NAZIM NEDEN ÜLKEYİ TERK ETMEK ZORUNDA KALDI ?
Nâzım Hikmet, 1950’nin eylül ayında bir gün, askerliğini yapmadığı gerekçesiyle evinden alınıp Kadıköy Askerlik Şubesi’ne götürülmüştü.
Nâzım orada, Deniz Harp Okulu’nu bitirdiğini, stajyer subayken geçirdiği rahatsızlık sonunda askerlikten çürüğe çıkarıldığını bildirmişti. Cezaevinde bulunduğu yıllarda da, sağlığının düzelmediğini gösteren doktor ve hastane raporları vardı. Onlardan da
söz etmişti.
Zaten artık 50 yaşına geliyordu. Askerlik çağını da geçirmişti...
Bu askere çağırma işinde bir yanlışlık olmalıydı...
Nâzım Hikmet bunları belirtince, askerlik şubesi yetkilisi, “Öyleyse bunları belirten bir dilekçe verin” demiş, şairi serbest, bırakmıştı..
Nâzım Hikmet denileni yapmış, avukatıyla birlikte hazırladığı dilekçeyi şubeye vermişti.
Mesele böylece kapandı sanılırken, 1951 yılı başlarında, bunun gündemden çıkmadığı anlaşıldı. Nâzım Hikmet yeniden evinden alınıp aynı yere götürüldü. Bu defa oradaki iki doktora muayene
ettirildi. Doktorlar “sağlam” raporu verdiler.
Nâzım Hikmet buna itiraz etti. Bunun üzerine Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne gönderildi. Orada sağlık kurulunun muayenesinden geçti. Kurul raporundan da aynı sonuç çıktı.
Askerlik şubesi bu rapora dayanarak kararım bildirdi:
Nâzım Hikmet, iki yıllık askerliğini er olarak yapmak üzere Sivas’ın Zara ilçesine gönderilecekti.
Nâzım Hikmet 18 Eylül 1951 gününe kadar ya belgeleri bulup getirecekti ya da getiremezse, Zara’daki “acemi er”liğine başlayacaktı.
Nâzım Hikmet, kendisinden istenen belgeleri bulabilecek miydi?..
Bulamazsa veya buldukları askerlik şubesince yeterli bulunmayıp da, Zara’ya gönderilirse ne olacaktı? Oradan geri dönebilecek miydi?
Ortadan kaldırılacağı yolunda söylentiler
yoğunlaşmaya başlamıştı.
Sabahattin Ali’nin öldürülüşü hatırlardaydı.
Üstelik bir de “otomobil olayı” vardı. Nâzım Hikmet bir gün eşiyle birlikte yolda giderken, üzerlerine bir otomobil gelmiş, karıkoca ezilmekten güç kurtulmuşlardı.
Nâzım Hikmet’in “Türkiye’den kaçma” karan,
işte bu “askerlik” işinin gündemden kalkmaması ve bunun sonuçlarından endişe etmesi sonucunda oluştu.
Kara sınırlarından çıkmanın güvenli olmadığı, Sabahattin Ali’nin başına gelenle kanıtlanmıştı
O aşamada Refik Erduran devreye girdi.
Refik Erduran, 1951 yılında 23 yaşındaydı. Yükseköğrenimim Amerika’da tiyatro tarihi okuyarak
tamamlamış, Türkiye’ye dönmüştü. İstanbul'da Tuzla’da yedek subay olarak askerliğini yapıyordu.
Sonraları gazete sahipliği, milletvekilliği ve bakanlık da yapacak olan, o sıradaki genç işadamı Malik Yolaç motorunu satışa çıkarmıştı.
Erduran, Yolaç’ın komşusuydu. Onu daha önce tanımıştı. Gitti, motorunu satın alabileceğini söyledi.
Tabiî, motoru bizzat sürerek bir deneme yapması gerekirdi. Yolaç bunu kabul etti. Motorunun
anahtarını verdi.Marmara’da kısa bir tur attı.
Motor tam istediği gibiydi. Malik Yolaç’a “Bugün deneyemedim. Gelecek hafta deneyeceğim”
dedi ve “kaçış” hazırlıklarına başladı.
Gerisini Erduran’dan:
“Nâzım Hikmet, kaçış sabahı evinin önünde bekleyen polisleri atlatarak erkenden Tarabya’ya geldi. Hemen motora bindi. Ben önce ağır ağır Üsküdar’a doğru gittim. Karşı sahile yaklaştıktan sonra kuzeye yöneldim, Boğaz çıkışına kadar gittim.
Hava ve deniz çok güzeldi. Yalnız buğu vardı. Biraz açıldıktan sonra sahili göremez olduk. Ondan sonra motoru hızlandırdım, Karadeniz’e çıktık. Bir süre sonra baktım, ilerde bir karaltı...”
Bu karaltı, bir Rumen şilebiydi...
“Şilepten ‘Gelmeyin’diye işaret ediyorlar. Karadeniz’in ortasında bir motor, bir adam, Rusça ve Fransızca ‘Ben Nâzım Hikmet’im' diye bağırıyor. Bir saate yakın şilebin etrafında dolaştım. Nâzım, bağırıyor, onlar gitmemizi istiyor. Biz ona rağmen sokuluyoruz.
Bir ara Nâzım’a ‘Üzerinde para var mı?’ diye sordum. Niçin istediğimi sordu. ‘Kaptana rüşvet teklif edelim’ dedim. Çok kızdı.
Komünist, kaptan benden rüşvet alır mı?’ dedi.”
Erduran da, benzin tasarrufu olsun diye, kendi motorunu yavaşlattı.
Motor boğuldu. Çalışması durdu. Şilep ise yoluna devam etti. İki yolcunun - motoru çalışmayan teknesi dalgaların ortasında sallanmaya başladı.Çalışması zor idi..Nazım ın isteği üzerine
Marşa bastılar ve motor çalıştı.
Rumen ŞilebiPlehanov’un yanına gittiler tekrar..
Kaptan Bükreş’e sormuş olacak ki sonunda merdiveni indirdiler, tayfalar el salladı.
O anda Nâzım Hikmet’in yüzü birden aydınlandı, Merdiven kalkarken ‘Hadi sen de gel’ dedi arkadaşına
Şaşırdı, Böyle bir şey konuşmamıştık ‘Nereye?’ diye sordu?
Hem güldü, hem kızdı, ‘Elinin körüne' diye bağırdı. Onunla gitmek istemediğini söyleyince gözleri yaşarmıştı. Boynuna sarıldı...
Nâzım en son geminin kıçında görülür.
Şilebin kıçına eğilmiş, tam Plehanov yazısının üstünden Refik ERDURAN a el sallıyordu.. #nazimhikmet
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Merhûm sevgili oğlum Adnan'ın medfûn bulunduğu Kadıköy Kuşdili çayırındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. Teyzem ve kardeşim Kadıköyü'nde sâkindirler. Teyzemin adresi Mühürdar Caddesinde 67 numaralı hânedir, adı İsmet Hanım'dır.
Defin masrafı teyzeme tevdî buyurulmalıdır. Kabir taşım, hamîyetli Türk ve Müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne, şöyle yazılmalıdır: "Millet ve memleket uğrunda şehid olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemâl'in rûhuna fâtihâ".
Perîţan zevcem Hatîce'ye, yavrularım Müzehher ve Müşerref'e muâvenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimâm buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. Babam, Karamürsel âşâr memur-ı sâbıkı Ârif Bey de âcizdir. Kardeşim Münir de kimsesizdir.
TESUD GENEL MERKEZİNİN DUYURUSU
Bilindiği gibi TESUD Genel Merkezinde teftiş devam etmektedir. Sorulan soruların cevabı ve istenilen belgeler ibraz edilmektedir.
Herhangi bir problem yoktur.
Alnımız açık , başımız dik olarak, sorumluluk bilinci ile vazifemizi sürdürüyoruz.
Bir eksiklik veya problem çıkmasını beklemiyoruz.
Ancak ; böyle önemli ve hassas günlerde çeşitli sosyal medya platformlarında, üyelerimizden veya dışarıdan; TESUD Genel Merkez Yönetimi , yöneticileri , TESUD kurumsal kimliğine karşı ağır eleştiriler veya güncel olaylara ilişkin
yorum ve değerlendirmeler devam etmektedir.
Bundan üzüntü duyuyoruz.
Sakinlikle ve sessiz olarak bu sürecin sürdürülmesi gerektiğine inanıyoruz.
"Kadın Berberi" (1964) filminin çekimlerinden kısa süre sonra Karabük'teki Site Sineması'nın açılış galasına katıldık.
Ben, Filiz Akın, Ayhan Işık, Hüseyin Baradan..
Galadan sonra şerefimize bir parti verildi. Orada Filiz'le dans ederken de birkaç kare fotoğrafımız çekildi.
Bir sakınca görmedik elbette, patlayan flaşlarda. Gizlimiz yok, saklımız yok.
Ertesi gün "Hürriyet" Gazetesi'nin birinci sayfasındaki bir haber bomba gibi patladı Yeşilçam'da :
"Karabük'te nişan yaptılar!"
Halbuki yoktu böyle bir şey.
Tekziple falan uğraşmadık, hangi birini tekzip edeceksin ki!..
Kimseye haber vermeden yüzüklerimizi taktık ve nişanlandık..
Sonradan öğrendik ki bu haberi uçuran da Hüseyin Baradan.
Geçmişte "Hürriyet" muhabiri demiştim ya.. Arkadaşlarına o uçurmuş haberi.
İyi bir TWETTER HESABI nasıl olur?
1 Seçici olur Aman takipçim çok olsun diye önüne geleni takibe almaz..
2 Takibe almadan hesabı inceler ortak arkadaşlara bakarak bir fikir edinmeye çalışır.
3 TWET ÇALMAZ
4 Özgün olmaya çalışır 29 Harf ile 1-2 etkili cümle kurabileceğine inanır
5 Atılan tweti GÖZÜ ve BEYNİ ile okur. Başka başka organlar ile okumanın yanlış anlaşılmalara mal olacağını iyi bilir..
6 Zırt pırt " ZPAM YİYORUM NOKTA DAHİ OLSA YORUM LÜTFEN!!! " diye cahilce yazmaz..
7 Kibar olur..Hemen "LAN OLM..SEN! " diye ortalığa çıkmaz.
8 Flood yaparak 7-8 tweti birleştirerek #takip#takibetakip#Atatürkçülertakipleşiyor DİYE 50-60 kişiyi etiketlemez.Bunun trol timlerine HAZIR LİSTE olarak gittiğini ve bu hesapların ASKI OLACAĞINI iyi bilir..
9 Dilbilgisi kurallarına AZAMİ dikkat etmeye çalışır...
Annem evliliklerinin ilk günlerinde akşam yemeği için babama pirinç çorbası, biber dolması ve pilav yapıyor. Yemeklerin hepsi pirinçten anlayacağınız. acemi kadın, bu işleri daha pek bilmiyor ve babam bol pirinçli sofrayı görünce şaşırıyor ama yine de kalbi kırılır,
o kadar uğraşmış kadın diye hiç sesini çıkarmadan çorbasını içiyor, dolmayı yiyor, pilavdı derken '' eline sağlık hatun'' deyip sofradan kalkmak istiyor. tam kalkarken valide '' dur dur, tatlı da yaptım kocacım'' deyip dolaptan bir kase getiriyor.
Babam kaseyi görünce artık dayanamayıp muhahaha diye gülmeye başlıyor. Kasede sütlaç var. Annem anlam veremiyor gülüşüne, hayırdır noldu bey diyor. Babam puhahaha halen gülünce annem de ona bakıp gülmeye başlıyor. Fakat acemi annem daha neye güldüğünü bile bilmiyor.