Başlığa sığmayan bir bağlantı daha eklemeliyim,

📖 gündemarşivi.com/gundemarsivi.c…
Bu değerli başlığı herkes okumalı.
Öğretmen dostlarımın ilettiği Köy Enstitüleri için bilgi aktarımları bu başlığı çok değerli yapmıştı, meraklı okuyucularımıza sunuyorum.
@antalyakalinka Değerli Yılmaz Bey’in Köy Enstitüleri tarihçesi için yapmış olduğu yazı serisine başlarken en son ilettiği yazı İle başlamak istiyorum;

Çünkü Saffet Arıkan ve Atatürk’ümüzün mimarlığı bu hususta pek bilinmiyor.
Öncelikle ilgili tweete ekleyeceğim, daha sonra da yazıdan alıntılar ile devam edeceğim.
İLKÖĞRETIM SEFERBERLIĞINI BAŞLATAN SAFFET ARIKAN

Köy Enstitülerinin temelini oluşturan Köy Öğretmen Okullarını kuran, Atatürk dönemi Milli Eğitim Bakanı olan Saffet Arıkan’dır.
Önce ana başlıklarla Saffet Arıkan’ı tanıyalım.

• 1888 yılında Erzincan’da doğdu. 26.11.1947’de İstanbul’da öldü.
• 1910 yılında Harp Akademisi’nden kurmay yüzbaşı olarak çıktı.
(Saffet Arıkan’ın biyografi çalışmasını okumak için yazıyı okumanızı rica ediyorum, bağlantıyı sunuyorum. gündemarşivi.com/gundemarsivi.c…

Tekrar yazıdan alıntılar İle devam edeyim+)
ANKARA’DAN MUSTAFA KEMAL ÇAĞIRIYOR

16 Mart 1920 günü İstanbul işgal edildi.
Birinci Dünya Savaşı galip devletlerinin askerleri, başta İngilizler olmak üzere İstanbul’a girdiler. Büyük bir karakolu bastılar. Askerleri şehit ettiler…
Bundan sonra olanları İsmet İnönü hatıralarında şöyle anlatıyor:

“İstanbul’un işgalinden sonraki iki üç gün içinde, bir gün, Saffet Bey (Arıkan) evimize geldi. Sanırım Mart’ın 19’uncu günü oluyor. “Seni Ankara’dan Mustafa Kemal çağırıyor. Hazır mıyız?” dedi.
Ben o zaman Süleymaniye’de kayınvalidemin evinde oturuyordum…
Saffet Bey’in bize gelişi ikindiye doğru bir saate rastlar. O gün Saffet Bey’in geleceğini bilmiyordum. Böyle bir ziyaret beklemiyordum.
Saffet Bey geldiği sırada, eşim Mevhibe Hanım’la beraber sokağa çıkmak üzere hazırlanmıştık. Saffet Bey’den haberi alınca, “Hazırım, hemen hareket edelim” dedim…
Saffet’le Haydarpaşa’ya geçtik, trene bindik, Maltepe’ye gittik.
Maltepe’de Piyade Atış Okulu vardı.
Yenibahçeli Şükrü’nün idare ettiği bu merkez, İstanbul’dan Ankara’ya geçeceklerin işlerini kolaylaştırıyor ve onlara yardım ediyordu.
O geceyi atış okulunun subaylarından birinin evinde geçirdiğimizi hatırlıyorum. Bize okuldan iki er elbisesi getirdiler.
Elimize bir vesika verdiler. Kıyafet değiştirdik… Sabaha karşı bir kafile halinde hareket ettik. Önümüzde zabitler vardı.
Biz Saffet Arıkan’la üzerimizde er elbiseleri olduğu halde kafiledeki başka erlerin arasında yürüyerek gidiyorduk.
Odun kesmeye, hizmete giden askerler olarak gidiyorduk. Yolculuk böyle başladı…
Burada bir açıklama yapayım: Er elbiseleri giyerek yola koyulan İsmet İnönü gerçekte Kurmay Albay, Saffet Arıkan da Kurmay Binbaşı idi.
Yolda aldığımız bilgilere göre İzmit işgal altında idi.
Biz İzmit’e ve büyük şehirlere, büyük merkezlere uğramaksızın köylerden gidecektik…
Daha İzmit’e gelmeden, hatırlayamadığım bir yerde bizim gibi Ankara yolculuğuna çıkmış bir kafileye rastladık.
Büyücek bir kafileydi. Osmanlı Meclisi Reisi Celalettin Bey ve daha bazı milletvekilleri, Çerkez Ethem’in ağabeyi Reşit Bey bu kafiledeydiler. Bundan sonra yolculuğumuz beraber geçti.
Kafilemiz devamlı yol alıyor.
Celalettin Arif Bey ve diğer yolcuların bir kısmı mebus oldukları için onlar itibarlı yolcular. Kimisi atta, kimisi arabalarda gidiyorlar.
Saffet’le ben yürüyoruz…
Bu seyahat yirmi gün sürmüştür.
Kafilemiz nihayet 9 Nisan’da Ankara’ya vardı.”
(Yazının devamında Atatürk soyadını Atatürk’ümüzün kullanmasında Saffet Arıkan’ın etkisi iletiliyor yazıda, bu detayları ilk kez bu yazı ile öğrendim, çok seveceğiniz anılara denk geleceksiniz. Meraklılar için bağlantıyı iletiyorum. gündemarşivi.com/gundemarsivi.c…)
TONGUÇ, SAFFET ARIKAN’I ANLATIYOR
👇👇👇👇

hayatta tanıdığım,
meziyetlerine meftun olduğum insanlardan iki tanesi
bazı bakımlardan birbirine çok benzerdi.
rahmetli saffet arıkan ve nafi atuf kansu
bizim neslimize ağabeylik eden,
sır kutusu gibi kapalı duran bu iki büyük insanın ikisi de
gördüklerini, bildiklerini, hele memleket işleri ile ilgili düşüncelerini
kolay kolay söylemezlerdi.
böyle olduğu halde onların çevreleri
insana merhametli bir ananın sıcak kucağı gibi tesir ederdi.
insan bu çevreye girince kendisini
tatlı bir dostluk havasının huzuru içinde bulur,
önceden tasarlayamadığı derecede faydalanır,
rahat rahat her şeyi konuşabilirdi.
Değerli Dostlar,
TONGUÇ BABA başlıklı yazı dizimin bu bölümünü; yazar, akademisyen, çevirmen, ve yönetmen Sabahattin EYÜBOĞLU’nun şu tanımlamasıyla bitirelim:

👉“Köy Enstitüleri üstüne ne düşündüğünü söyle, sana kim olduğunu bildireyim!”

Yılmaz Dikbaş @antalyakalinka 👏🏻🙏🏻🍀🇹🇷❤️
TONGUÇ BABA

Büyük önder Atatürk’ün devrimci tasarımlarından biri de “İdeal Cumhuriyet Köyü” kurmaktı.
Atatürk’ün kafasındaki ideal köy; eğitime, bilime, kültüre, sanata, ekonomiye önem verilen, toplumsal olanaklara sahip çağdaş ve çevreci bir köydür.
“Köylü milletin efendisidir” diyen Atatürk, ideal köyü gerçekleştirmek için köy halkını her konuda aydınlatmak ve bilinçlendirmek istemiştir.
İşte, bu amaçla Millet Mektepleri, Halk Dershaneleri, Köy Öğretmen Okulları, Köy Eğitmen Kursları ve Halkevlerini kurmuş ve Köy Enstitülerinin altyapısını hazırlamıştır.
Atatürk’ün öncülüğünde yola çıkan Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, İlköğretim Genel Müdürü olarak atadığı İsmail Hakkı TONGUÇ’la birlikte Köy Enstitülerinin temelini atmışlardır.
Bugün yaşları 50’nin altında olan gençlerimizin Köy Enstitüleri destanını ve bu destanın başkahramanı Tonguç’u çok iyi bilmelerinde sayısız yarar vardır.
Önce, İsmail Hakkı TONGUÇ’un yaşamındaki başlıca evreleri kısaca sıralayalım:
• 1893 yılında (ayı, günü bilinmiyor) Silistre’nin Totrakın bucağına bağlı Tataratmaca köyünde doğdu. Silistre; Bulgaristan’ın kuzeydoğu kesiminde, Romanya sınırında, Tuna nehri kıyısındaki şehirdir.
(İsmail Hakkı Tonguç’un biyografisini okumak için bağlantıyı tıklamanızı öneriyorum. gündemarşivi.com/gundemarsivi.c…

Ben kaldığım yerden alıntılara devam ediyorum.)
GENEL DURUM

Tonguç, işe başladığında önce durum saptaması yapar:
“Zorunlu öğrenim çağında bulunan çocuklarımızın sayısı, BİR MİLYON 800 BİN’dir.
Bunlardan bugün kent ve kasabalarda 308 bin çocuğun çoğu tam donanımlı ve beş sınıflı ilkokullarda, köylerde ise 370 bin çocuğun pek çoğu üç sınıflı okullarda okutulmaktadır.
Okutulması gerekli olmasına karşın, okutulamayan çocuk sayısı BİR MİLYONU aşmaktadır.
Okutmak zorunda olduğumuz çocukların büyük toplamı nüfusu 400’den az olan köylerimizdedir.”
KÂZIM KARABEKİR KARŞI ÇIKIYOR

Tonguç ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel birlikte çalışarak Köy Enstitülerinin açılmasını sağlayacak bir yasa tasarısı hazırlarlar. Tasarı TBMM’de tartışılırken, karşı görüşte olan Kâzım Karabekir şu soruyu sorar:
“Biz bu yöntemi, gelişmiş birtakım uluslardan ya da deneyimi yapılmış herhangi bir yerden mi alıyoruz?”
Hasan Ali Yücel yanıtlar:
“Bu bizimdir, kimseden almadık. Başkaları bizden alsınlar.”

Gerçekten de yıllar sonra; Tayland, Hindistan, Brezilya, Sudan’da Köy Enstitülerine benzer kurumlar kurulmuştur.
OKULSUZ KÖYLERİMİZ

Tonguç, Türkiye geneliyle ilgili şu bilgileri verir:
“Türkiye’nin nüfusu 17 milyondur. Bunun yaklaşık 4 milyonu kentlerde, 13 milyonu ise köylerde yaşamaktadır. 40.000 (kırk bin) köyümüz bulunmaktadır.
Bunlardan 4 bin 959’unda öğretmenli, 4 bininde eğitmenli okulumuz bulunmaktadır. Bir başka deyişle, 31.000 (OTUZ BİR BİN) köyümüz okulsuzdur.”
YASA ÇIKIYOR

3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası 17 Nisan 1940 tarihinde kabul edildi.
Daha önce Köy Öğretmen Okulu olarak açılmış üç yıl süreli İzmir-Kızılçullu, Eskişehir-Çifteler, Kırklareli-Kepirtepe, Kastamonu-Gölköy’ün adları Köy Enstitüsü’ne dönüştürüldü.
1940-1941 ders yılında bunlara Antalya(Aksu), Isparta (Gönen), Kocaeli (Arifiye), Kayseri (Pazarören), Malatya (Akçadağ), Adana (Düziçi), Samsun (Akpınar), Trabzon (Beşikdüzü), Kars(Cilavuz), Balıkesir (Savaştepe) Köy Enstitülerinin açılmasıyla sayıları 14’e ulaştı.
KÖY ENSTİTÜLERİNİN YAPISI

Tonguç’un önderliğinde, enstitülerde el birliği, gönül birliğiyle kısa zamanda derslik, işlik (marangozluk, demircilik, dikiş), yatakhane, revir, elektrik santralı, ağıl, ahır, kooperatif, kümes, fırın tuğla ocağı, balıkhane, öğretmen evi yapıldı.
Enstitüler kendi tüketeceğini kendi üretti. Toprak kazmayla, belle, kürekle derinden alt-üst edildi. Ekilen ekinler başağa durdu. Domatesler, patlıcanlar, biberler, havuçlar, lahanalar hem etli, hem tatlı oldu.
Toprağın bağrına sokulan nice kayısı, vişne, elma, erik ağaçları bir güzel kök attı.
Yıllarca verimsiz diye kendi haline bırakılmış toprağa dikilen akasya, badem yeşillenip çiçeğe durdu. Denemeden “Burada bir şey olmaz” diyen, ön yargılı, temelsiz düşünce de böylece yere vuruldu.
YENİ KÖY ENSTİTÜLERİ KURULUYOR

Gece gündüz demeden Tonguç’un önderliğinde çalışanlar yeni enstitüler kurdular: Ankara- Hasanoğlan (1941), Sivas-Pamukpınar (1941), Konya-İvriz (1942), Erzurum-Pulur (1943), Diyarbakır-Dicle (1944), Aydın-Ortaklar (1944).
Böylece Köy Enstitüleri sayısı 20’ye ulaştı.
İNÖNÜ VE KÖY ENSTİTÜLERİ

09.05.1941 günü Çifteler Köy Enstitüsü’nü ziyaret eden Cumhurbaşkanı İsmet İnönü şunları söyledi:
“Köy Enstitülerini Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve en sevgilisi sayıyorum. Köy Enstitülerinden yetişecek evlatlarımızın başarılarını ömrüm oldukça yakından ve candan izleyeceğim.”
TONGUÇ ANADOLU’YU KARIŞ KARIŞ GEZİYOR

Tüm kötü koşullara, olanaksızlıklara karşın ülke toprağını Tonguç ölçüsünde gezen, özellikle köylerimizi onun gibi yakından tanıyan bir başkasını bulmak olanaklı değildir.
İşte, masa başında oturmayan Tonguç’un gidip gördüğü, incelemeler ve değerlendirmeler yaptığı yerlerin dökümü:
61 il, 305 ilçe, 9 bin 150 köy.
Bu veriler, Tonguç’un iş ve görev anlayışının somut kanıtıdır.
En ıssız köylere varıncaya dek yayılan bu çalışmalar sonunda, YILDA 2 BİNİ AŞAN köy okulu yapılmaya, her yıl bu sayıda okul açılmaya başlandı.
Eğer o günlerde yapılan çalışmalar, hazırlanan plan ve alınan önlemler kesintiye uğramadan sürdürülseydi en geç 1956’da okulsuz köy ve okutulmayan tek çocuk kalmayacaktı.
Bu çığ gibi büyüyen çalışmaları ne zaman ve kimlerin kesintiye uğrattığını ileriki sayfalarda ayrıntılarıyla okuyacaksınız.
İNÖNÜ, TONGUÇ’A TEŞEKKÜR EDİYOR

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, 18 Mayıs 1945 günlü Ulus gazetesinde yazdığı “İlköğretimin Yeni Yılı” başlıklı uzun yazısının bir yerinde şöyle diyordu:
“Geçen yıl ülkede 258 bölge okulu açıldı. İşlikleri ve programlarıyla, bir küçük teknik okulun yerini tutan bölge okullarına verdiği önemden ve elde ettiği başarıdan dolayı, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’a teşekkür borçluyum.”
KOMÜNİZM SUÇLAMASI

Köy Enstitülerine karşı olan CHP’nin sağcı milletvekilleri, türlü yalanlar uydurarak çamur atıyordu. Bu milletvekilleri açıktan, Köy Enstitülerini “Komünist Yuvası” olarak gösteriyorlardı.
Bu tür saldırılarla karşılaşan Tonguç ile köy enstitülerindeki birçok yapının projesinde emeği bulunan mimar Asım Mutlu arasında şu konuşma geçer.
Asım Mutlu sorar:
– “Nasıl gidiyor işler?”
Tonguç gülerek yanıtlar:
– “Çok iyi gidiyor. Biliyor musun politikacıların çoğunun bizim çocuklardan ödü kopuyor! Biliyorlar ki bu çocuklar ileride kendi gibilerini seçmeyeceklerdir!”
Tonguç’un sözünü ettiği CHP’li politikacılar hiçbir zaman Köy Enstitülü gençlere sıcak bakmayacakları gibi, olmadık karalamalarla bunların karşısına çıkacaklardı.
TÜRK KÖYLÜSÜNE İHANET EDEN KİNYAS KARTAL’IN İTİRAFLARI
👇👇👇
Köy Enstitülerine karşı çıkanların elebaşlarından biri Vanlı Kürt beylerinden Kinyas Kartal’dır.
Kinyas Kartal, 1900’da Erivan’da doğmuş, Kürt Burukan aşiretinin liderlerindendi.
Tiflis askeri lisesi, Bakü askeri akademisinde okumuş, Troçki’nin komutasında Kızıl Ordu’da görev almıştır. 1921’de Burukan aşireti topluca Türkiye’ye göç etmiştir.
Kinyas Kartal, 1965-1980 yılları arasında Adalet Partisi’nden dört dönem üst üste Van milletvekili olmuştur.
Ağustos 1958’de CHP Kastamonu milletvekili Sabri Tığlı, Kinyas Kartal’a sorar:

– “CHP’nin uyguladığı Köy Enstitüleri modeli, ileri sürüldüğü gibi Komünist bir uygulama mıydı, bunun için mi karşı çıktınız, kaldırılmasını istediniz?”
Kinyas Kartal, günümüzde özellikle yaşları 50’nin altında olan gençlerimizin çok dikkatle okuyup dersler çıkarması gereken şu itirafta bulunur:
– “Bak delikanlı! Köy Enstitüleri kesinlikle Komünist bir yapılanma değildi!
Doğudaki beylerin, şeyhlerin ve ağaların içinde en yüksek öğrenimi olanlardan birisi benim. Rusya’da yaşadım, Moskova Harp Akademisi’ni bitirdim. Rus ordusunda subaylık yaptım. Bir Rus generalin balerin kızı ile evlendim, vatanıma döndüm, yerleştim…
Diyeceğim, Köy Enstitüleri Komünist yuvası değildi; bizim devlet ve yönetim üzerindeki gücümüzü ortadan kaldırmaya yönelik uzun vadeli ve çok akıllı bir uygulamaydı. Biz buna katlanamadık, içimize sindiremedik! En aydın olan ben bile katlanamadım, onlar hiç katlanamazlardı!
Bunun için Demokrat Parti (DP) ile pazarlığa giriştik. Kaldırılmasını şart olarak öne sürdük. Yaşadığımız sürece bize bağlı halk üzerinde söz hakkımızın ve etkinliğimizin yok edilmeye kalkışılmasına göz yumamazdık! Bakın, benim Van’da ve yöresinde 258 köyüm var.
Burada yaşayanlar devletten çok bana bağlıdır. Benim sözümü dinlerler… Benim iki köyümden iki çocuğumuzu alarak Malatya’daki Akçadağ Köy Enstitüsü’ne gönderdiler. Çocuklar giderken doğru dürüst Türkçe bilmiyorlardı. Köy halkı da Türkçe bilmez, kendi ana dilini konuşurdu.
Bu çocuklar, Akçadağ Köy Enstitüsü’nde eğitildiler, yetiştirildiler. Bana da baskıyla bu iki köye okul yaptırdılar. Çocuklar o okullara geldiler. Öğretmenlik yaptılar. Öğrendiklerini öğrencilerine, sonra ailelerine ve öbür köylülere uyguladılar. Ne oldu?
İki yıl sonra köyde herkes Türkçe konuşmaya başladı. O güne kadar köylülerin devlet kapısındaki işlerini benim adamlarım yapardı. Mektuplarına kadar yazardı. Bütün bunlar ortadan kalkmaya yüz tuttu. Köylüler benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler.
Bana bağlılıktan, benim sözlerimi dinlemekten uzaklaşır oldular. İşte buna izin veremezdik! Gerçek neden budur. Eğer bu sistem kaldırılmayıp bir on yıl daha sürseydi, hiçbirimiz yoktuk! Halk bizden çok devleti tanıyacaktı, devlete bağlı olacaktı.”

Yılmaz Dikbaş @antalyakalinka👏🏻
BINDIĞIM EŞEĞIN AKILLI OLMASINI İSTEMEM

Değerli Dostlar,

Özellikle yaşları 50’nin altında olan gençlerimizin okuyup bilgilenmelerini dilerim…
İNÖNÜ’NÜN KIVANCI

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü. Savaştepe Köy Enstitüsü’ne gelmişti. Öbür enstitülerde olduğu gibi Savaştepe’deki çalışmaları da yakından görmek istiyordu. Sebze bahçesine doğru ilerlerken, kümesin önünde bulunan boz giysili kız öğrenciyi gördü.
Bu öğrenci o haftanın kümes nöbetçisi Hatice Kolukısa’ydı. İnönü, öğrencinin yanına sokuldu; azık torbasında ne olduğunu görmek istedi.
Öğrenci torbasını açtı; peynir, ekmek bir de kitap çıktı içinden. Bir bakanlık klasiği Sophokles’in “Antigone” eseriydi. İnönü’nün yüzü ışıdı, çevresindekilere:
“Gördünüz mü”dedi “peynir ekmeğin yanında kitap.Köylümüz, kentlimiz,erimiz,generalimiz kumanyasına ne zaman kitabı da ekleyecek duruma gelirse,o gün Türkiye gerçekten kurtulmuş demektir.Topraklarımızı bilgiyle değerlendirmenin,bilinçle savunur duruma gelmenin başka yolu yoktur.”
O yıllarda Milli Eğitim Bakanlığınca yayımlanmakta olan Dünya Klâsikleri dizisinin baş okuyucusu İnönü’ydü.
“BİNİLEN EŞEK AKILLI OLURSA SIRTINDAKİNİ TAŞIMAZ, ATIP DÜŞÜRÜR!”

Kasım 1944’ün sonlarına doğru Tonguç, Gönen Köy Enstitüsü’ne gider. Öğretmenler odasında şu konuşmayı yapar:
“Dersliğini, yollarını kendi yapan, suyunu kendisi getiren, elektriğini kendisi üreten, devletin sırtına yük olmayan bu öğrencileri horlayan varsa aranızda, burada işleri yok onların! Yarın ülkeyi yönetenler bu çocukların arasından çıkacak. Mecliste bunları göreceksiniz.”
Sözlerini şu benzetmeyle sürdürdü:
“Bir İngiliz atasözü vardır:Binilen eşek akıllı olursa sırtındakini taşımaz,atıp düşürür!Köylünün sırtından geçinenler,onların okumalarını,gözlerinin açılmasını isterler mi?İstemezler!Köylülerimiz şimdi el birliğiyle okullarını yapma yarışında.”
Tonguç’un burada verdiği çarpıcı örnek yıllar yılı ülkemizde yaşanmaktaydı. Bu kötü gidişe dur diyebilecek kişilere gereksinim vardı. Bu nedenle de köy enstitülülere büyük görevler düşmekteydi.
Bu çocuklar ilkin enstitüde özgür okuma ve düşünme ortamı içinde uyanacaklar, gittikleri yerlerde de uyarıcılık görevini üstleneceklerdi.
CİP GÖRMEMİŞ KÖYLÜLER

Tonguç, birkaç öğretmenle birlikte ciple bir dağ köyüne gider. Ancak köylülerde bir panik görülür. Tonguç buna bir anlam veremez. Köyde bulunan yaşlı, genç dağ yolunu tutmuş kaçıyorlardı! Tonguç meraktaydı. Cipin şoförü Mehmet’e seslenir:
“Yardım et de şunlardan birini tutalım hele!”
Bunun üzerine Mehmet bir yandan, Tonguç bir yandan koşup güçlükle birini yakalarlar. Tonguç sorar:
“Ne var, niye kaçıyorsunuz?”
Yakalanan kişi cipi göstererek ondan korkup kaygılandıklarını söylemeye çalışır.
Kaçış nedeni meğer cipmiş! Onun canlı, acayip bir yaratık olduğunu sanmışlar! Hakları da yok değildir; o güne kadar görüp tanıdıkları ne öküze, ne ata, ne eşeğe, ne de koyun keçiye sözün kısası bunların hiçbirine benzemiyordu bu!
Hiçbir kimseye saldırdığı falan da yoktu ama ilk görüşte korkmuşlardı bir kez…
“BİNDİĞİM EŞEĞİN AKILLI OLMASINI İSTEMEM BEN!”
1940 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tek partili ve 426 milletvekilinden oluşmaktaydı.
17.04 1940 günü TBMM’de 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası oylandı ve 278 oyla kabul edildi. 148 CHP milletvekili o gün meclise gelmemiş, oylamaya katılmamışlardı!
Sağcı, muhafazakâr olarak adlandırılan CHP’nin 148 milletvekili Köy Enstitülerine karşıydı!
Sağ görüşün temsilcisi olarak bilinen Reşat Şemsettin Sirer, 1933 yılından beri Tonguç’la çatışmaktaydı.
Bu durum Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü tarafından bile açıkça biliniyordu.
Köy Enstitülerini denetleme amacıyla yapılan bir gezi sırasında R. Şemsettin Sirer, ne edip eder Tonguç’a şöyle der:
“Sen bu halk çocuklarını böyle yetiştirirsen biz bu milleti nasıl yönetiriz? Bindiğim eşeğin akıllı olmasını istemem ben!”
Milli Eğitim Bakanlığı da yapan R. Şemsettin Sirer ve çok sayıda CHP milletvekili, Türk köylüsünü eşek olarak görmekte, onların sırtına binerek ülkeyi yönetmek istemekteydi…

Yılmaz Dikbaş @antalyakalinka 👏🏻🙏🏻🍀🇹🇷❤️🤗🌳📚🐸
“SENIN BELINI KIRACAĞIM!”

İNÖNÜ, SAĞCILARLA UYUM İÇİNDE
21 Temmuz 1946 yılında yapılan milletvekili seçimlerini 395 milletvekili çıkararak CHP kazandı. Demokrat Parti (DP) 64 milletvekili kazanmıştı.
CHP’ye sağ kanadın milletvekilleri egemen olmuştu.
Bunların yaptığı ilk iş, Köy Enstitülerini desteklemiş Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’i görevden uzaklaştırmak oldu.
Cumhurbaşkanı ve CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, bundan sonraki günlerde, ilköğretimle ilgilenmeyi bıraktı, Köy Enstitülerini artık övmez oldu! Kısacası, İnönü , parti içindeki yerini koruyabilmek için sağ kanatla uyum içine girdi!
“SENİN BELİNİ KIRACAĞIM!”

CHP’nin sağcı Milli Eğitim Bakanı ile Tonguç arasındaki anlaşmazlıklar giderek büyür.
Aralarında çok sert bir tartışmanın yaşandığı bir gün Bakan Reşat Şemsettin Sirer, Tonguç’a şöyle haykırır:
– “Senin çoluk çocuğunla belini kıracağım!”
Tonguç, çok sakin, gerekli yanıtı verir:
– “Elinden hiçbir şey gelmez!”
Sirer’in Tonguç için o gün söylediği sözler hiçbir zaman gerçekleşmedi.
Kaderin bir cilvesi olsa gerek, Sirer’in 1953 ara seçimde geçirdiği trafik kazasında kendi belini kırıp yaşamını yitirdiğinde acı haberi alan Tonguç’un ağzından “Zavallı Reşat(!)” sözleri dökülür…
OKUSUNLAR DA GELİP BİZİ ÖLDÜRSÜNLER Mİ?

Cumhurbaşkanı İsmet Paşa, CHP içindeki Köy Enstitüleri karşıtlarının kimler olduğunu çok iyi biliyordu.
Bir gün özel treniyle Anadolu’daki Köy Enstitülerini gezip görmeye çıkar. İsmail Hakkı Tonguç yanındadır.
İsmet Paşa, Köy Enstitülerine karşı olanların bayraktarlığını yapan CHP milletvekili Reşat Şemsettin Sirer’i de trene alır.
Köy Enstitülerin bulunduğu yerlerde durulur, İsmet Paşa boyuna dönüp Sirer’e sorar:
– “Nasıl buldunuz Reşat Bey?”
O da her seferinde aynı cevabı verir:
– “Çok iyi Paşam, çok iyi Paşam!”
Küçük bir istasyonda köylüler durmuşlar, “Paşa’yı görmek istiyoruz” demişler.
İsmet Paşa trenden iner, köylülerle konuşmaya başlar.
O sırada Tonguç ve Sirer de trenden inerler. Reşat Şemsettin Sirer sorar:
– “Hakkı Bey, bu köy çocuklarını neden okutmak istiyorsun?”
İsmail Hakkı Tonguç’un yanıtı şöyle olur:
– “Ne demek? Nasıl okutmayabiliriz? Elbette okutacağız!”
Sirer’in buna cevabı şu olur:
– “Okusunlar da gelip bizi öldürsünler mi istiyorsun?”
Köylülerle sohbetini bitiren İsmet Paşa tekrar trene biner. Tonguç ve Sirer de binerler.
İsmet Paşa, trendeki sofrasına Tonguç ve Sirer’i çağırır. Otururlar. Tonguç suskundur. İsmet Paşa sorar:
– “Hakkı Bey, nedir bu durgunluğunuz? Bir şey düşünüyorsunuz galiba!”
Tonguç cevap verir:
– “Paşam, ‘Köylü çocukları okurlarsa acaba bizi öldürürler mi?”  diye düşünenler var!”
İsmet Paşa’nın cevabı çarpıcıdır:
– “Keşke okusalar da gelip beni kesseler evvela!”
(Kaynak: Mustafa Ekmekçi, Cumhuriyet, 19 Nisan 1990)
KÖY ENSTİTÜLERİ NEDEN YIKILDI, KİMLER YIKTI?

1990 yılında Londra Halkevi’nde “Köy Enstitüleri 50. Yaşında” konulu açık oturum yapıldı.
Konuşmacılardan Melih Cevdet Anday, uzunca konuşmasında şunları söyler:
“Bugüne kadar eşi görülmemiş bir kurum olan Köy Enstitülerinin yıkılmasını kimler istedi? Türkiye Cumhuriyeti’nde Köy Enstitülerinin yıkılışı büyük bir olaydır!
Neden yıkıldı?
Köy Enstitülerine karşı gelme hareketi, tek parti döneminde doğrudan doğruya CHP içinde başlamıştır.
Halk Partisi içinde ‘sağcı kanat’ diyebileceğim, hatta burada açık seçik biçimde söyleyeyim, o kişileri de tanırım. Bunlar, faşistlerimiz bizim, faşistlerdi bunlar düpedüz! Bunların içinde, CHP’den milletvekili olmuş, TBMM’ne girmiş olanlar da vardı.
Bu takım, CHP içinde, daha Demokrat Parti’den önce, iktidarı ellerine geçirdiler. Yani bir hükümet değişikliği oldu. Ortaya çıkan iktidar, işte bu faşistlerden kuruldu.
Tek parti CHP’nin içinde, iktidar sağ kanadın eline geçiyor.
İsmet Paşa, kendi partisinin içindeki muhalefet grubunun düşüncelerini elbette duyuyor.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Köy Enstitüleri konusunda, faşist muhalefet grubuna uyuyor!” 
(Kaynak: Mustafa Ekmekçi, Cumhuriyet gazetesi, 19.04.1990)
TONGUÇ’UN ESERLERİ

Tonguç, İlköğretim Genel Müdürlüğünde bulunduğu süre içinde planlamış olduğu işlerin pek çoğunu uygulayabilmiş bir kişiydi.
İşte eserleri:

✔️5 bin 542 ilkokul öğretmeni,
✔️500 kadar sağlık memuru,
✔️8 bin 756 eğitmen yetiştirmiş,
✔️600 kadar yapıya yerleşmiş 20 köy enstitüsü,
✔️7 bin köy ilkokulu,
✔️370 bölge okulunun yapılışını sağlamıştı.
Değerli Dostlar,
TONGUÇ BABA yazı dizisini sürdüreceğim. Vereceğim sarsıcı bilgileri özellikle yaşları 50’nin altında olan gençlerimizin okumasını öneriyor, umuyorum…

Yılmaz Dikbaş @antalyakalinka 👏🏻🙏🏻🍀❤️🤗📚🇹🇷🐸🌳
(Bu yazıda efendiler, bazı komutan ve bazı siyasi partilerde çalışan siyasetçilerin Köy Enstitüleri için bakış açıları değerlendirilmiş.

Yüzleşmekte zorlandığım isimleri okudum.
Acı gerçekleri okumanız için bağlantıyı iletiyorum. Köy Enstitüleri’nin tarihçesi için yapılan bu zinciri çok uzun tutmamak için zincir halinde iletmiyorum bu yazıyı. Çünkü eğitim sisteminden ziyade, köy enstitülerinin açılış ve kapanış tarihçesini iletti değerli yazarımız.)
ÖĞRENCILER KOMINIST OLMAKLA SUÇLANIYOR

Köy Enstitülerine karşı olanlar, baştan beri tamamı yalana dayalı şu propagandayı yaydılar:

“Köy Enstitüleri birer komünist yuvasıdır. Buralarda çocuklar komünist olarak yetiştirilmektedir!”
YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ KURULUYOR

10 Temmuz 1941’de Hasanoğlan’da Yüksek Köy Enstitüsü’nün temeli atıldı. Öğretim süresi üç yıl olacak bu enstitüye, Köy Enstitülerinden mezun olanlar alınacak ve öğretim üyesi, yönetici ve müfettiş olarak yetiştirilecekti.
Yüksek Köy Enstitüsü’nün ilk öğrencileri okul, cami ve çadırlarda barınmış, enstitü inşaatında çalışmış ve bir yandan da eğitimlerine devam etmişlerdi.

1943 Ekimi’nin ilk haftasında Hasanoğlan’da Yüksek Köy Enstitüsü resmen çalışmalarına başladı.
Yüksek Köy Enstitüsü öğretmenleri; ziraat, dil ve tarih coğrafya fakülteleri, Gazi Eğitim Enstitüsü ve konservatuarın en değerli öğretim üyeleri idi. İşte onlardan bazıları:
Enver Ziya Karal (Tarih), Ruhi Su ve Aşık Veysel (Müzik), Selahattin Eyüboğlu (Dil-Edebiyat), Kâzım Köylü (Ziraat), Ferruh Sanır (Coğrafya), Mahir Canova (Tiyatro), Faik Canselen (Armoni), Doç. Dr. İbrahim Yasa (Sosyoloji), Mualla Eyüboğlu (Mimar), Rauf İnan (Öğretmen-Yönetici),
Selahattin Batu (Zooteknik).

1947 yılına kadar Yüksek Köy Enstitüsü’nden 18’i kadın, 195’i erkek, toplam 213 kişi mezun oldu.
27 Kasım 1947 tarihinde, Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer tarafından alınan bir kararla Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı.
Eğitimlerine devam etmek isteyen öğrenciler Ankara Erkek Teknik Meslek Öğretim Okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü’ne gönderildi.
SEKİZ ÖĞRENCİ AĞIR CEZA MEHKEMESİNDE

Eskişehir Çifteler Köy Enstitüsü’nden mezun olan sekiz köylü genç, 1946 ders yılında Hasanoğlan’a gelip Yüksek Köy Enstitüsü’nde eğitime başladılar. Ancak kısa bir süre sonra polis tarafından gözaltına alınıp Eskişehir’e götürüldüler.
Komünist olmakla suçlanıyorlardı. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıkarıldılar, duruşmalar başladı.
Bu gelişmeden hem Yüksek Köy Enstitüsü yöneticileri, öğretmenleri ve hem de öğrenciler çok tedirgin olmuşlardı.
Enstitü Müdürü Hürrem Arman diken üstündeydi. Sekiz öğrenciye atılan suçlamanın dayanaksız olduğunu çok iyi biliyor, ancak çaresizlikten bir şey yapamıyordu.
SİVİL POLİS ENSTİTÜ’YE GELİYOR

“Yüksek Köy Enstitüsü Müdürü Hürrem Arman bir gece odasında ilgili arkadaşlarıyla gezginci bir kalaycı ile bakır mutfak takımlarının kalayı için pazarlık yapıyordu.
Hasanoğlan istasyonuna yolcu treni her gece saat 21.10’da gelirdi.
İki nöbetçi öğrenci istasyonda bulunur, onları karşılar, kolaylıklar gösterirdi. Enstitüye gidecek olanları müdüre ve öğretmenlere haber verirdi.
O gece koşarak gelen nöbetçilerden biri, trenden müdürün akrabasıyım diyen birinin indiğini Müdür Hürrem Arman’a haber verir.
Hürrem Arman hiçbir akrabasının gelmesini beklemiyordu. Gelen kişinin odasına gönderilmesini söyler. Bir süre sonra uzun boylu genç bir adam odaya girer. Hürrem Arman bu kişiyi tanımıyordur.
Genç adam, kendisini müdürün akrabası olarak tanıtmış olduğu için özür diler, çıkarıp kimliğini gösterir: Bir emniyet komiseridir! Hemen geliş nedenini açıklar:
– “Bu yıl Yüksek Köy Enstitüsü’ne aldığınız sekiz öğrenciniz komünistlikten sanık olarak Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuksuz olarak yargılanıyor! Bu öğrencilerin davranışlarına dikkat edilmelidir!
Bu öğrencilerin diğer öğrencilerle ilişkileri en aza indirilmeli, sürekli kontrol altında bulundurulmalıdır! Bu öğrencilerin okudukları kitaplara dikkat edilmelidir! Ben, size bu uyarılarda bulunmakla görevlendirildim!”
Müdür Hürrem Arman cevap verir:
– “Bizim böyle bir kontrol yapma olanağımız yoktur! Burası bir eğitim kurumudur, hiçbir öğrenciye değişik bir tutum takınamayız! Kitaplığımızda bakanlığın gönderdiği ve önerdiği kitaplarla, piyasada satılan yasaklanmamış kitaplar bulunmaktadır.
Çocuklarımız bu nitelikte her türden kitap ve dergileri serbestçe alıp okurlar. Bu bir öğretmen kurumu için doğaldır ve bakanlığımızın buyruklarına uygundur! Ancak, tüm bunlara rağmen, emniyet teşkilatının okunmasını yasakladığı kitapların bir listesini verirseniz iyi olur!”
Sivil Komiser cevap verir:
– “Böyle bir liste veremem! Ancak, Markes’le ilgili konuları içine alan kitap ve dergilere dikkat ediniz!”
Sivil Komiser, Karl Marks’ın adını “Markes” diye söylüyordu!
Müdür Hürrem Arman, misafirine kahve söyler. Kahveleri içerken şöyle der:
– “Lise kitaplarında Marks yer almaktadır. Bazı fakültelerde Marks incelenir. Birçok yayında Marks’ın adı geçmese bile onun fikirleriyle ilgili konular olabilir. Bizim bunları inceleyip okutmamak gibi bir görevimiz yoktur!
Yasaklanmış basın Resmi Gazete’de yayımlanmakta, bakanlıkça da duyurulmaktadır. Bunlar zaten enstitümüzde yoktur!”
Sivil Komiser cevap verir:
– “Haklısınız, bizimki sadece bir uyarı ve bu çocuklar üzerinde dikkat çekmedir!”
Hürrem Arman, Sivil Komiseri o gece misafir eder, ertesi günü sabah treniyle yolcu eder.
Hürrem Arman yaşanan olayı TONGUÇ’a anlatır. Tonguç’un cevabı şu olur:

– “Birçok çevre enstitüleri dikkatle
izliyor; gocunacağımız hiçbir şeyimiz yok!”
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün sekiz öğrencisi komünist olmakla suçlanıp yargılanır. Ancak ortaya somut bir kanıt koyulamaz!
Sonuçta bu çocuklar beraat ederler, yani aklanırlar.
Ancak, bu sekiz köylü öğrencinin peşleri bırakılmaz!”
SEKİZ SAKINCALI PİYADE

Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün sekiz öğrencisinin Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’nde komünistlikle suçlanıp yargılandığı dönemde devletin en üst yönetimi (07.08.1946-10.09.1947) sürecinde şu kişilerden oluşuyordu:
Cumhurbaşkanı: İsmet İnönü
Başbakan: Recep Peker
Adalet Bakanı: Mümtaz Ökmen (sonra Şinasi Devrin)
İçişleri Bakanı: Şükrü Sökmensüer (sonra Münür Hüsrev Göle)
Milli Eğitim Bakanı: Reşat Şemsettin Sirer
Bu yöneticilerin hiçbiri, “çocuklarımızı asılsız suçlamalarla hırpalamayın!” dememiş, hiç seslerini çıkarmamışlardır!
Bu kadarla kalınsa neyse!
Yargıda beraat eden, yani aklanan bu sekiz köylü çocuğumuzun peşi bırakılmamış, 1947 yılında yedek subay okulunda çavuş çıkarılmıştır!
Yani bu sekiz çocuğumuz, SAKINCALI PİYADE muamelesi görmüş, subay olarak terhis olacak yerde “çavuş” çıkarılmış, bir tür cezalandırılmıştır!
Yargıda aklanmış sekiz çocuğumuz subay olacak yerde, “çavuş” çıkarılıp cezalandırılırken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başında Genelkurmay Başkanı olarak Orgeneral Salih Omurtak bulunmaktaydı.
Salih Omurtak, sekiz çocuğumuzun subay yerine “çavuş” çıkarılarak cezalandırılmasına hiç sesini çıkarmamıştır!
Değerli Dostlar,

Halkımız “sakıncalı piyade” deyimini ünlü araştırmacı yazarımız Uğur Mumcu’dan işitti.
Uğur Mumcu askerliğini yapmaya hazırlandığı bir sırada, 12 Mart 1971 döneminde, bir yazısında kullandığı “ordu uyanık olmalı” sözleriyle orduya hakaret etmek ve komünizm propagandası yapmak suçunu işlediği iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklandı.
Mamak Askeri Cezaevi’nde pek çok aydınla birlikte bir yıla yakın kaldı, 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat Yargıtay’da karar bozuldu ve serbest bırakıldı.
Bu olaydan sonra Uğur Mumcu askerliğini 1972-1974 sürecinde Ağrı’nın Patnos ilçesinde resmi tanımıyla “sakıncalı piyade eri” olarak tamamladı.
Görüldüğü gibi, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nün komünistlikle suçlanıp aklanan sekiz öğrencisi, Uğur Mumcu’dan 25 yıl önce “Sakıncalı Piyade” olmuşlar, subay çıkacak yerde “çavuş” çıkarılarak cezalandırılmışlardır.
Hiçbir somut kanıta dayanmayan suçlamalar hep aynı olmuştur: Komünizm propagandası yapmak, komünist olmak!
Bu dayanaksız suçlamalarla ülkemizde sürekli aydın kıyımı yapılmıştır!
“BU KIŞ KOMÜNİZM GELECEK!”

1950-1960 sürecinde on yıl cumhurbaşkanlığı yapan Demokrat Partili Mason Celal Bayar (1883-1986),

“Türkiye’yi küçük Amerika” yapacağız diyen bir ABD uşağıydı.

(Uşak sözcüğünü, Arapça “hizmetkâr” yerine kullanıyorum, hakaret olarak değil!)
Mason Celal Bayar, 1970’li yılların başından başlayarak her yıl;

“Bu kış komünizm gelecek!”

Diyerek halkımızın içine korku sokmaya çalıştı. 103 yaşına kadar bu söylemini sürdürdü. Bu yaptığı, ABD’nin sadık uşağı olmanın gereğiydi!

Peki, komünizm Türkiye’ye geldi mi?
11 Kasım 2001’de Türkiye Komünist Partisi (TKP) resmen kuruldu.
31 Mart 2019 tarihinde yerel seçimler yapıldı.
TKP, 57 milyon seçmenin 75 bininden oy aldı. Yani aldığı oy oranı binde iki bile değildi!
Demek ki, Türkiye’de komünist partisi kurulmasıyla yer yerinden oynamıyor, halk sokaklara taşmıyor, kurulu düzen bozulmuyordu!
TÜRKİYE’DE HİÇBİR ZAMAN KOMÜNİZM TEHLİKESİ YOKTU!
👇👇👇👇
Türk halkı yaklaşık 80 yıl komünizm “öcü” gibi gösterilerek korkutuldu. Yoğun propagandayla ABD desteği sağlandı.
Peki, herhangi bir dönemde komünizm, Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturdu mu?
Gelin, bu sorunun yanıtını, konunun uzmanı Mahir Kaynak versin.
Mahir Kaynak; 1934’de Gaziantep’de doğdu, 14.02.2015’de İstanbul’da öldü.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirdi, daha sonra yine aynı fakültede doktora yaptı ve sonunda profesör oldu.
Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) girdi.
9 Mart 1971 cuntacılarını deşifre ettikten sonra MİT tarafından deşifre edildi.
Prof. Dr. Mahir Kaynak, Sabah gazetesine verdiği son röportajında şu önemli açıklamalarda bulundu:
“…istihbarat örgütünün görevi, yabancıların operasyonunu bulmaktır. Yani iyi bir ideolojinin de arkasına girebilirler. Mesela, bugüne kadar darbeyi hep Atatürkçülük adına yaptırdılar. Fakat onların da içindeydiler.
Biz oturduk Komünizm peşinde koştuk. Oysa Türkiye’de komünist yoktu!”
(Kaynak: Sabah gazetesi, 14.02.2015)
Değerli Dostlar,
194o’dan beri bazı cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, milletvekilleri, yüksek rütbeli komutanlar, MİT çalışanları ve ajanları, yazarlar Türkiye’de “olmayan” komünist avına çıktılar,
yüz binlerce insanımızı öldürttüler, işkencelerden geçirttiler, evlerinden barklarından sürdüler, sakıncalı piyade çıkarttılar, yaşamlarını zehir ettiler.
Tüm bunları kişisel çıkarları için yaptılar…

Değerli Dostlar,
TONGUÇ BABA yazı dizimi sürdüreceğim…

@antalyakalinka 👏🏻🙏🏻

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Aşağı Bakmıyoruz 📚🌳🐸

Aşağı Bakmıyoruz 📚🌳🐸 Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @KemalistIlkay

1 Mar
#DepremHaftası farkındalık yaratmak için yetmiyor, bilim insanlarımızı dinlemek zorundayız.

#Kanalİstanbul depremi arttırıcı bir seçim olur, umarım inadı için duygusal anlamda karmakarışık olan muktedir,

İstanbul’a kıymaz.
Kendi yandaşlarına verdiği iş ile İzmir’deki konutların reklamı çalışıyor imajı veren iktidara sesleniyorum,

Madem deprem için reklam yapıyorsunuz, o zaman depremzedelere hediye edin o evleri!

Nasıl alacaklar aksi halde her şeyini kaybedenler?!.
Plansız programsız imara açılan yerlerin deprem ve doğa olaylarına sebep olan ve yalnız cüzdanını doldurup, halkını zora sokan herkesi; ahlarını aldığınız herkesin ahlarını yaşaması dileğimle.
Read 4 tweets
1 Mar
“Bağımlılıklarla Asırlık Mücadele
Yeşilay, Birinci Dünya Savaşı sırası ve sonrasında işgal güçlerinin toplumumuzda alkol ve uyuşturucu maddeleri yaygınlaştırmasını ve işgale karşı mücadele ruhunun yıkılmasını önlemek amacıyla dönemin
Şeyhülislam'ı İbrahim Haydarizade'nin himayesinde,Dr. Mazhar Osman Uzman ve arkadaşları tarafından Sultan Vahdeddin'in izniyle 5 Mart 1920'de İstanbul'da "Hilal-i Ahdar" adıyla kurulmuştur. Yeşilay'ın kurulduğu 1 - 7 Mart tarihleri ülkemizde Yeşilay haftası olarak kutlanmaktadır.
"Hilal-i Ahdar" ismi daha sonra "Yeşil Hilal" ve "Yeşilay" olarak değiştirilmiş, 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı, İsmet İnönü'nün Başbakanlığında, Bakanlar Kurulu kararıyla Yeşilay'a "kamuya yararlı dernek statüsü" verilmiştir.
Read 9 tweets
28 Feb
Kanunsuz bir ülke olmaya alışamadık, yeni halimize eski bakış açısıyla hicivleme sanatını @MuhsinSALMAN Değerli Muhsin bey çok güzel işlemiş bu şiirinde.
KADI SUÇ GÖRÜR

Abdest bozdu yakasını sıyırdı.
Donu düştü elde kaldı uçkuru
İki avuç su çarpmıştı yüzüne
Çamurlaştı yetiştirin peşkiri

Eşek idi katırlara yan çıktı
Tekmeledi ahırlarda dam yıktı
Besleyene eğri durdu şaş baktı
Kıçın açtı yele doğru kış günü
Tımar oldu şaha kalktı kişnedi
Seyrek koştu tek bir dölü düşmedi
Ham geldiydi kelek gider pişmedi
Aslı darı kendini buğday bili
Read 4 tweets
28 Feb
Esaretin tek bir çıkışı vardır o da cesaret. Kara Esaret şiirinde dile getirilen cesaretli bir şiir var karşımızda, çok güzel yazılmış @ercan006 .
KARA ESARET

Esareti yaşadım, günlerce,
Umudun içerisinde ezerek.
Tek bir günü dahi yaşamadan,
Özgür olduğum gün;
durdu zaman
 
Karanlıkla garanın karıştığı
Kapkara bir yaşam içerisinde
Bitmeyen acılardan dağ olmuş,
Bir duygu kaldı bedenimde
Esareti yaşadım, yıllarca
Cesaretin içinde yakarak
Sevdalarımı bile yaşamadım
Aşık olduğum gün;
durdu zaman.
 
Bir gölgenin hareketinde
Bir böceğin sürünüşünde
Bir kayanın kopuşunda
Her tıkırtının, her sesin, adı oldu
Read 4 tweets
28 Feb
Değerli Ercan abim @ercan006 biraz felsefi ve çok hoş bir şiir yazmış.
BIR BAŞKA BEN

Yakaladım,
İçimden çıkanları
Sıraladım,
Avuçlarıma doldurup..
Tek tek inceledim,
Sorguladım,
Ne işe yaradıklarını,
Neler yaptıklarını ve,
Yapamadıklarını dinledim.
Aşkı
Sevgiyi
Merhameti
Adaleti
Ahlakı
Ve en çok da
Gülümsemeyi saldım
Özgür kaldılar.
Acıyı,
Kibri
Öfkeyi
Kini
Hırslarımı
Ve en çok da
Vicdansızlığı gömdüm
Read 4 tweets
28 Feb
İstanbullu şairimiz @istanbullu_sair bu ara çok romantik, şu an iki şiiri taslakta hazır bekliyor, yine çok romantik satırlarla yazılmış...
GÖZLERINDE BEN YOKUM..

Olmadı olduramadım,
Yüreğim dağıldı sensizliği ezberledim,
Yüreğimde sakladığım sen,
Sen değilsin uğruna öldüğüm,
Sen değilsin o,
Eğil yüreğim aç gözlerini bak,
Senin için öldüğüm
Sevgili,
Ne oldu da öylesine darbeledin,
Pişmanlığımı serdin yerlere,
Oysa hayatı seninle sevdim,
Her şeyi senle gördüm,
Aşk gitti sen gittin ben gittim,
Yaptıkların unutulmuyor,
Kalbim küstü barışmıyor,
Elini tuttum ısıtmıyor,
Gözlerinde ben yokum,
Vazgeçtim ben bu acı unutulmuyor..

21.02.2021 #pazar saat:21.09

@istanbullu_sair 👏🏻🙏🏻❤️🤗🇹🇷🌳📚🐸
Read 4 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!