymak için 1744'te Riyad kasabası yakınlarındaki Dir’iyye köyünde oturan Muhammed bin Suud’un yanına gelir.Image Tam adı, Muhammed bin Suud bin Muhammed bin Mukrin bin Merhan olan, Suudi emirin çevresini etkiler.

Emir, başlangıçta Muhammed bin Abdulvehhab'a karşı çıkmasına rağmen, eşi ve çevresinin ısrarları sonucu ikna olur ve Muhammed bin Abdulvehhab’la günümüze kadar devam edecek olan bir anlaşma imzalar.

Günümüze kadar devam eden anlaşmaya göre, Muhammed bin Suud, Muhammed bin Abdulvehhab’ın öğretilerini, dini anlayışını savunacak; Muhammed bin Abdulvehhab da Suudilerin siyasi egemenliği için çalışacaktır.

Bu birlikteliği pekiştirmek için, Muhammed bin Abdulvehhab’ın kızı, Muhammed bin Suud’un oğlu Abdulaziz’le evlendirilir.

Yeni ‘Vehhabilik’ anlayışı yayıldıkça, Suudilerin çevresi de genişlemeye başlar.

Vehhabi anlayışına sahip bedeviler vahalara yerleştirilir ve kısa bir zamanda Suudiler bölgenin en etkili gücü haline gelir.

Muhammed bin Suud 1765’te ölür, yerine, Muhammed bin Abdulvehhab’ın da damadı olan oğlu Abdulaziz geçer.

Ehli Sünnet’e, özellikle de sufilere ve Şiilere karşı olan Vehhabiler, kendileri dışındaki herkesle çatışmaya başlarlar.
Dec 23, 2023 10 tweets 11 min read
Kutlu Dil; TÜRKÇE

Şu öve öve bitiremedikleri Arap dilinde O, Ö, P, Ç sesleri yoktur. Bu sesleri bilmeyen bir dilin, zengin dil olması da olası değildir.

Türkler, Arap alfabesi ile 8. 9. yüzyıllarda karşılaştılar. Türkçe, dünyadaki tüm dillerden daha fazla 'ses' varlığına sahiptir. Bu sesler de harf (tamga) ile şekil bulur. Türk dilinin en asli seslerinden biri de Çç sesidir. Bu ses için Göktürk Alfabemizde de 2 tane Ç tamgası vardır.

Arap alfabesinde Ç sesinin olmadığını gören Türkler, basit bir çözüm buldular. Arapça Cim(C) harfine, (yukarıdaki resimde gördüğünüz gibi) 2 çentik daha attılar ve Atap esaslı Türk alfabesinde Ç harfi ortaya çıktı.

Latin ve Germen dillerinde Ç sesi vardır ama Ç sesi için, tek başına bir harf yoktur. Türkiye'deki Harf Devrimi sırasında, Latin alfabesine geçişte aynı dorun ortaya çıktı. Büyük Atatürk, 1000 yıl önceki atalarının yaptığı gibi yaptı; Latin esaslı alfabedeki C sesi varlığını korurken, C harfinin altına bir çentik attı ve Çç harfi ortaya çıktı.Image Türkçede rivayeti rivayet edemiyoruz bir türlü. Gelin Türkçeye yeni bir kip ekleyelim.

İngilizce'de would hv v3'lü if clause cümleleri rivayet edemiyorum. Yani direct speech değil, reported speechi başkasına aktaramıyorum. İlla ki ilk ağızdan çıkan cümleyi alıntılamak zorunda kalıyorum.

"Gemiler kaçmasaydı savaşa girmiş olmazlardı/savaşa girmezlerdi." cümlesi. Bu cümleyi geçmişte biri kullanmış. Olay olmuş bitmiş. Gemiler kaçmış. Biri de bunu bize aktarmış. Bunu ilk ağızdan değil fakat aktaranın ağzından bugün bir başkasına aktarırken, kipi tamamlayamıyorum.

"Gemiler kaçmasaymış, savaşa girmiş olmazlarmış." rivayetini, dolaylı anlatımla nasıl aktaracağız?

"Filancaya göre gemilerin kaçmamış olmaları halinde savaşa girmiş olmayacaklarını/olmayacak olduklarını..." diye çevirdiğimiz zaman, bu sefer de geçmişteki if clause yerine geniş zamandaki bir durumu aktarmış gibi oluyoruz. Yani sanki hâlâ gemilerin şansı olduğu iddia ediliyor gibi oluyor. Olayın geçmişte olup bittiğine dair bize bilgi vermiyor.

"Denilene göre salı günü yemek yeseymiş, aç kalmazmış." rivayetini düşünelim. Bunu gelecekte birine dolaylı anlatımla nasıl aktarabiliriz?

"Filancanın dediğine göre falanca, salı günü yemek yemiş (olmuş?) olması halinde aç kalmamış (olmuş?) olacağını..."

Bunu reported speech şeklinde nasıl aktaracağız? Mümkün değil.

Burada bir tane kip eksik kalıyor ki bu kip, geçmişte olmuş bitmiş olayın geniş zamandan ayrılmış olduğunu okuyucuya anlatabilsin.

Bulabildiğim en iyi çözüm, hem miş'li hem -ecek -acaklı hem de di'li geçmiş zamanı aynı anda kullanarak yeni bir kip oluşturmak ve bu kipin olmuş olayın rivayetinin rivayeti olduğunu kabul etmek. Yani "yapacaktı imiş", "aç kalmayacaktı imiş" gibi...

Yani, "Gazetede çıkan haberlere bakılırsa, o gün yemek yemiş olması halinde, aç kalmış olmayacaktı imiş olduğu/aç kalmayacaktı imiş olduğu ifade edilmektedir."

Bulabildiğim en iyi çözüm bu.

Yüzyıllarca tarihten kopuk olmamızın sebebi, onu aktaramamış olmamız olabilir mi?

-ecek-ti-imiş kipi, rivayetin rivayet kipi olmalıdır ve bu dert bitmelidir.

Ertürk ÖzelImage
Dec 18, 2023 4 tweets 3 min read
1928’de kurulan Kartal Makarnalarının batmak üzereyken, 1992’de ismini Pastavilla olarak değiştirmesiyle satış rekorları kırmasının hikayesi..

Pastavilla İşletmesi, 1928 yılında Kartal Makarna adıyla İsmail Hakkı Ulukartal tarafından İzmir Kemeraltı’nda kurulmuştur.
Şirketin yönetimi daha sonra Ali Ulukartal’a geçmiş, şirket, 1990’lı yılların başında ekonomik krizle karşı karşıya kalmıştır.Image Bu zor durumda Kartal Makarna ya fabrikayı kapatacaktı ya da yok pahasına satacaktı. Tam bu sırada Ulukartal, profesyonel bir kişiden yardım istedi. Nur Demirok’un Kartal Makarna’yı kurtarma plânı tamamen, makarnanın İtalya ile özdeşleştirmesi üzerine kuruldu.

İlk olarak Kartal Makarna ismi Pastavilla’ya çevrildi. Marka olarak İtalyan lisanlıydı ama Türkiye’de üretilen “Türk Malı” imajı vurgulamaya çalışıldı.

İkinci olarak İtalya’ya gidilerek Türkiye’de bulunmayan makarna kalıpları getirildi.

Üçüncü hamle buğday, güneş ve İtalya bayrağının içinde olduğu bir logo yaptırıldı.Image
Nov 25, 2023 4 tweets 4 min read
Yunanlıların Pontus ile hiçbir ilgileri yoktur!

Hümeyra Turan, Turkish News,
22 Kasım 2023

Yunanlı tarihçi Yorgos Kardatos bakın ne diyor: “Yunanlıların Pontus ile hiçbir ilgileri yoktur! Yunanlıların Pontus’la ilgileri Atinalı tüccarların gemilerle gelip, Trabzon bölgesinden çaldıkları inekleri Atina ve Mısır’a götürüp satmalarından ibarettir!” (Pontus= deniz demek.)
Alfred Duggan, “King of Pontus” adlı eserinde bu inek hırsızlığından nezaketen bahsetmez ama Pontus krallarının Yunanlarla hiçbir ilgilerinin bulunmadığını da yazar. Tarihçilerin babası olarak kabul edilen Herodot, İran egemenliği altındaki ulusları sayarken, incelediğimiz bölgede Turan kökenli Moşililerin, Tibaren, Makronlu, Mosinekli ve Marlıların yaşadığından bahseder, Yunanlardan bahsetmez.

Alman Tarihci Jakop Phillipp Falmerayer 19. yüzyılın başlarında Batılı kralların ve sarayların yardımıyla canlandırılmak istenen “Elen Dostluk Akımı” nedeniyle Danimarka’nın Kopenhag Üniversitesi tarafından açılan yarışmaya, maksada pek uygun bir eserle katılır: …Trabzon İmparatorluğu Tarihi.’ Ödül almak için eserini Elen dostlarına beğendirmek zorunda olan bu tarihçi bile bütün gayretlerine rağmen “Trabzon’un Kafkasya’dan gelen Kıpçak Türkleri tarafından kurulduğunu” gizleyememiştir.

Fransız bilim adamı Lebeau (Löba), yukarıda zikrettiğimiz kadim Pontus ahalisinin “burayı çok eskiden beri vatan yapmış olan Turanlılar olduğunu” söylüyor. Bizans İmparatoru Teophiros, 9. yüzyılda, ülkenin idari taksimatını yeniden düzenlerken, Trabzon’u eyalet merkezi yaptığı halde, yeni eyalete Helen, Yunan veya Grek dememiştir, bir Turani kavim olduğunu gördüğümüz Haldilere izafeten Haldiya adını vermiştir.

Yunanlılar, Fenikelilerden az sonra M.Ö. 670 yıllarında bölgede bazı ticaret kolonileri ve balıkçılık merkezleri kurmuşlarsa da yöreye kalabalık kitleler halinde yerleşmemişlerdir. Sadece şehirlerde ticaret ve hırsızlık maksadıyla bulunmuşlardır. Yunanlar, Pontus’un tarihinde hırsızlıktan sonra ancak bir cinayet ve ihanetle adlarını duyurabilmişlerdir ki, zaten Kral VI. Mihridat’ın bir Yunanlı olan kraliçe tarafından öldürülmesiyle devletin de sonu gelmiştir…

Mahmut Goloğlu, bu hain kraliçenin Romalılara yaranmak için Pontus’un ayyıldızlı devlet armasını da kaldırdığını yazıyor. (İlginç bir konu, Pontus’un Ayyıldızlı arması nereden geliyor olabilir. Pontus; eski Yunanca’da deniz demek ve Turani Kıpcakların krallığıydı demiştik)
Latince sözlüklerde Grek kelimesinin hilekâr, dolandırıcı anlamlarına geldiği yazılıdır.

Fransız Ansiklopedisi Larousse’un 1930 baskısı, 3.cilt, 867. sayfasında bu hilekâr komşunun şöyle tanımlandığını görürsünüz:

“Grek: Roue, fripon, escroc, particulierement au yev:..Etpulser les grees d’un cerele.” Ne demektir bu? Türk Dil Kurumunun Fransızca-Türkçe Büyük Sözlüğüne göre manası şudur: “Çıkarı için anasını satar. Kurnaz, sinsi, düzenbaz, dümenci, üçkağıtçı, hinoğlu hin, edepsiz, bilhassa oyunda kulüpten kovulan!”
Şöyle ki: Eski çağda Yunanlılar Karadeniz’e Pontus adını vermişlerdi. Zaten “Pontus”: Yunanca “deniz” demekti. Yunanlılar tıynetlerine uygun olarak bir elçabukluğuyla, kendileriyle hiçbir ilgisi bulunmayan bu devleti kendi devletleri, devletin İranlı (????? FS) kurucusu Mihirdat’ı da Mihirdates yaparak kendi kahramanları ilan ettiler!

Medeni Helen uygarlığına bakın hele!

Karadeniz’in güney sahillerine Pontus, bölge sakinlerine de Pontuslu dediler. Sonra bölgede yaşayan bütün Hıristiyanları Yunanlı ilan ettiler. Onlara göre Karadeniz Müslümanları da Türklerin zoruyla din değiştirmiş Ortodokslardı. Bu cehalete güler misin, ağlar mısın?
Image DEVAMI

Aynı oyunun Trabzon isminde de oynandığı anlaşılıyor. Hüseyin Hüsamettin Efendi, Amasya Tarihi’nde Trabzon adının Tibaren veya Tibaron kelimelerinden bozma olduğunu yazar. Diyarbakırlı Sait Paşa’nın Miratü’l İbar’da bildirdiğine göre bazı Arap tarihlerinde Trabzon’un adı,… T…şehrinde çoğunluğu teşkil ettikleri anlaşılan Tibarenler’e izafeten Tibarende, Tibarite, Trabende, Trabzende imlaları ile yazılmıştır. Bazı Arapça eserlerde ise Karadeniz’e Bahr-i Trabezanda yani Trabzon Denizi denmektedir.

İdrisi; şehrin adını Atreb ezun olarak kaydeder. Joachim Lelewel’in Atlası’nda Trabezonda olarak geçen kelimeyi batılı kartografların Trabezonda, Trebxonda, Trebezonda, Trebisond, Trapezunt, Trabison şeklinde okuduklarını yazmaktadır. Yunanlar, yine bir el çabukluğu ile bu kelimeyi “Trapezous” haline getirerek Yunanlaştırdı! Yani Yunanlılar, yine bir el çabukluğu ile bu kelimeyi “Trapezous” haline getirerek güya Yunanlılaştırıvermişler!

Oysa Karadeniz sahilinde Yunanlılar tarafından kurulmuş herhangi bir şehir yoktur! Friedrich Hrozny, “Orta Asya’dan Kafkasya’nın kıyı kesimine gelen boyların uygarlık öğreterek buralara yerleştiğinden” bahseder. R.P. Pullant ve Charles Texier de aynı görüştedir. Onlar da “Trabzon’un yerli halkının Türk olduğunu” yazmışlardır. Fransız seyyah Texier, Architecture Byzantine adlı eserinde, “Trabzon’un milattan yüzyıllarca önce Orta Asya’dan gelen Türk boyları tarafından kurulduğunu” kaydeder. Türklerin M.Ö. 1000 yıllarından itibaren Doğu Karadeniz Bölgesine yerleşmeye başladıkları, başka bilim adamları tarafından da tespit edilmiştir. Bazı tarihçiler ise bu tarihi M.Ö. 2000 yıllarından başlatırlar.

Ve yine; M.Ö. 63 yılında yani Pontus Devleti’nin çöktüğü yılda doğup, M.Ö. 23 yılında öldüğü bilinen ünlü coğrafyacı Strabon ve M.Ö. 900 yılında yaşadığı tahmin edilen Homer, İlyada Destanı’nda Truva Savaşları sırasında Doğu Karadeniz Bölgesi’nden şöyle bahsederler; Alizonlar’ın; [(Alazonların-NS) Xalub-Halup-Chalub/p-Gargar-Gasga-Kaşka-Tibaren; diğer adlarıdır. SB], Truvalıların yardımına gittiğini kaydederler. Herodot ve Ksnefon, Pontus adını dahi kullanmazlar, bölgeden, orada yaşayanların adını zikretmek suretiyle bahsederler. M.S.105 yılında doğan Makedonyalı İskender’in, Asya seferini anlatan eserinden başka, bize önemli bir Karadeniz Seyahatnamesi bırakan tarihçi Arrianus’un Doğu Karadeniz halklarıyla ilgili listesinde de Yunanlılar yoktur!

Kaynak /Halil Gülsoy-Tarihten Notlar
Nov 8, 2023 20 tweets 24 min read
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Türkiye Mason Cemiyeti’ni kapattırdığı için Yahudi Masonlar zehirledi.

Plan Kremlin’de yapıldı, Türkiye’de uygulandı… Egenin ve Balkanların tanınmış kıdemli komünist mübeşşiri Varnalı Bulgar Yahudilerinden 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas, Yunan komünistlerin yayın organı Laiki Foni (Halkın Sesi) Gazetesi’nin 1 Ağustos 1948 tarihli nüshasında yazdığı anılarda şöyle dedi:

“1937 yılının ortalarında, ismini açıklayamayacağım bir doktor, bazı şöhretlere dayanarak Atatürk’e ilk darbeyi sinir organlarını zaafa düşürmek sureti ile indirdi.
Etrafında çember meydana getirdiğimiz Sarı Lider, kendiliğinden bu çemberin içine girip hayatını bize teslim etti.”

KATİLLER, İŞBİRLİKÇİLER KİMLERDİ?

Yunanistan’da yayımlanan –Laiki Metopo (halk Cephesi) Gazetesinde yayımlanan dizi yazıda “Dr. Abrevaya ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar” denilmektedir. Bahsi geçen Abrevaya, Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı’dır. Abrevaya, İzmir doğumlu olup, Paris’te tahsil görmüştür.

Atatürk’ün ölümünden sonra Niğde Milletvekilliği yapmıştır. Prof. Dr. N.Fissenger, hükümet tarafından Paris’ten getirilmiştir.

8 Eylül 1938 tarihinde bir gün önce yaptığı muayeneye göre Prof. Dr. Ömer Neşet İrdelp ile birlikte düzenledikleri rapor uzun yıllar sonra ortaya çıkmıştır.

Fissenger ayrı teşhiste bulunmasına rağmen Atatürk’ün ölüm raporunda, diğer doktorlarla aynı görüşteymişçesine yazılmıştır.
Muhtemelen Paris’ten getirilen ilaçların temin yeriyle de ilgisi vardı.

SARI LİDER’İ ÖLDÜRME KARARI ALINIYOR

Varnalı Bulgar Yahudisi 33 dereceli Farmason Avram Benaroyas Türkiye Mason Cemiyeti’nin kapandığını Moskova’da bir toplantı sırasında öğrendi. Sinirlerine hakim olamayarak şunları söyledi;

“O Sarı Lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır. Mefkuremize imha edici darbe vuranların akıbeti, feci şartlar altında ölümdür!…”

Türkiye’nin ikinci Mason lideri Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacı, acilen Kremlin’e davet edildi.
Nalçacı Moskova’ya korkarak gitti.
Başına bir hal gelmesi halinde Kremlin’in Çankaya’ya siyasi baskı yaparak serbest bırakılmasının sağlanmasını istedi.
Kremlin, Nalçacı’ya garanti verdi, verdiği teminatlarla onu rahatlattı.
Kremlin’den aldığı taahhütlerle korkusu geçen Nalçacı, işi ileri götürerek Atatürk’ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında bir hükümet kurulmasını istediyse de, Kremlin “gerici Mareşal Çakmak’ın tabancasına hedef olunacağı” itirazı ile Nalçacı’yı frenledi.

Varnalı Bulgar Yahudisi Farmason Avram Banaroyas ve Türkiye’deki masonları ikinci lideri Mustafa Hakkı Nalçacı Kremlin yetkilileri ile toplantıdayken, yapılan konuşmaları Yunanlı gazeteci Apostolos Grasoz, ünlü Sovyet despotu Laurenti Beria ile birlikte yan odada ses alma cihazıyla takip ediyorlardı.

Bu konuda Avram Benaroyos, “İlk anlarda Kemal Atatürk’ü silahla ortadan kaldırmayı düşündük.
Ancak, doktorlarımız Atatürk’ün ölümünün ani oluşunu tehlikeli gördüklerinden, Kremlin’in istediği ‘esrarengiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm’ kararına uyduk.
Mason biraderler cemiyetimiz kapatıldıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi O’nun her hareketini alkışladılar. Atatürk’te zaman zaman burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini göstermeye başladı.” şeklinde yazdı.

Benaroyos 1 Ağustos 1948 tarihli Yunan Halkın Sesi (-laiki foni) gazetesinde bunları yazarken, Yunanlı Gazeteci Apostolos Grazos da Halk Cephesi (Laiki Metopo) gazetesinde 1-5 Eylül 1949 tarihlerinde yazdığı seri yazıda şu görüşleri dile getirdi;

“Filistin Siyon kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nu parçaladık. Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı.

Bunları seri olarak tatbik etmek icap ediyordu ki; Doktor Abrayava ve Fischenger cidden bu işte fedakarane çalıştılar.
Image Bazı Avrupalı tıp dahileri, siroz mütehassısları, Sarı Lider’in hastalığı ile meşgul olmak istediklerini Türk hariciyesine bildirmişlerse de; Türkiye’deki mukaddes üçgenimiz, meydana getirdikleri muhkem mevki ve selahiyetlerini cemiyetimize muhalif olanlara Sarı Lider’in tedavinizde vazife vermemekle bize pek ala ispat ettiler.”

KİMLER MASONDU?

Atatürk’ü tedavi eden doktorlar arasında: Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı masonluğu alenen bilinenler arasındadır.

İçişleri Bakanı Şükrü Kaya da masondu.

Devrin mason yöneticilerinden (Türkiye Locası) Dr. İsmail Hurşit, Muhittin Osman Omay kapatma kararı tebliğ edilenler arasındadır.

TEDAVİ EDEN DOKTORLAR

Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp ve
Prof. Dr. Nihad Reşad Belger Atatürk'ü tedavi eden müdavi (sürekli) doktorlardı.
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden,
Prof. Dr. Süreyya Hidayet Sertel,
Prof. Dr. Mim Kemal Öke (adı sürekli tedavi edenler arasında da geçmektedir),
Prof.Dr. Samuel Abrevaya Marmaralı,
Dr. Mehmet Kamil Berk,
Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ise gerektiğinde sürekli doktorların danıştıkları danışman hekim olarak görev yapmışlardır.
Sağlık Bakanı Dr. İ. Refik Saydam idi.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof.Dr. Asım Arar idi.

Bunların dışında, Paris'ten Prof. Dr. N. Fissinger (3 defa), Berlin’den Prof. Dr. Von Bergman, Viyana’dan Prof. Dr. H. Epinger isimli üç yabancı doktor da Atatürk'ün tedavisinde görev almışlardır.
Image