Tarihte ortak bir dünya olmadığı için ortak bir takvim, ortak bir yılbaşı yoktu. Dinlerin, milletlerin kendine göre bir takvimleri olduğu gibi birbirine karışan ve bir arada kullanılan takvimler de vardı.
Tarihte batının ana akımı olan Romalıların kendilerine has takvimi vardı++
Tarihte batının ana akımı olan Romalıların kendilerine has takvimi vardı. Başlangıç olarak da Roma şehrinin kuruluşu alınırdı. (Ab urbe condite, mö 753) Roma takvimi Roma İmparatorluğunca Hristiyanlığın resmi kabulü sonrasında da uzun süre kullanılmıştır.+++
Aynı takvim 490'lı yıllarda İsa'nın doğumu baz alınarak sıfırlanmıştır. Yani Roma şehrinin kuruluş yılı olan mö 753 tarihi unutulmuştur.Kaldı ki, "kurtarıcı" İsa'nın 1 Ocak günü Betlehem'de (Beytüllahim) doğduğu kesin değildir. Mezheplere göre farklılık gösterse de 24 Aralık+++
dini ritüellerin,31 Aralık geceside eğlencenin adı olmuştur.Eskiden biz de yılbaşı kutlamaları var mıydı ya da ne zaman başladı?Başta da belirttiğim gibi bugün bildiğimiz ya da kutladığımız yılbaşı ortak gün değildi.Hicri takvim kutlanıyordu ve bu takvimin başı 1 Muharrem günüydü
1 Muharrem gününün kutlamaları ilk kez Lale devrinde görülür. 1728 yılına tekabul eden kutlamalar sarayda gerçekleşmiş, tören sonrası halka yiyecek, içecek dağıtılmıştır. Muharremiye kasideleri de bu tarihten sonra görülür ki, zaman içinde yekünü fazladır.+++
Sekülerizmin zemin bulduğu, yaygınlaştığı Ronriesans ve kiliselerin tahrip edildiği Fransız ihtilali sonrası yılbaşı kutlamaları neredeyse inanıştan arındırılmış ya da bu yön 24 Aralık gecesine bırakılmış, 31 Aralık gecesi gösterişli kutlamalara sahne olmuştur. +++
Batı toplumunda başlayan bu gelenek kısa sürede Osmanlı'daki sefaretlerde görülmüştür.Avrupa'daki kutlamalara Türk sefareti, İstanbul'daki kutlamalara da üst yöneticiler çağrılmıştır. Özellikle Tanzimat'tan sonra yeni oluşan ceditçi paşalar davete eşsiz icabet etmişler ama +++
görünürde mesafeli durmuşlardır.İmparatorluk dahilinde sefaret dışında kutlamalar azınlıklar arasında yapılırdı. Azınlık nüfusunun yoğun ve kalabalık olduğu kozmopolit şehirlerde dini tören (24 Aralık) ve yeni yıl kutlaması sokaklara taşar, insanlar da başlarına toplaşırdı.+++
Yine sahibi azınlık olan mekan kutlamalarına da Türklerden katılım olurdu.
Tanzimatın yarattığı garbi insan tipi cumhuriyetle ivme ve hız kazanmış, din ve medeniyet sınıfına bakılmaksızın, gittikçe artan bir kitlesel kutlama ve şenliğe evrilmiştir.
+++
Günümüzde artık neredeyse tüm Dünya'nın, insanlığın ortak günüdür, yılbaşı. Farklı coğrafyalarda, farklı takvimler gittikçe zayıflamakta, kullanılmamaktadır. İnsanlığın ortak neşesi, eğlencesi, umudu, dileğidir.
Yeni yılda herkese sağlık ve esenlik dilerim.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
GÜNEŞ KURSU
Güneş Kursu, genellikle Hitit uygarlığına ait bir eser olarak kabul edilir ve çoğumuzda Ankara ve Anadolu çağrışımlarını uyandırır. Bulunduktan sonra ilk kez Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi tarafından sembol olarak benimsenen, Ankara Üniversitesi kurulunca da+++
Üniversitenin sembolü olarak kabul edilen Güneş Kursu, Atatürk’ün emriyle 1935 yılında Alacahöyük’te başlayan kazılarla açığa çıkartılmıştır, Hitit öncesi döneminin yani Hatti döneminin bir eseri olduğu belirtilen Güneş Kursu, tunçtan yapılmış olup günümüzden yaklaşık +++
4250 sene önce dini merasimlerde kullanılmıştır.
Güneş Kursu’nu oluşturan yuvarlak, dünyayı ya da güneşi temsil etmektedir. Altta, iki adet boynuza benzer çıkıntının ne olduğu ise kesin olarak henüz bilinmemektedir. Üzerinde yer alan çıkıntılar ise doğanın çoğalmasını, +++
Atatürk'ü ağlarken tarih çok ender tespit etmiştir. 25 yıllık araştırmacıyım, 7 tespitim oldu. İlki Çanakkale'de topçu atışımız başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikâye ama ben yine de anlatacağım. +++
O günün Ankara'sı kurak, çorak bir köy.Çankaya'dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış.Atatürk o iğde ağacının önünden geçişlerinde arabasını durdururmuş,inermiş ve o iğde ağacına selam verirmiş."Aman demişler paşam ne yapıyorsunuz böyle?"++
"E, o demiş yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az diğer neferler kadar bunun da selama hakkı var ". Yani "Niye şaşırıyorsunuz?" der gibiymiş.
Ve bir gün yanında bulunan arkadaşına "İşte bu benim..." derken bi de bakıyor ağaç yok ortada+++
🤣Hırsız gece gireceği evin keşfini yapmış, oradan girerim, buradan girerim derken balkonda karar kılmış...
Karanlık basınca yağmur borusuna tutuna tutuna balkona çıkmış, iki adım atsa içeri girecek, lakin korkuluğu tutmuş elinde kalmış, aşağı düşmüş, ayağını kırmış...
+++
Çıkıkçıya, kırıkçıya, hekime, cerraha gideceğine doğru “Karakuş”a koşmuş:
“Kadı efendi, soyacağım eve girmek isterken, balkonun korkuluğu kırıldı, düştüm bu hale geldim, ayağımı kırdım, ev sahibinden davacıyım!”
Kadı bile şaşırmış:
“Niye, ev sahibinin günahı ne?”
+++
“Balkonu çürük yaptırdığı için, düştüm ayağımı kırdım!”
“Sen de evi soymak için girmek üzereymişsin...”
“Onun cezası başka!”
Karakuş’un da aklı yatmış, ev sahibini çağırmış:
“Niçin balkonun korkuluğunu çürük yaptırdın, adam düşmüş ayağını kırmış!”
Ev sahibi boynunu bükmüş:
+++
Sümer Tabletlerinden bahsetmek istiyorum... Toplam 14 tabletten oluşuyor özellikle 6. ve 7. tabletlerde insanın yaratılışı ile ilgili anlatılanlar çok ilginç...
Sümer tabletlerine göre bugünkü asteroid kuşağı dediğimiz yörüngede TİAMAT adlı bir gezegen vardır. Bunun haricinde +++
güneş sistemi içerisinde Sümerlilerin Nibiru dedikleri bir gezegen daha vardır. Bu gezegen güneş etrafındaki bir turunu 3600 yılda tamamlıyor. Niburu turlarının birinde TİAMAT’la çarpışıyor ve TİAMAT ikiye bölünüyor. Sümer Tabletlerine göre, TİAMAT’ın kopan büyük parçası,+++
uydusu AY' la beraber Venüs ile Mars arasına yerleşerek Dünyayı oluşturuyor.Bu çarpışmadan atmosferi hasar gören Nibiru yöneticileri arasındaki iktidar savaşları sonucu eski yöneticileri ALALU bir uzay aracı ile dünyaya kaçıyor. Nibirudakiler atmosferdeki zararın ortadan +++
* Günün fıkrası. *
Brüksel’de Özgürlük Anıtı’nın merdivenine oturmuş,arada el çırpan,don gömlek yaşlı bir adam buldular…
Üşümüş titriyordu.
“Kimsin?”dedi polis.
Yanıtladı:
“Noel Baba”
“Ben hiç böyle Noel Baba görmedim,üstün başın hani?”
“Soyuldum”dedi Noel Baba…
“Neredeydin?”++
“Türkiye’de…”
“Saray gibi bir yerin bacasından gireyim hediye vereyim dedim, girdim çıktım ki don gömlek kalmışım…”
“Hâlâ alkışlıyorsun ama…”
“Muhtarlar toplantısına denk geldi… Otomatik alkış oluştu… Bir şey oldu bana, tutamıyorum kendimi…”
“Müstahak sana…”
+++
“Soyuyorsa beni soyuyor sana ne?” dedi Noel Baba…
“Beyaz sakalın da gitmiş, nedir bu böyle?..”
“Badem bıyık…”
“Badem?..”
“Meclis’in berberiymiş… Oturup kalktım, beyaz saçım sakalım gitmiş, badem bıyık olmuşum…”
+++
Neyzen Tevfik soğuk bir kış günü aç sefil ortada kalır.
Sığınır bir caminin şadırvanına ve bekler ki birisi onu görsün ve yardım etsin. Fakat hava soğuk gelen giden yok...
Çaresiz kalkar yerinden ve perperişan, kalacağı yere doğru yürümeye başlar.
+++
O dönemin en varlıklı ailelerinden birinin gencecik oğlu askerden yeni gelmiştir ve O'nu görür ve halini anlar.
Genç adam o günün en büyük parasını cebinden çıkartır , takdim edecektir ama bir sorun vardır. Karşısındaki koskoca Neyzen Tevfik’tir.+++
Allah'ın deli ve veli bir kulu..!
Koca Neyzen'in sağı solu belli olmaz ki,bir bakarsın devlet başkanlarına kafa tutar bir bakarsın zamanın en zengin adamlarını yerin dibine sokar.
Delikanlı parayı buruşturup Neyzen'in ayaklarının dibine doğru hafifçe atar.. Sonra omzuna dokunup++