1/6 "Kürtçe konuşmanın yasak olduğu yıllar. Etraftan duyulacak tonla seslendirilecek her Kürtçe kelime için vatandaş ceza ödemek zorunda.İspiyoncular çarşıda pazarda cirit atıyor.Adamın evinde çocuklar aç.Fırına gidip ekmek almak lazım. Ama ekmeği istemek için de
2/6 "+ birkaç kelime Türkçe sözcük bilmek gerek. Adam çaresiz. Fırıncıya 'Ka nane kî bi Tirkî bide” diyor.Fırıncı arif adam, halden bilen biri. 'Ha ji tere nane kî bi Tirkî' diye cevap veriyor. Konuşmanın tercümesi şu: 'Bana Türkçe bir ekmek ver.' 'Al sana Türkçe bir ekmek!'"
3/6 Kaynak: Şeyhmus Diken, “Pardon Türkçe Konuşabilir miyim?”, Bianet, 27 Ekim 2007.
Bu da başka bir hikaye. Kozluklu Mele Abdullah anlatıyor: 1940’lı yıllar. Diyarbakır’a gitmiş. Çarşıda Türkçe bilmediği için Kürtçe konuşuyor.
4/6 Biri çarşıda kolunu tutuyor ve “Gel, belediyeden seni çağırıyorlar” diyor. Hoca, “Tû kîyî?” (Sen kimsin?) diye soruyor. Şahıs, “Ben belediye zabıtasıyım” diyor. Hoca, “Belediye reisi beni tanımaz ki beni çağırsın” dese de zorla Reis’in huzuruna çıkarılıyor.
5/6 Reis, 'Çarşıda Kürtçe konuşmuşsun. Her kelime için 5 kuruş para cezası vereceksin” diyor. Hoca itiraz etmeden cebindeki paraları masaya bırakarak,'Al sana para” diyor. Memur paranın üstünü vermeye çalışırken ekliyor: “Paralar sizde kalsın. Ben Türkçe bilmiyorum.
6/6 Akşama kadar çarşıda Kürtçe konuşacağım.Senin zaptiye efendin de benimle gelsin. Akşam onunla sana geliriz. Ne kadar cezam varsa alırsın ve üstünü verirsin, ben de evime giderim.” (Kaynak:Bakış, 30 Haziran 1999.)
Aradan geçmiş en az 80 yıl,hala Kürt Böreği değil Küt Böreği...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Ahmet Yaşar Ocak'ın Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999) kitabının sonundaki "Bölüm XII: Türklerin Mezhepleri ve Bu Zamandaki Sapkın Cemaatleri"inden ateistlerle ilgili kısmı sizlerle paylaşmak istedim.
2/25 Bölümün yazarı 1667-1678 arasında İngiliz Yakındoğu Şirketi İzmir şubesi müdürü olarak görev yapan Sir Paul Rycaut (İng. okunuşu Rayko; Fr. Ricaut, okunuşu Riko). Aktaracağım bölüm Rycaut'nun The Present State of the Ottoman Empire (Londra, 1668) adlı eserinde yer alıyor.
3/25 Hayatının önemli bir bölümünü "Türkler" ve Osmanlı Devleti konularına ayıran ve bu konuda ülkesinde otorite kabul edilen Rycaut’nun Osmanlı ateistleriyle ilgili gözlemleri şöyle: "Niyetimiz burada Türkler arasındaki muhtelif mezhepleri anlatmak olmakla birlikte,
18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI'NIN KAHRAMANI NUSRAT (NUSRET) MAYIN GEMİSİNİN HAMASETTEN ARINDIRILMIŞ GERÇEK HİKAYESİ (Yetkin İşçen'den nakil.)
Dönemin Osmanlı Donanması, Almanlarla yapılan Askeri Yardım Anlaşması gereğince tüm varlığıyla Alman denizcilere bırakılmıştı. +
Bu nedenle, tüm gemilere birer Alman deniz subayı atanmış, Türk denizcileri de onların emrine verilmişti. Nusrat isimli 1911 yapımı mayın gemisine de Yarbay Reeder atanmış, Türk gemi komutanı Tophaneli Hakkı Efendi de onun emrine verilmişti. +
Gemide görev alan mayın uzmanı, çarkçı, ve teknik personel de yine Alman'dı. Türk personel bu kişilerin emrinde görev yapıyorlardı. Aynı dönemde, yine askeri yardım anlaşması gereği, İstanbul ve Çanakkale Boğazları Komutanlığı'na da Alman Amirali von Usedom ve Amiral Merten +
AMERİKAN BÜYÜKELÇİSİ HENRY MORGENTHAU'NUN 18 MART 1915 BOĞAZ SAVAŞI İLE İLGİLİ RAPORU
(En ilginç bölümü sonu. AH)
"18 Mart günü, Birleşik Donanma en büyük saldırısını gerçekleştirdi. Bu saldırının Müttefikler için feci bir şekilde sonuçlandığını tüm dünya biliyor. +
Sonuç, Bouvet, Ocean ve Irresistable’ın batması; onlar gibi dört geminin daha yara alması oldu. 18 Mart savaşına 16 gemi katılmıştı, yedisi geçici veya kısmen hizmet dışı kaldı. Kuşku yok ki, Almanlar ve Türkler bu zaferlerine çok sevindiler. +
Polis güçleri her yerde geziyor ve ev sahiplerine kendilerine söylenen sayıda bayrak asmaları konusunda uyarı yapıyordu. Türk halkı hemen her çeşit konuda o kadar hevessizdi ki, böyle emirler olmasa kimsenin evini bayrakla süsleyeceği yoktu. Aslında ne Almanlar ne de +
VARAN 1
Mimar Turhan Altıner, 14 Ağustos 2005 tarihli Milliyet gazetesindeki köşesinde şöyle yazmıştı: "1969 yılında İller Bankası İmar Planlama Dairesi'nde genç bir mimar olarak çalışmaya başlamıştım. +
2/25
"O zamanlar nüfusu 2 bini geçen herhangi bir yerleşme belediye örgütü kurabiliyor ve nüfus başına İller Bankası'ndan para alabiliyordu. Yalnız her yeni belediyenin imar planının olması şarttı. Halbuki imar planları o kadar ilkel seviyede yapılıyordu ki...+
3/25
"Yerleşimin mevcut dokusu hiçbir zaman dikkate alınmıyordu çünkü bunun için oldukça ciddi bir uğraşa, sağlıklı haritalara, anketlere, arazi çalışmalarına gerek vardı. Üstelik ne mevcut imar yasası ne de planlar halkın gerçek içsel ihtiyaçlarına cevap verebiliyordu.+
Komünist Manifesto ilk olarak 21 Şubat 1848'de Londra'da Almanca Manifest der Kommunistischen Partei adıyla 23 sayfalık koyu yeşil bir broşür olarak basıldı. 39 sayfalık İngilizce çevirisini Helen MacFarlane 1850'de yaptı.
2/21 Manifesto şöyle başlıyordu:
"Avrupa’da bir heyula kol geziyor –komünizm heyulası. Yaşlı Avrupa’nın bütün devletleri, Papası ve Çarı, Metternich’i ve Guizot’su, Fransız Radikalleri ve Alman hafiyeleri bu heyulaya karşı kutsal bir sürgün avında el ele vermişlerdir. +
3/21 "İktidardaki hasımları tarafından komünistlikle suçlanmamış tek bir muhalefet partisi gösterebilir misiniz? Bu komünizm karalamasını gerici hasımlarına olduğu kadar kendinden daha ileri muhaliflere de gerisin geri fırlatmamış tek bir muhalefet partisi gösterebilir misiniz?+
1/22 OSMANLI'DA MÜSLÜMAN TEBAANIN ASKERLİKLE İMTİHANI
Sabah paylaştığım "Osmanlı döneminde gayrimüslimler askerlik yapmazdı" yalanının (bkz. ) ayna yansıması olarak "Osmanlı döneminde bütün Müslümanların istisnasız askerlik yaptığı" yalanına gelirsek:
2/22 Batılılaşma hamleleri kapsamında, 3 Kasım 1839’da ilan edilen Gülhane Hattı-ı Hümayunu ile yapılan düzenlemelerden devletin temel beklentisi giderek artan asker ihtiyacını karşılamaksa, ikincil beklentisi, imparatorluğu oluşturan farklı etnik köken, dil ve dine sahip tebaayı
3/22 vatandaş olarak eğitip onlara ortak bir kimlik kazandırmaktı. Nitekim fermandaki “Vatanın muhafazası için halkın askerlik yapmasının bir hizmet borcu olduğu” vurgusu bu amaca işaret ediyordu. Fakat fermanda sözü edilen düzenlemelerin ilk adımı ancak 4 yıl sonra atılabildi.