25 Nisan 1185, Japonya... Yıllardır birbiriyle mücadele hâlinde olan Heike ve Genji klanları, Shimonoseki Boğazı'nda Dan-no-ura denilen yerde son kozlarını paylaştılar. İki klan arasındaki şiddetli savaşta, benzeri görülmemiş vahşet yaşandı. Heike klanı ağır yenilgiye uğradı. ImageImage
Tüm fertleri, kız çocukları da dâhil olmak üzere acımasızca katledildi. İmparator Antoku'nun büyükannesi küçük imparatoru kucaklayarak denize atladı. Savaştan sonra, Dan-no-ura ve civarında Heike klanı hayaletleri dolaşmaya başladı. Geceleri ateş topları sahil üzerinde uçuyordu.
Esrarengiz ateş toplarına "şeytan ateşi" denildi. Rüzgârlı günlerde insan çığlıklarını andıran sesler, açıklardan sahile kadar ulaştı. Hayaletler hemen her gece denizdeki teknelerin yanı başında belirip onları sallayarak batırdı. Yüzerek kaçanları da derinliklere doğru çekti.
O bölgede daha önce olmayan, tuhaf görünümlü bir yengeç türü bile ortaya çıktı. Bu yengeçlerin kabukları, şaşılacak derecede insan yüzüne benziyordu. Bu durum, Heike klanının öfkesinin yengeç şeklinde görünümü olarak yorumlandı. Yengeçlere "Heike Yengeci" ismi verildi. Image
Bölge halkı, Heike klanının öfkesini yatıştırmak için Akamagaseki denilen yerde Amida Tapınağı'nı inşa ettiler. Tapınağın yanına bir mezarlık yaptılar ve İmparator Antoku başta olmak üzere, Heike klanının önde gelenlerinin adına mezar taşları diktiler.
İki yüz yıl sonra Akamagaseki'de, Hõiçi adında gözleri görmeyen biri yaşıyordu. Hõiçi, Japon udu 'biwa'yı çalarken hikâye anlatmakta ustaydı. Ünü her yere yayılmıştı. Heiki ve Genji klanları arasındaki savaşları ustaca yorumluyordu. Image
Hõiçi, ünlü olmadan önce yoksuldu. Amida Tapınağı'nın rahibi ona destek olmuştu. Rahip, şiiri ve müziği çok seven biriydi. Hõiçi'nin yeteneğini keşfedince ona tapınakta yaşamasını teklif etmişti. Soğuk bir gecede rahip, sutra okuması için kasabaya çağrıldı.
Rahip yanında yardımcılarını da götürdüğü için Hõiçi tapınakta yalnız kaldı. Geceyarısı, tapınağın arka bahçesinden balkona doğru ilerleyen bir ayak sesi duydu. Sesin yaklaşmakta olduğunu işiten Hõiçi balkona çıktı. Ayak sesleri Hõiçi'nin tam önünde durdu.
İlk başta gelenin rahip olduğunu sandı. Fazla geçmeden gelen kişinin tanımadığı biri olduğunu hissetti. Yabancı, gür ve kasvetli bir sesle "Hõiçi!" diye seslendi. Ses tonu kibirli ve emir veriyor gibiydi. Hõiçi şaşkınlıktan cevap bile veremeden öylece kalakalmıştı.
Meçhul ses, tekrar kaba ses tonuyla gürledi: "Hõiçi!" Hõiçi'nin ağzından güçlükle "Evet!" çıktı. Kendini toparlamaya çalışarak "Benim gözlerim görmez. Kimsiniz acaba?" diye sordu. Yabancı biraz yumuşamış ses tonuyla "Ben, Amida Tapınağı'nın hemen yakınında kalan biriyim.
Efendimizin emriyle buraya geldim. O, çok saygın birisidir. Şimdi yardımcılarıyla birlikte Akamagaseki'de bulunuyor. Bugün Dan-no-ura savaşının olduğu yeri ziyaret etti. Efendimiz, senin Dan-no-ura savaşını biwa çalarak anlatan usta biri olduğunu duymuş. Seni dinlemek istiyor.
Hemen çalgını al. Benimle birlikte geliyorsun. Efendimiz ve saygıdeğer yardımcıları seni bekliyorlar," dedi. O dönemlerde bir samurayın emrine karşı çıkmak mümkün değildi. Hõiçi çaresizce biwasını kucakladı ve tanımadığı bu samurayın peşi sıra yola düştü.
Samuray yolu göstermek için Hõiçi'nin elinden tutmuştu ve bir adım önden gidiyordu. Ara sıra, daha hızlı yürümesi için Hõiçi'nin elini kendine doğru kuvvetlice çekiyordu. Samurayın eli, tıpkı bir demir parçası gibi soğuktu. Geniş adımlarla yürüyen samurayın üzerinde zırh vardı.
Samurayın her adım atışında zırhın sesi duyuluyordu. Hõiçi, içinden "Şu işe bak! Bu kişi, efendisi olan gerçek bir samuray!" diye geçirdi. Hissettiği korku giderek azalmıştı. Çünkü samuray, efendisinin çok saygın birisi olduğunu söylemişti. Hõiçi kendiyle gurur duydu.
Bir süre yürüdükten sonra samuray aniden durdu. Hõiçi, büyük bir kapının önünde durduklarını anladı. Bu durum Hõiçi'nin tuhafına gitmişti. Çünkü, o büyüklükte bir kapı o civarda sadece Amida Tapınağı'nda vardı. Samuray gür sesiyle bağırdı: "Kapıyı açın!" Sürgünün sesi duyuldu.
Hõiçi ve samuray, büyük kapıdan içeri girdiler. Avlu oldukça genişti. Kısa bir süre yürüdükten sonra konağın önüne
geldiler. Samuray, tekrar bağırdı: "Efendim, Hõiçi'yi getirdim!" Samurayın bu sözüyle konağın içerisi bir anda hareketlendi.
Koşturan ayak sesleri, açılıp kapanan kapılar, bir şeyler söyleyen kadın sesleri birbirine karıştı. Hõiçi, kadınların konuşmasından orada bulunanların oldukça yüksek mevkiye mensup kimseler olduğunu anladı. Ancak burası nasıl bir yerdi, hiçbir fikri yoktu.
Hõiçi, sürüklenircesine altı basamaklı taş merdivenden yukarı doğru çekildi ve
kendisine sandaletlerini çıkarması söylendi. Bu kez, elinden bir kadın tutuyordu. Neredeyse kayıp yere düşecek kadar pürüzsüz ve özenle silinerek parlatılmış koridorda bir süre yürüdüler.
Büyük bir salonun ortasına kadar geldiler. Hõiçi, olduğu yere oturdu. Çevresindekilerin önemli ve saygın kişiler olduğunu biliyordu. Kaliteli ipek giysilerinden çıkan hışırtılar, ormanda hışırdayan ağaç yapraklarının sesini andırıyordu.
Hõiçi, kendi aralarında fısıldayarak konuşan bu kimselere kulak kabarttı. Kullandıkları dil, sarayda konuşulan dilin aynısıydı. Hõiçi, kendisine rahat etmesi söylendiğinde önünde bir minder olduğunu anladı. Mindere rahatça oturarak çalgısının akordunu yapmaya başladı.
Çok geçmeden, bir kadın seslendi: "Senden Heike hikâyesini dinleyelim. Efendimiz böyle emrediyor!" Bunu duyan Hõiçi duraksadı. Çünkü Heike hikâyesi çok uzundu. Hikâyeyi çalıp söylemek birkaç gece sürecekti. Hõiçi, cesaretini toplayarak "Efendim, tüm hikâye çok zamanınızı alır.
Hangi bölümü dinlemek istersiniz?" diye sordu. Kadın "O zaman Dan-no-ura'daki savaşı anlat. En güzel ve hüzünlü bölüm orası!" diye yanıtladı. Hõiçi, amansız savaşı etkileyici sesiyle, usta yorumuyla anlatmaya başladı. Savaş sahneleri dinleyicilerin gözünde tekrarlanıyordu.
Kürek sesleri, gemilerin dalgalar arasında bata çıka ilerlemesi, havada uçuşan oklar, insan feryatları, miğferlere çarpan kılıçlar... Hõiçi, tüm bu sesleri çalgısıyla büyük bir ustalıkla çıkarıyordu. Hõiçi'yi dinleyenler adeta büyülenmişti. Hõiçi, hikâyenin sonuna gelmişti.
İmparator Antoku'nun büyükannesinin küçük imparatoru kucaklayarak gemiden denize atlaması ve suyun altında saklanma sahnesinde herkes gözyaşlarına boğuldu. Hõiçi, bu büyük üzüntüye pek anlam verememiş, hatta şaşırmıştı. Bir süre sonra salon derin bir sessizliğe gömüldü.
O sessizlik içerisinde, kadının sesi tekrar duyuldu: "Hõiçi, sen muhteşem bir sanatçısın. Senin gibisi zor bulunur. Efendimiz de bu gösterinden çok memnun kaldı. Seni hak ettiğin şekilde ödüllendireceğinden şüphen olmasın. Efendimizin senden bir isteği daha var.
Burada kalacağı altı gece boyunca senden bu şekilde hikâye anlatmanı istiyor. Bu gece seni buraya getiren samuray yarın gece de seni almaya gelecek. Efendimizin burada olduğunu kimseye söylemeyeceksin. Çünkü efendimiz bu seyahatini herkesten gizli bir şekilde gerçekleştiriyor.
Sen de bu sırrı korumak zorundasın. Bu gece için teşekkür ederim. Artık dönebilirsin." Hõiçi de kendisine gösterilen ilgiden dolayı teşekkür ederek salondan ayrıldı. Kendisini salona getiren bayanın elinden tutarak dış kapıya kadar çıktı.
Sonra da kendisini oraya getiren samuray eşliğinde tapınağa geri döndü. Neredeyse sabah olmuştu. Hõiçi'nin tapınakta olmadığını kimse fark etmemişti. Gece geç saatte dönen rahip, Hõiçi'nin çoktan uyumuş olduğunu düşünmüştü. Hõiçi, öğlene kadar uyuyup dinlendi.
Yaşadığı tuhaf olaydan ise, sözünü tutarak kimseye bahsetmedi. Gece olunca samuray tapınağa geldi ve Hõiçi'yi yine konağa götürdü. Hõiçi, o gece de, tüm ustalığını sergiledi ve dinleyenleri kendine hayran bıraktı. Ancak rahip o gece, Hõiçi'nin tapınakta olmadığını fark etti.
Hõiçi sabaha karşı tapınağa döndüğünde rahibin yardımcıları tarafından apar topar hemen rahibin karşısına çıkarıldı. Rahip, sakin ancak ciddi bir ses tonuyla "Senin için çok endişelendik. Gözlerin görmediği hâlde, neden gece geç saatte tek başına tapınaktan çıktın?" diye sordu.
Hõiçi cevap vermek istemeyince rahibin endişesi arttı. Ancak Hõiçi'ye daha fazla bir şey sormadı. Hõiçi odasına döndükten sonra rahip iki yardımcısına onu gözetlemelerini tembihledi. Gece olunca Hõiçi yine gizlice tapınaktan çıktı.
Bunu gören rahip yardımcıları da alelacele ellerine birer fener alarak Hõiçi'nin peşine düştüler. Ancak, hava kötüydü. Şiddetli bir yağmur yağıyordu. Bulutlar ay ışığını gizlediği için etraf kapkaranlıktı. Rahip yardımcıları Hõiçi'ye yetişene kadar o çoktan gözden kaybolmuştu.
Gözleri görmeyen birinin, üstelik böyle bir havada, nasıl olup da bu kadar hızlı yürüyebildiğine akıl sır erdirememişlerdi. Rahip yardımcıları, Hõiçi'nin gitmiş olabileceğini düşündükleri yerlere teker teker baktılar. Ancak Hõiçi, hiçbir yerde yoktu.
Yardımcılar, çaresizce sahil yolundan tapınağa geri dönmeye karar verdiler. Sahil yolunda biraz yürüyünce, Amida Tapınağı'nın yanındaki mezarlıktan tuhaf bir ses geldiğini fark ettiler. Durumu merak ederek, mezarlığın içine girdiler.
Mezarlığın içerisi, etrafa dağılmış ateş topları ile doluydu. Bu ateş toplarının tam ortasında ise; Hoiçi, İmparator Antoku'nun mezar taşının önünde yağmura aldırış etmeksizin biwa çalarak Dan-no-ura savaşını anlatmaktaydı.
Her mezar taşının başında birer ateş topu, mum gibi yanmaktaydı. İki rahip yardımcısı bir ağızdan "Hõiçi!" diye bağırdılar "Ne yapıyorsun burada? Delirdin mi sen?" Fakat Hõiçi onları duymuyordu.
Rahip yardımcıları, bu defa Hõiçi'nin yanına kadar geldiler ve Hõiçi'nin kulağına eğilerek tekrar bağırdılar. Hõiçi onların bu hareketine çok öfkelenmişti. Gayet sert bir tavırla "Saygıdeğer efendimizin önünde ne yaptığınızı zannediyorsunuz?" diye çıkıştı.
Yardımcılar, Hõiçi'den işittikleri azar karşısında şaşkına dönmüşlerdi. Ancak, bu tuhaf durum karşısında kızmak bir yana; kahkahalarla gülmeye başladılar. Mezarlıkta yağmurun altında tek başına biwa çalan ve anlamsız şeyler söyleyen Hõiçi, gerçekten de çok gülünçtü.
Durum anlaşılmıştı. Hõiçi'ye hayaletler musallat olmuş, onun aklı başından gitmişti. Rahip yardımcıları, iki kolundan girerek Hõiçi'yi ayağa kaldırdılar ve sürükleye sürükleye tapınağa kadar getirdiler. Hõiçi, derhal rahibin karşısına çıkarıldı.
Rahip çok kızgındı. Hõiçi'nin ağzını ise bıçak açmıyordu. Bir süre, tek kelime etmeden öylece oturdu. Sonra, başından geçenleri tüm ayrıntısıyla rahibe anlattı. Rahip, sabırla Hõiçi'nin anlattıklarını dinledi ve şefkatli bir ses tonuyla "Neden bunları daha önce anlatmadın?
Gerçek sandığın şeylerin hepsi aslında birer hayal. Ancak, bir hayaletin seni almaya gelmiş olması ise gerçek. Hayaletler, insana bir kere musallat oldular mı insana istediklerini kolayca yaptırırlar. Bu gidişle tamamen hayaletlerin kölesi olacaksın. Ne kadar korkunç!
Bu gece dua etmeye gitmeliyim. Ama bir fikrim var. Vücuduna kuvvetli bir muska yazacağım. Bu muska, seni hayaletlerden ve kötülüklerden korur," dedi. Rahip, yardımcılarıyla birlikte Hõiçi'nin elbiselerini çıkardı ve Hõiçi'nin vücuduna muska yazmaya koyuldu.
Saatlerce uğraştı. Hõiçi'nin tüm vücuduna, hiç boş yer kalmayacak şekilde muska yazdı. Muskanın yazımı sona erince "Ben gittikten sonra balkona çıkıp otur, dönüşümü bekle. Samuray seni almaya gelecektir. Tek yapman gereken sessizce oturmak. Ne olursa olsun hareket etme.
Konuşur ya da hareket edersen muskanın hiçbir etkisi kalmaz. Anladın değil mi? Ne olursa olsun, asla korkuya kapılma. Kimseden yardım istemeye de kalkma. Hiç kimse sana yardım edemez. Ancak, benim dediğim gibi yaparsan hiçbir şey sana zarar veremez," dedi.
Hava kararınca, rahip ve yardımcıları tapınaktan ayrıldılar. Hõiçi, rahibin söylediği şekilde balkona çıkıp oturdu. Yanına çalgısını da koymuştu. Ses çıkarmadan ve kıpırdamadan, neredeyse nefes bile almadan saatlerce oturdu.
Derken, arka taraftan bir ayak sesi duyuldu. Ayak sesi, bahçeyi geçti ve balkonun önüne gelince durdu. Samuray, tok bir sesle gürledi. "Hõiçi!" Hõiçi ise nefesini tutmuş, parmağını bile kıpırdatmadan oturuyordu. "Hõiçi!" Bu kez samurayın sesinde bir kızgınlık seziliyordu.
Hõiçi ise, tıpkı bir taş gibi hareketsizdi. Samuray'ın sesi gök gürültüsü gibi inledi: "Hõiçi!!" Samurayın balkona çıkan ağır ayak sesleri duyuldu. Giderek yaklaştı ve tam Hõiçi'nin yanı başında durdu. Hõiçi, korkudan titriyordu. Yine de kıpırdamadan oturmaya devam etti.
Samurayın öfkeyle "Çalgısı burada, kendisi nerede? Bu da ne? Burada iki tane kulak var. Şimdi anladım. Tabii ki bana cevap veremez. Kulaklarından başka bir şey geriye kalmamış ki. Ben de azından kulaklarını götürürüm. Efendimizin huzuruna elim boş dönmekten iyidir!"
Samuray, buz gibi elleriyle Hõiçi'nin kulaklarını kavradı. Tüm gücüyle çekmeye başladı. Hõiçi, kulaklarında müthiş bir acı hissetti. Dişlerini sıkarak sesini bile çıkarmadı. Samuray, Hõiçi'nin kulaklarını koparmıştı. Balkondan aşağı inip bahçeyi geçti, arka kapıdan çıkıp gitti.
Hõiçi, samurayın ayak seslerini artık duyamıyordu. Yine de yerinden kıpırdamadı. Boğazının iki yanından ılık bir şeyin akmakta olduğunu hissediyordu. Rahip ne olursa olsun hareket etmemesini söylediği için korkusundan eliyle kulaklarını bile yoklayamamıştı.
Bir süre sonra, rahip ve yardımcıları tapınağa geri döndüler. Güneş henüz doğmamıştı. Hemen arka balkona, Hõiçi'ye bakmaya gittiler. Önce, rahip balkona çıktı. Rahibin yapışkan bir şeye bastığını anlaması ile kayıp yere düşmesi bir oldu.
Rahip ve yardımcıları fenerin ışığında balkona iyice baktıklarında yerin adeta bir kan gölüne döndüğüne gördüler. Rahip feryat etti: "Zavallı Hõiçi! Ne oldu sana böyle?" Rahibin sesini güçlükle duyan Hõiçi, rahat bir nefes alsa da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Hõiçi, o gece olup bitenleri rahibe anlattı. Rahip, son derece üzgündü. "Hõiçi! Yalvarırım beni affet! Her şey benim suçum! Tüm vücuduna muska yazmıştım. Ancak kulaklarına muska yazmasını yardımcımdan istemiştim. Tapınaktan çıkarken, yazıp yazmadığını kontrol etmeliydim.
Ne yapsam da bu hatamı telafi edemeyeceğimizi çok iyi biliyorum. Yine de, beni affetmeni diliyorum. Ancak, sonunda bu büyük beladan kurtulmuş oldun. Hiç korkma, artık sana hiçbir şey musallat olamaz!" Hõiçi'nin yaraları iyi bir hekim sayesinde kısa sürede iyileşti.
Hõiçi'nin başından geçenlerse, kısa sürede tüm ülkeye yayıldı. Eskisinden daha büyük bir üne kavuştu. Hõiçi, artık herkes tarafından bilinen bir sanatçı olmuştu. Bu sayede Hõiçi büyük bir servet kazandı. -Koizumi Yakumo Image

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with SenayS

SenayS Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @SenayS10

13 Nov
RUS ASKERİN ELINE GEÇEN BÜYÜ KİTABI
-Rus hikâyesi, 19. yy. Image
Bundan çok uzun zaman önce bir Rus asker, dünyanın değişik yerlerinden toplanan büyü kitaplarının incelenmesine yardım etmesi için bir sınır kasabasına yerleştirildi.
Odasında olmadığı bir gün, genç bir yoldaşı onu ziyarete geldi. Askerin odaya dönmesini beklemeye karar veren yoldaş, oyalanmak için masada duran bir kitabı okumaya başladı. Saatler hızlı aktı, gökyüzü kararınca bir lamba yakan yoldaş, kitabı elinden bırakmak istemiyordu.
Read 18 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!

:(