Kadını uçuruma itiyorlar toprağını doğasını savunduğu için! İtene de yazıklar olsun, ittirene de!
Sizin bu nefret uyandıran binlerce uygulamanız yüzünden insanlar özüne dönüp ŞAMANİZME, TENGRİCİLİĞE YÖNELDİ ZATEN
#ikizderesahipsizdeğildir
#BezdukDaBezduk
Ramazan günü toprağını, deresini, suyunu, ovasını, çiçeğini, ağacını savunan kadınlara biber gazı sıkmak tam Müslüman işi zaten! #Direniyruk rantiyeciyi koruyan yönetim şeklinizden #BezdukDaBezduk !
Diyanet araştırma yapmış ülkenin %43'ü deistim, ateistim, tengriciyim, Şamanım, Hıristiyanım demiş. Diyanet bunu durdurmamız lazım demiş. Onu durdurmanız için önce bu talanı durdurmanız lazım!
Su gördün HES
Ağaç buldun KES'e devam edersen DURDURAMAZSIN!
Eskiden, bizim ormanlarımızda devletin maaşlı bekçileri vardı.
Halk ağaçları kesmesin, zarar vermesin diye.!
Şimdi, halk ormanlarını, derelerini devletten korumak için bekçilik yapıyor!
Gerçekten #BezdukDaBezduk !!
Bu foto çok şey anlatıyor ama anlayana...İnsan olana..!
#BezdukDaBezduk 👈
Rizeli köylüler, "silme oy verdikleri" partilerinin gece yarısı çıkarttığı ihanet yasalarıyla yüzleşiyor..!

#BezdukDaBezduk hainliğinizden!

Ruslar, Hakasya'da bir dağa maden arama ruhsatı verdiler ama Hakas Şamanlar öncülüğündeki halk, Duma'yı basıp izni iptal ettirdiler.
Çünkü Ata dini Şamanizmde doğa kutsaldır.
Doğadan değil, paradan yana olan imamların hali de ORTADA !
#BezdukDaBezduk
Bir Rizeli izin veriyor!
diğer Rizeli para hırsından doğaya ihanet ediyor!
Bunlara % 90 civarında oy yağdıran Rizeli köylüler de, (tehlike onlara da sirayet edince) nihayet! isyan ediyor ama nafile artık, olan da doğaya oluyor..!
#BezdukDaBezduk
Koyunları çok hafife alan çobanın sonu..!
Çobaba kızan koyunlar da #BezdukDaBezduk deyip direnişe geçerler bir gün ve adı olur #direniyruk ! ...
Heeeyy Türkiye bi omuz verun ulaaa!
Orman gidiii su gidiiii Hayat gidiii hayat!

#ikizderetasocağıolmasın

“Doğa sustuğu zaman insan konuşur.”
J. J. Rousseau

#BezdukDaBezduk
#3MayısTürkçülerGünü

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Sakalar İskitler(Gizlenen Eski Anadolu Halkı)

Sakalar İskitler(Gizlenen Eski Anadolu Halkı) Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @Saka_larr

May 11
19. Yüzyıl'da Osmanlı'nın içine düştüğü durumu bir İngiliz tüccar şöyle ifade ediyordu:
“Osmanlı Devleti, adeta memleketin zararı pahasına 3-5 tefeci ve zenginleşen birkaç paşanın çıkarlarını korumak için varlığını sürdüren bir devlet konumuna gelmiştir.”

Osmanlı, İstanbul'a girişte Türklere vize uygularken, İstanbul'da rumlar,yahudiler ve ermeniler ticaret alanında köşe başlarını tutmuş Galata Esnafı olarak anılmaktaydı. Aynı Galata esnafı 1860'dan sonra ekonomisi batan Osmanlıya yüksek faiz ile borç verecekti.

18.yüzyılda Osmanlı'da ciddi para sıkıntısı baş gösterdi. Öyle ki Osmanlı devlet adamları, 1784'te Fas'tan, 1789'da da Flemenk'ten borç istedi. Bu girişimler sonuçsuz kaldı. Osmanlı borç para bulamayınca, paradaki altın gümüş oranlarını azaltıp paranın (sikkenin) ayarını düşürdü.
Hatta paraları kırpmayı, parçalara bölmeyi bile denedi.

1808-1830 arasında altın sikkelerin biçim ve adı 35 kez, gümüş sikkelerin biçim ve adı 37 kez değişti. Para bulamayan Osmanlı piyasaya hem kâğıt para hem hazine bonosu yerine geçen “kaimeler” çıkardı.

Ancak para sorununa bir türlü çözüm bulunamadı. Bunun üzerine Osmanlı yabancı sermayeye kapılarını açtı: 1838'de Baltalimanı Ticaret Antlaşması'nı imzaladı. Yabancı tüccarlar için gümrükleri %5'e düşürdü. Böylece Türk pazarları yabancıların oldu.

Osmanlı, 1856'da (Islahat Fermanı'yla) yabancı sermaye yatırımlarına, 1867'de de yabancıya toprak satışına izin verdi.
18. Yy'dan itibaren para sıkıntısı çeken Osmanlı'nın imdadına Galata Bankerleri yetişti. 1848'de Galata Bankerlerinden J. Allen ve T. Baltazzi, Osmanlı'ya borç
vermek için, Osmanlı'nın himayesinde, İstanbul Bankası'nı (Banque de Constantiople) kurdular. Galata Bankerlerinin yüksek faizle Osmanlı'ya borç vererek çok kazandığını gören Batılı ülkeler de Osmanlı'ya borç vermenin yollarını aramaya başladılar.
1853 Kırım Savaşı'nda Osmanlı Rusya'ya karşı İngiltere ve Fransa'nın yanında yer aldı. Hem haraç vergisinin kaldırılması hem savaş masrafları, hazineyi fazlaca zorlayınca Osmanlı, 1854'te Avrupa'dan 3 milyon İngiliz lirası dış borç aldı. 33 yıl vadeli, %6 faizle alınan bu borca karşılık olarak Mısır'dan alınan yıllık vergi kaynak gösterildi.

Avrupa Osmanlı'ya borç verirken 5 kişilik bir gözetim/denetim komisyonu kurmayı şart koştu. (Komisyon 3 Osmanlı, 1 İngiliz ve 1 Fransız'dan oluşuyordu).
Avrupa, Osmanlı'ya borç vermek için 1855'te merkezi Londra'da Ottoman Bank'ı kurdu.
5 yıl içinde,
1859'da Osmanlı'nın dış borçları 13 milyon İngiliz lirasına, vadeli geri ödemeleri ise 20 milyon İngiliz lirasına yükseldi.
Osmanlı'ya borç veren ve Osmanlı maliyesini ele geçiren yabancıların baskısıyla 1863'te, adı Osmanlı, kendisi yabancı, Osmanlı Bankası kuruldu.

Bankayı İngiliz ve Fransızlardan oluşan iki kurul yönetecekti. Kuruluş amacı dış borçları ve faizlerini ödemekti. 
Osmanlı Bankası, Osmanlı'ya faizle borç verecekti.

Masraflar düşüldüğünde Osmanlı'nın eline aldığı borcun ancak %60.4'ü geçiyordu.
Osmanlı % 5- 6 faizle aldığı borçları verimli kullanamadı. Borçlarla tüketim harcamaları karşılandı. Bazı yatırımlar yapıldı ve Boğaz'da gösterişli saraylar inşa edildi. Borçların çoğu faiz ödemelerine harcandı.

1854-1875 arasında  Osmanlı toplamda 3 milyon frank borçlandı. Bir yıl içinde bu borcun onda birini ödemek zorundaydı. Ama ödeyemedi.  Osmanlı, 1875'te borç ödemelerini yarıya indirdi, 1876'da da iflas etti.
Her sıkıştığında ilk önce Galata Bankerlerine giden Osmanlı, iflas edince de önce Galata Bankerlerine gitti.
Sarraflar olarak da bilinen Galata Bankerleri, Baltazzi, Lorando Tubini, Korpu,Kamondo, Zarifi, Ogenidi, 
Fernandez, Köçeoğlu, Mısıroğlu gibi Levanten, Ermeni, Rum ve Yahudi bankerlerdi.

Sadece devlet adamları değil, son dönem Osmanlı padişahları; 
V. Murat, Abdülaziz ve 
II. Abdülhamit de Galata Bankerleriyle çok sıkı fıkıydı.
Galata Bankerleri, 1860'larda Galata'da “Komisyon Hanı” ve “Havyar Hanı” diye bilinen yerde Osmanlı'nın ilk borsasını kurdular. +++

Foto: Osmanlı tefecilerinden Zafiri-Osmanlı BankasıImage
1-+++Biraz parası olan herkesi borsaya, o zamanki tabirle “Hava Oyunlarına”alıştırdılar. Borsa, en çok da rüşveti meşrulaştırmaya yaradı.
Rüşvetçi memurlar, bürokratlar ve paşalara mallarının, mülklerinin kaynağı sorulunca “Hava Oyunlarından kazandım!” cevabını veriyorlardı.
(Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, s.57).

Galata Bankerleri, “kaime spekülasyonu” ile büyük paralar kazandılar. Borsada yaydıkları spekülatif haberlerle fiyatlarla oynuyorlardı; fiyatları düşen kaimleri satın alıyorlar, fiyatları yükselince de satıyorlardı. Bunun üzerine Osmanlı kaimeleri piyasadan çekmek zorunda kaldı.

1853-1856 Kırım Savaşı, Osmanlı maliyesini yerle bir etti. Borçlarını tahsil edemeyeceğini düşünen Avrupa, Osmanlı'ya baskı yapınca, Osmanlı, dünyaca ünlü Banker Rothschild ve Galata Bankerlerinden Baltazzi'yle anlaştı.
Osmanlı borç ödemelerini, bir süre bu bankerler aracılığıyla yaptı.

1876'da 2.Abdülhamit padişah oldu. Ama Osmanlı'nın kötü kaderi değişmedi. Borç, faiz batağı daha da derinleşti.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sırasında Avrupa'dan borç almak mümkün olmadı.

Osmanlı yine Galata Bankerlerine avuç açmak zorunda kaldı. Banker Zarifi ile gizli bir antlaşma yapıldı.
Bu anlaşma ile Osmanlı, Banker Zarifi'ye %15 faiz ve %5 komisyon vermeyi kabul etti. Zarifi'yle ayrıca 300 bin liralık bir avans anlaşması imzalandı.

Bunun karşılığında da Zarifi'ye %12 faiz ve aylık, 0.25 komisyon verilecekti. Zarifi'ye güvence olarak da bazı vilayetlerin aşar ve ağnam gelirleri gösterildi. Savaş devam ederken Osmanlı Zarifi'yle ve birkaç bankerle 45 milyon kuruşluk yeni bir anlaşma daha imzaladı.

Osmanlı 93 Harbi'ni kaybetti. Ruslar Yeşilköy'e kadar geldiler.
Galata Bankerleri, yüksek faizli alacaklarını tahsil etmek için Osmanlı'nın bir şekilde ayakta kalmasını istiyorlardı. Bu nedenle 93 Harbi sonrasında da Osmanlı'ya borç vermeye devam ettiler.
93 Harbi sonrasında 1878 yılı itibarıyla Osmanlı'nın, faizler dâhil, Galata Bankerlerine toplam 11 milyon Osmanlı Lirası borcu vardı. Bunun 690 bin lirası doğrudan Yorgo Zarifi'nin alacağıydı.
22 Kasım 1879'da Sadrazam Said Paşa, Banker Yorgo Zarifi ve Salamon Fernandez gibi Galata Bankerleri
ve Osmanlı Bankası yetkilileriyle “Rüsumu Sitte”anlaşmasını imzaladı.

Anlaşmaya göre Osmanlı'nın 6 kalem geliri; tuz inhisarı, tütün inhisarı, damga resmi, alkollü içki, balık avcılığı ve ipek aşarı Rüsumu Sitte idaresine bırakılıyordu.
Galata Bankerlerinin bu “Rüsumu Sitte” uygulamasından etkilenen Avrupalı alacaklılar hemen harekete geçtiler. 

Avrupalı alacaklılarla Osmanlı 
arasında 20 Aralık 1881'de “Muharrem Kararnamesi” imzalandı. Bu kararnameyle 1881'de Duyunu Umumiye İdaresi kuruldu.

Rüsumu Sitte gelirleri bu idareye devredildi. Avrupalı devletlerin temsilcilerinden oluşan Duyunu Umumiye, Osmanlı'nın temel gelir kaynaklarına el koyup alacakları tahsil etmeye başladı. Böylece Osmanlı tam bağımlı hale geldi.
Kaderin garip cilvesidir!

Osmanlı'nın Avrupa'ya tam bağımlı olduğu o günlerde, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni kuracak olan Atatürk doğuyordu.

Rum Banker Yorgo Zarifi, Yunan vatandaşıydı. Yunan bağımsızlık mücadelesini desteklemişti.
Banker Zarifi, 1860'lardan itibaren bir taraftan Osmanlı'ya yüksek faizle
borç verirken, diğer taraftan saray elitlerine, sultanlara borç vererek ve padişahların paralarını işleterek servetine servet kattı.
Sultan Abdülaziz ve V. Murat, Banker Zarifi'ye borçlu padişahlardı. 
II. Abdülhamit ise borsa oyunlarını Banker Zarifi'yle yürütüyordu.

Banker Zarifi'nin ağına düşen Osmanlı padişahlarından Abdülaziz,
Servetinin çoğunu borsada,“hava oyunları”nda kaybetmişti.
Pertevnıyal Sultan, oğlu Abdülaziz'in Sarraf Zarifi'den 1 milyon lira borç almasını istedi. Buna karşı çıkan Fuat Paşa azledildi,
yerine Mahmut Nedim Paşa getirildi. Abdülaziz döneminde saray kadınlarının mücevheratı bile bankerlerin elinde rehindi.
V. Murat, Abdülaziz'i tahttan indirmek isteyenlere gerekli finansal desteği sağlamak için Zarifi gibi bankerlerden borç almıştı.Image
2-+++Galata Bankerleri,
Murat tahta çıktığında borçlarını ödeyeceğini umuyorlardı. Bu nedenle Murat'ı tahta çıkarmak için Genç Türklere bile yardım ediyorlardı.
ll Abdülhamit,  Abdülaziz'in tahtan indirilmesinde ve kendi ifadesiyle öldürülmesinde Zarifi'nin ekonomik desteği olduğunu bilmesine karşın
Banker Zarifi'ye dokunmadı. (Ersal Yavi, Bir Ülke Nasıl Batırılır, s. 201, 230, 236)

Banker Yorgo Zarifi'nin torunu Yorgo L. Zarifi'nin “Hatıralarım” adlı kitabında yazdığına göre Banker Zarifi, Abdülhamit'le şehzadeliği döneminde tesadüfen karşılaşmıştı.

Abdülhamit'in kötü yönetilen büyük bir serveti vardı. Abdülhamit, servetinin yönetimini Banker Zarifi'ye teslim etti. Abdülhamit'in Mabeyin Baş Katibi Tahsin Paşa anılarında şöyle diyor:

“Abdülhamit Efendi maaşını (750) lira karşılığında Sarraf Mösyö Zarifi'ye iskonto ettirirdi. Sarraf Mösyo Zarifi, Abdülhamit Efendi'nin bu şekilde iskonto ettiği maaşlarını kendi hesabına kaydeder ve bunlara bir FAİZ YÜRÜTEREK gerek bunun hasılını ve gerek çiftliklerinden
ve diğer emlak ve akarından aldığı gelir ile birlikte bütün nakdi servetini gene Mösye Zarifi aracılığıyla KÂRLI İŞLERDE kullanırdı…” (Tahsin Paşa, Abdülhamit Yıldız Hatıraları, İstanbul, 1931, s.11, 138).

Görüldüğü gibi ll.Abdülhamit maaşını Rum Banker Zarifi aracılığıyla -haram, günah demeden- “faize” yatırıyordu.
Banker Zarifi, ll.Abdülhamit'e “babam” diye hitap ediyor, Abdülhamit de Zarifi'ye “Reaya ol, seni vezir yapacağım” diyordu.

Ama Rum Banker Zarifi, Yunan vatandaşlığından çıkmayı asla düşünmüyordu (Seriyye Akan, “Osmanlı-Rum Bankeri Yorgo Zarifi”, Toplumsal Tarih, S. 246, Haziran 2014, s. 49).

Tahsin Paşa'nın ifadeleriyle “Sultan Hamit, kendisini iktisat yolunda teşvik edip aydınlatan Mösyö Zarifi'ye karşı sonuna kadar teveccüh ve muhabbet beslemişti.” (Tahsin Paşa, age, s. 11)

Banker Zarifi 1884'te İstanbul'da öldüğünde ll. Abülhamit, 2 şehzadeyi taziyeye gönderdi.
ll.Abdülhamit, Yorgo Zarifi öldükten sonra oğlu Leonida Zarifi'yle para-borsa ilişkilerini sürdürdü.

İşin ilginç tarafı, Banker Zarifi, sadece Osmanlı'ya borç vermiyordu, Yunanistan'a da borç veriyordu (La Turquie Gazetesi, 25 Ağustos 1880).

Devletlere ve devlet adamlarına yüksek faizle borç veren, borsa spekülasyonlarıyla servetine servet katan Banker Yogo Zarifi, aynı zamanda “Hayırsever Zarifi”olarak da biliniyordu.
Türkiye'de ve Yunanistan'da okullar ve hastaneler
 yaptırıyor, fakirlere yardım ediyordu. (Akan, age, s. 50).

ll.Abdülhamit, Rum Banker Zarifi aracılığıyla borsada,“hava oyunları”yla servetine servet kattı. Avrupa'daki sermaye piyasalarında yatırımlar yaptı.  Spekülasyonlardan yararlandı. Çiftlik,maden ve petrol gelirlerini 
Banker Zarifi aracılığıyla borsa yatırımına dönüştürdü. Kazandığı paraları, Avrupa bankalarında altına ve tahvile yatırdı. Tahvil yatırımları arasında Anadolu Şimendifer tahvilleri ve Selanik Limanı hisseleri de vardı.

ll.Abdülhamit bu kadarla da yetinmedi. Hazine-i Hassa Müdürü yaptığı Agop Kazazyan sayesinde büyük çiftlikler satın aldı. Anadolu, Trakya ve Kuzey Afrika'daki üzerine tapulu çiftliklerin sayısı 150'yi aşıyordu. 20 den fazla şehrin tapusu da üzerindeydi.
Musul petrollerini, bazı madenleri ve Hereke Halı Fabrikası gibi bazı fabrikaları özel mülkiyetine geçirdi.
Vasfi Şensözen,"Osmanoğullarının Varlıkları ve ll.Abdülhamit'in Emlaki”adlı eserinde Abdülhamit'in çok sayıda emlak varlığını"açık yolsuzlukla”elde ettiğini yazar ve şöyle der: “Bu açık yolsuzluklara ilave olarak Abdülhamit, kardeşi V. Murat'ın emlakını bile zapt ederek idaresini Hazine-i Hassa'ya devretmişti.
V. Murat'ın menkul eşyalarıyla mücevheratı dahi ele geçirilmiş ve buna karşılık Sultan Murat'ın alacaklılarına hiçbir şey ödenmemiştir.” (Şensözen, age, s. 76).2Abadülhamit'in sadece gayrimenkullerinin sayısı 11.000'di. (Şensözen, age, s. 161).

1903 yılına gelindiğinde ll. Abdülhamid dünyanın en zengin 3. Sultanıdır. +++Image
Read 5 tweets
May 8
Tarih Arapların Türklere Yaptığı İhanet ve Kıyımları Yazıyor.

Şimdilerde el üstünde tutulan Arapların tarih boyunca Türklere yaptıkları ihanetler ve Türk düşmanlığını, din kardeşimiz dediğimiz Arapların bize nasıl ihanet ettiklerini gelin tarih seyri içinde inceleyelim:

“1916 yılının şubat ayında tarihi Erzurum Kalesi düşmanın sürpriz bir saldırısıyla düştüğünde, bu durumun Osmanlı ordusundaki Arap subaylarının Çarlık Rusya'sının komutanlarına verdiği bilgiler sayesinde gerçekleştiği anlaşıldı.”

“Osmanlı Saltanatını Yıkma Zamanı Geldi”
Emir Hüseyin’in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlar: “…Uyanınız!
Elele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi.” (2) Emir Faysal’ın 11 Ağustos 1919 günlü mektubu: “Bütün Müslümanların gözleri İngiltere’ye dikilmiştir.

Türk-Müslüman İmparatorluğu’nun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar.”(3)
Mekke Emiri Hüseyin, 11 Mart 1917’de Bağdat’ı ele geçiren General Mod’a, “Bağdat’ı Turanilerden (Türklerden) kurtardığı için Allah’a şükrettiğini,
İngilizlerin başarılarına duacı olduğunu”bildirecektir.(4)

(Daha geride)...Her kim Türklerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi Müslümanlar bir bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar,Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mal ve ganimet alıp yine dönüp Merve geldiler.(5)

Yaz gelince Kuteybe, Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler.

Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü. (6)
Hepsini öldürün ! Hepsini öldürün !
Kuteybe dedi: -Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü uktülühü uktülühü).
(Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün)

Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler.(7)
Rivayet ederler ki 4 fersenk yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd?e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler. (8)

Ganimet malının beşte birini Haccac’a gönderip semerkant’ın fethini de ilan etti. Haccac da bu haberi işitip sevindi. Kuteybe tekrar Merv’e döndü. Kardeşi Abdullah’ı semerkant’a emir yaptı. Askerlerinin bir miktarını onun yanında bıraktı ve gereği kadar harp aleti verip,
Abdullah’a dedi: kafirlerden ( ki Türkler oluyor) hiç kimseyi semerkant’a girmeye bırakma, ancak eline bir parça balçık ver ve o balçığın üzerine mühür vur.(9)

Öldürülen Türklerin Haddi Hesabı Yoktu

Bu harblerden birinde, Et-Taberi’nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre,
Bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe'ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman’ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi.

Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına, bin tanesinide önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir.

Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harblerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu.

Vahşetten Gururlandı

Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır;
Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı +++ " YETER ARTIK "Image
1-+++ Ata Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler. (10)

YETER ARTlK ARAP SEVDASI BİTSİN
ÇANAKKALE' DE DE İHANET ETTİLER !
Çanakkale Savaşında Araplar Ateş Altındaki Silah Arkadaşlarını Bırakıp Kaçtı:

“… 57. Alay 180 yükseltili tepeyi, 27. Alay da Kırmızı Sırt’ın büyük bölümünü geri aldı. Ama sol kanattan haber gelmiyordu. Buraya yollanan 77. Arap Alayının, 27. Alayın soldaki taburuyla birlikte düşmanı denize doğru sıkıştırıyor olması gerekmekteydi.

Anzakların denize süpürülmesini bu baskı sağlayacaktı. M. Kemal cepheyi siper siper denetleyip askerinin ateş altındaki durumunu inceleyerek, gün doğarken Kocedere’ye gelecek, çok üzücü, çok şaşırtıcı bir olayla karşılaşacaktı.

Çanakkale’de bir daha yaşanmayacak bir olayla…
Gün ağarıyordu… Telefon bağlanmadan, 77. Alayın 1. Tabur Komutanı Binbaşı Hacı Mehmet Emin Bey geldi. Gözleri ağlamış gibi kıpkırmızıydı.

“Efendim” dedi, “… Utanç içindeyim. Ne yazık ki, alayımız çil yavrusu gibi dağılarak savaş alanından kaçmıştır…”
– “Ne diyorsunuz?”
-“… Alay komutanını bulamadım. Sizin buraya geldiğinizi duyunca bilgi sunmak için koşup geldim.”

Mustafa Kemal bu dürüst askeri Trablus’ta sömürgeci İtalyanlarla savaştıkları günlerden tanıyordu. Yanında kol komutanlığı yapmıştı. Gece sol yandan neden bilgi gelmediği, Anzakların niçin denize sürülemediği anlaşıldı. Savaş alanından kaçmak, bağışlanabilir suç değildi.

Hacı Mehmet Emin Bey’e, “Alayı Kocadere’nin batısında toplayınız…” dedi, “…Yine kaçan olursa vurunuz!”
Arap askerlerinin bazı halleri, tavırları, alışkanlıkları, tümende bulunan Türk askerlerini şaşırta gelmişti…

Ama en çok da bu adamların çoğunun silah arkadaşlarını ateş altında bırakıp kaçmalarına şaştılar. Bambaşka bir milletin ve çok farklı bir toprağın çocukları olduklarını yaşaya yaşaya her gün biraz daha iyi ve derinden anlamaktaydılar”

Turgut Özakman söz konusu dipnotları M. Kemal, Fahrettin Altay, Şefik Aker, İzzettin Çalışlar gibi Çanakkale Savaşlarında görev alan komutanların resmi raporlarına ve adı geçenlerin anı ve müşahedelerine dayanarak hazırlamıştır.)(11)

Sultan Mehmet Reşat, bir yandan Türk Ordusunu harekete geçirirken, diğer yandan da Halifelik sıfatını kullanarak 11 Kasım 1914 ten Cihad-ı Mukaddes (Kutsal Savaş)i ilan etmek suretiyle, ortak düşmana karşı İslâm âlemini birlikte savaşa katılmaya çağırmıştı.

Ancak Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Hicaz da kutsal savaşa razı olmamıştı. Şerif Hüseyin in esas gayesi, Arapların Kralı olmak ve Halifeliği ele geçirmekti.
Kahire'deki İngiliz Genel Valisi Sir Henry McMahon ile Şerif Hüseyin arasında Temmuz 1915 ayı içerisinde yapılan pazarlıkta, kurulması tasarlanan Arap İmparatorluğu sınırının; Kuzey de Mersin, Adana, Birecik-Urfa-Mardin dâhil, İran sınırına kadar, Doğuda, Basra Körfezi, Güneyde, Aden üssü hariç Hint Okyanusu kıyısı, batıda ise Kızıldeniz-Akdeniz kıyılarını kapsayacak şekilde olması görüşülmüştü.(12)
2-Hasta Trenindeki Bütün Yaralı ve Hasta Türklerin Hepsini Öldürdüler

Türk Ordusunun Eylül 1918 ayı içerisinde Tafas çekilme harekâtında Lawrence, kinini ve öfkesini kontrol edemez haldeydi. Artık Türkleri hiçbir şeyin kurtaramayacağını biliyordu.

Bütün benliği ile kendini o kanlı katliama vermişti. Korkunç çığlıklar atıyordu. Deli gibi bağırıyordu. Süngülü bir Türk erinin yüzüne ateş etti ve yere yığılan ölüyü atına çiğnetti.

Arap askerleri, Lawrence ın kışkırtmasıyla Dera da terkedilmiş bulunan bir hasta trenindeki bütün yaralı ve hasta Türkleri merhametsizce öldürmüşlerdir.(13)

Türk Ordusu, Dera ve Şam istikametinde kuzeye doğru çekilirken Dera Tafas köyü civarında Lawrence, yanında bulunan Arap birliklerine; Savaşçılar! İçinizde en iyisi, en çok Türk öldürecek olandır. Esir almayacaksınız. Teslim olmak isteyeni öldüreceksiniz.
Hepsini öldürün!
Hepsini öldürün! Demiş, bunun üzerine Arap kumandanlarından olan Tallal, Auda ve Nasır da bedevi askerlerine aynı şekilde Esir almak yok! Bütün Türkleri öldüreceğiz! Komutunu vermiş ve uygulamışlardır.

Ayrıca Tallal, çekilen Türk askerlerini takip ederken yolda halsiz bir şekilde uzanan su..Su diyen bir Türk askerinin başına ateş ederek onları öldürmüş, yol boyunca gücü tükenmiş diğer Türk askerlerini de adamları ile birlikte insafsızca katletmiştir. (14)
" YETER ARTIK "Image
Read 8 tweets
Apr 6
Osmanlı hakimiyetine kadar Doğu Karadeniz Bölgesi de Türkler adlı doktora çalışmasından kıymetli bilgiler öğrendiğimiz Prof Dr İbrahim Tellioğlu hoca,
Ermeni ve Gürcü tarihçilerin gözünden Türk, Ermeni ve Gürcü ilişkilerini yazdı.

Tarih boyunca farklı coğrafyalarda yaşamış bir millet olan Türkler için Kafkasya ve Anadolu'da yurt edinip devlet kurduğu coğrafyalardan biridir.

Türkler tarih boyunca dünyanın farklı bölgelerine göç ederek pek çok toplulukla temas kurmuşlardır. Bu topluluklar arasında Gürcüler ve Ermeniler de vardır.
Hazar Denizi'ni aşarak batıya göç eden Türk toplulukları Kafkasların güneyinde ve Doğu Anadolu'da bu iki toplulukla karşılaşmıştır.
Tarihin seyrine göre ilişkiler değişse de uzun süre bir arada yaşamaları Türklerin, Gürcülerin ve Ermenilerin birbirlerini yakından tanımalarına zemin hazırlamıştır.
Bu kitap, Türklerin Orta Çağ boyunca Ermeni ve Gürcülerle münasebetlerinde fazla bilinmeyen konuları aydınlatmaktadır.
@ProfDrTellioglu hocama ve yayıncı
@bilgekultur yayınlarına teşekkür ediyorum.

Kitaptan bazı bölümleri bu bilgiselin altına ekleyeceğim.Image
1- Prof Dr İbrahim Tellioğlu'nun efsane kitaplarından bilgisel
"Fethedilenlerin Gözüyle Anadolu'nun Fethi."
Read 4 tweets
Mar 30
"Türkçe söyleseler Yunan olduğuna inanmazdım..."

Zaten Yunan değiller,
yüz yıllık Yunan asimilasyonu ile Yunanlaşan Karaman Türkleri bunlar. Mübadele ile en büyük talihsizliği yaşayan, Türkçe konuşan Ortadoks Hırıstiyan Karamanlar bunlar.
Peki bu Türklere neden Karamanlı diyorlar?...

Karamanlıların Türklerin hangi boyundan oldukları, Hıristiyanlığı tam olarak ne
zaman kabul ettikleri konularında da çeşitli görüşler vardır. Karamanlıların Selçuklu
Devleti zamanında Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Türkmenler mi olduğu yoksa
daha önce Karadeniz’in kuzeyinden gelen ve Bizans İmparatorluğu tarafından
devletin uç bölgelerine yerleştirilip Hıristiyanlaştırılan Peçenek, Kuman, Uz ve
Kıpçak Türklerinin kalıntıları mı olduğu konusunda da kesin bir ifade kullanmak
şimdilik mümkün görünmemektedir. Eckmann’a (1988: 89) göre, Hıristiyanlığı
kabul etmiş Türklerin soyundan gelen Karamanlılar, XIV. yüzyılda Karaman
Beyliği’nin himayesine girdiği için Karamanlı adını almış, daha sonra da
Anadolu’da yaşayan bütün Hıristiyan Türkler için “Karamanlılar” adı kullanılmıştır.
Bir başka görüşe göre Karamanlılar, Karadeniz’in kuzeyinden göç ederek
Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırlarına yerleştirilen ve Hıristiyanlaştırılan
Kıpçak, Kuman, Peçenek ve Uz Türklerinin kalıntısıdır. Nitekim Bizans
kroniklerinde, 1040’lı yıllarda Peçenek kumandan isimleri olarak Sulça, Selte,
Kateleim ve Karaman isimlerinin zikredilmesi (Kurat 1992: 57), Karamanlıların
Peçeneklerden gelmiş olmaları ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Eröz (1983: 11) de,
Bizans İmparatorluğunun aralarında Karaman adında bir kumandan isminin de yer
aldığı Peçenek Türklerini, ülkenin doğu sınırlarına yerleştirdiğini kaydeder:
Bir diğer görüşe göre ise, Karamanlılar, Karamanoğulları beyliğinde
Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Türkmenlerin devamıdır.4
Türk ortodoks kilisesi
episkoposu Selçuk Eren Erol ve Patrik Turgut Eren Erol, kendilerinin “Oğuz”lardan
olduklarını söylemektedirler (Cihangir 1996). Karamanlıların özellikle
Karamanoğulları beyliğinin sınırları içinde yer alan Kayseri, Niğde, Nevşehir,
Konya, Karaman şehirlerinde yoğun olarak yaşamış olmaları bu ihtimali
kuvvetlendirmektedir.

Anzerlioğlu, Bizans tarihinde, Karamanlı-Karamanie (Karamanie Krallığı)
şeklinde geçen bir gruba rastlanıldığını ifade eder. Buna göre, Bizans tarihinde 1205
yılında Alişir ve emrindeki Karamanieler tarafından Edirne’ye bir saldırıdan söz
edilmektedir. Bizans kroniklerinde sözü edilen Alişir, “Bizans İmparatorluğu
hizmetinde çalışan binlerce Peçenek, Uz, Kuman Türkleri dışında Bizans’a hizmet
etmiş bulunan Anadolu Türkmenlerinden birisidir” (Anzerlioğlu 2002: 227).
Anzerlioğlu (2002: 227), Bizans kroniklerinde adı geçen Karamanieler ile
Anadolu’daki Karamanlılar arasında bağlantı kurmaktadır:
“… M.S. 5. yüzyılda Hunlardan başlamak üzere Bizans’a hizmet eden
Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman Türkleri kadar Anadolu Selçuklu ve
Türkmenleri de ön koşul olarak Hıristiyanlığı kabul ile benzer bir hizmette
bulunmuşlar ve adı geçen bu Türkler ayrı bir isimlendirmeyle, Türkopoller
olarak tanınmışlardır.
Karamanielerin İzzettin Keykavus’a destek veren
Anadolu’daki Karamanlılarla bir bağlantıları olma ihtimali oldukça yüksek
görünmektedir.”
Eserlerini Grek alfabesiyle Türk dilinde yazan Hıristiyan Türklerin Karamanlı
ismini nereden aldıkları ve hangi Türk boyundan oldukları konusunda tam bir
açıklık olmamakla birlikte, yoğun olarak Konya, Niğde, Nevşehir ve Karaman
yerleşim birimlerinde yaşamış olmalarından dolayı, Karamanlı isminin coğrafî bir
tanımlamadan kaynaklandığı düşünülmektedir. Ancak yukarıda ifade edildiği gibi,
Karamanlı isminin boy isminden de kalmış olabileceği ihtimali de gözden uzak
tutulmamalıdır.
Karamanlıların isimlerini nereden aldıkları ve Türklerin hangi boyundan
geldikleri tam anlamıyla ispatlanamasa da, onların Türkçe’den başka bir dil
bilmemeleri, yaşam biçimleri ve gelenek-görenekleri bakımından+++
1-+++Müslüman
Türklerden farklı olmamaları ve Şeriye Sicillerinden anlaşıldığı üzere, adlarının
Türkçe olması gibi sebepler, Türk olduklarını ispat etmektedir.

Karamanlıların Türk olduklarının en belirgin göstergelerinden biri, kişi adlarının
Türkçe olmasıdır. Karamanlı nüfusunun en yoğun olduğu bölge olan Orta Anadolu
şehirlerindeki Şer’iye Sicilleri ve Tapu Tahrir Defterlerindeki kayıtlar, bu bölgede
yaşayan Hıristiyanların adlarının Türkçe olduğunu göstermektedir. Bu adlar
arasında Bulgar veled-i Sevundük, Musa veled-i Bulgar, Arslan Karaman, Uğurlu
veled-i Karaman, Timur, Melikşah, Karagöz, Kaplan, Yağmur, Aydoğdu,
Tanrıvermiş, Bahadır, Tursun bin Turmuş, Bahadır gibi Türkçe adlar (Anzerlioğlu
2002: 214-219), Karamanlıların Türk kökenli olduklarının en belirgin işaretidir.
Şayet bazı araştırmacıların iddia ettikleri gibi, bunların dili zorla değiştirilmiş
olsaydı, Karamanlılar arasında en azından Rumca kişi adlarının yaşıyor olması
gerekirdi.
Anadolu’daki Hıristiyan Türkler arasında mübadeleye kadar sadece Türkçe
konuşulduğunun en önemli kanıtı, bugün Yunanistan’daki Karamanlıların “böyle
Türkçe gonuşurduk. Urumca gonuşan yoğudu.” (Anzerlioğlu 2002: 220) şeklindeki
ifadeleridir.
16. yüzyıldan itibaren eserlerini Türk dilinde Grek alfabesiyle yazmış olan
Karamanlıların ibadet dili de Türkçe’dir. İbadet esnasında Yunanca, bazen İncil ve
ilahiler okunurken kullanılmış; ancak vaazlar daima Türkçe ile yapılmıştır.
Mübadeleden (1924) sonra, Karamanlıca eserlerin sayısında görülen azalmaya
karşılık, Türkçe kendi aralarında hâlâ konuşulmaktadır. Özellikle yaşlılar arasında
Türkçe yoğun bir şekilde konuşulmaya devam etmiştir. Hatta “ben bunların
dilinden çokça bilmem. Çoğunu anlamam biliyon mu …”, “Türkçe konuşuyorlardı.
Buraya gelincik de Türkçe konuşuyorduk. Urumca bilen yok idi. Çocuklarımız
bilmiyordu Urumca. Yasak ettiler bizim dilimizi mektepte.” (Anzerlioğlu 2002: 221)
türündeki ifadelerden, bugün Yunanistan’daki birinci nesilden olan Karamanlıların
Türkçe konuşmaya devam ettikleri, buna karşılık Yunanca konuşabilme konusunda
sıkıntı içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Hatta bu cümlelerdeki Yunanca için
“bunların dili”, Türkçe için ise “bizim dilimiz” ifadesini kullanmış olmaları,
Karamanlıların kendilerini nasıl hissettiklerini göstermesi açısından önemlidir.
Karaman ismine Türk dünyasının değişik yerlerinde şahıs ve yer adı olarak
rastlamak mümkündür. Bizans kaynaklarında Peçenek kumandan adı olarak geçen
Karaman ismi, aynı zamanda Kazak-Kırgızlarda bir oymak adı, Eski Oğuz
yaylalarının kuzeyinde bir nehir adı, Şamanist ilahilerde bir ruhun adı, Kalmuk
kahramanlarından birinin adıdır (İnan 1987: 8-10). Bunlardan daha ilginç olanı,
Gagavuzlar arasında da, Karaman isminin bir köyün adı olarak yaşıyor olmasıdır
(Anzerlioğlu 2003).
2-Karamanlı Edebiyatı
Karamanlılardan günümüze çoğu Hıristiyanlıkla ilgili dinî ve ahlakî öğretileri
anlatan ve Yunancadan tercüme edilen birçok eser kalmıştır. Karamanlılara ait Grek
alfabesiyle yazılmış en eski eser, 1584 yılında yazılmış olan Gennadios
İtikatnâmesi’dir. Fatih Sultan Mehmet’in isteği üzerine, İstanbul Patriği
Gennadios’un Yunanca yazdığı bu itikatname, Karaferye Kadısı tarafından
Türkçe’ye tercüme edilmiş ve Türkçe metin daha sonra Grek alfabesiyle yazılmıştır
(Eckmann 1991: 22). Ancak bu itikatnamenin Karamanlı ağzı yerine Osmanlı yazı
diliyle yazıldığı için, Karamanlı ağzını yansıtan bir eser olarak ele alınması zordur.
Dolayısıyla Karamanlı edebiyatını, Grek alfabesiyle yazılmış bu itikatname ile
başlatamayız.
Karamanlı ağzına ait eserler, 18. yüzyılda yazılmaya başlanmış; 19. yüzyılda
artarak devam etmiş, 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında ise, en yoğun
dönemini yaşamıştır. Karamanlılardan kalan eserlerin çoğu dinîdir. Hristiyanlığın
öğretilerini 18. yüzyılda halka duyurmak ve yaymak maksadıyla kaleme alınan
Karamanlı ağzına ait metinler, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren halk
edebiyatına ait hikâye ve destan gibi türlerin ve başvuru kitaplarının da dahil
olmasıyla genişlemiştir. 18. yüzyılda yazılan eserlerin genellikle Hıristiyanlıkla
ilgili olması, Karamanlı edebiyatının başlamasında misyonerlerin Anadolu’da
yaşayan Hıristiyanlara yönelik faaliyetlerinin önemli etkisi olduğu söylenebilir.
Nitekim Karamanlı ağzıyla yazılmış ilk metinler dinî karakter taşırken; atasözleri,
Nasrettin Hoca Fıkraları, Aşık Garip Hikâyesi ve Şah İsmail Hikâyesi gibi din dışı
konulara ait metinler daha sonraki yıllarda yazılmıştır. Hatta Karamanlı alfabesinin
oluşturulmasında, 1820 yılında İngiliz Bible Society tarafından İstanbul’a gönderilen
misyoner Leeves’in önemli katkılarının olduğu bilinmektedir (Anhegger 1988: 645).
Karamanlı ağzıyla yazılmış bugüne kadar tespit edilen eser sayısı 752’dir (Balta
1998: 5). Bu eserlerin çoğu Atinada’ki Milli Kütüphane’de (National Bibliothec) ve
Yunan Bilim Akademisi Kütüphanesi’nde (Bibliothek der Griechischen Akademie
der Wissenchaften) bulunmaktadır. Grek alfabesiyle yazılmış bu eserlerin
tamamının Karamanlı ağzıyla yazıldığını ya da Karamanlı ağzını yansıttığını ifade
etmek zordur. Çünkü bunların bir kısmı, dönemin standart yazı dili olan Osmanlı
Türkçesi ile yazılmış ya da Yunanca öğrenmeye yönelik gramer kitapları veya bir
kısmı da misyonerlik faaliyetlerinin ürünü olan kitaplardır. Karamanlı edebiyatında,
misyonerler tarafından yazdırılan eserler çıkarıldığında, geriye fazla dinî eser sayısı
kalmaz.5

(5 Karamanlı ağzıyla yazılmış eserlerin tahlilî bibliyografyası ilk önce Sévérien Salaville ve
Eugène Dallegio tarafından üç cilt, daha sonra yeni eserlerin bulunmasıyla Evangelia
Balta tarafından da iki cilt hâlinde hazırlanmıştır: SALAVİLLE, Severien – Eugene
DALLEGİO, Karamanlidika – Bibliographie analytiques d’ouvrages en langue turqe)Image
Read 11 tweets
Mar 27
TRABZON NE “LAZ” NE “RUM” DUR !
ÖZ BE ÖZ TÜRK YURDUDUR.!

Trabzon tarihten bu yana Türk'tü bugünde Türk'tür. Ebediyen de Türk olarak kalacaktır.

Geçmişten günümüze Doğu Karadenizi; Kimmer, Gaska, İskit, Dril, Tibaren, Peçenek, Bulgar, Akhun, Hun, Hazar, Kuman, Kıpçak , Çepni, Avşar gibi bir çok Türk Budunu yurt tutmuştur. Yakın geçmişe kadar Trabzon'un %70' i Cepni boylarındandir.

Bugünde çokça adı duyulan iki Türk Budunu Çepni ve Kıpçaktır. Ancak Doğu Karadeniz'e geçmişten günümüze dek yerleşen Türk-Turani kavimlere bakılırsa aslında Doğu Karadeniz'in küçük bir Turan olduğu ortaya çıkmaktadır.

Fâtih Sultan Mehmed'in yıktığı küçük Komnennos prensliğini okul kitaplarımız devlet hatta imparatorluk olarak pazarlasa da bunların nüfusu 4 bin kişidir (Bknz: Prof Dr İbrahim Tellioğlu, Karadeniz Kıpçakları).

●Önce Şunu Bilmek Gerekiyor! "Lazlar Türk mü, değil mi?

Ağırlıklı olarak Arhavi ve Hopa civarında bulunan az sayıda kendine laz diyenlere göre bir kısım Lazlar kendilerine Türk demiyor. Bir kısmı ise Kafkasya kökenli bir halkız diyorlar ama Kafkasya'ya da Türkistan'dan geldik diyorlar.
Eski çağlardaki haritalarda Gürcistan, Batum sahil bölgesinde Lazica diye küçük bir bölge vardır.
Kendilerine laz diyenlerin,
Karadeniz’de nüfusları en fazla 200 bin en az 80 bindir. Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin, Fındıklı, Arhavi, Hopa ve Borçka’da yaygın olarak yaşarlar.

● PEKİ KİMDİR BU RUMLAR ?

Rum etnik kökeni temsil eden bir kelime değildir. Yazılışı "Rome" Okunuşu "Rom" dur. Zamanla Rum kelimesine evrilmiştir. Romalı Roma imparatorluğuna tabi vatandaşlar yani Roma vatandaşı demektir. Anadolu'ya yerleşmeleri çok eski tarihlere dayanan Rumlar, 1923 yılından sonra Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesiyle, Karamanlar gibi diğer Hıristiyanlara birlikte Yunanistan'a gittiler. Bunlar eski çağlarda Şaman/Kamlık inancındayken, Roma, Devlet baskısıyla Hıristiyanlara dönüştüler. Tıpkı Bitlis ve çevresindeki Armenşahlar gibi, tıpkı 20 vilayetin bağlı olduğu büyük Karaman Devleti-Karamanlılar gibi, tıpkı Karadeniz Kıpçakları gibi, tıpkı eski çağda Amasya'da kurulan Samsun, Sinop dahil Orta Karadeniz'de 250 yıl kadar hüküm süren(MÖ 311-MÖ 63) Pontus devleti-Pontoslular gibi hepsi Turani, Şamanidir. Pontos devletini Yunanlılar değil Pers valisi Turanlı Mihridat ve ailesi kurmuştur.
Devlet yıkılınca halkı da birden bire ortadan kalkmadığına göre, bunlarda İskitlerin, Hunlara dönüşmesi gibi Anadolu'da da dönüşmüş, din de değiştirmişlerdir.
Zaten Türkler neredeyse dünyadaki tüm dinleri denemiştir. Ne demişti Yesevi; "Din seçim Türklük Kader." +++Image
1-++ özetle: Rum sözcüğü etimolojik ve tarihsel kullanılışıyla Roma'dan kaynaklanmıştır. Bu sözcükle "Roma İmparatorluğu", "Roma İmparatorluğu'nda yaşayan kimse", "Romalı", "Arap ilinden başka ilden olan kimse", "Anadolulu", "Osmanlı" gibi anlamların karşılığıdır. Eski Türkçe'de Anadolu'ya
Diyar-ı-Rum; yani Roma Ülkesi denirdi.

Türkiye Selçukluları zamanında Anadolu'ya hakim olan Türklerden bahsederken ‘Konya Rum sultanlığı’, ‘Rum sultanı’ "Diyarı Rum Selçuklu Devleti" gibi isimlerin yanı sıra, Mevlana Celaleddin Rumî, Eşrefoğlu Rumî, Osmanlı dönemi Yıldırım Bayezid'ın Sultan-ı İklim-i Rum ünvanını alması gibi pek çok tarihi simâların taşıdıkları adlar Türklerin bu isim zarfında, Akdeniz dünyasına dahil edilmiş olduklarını gösterir.
2- TRABZON'A İSKAN EDİLEN OĞUZ BOYLARI

Trabzon’da de çeşitli Türk boyları yaşamaktadır. Bölgeye Danişmendli devletiyle ve ardından Selçuklular ile sürekli göç başlamıştır. Komnennos Prensliğinin ortadan kalkmasıyla Osmanlı'da da bölgeye göçler devam etmistir. Bu dönem çoğunlukla tımar sahiplerinin de Çepnilerin olduğu görülmektedir. Çepniler Şalpazarı, Beşikdüzü, Düzköy, Vakfıkebir, Akçaabat, Çarşıbaşı, Of ve Sürmene ile Araklı ilçelerinde yaşamakta olup bazı yöreler en eski Türkmen geleneklerini hala sürdürmektedirler. Trabzon genelinde Çepni, Çebi, Hamzaçebi, Akifçebi, Çep, Çapoğlu, Çebili, Çepnioğlu, Çetmi gibi soyadları oldukça yaygındır. Bu soy isimler dışında isim ve soy isim olarak, Çepnilerin çoğunluğunun Bektaşi olmaları var sayılarak bölge halkının soy ve isimlerinin Ali,Hasan,Hüseyin olması da Çepnilerin varlığını göstermektedir .
Maalesef Çaldıran Savaşı'ndan sonra Osmanlı Sünnilerin egemenliğine girdiğinden ve Çepnilere büyük baskılar olduğu için bugün Çepnilerin önemli bir kısmı sunnilesmiştir. (yeri gelmişken Giresun'un %90 a yakını da Çepnidir ve aynı durumdadırlar).

Osmanlı döneminde Trabzon'un da içinde bulunduğu Ordu-Giresun-Trabzon-Gümüşhane bölgesine "Vilayet-i Çepni" de denmekteydi. Ayrıca Evliya Çelebi, eserinde Trabzon bölgesi için "20.000 Çepni Türkmen çadırının bulunduğu yer." olarak bahsetmektedir.
Fatih zamanında Avşarlar boyundan ve Karamanoğullarından gelen Türkmenler ile Halep-Irak bölgesinden gelen Türkmenler de Trabzon'a yerleştirilmişlerdir.

Trabzon 1461’de Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra, Çepni Türkmenlerinin
doğuya doğru ilerlemeye, yer yer yerleşmeye başladığı görülmektedir.

1486’da, Ze’amet-i Kürtün adlı bölgede Çepnilere, 28 dirlik verilmişti. Bu tarihte yörede 2 kale, 2 nefs, 73 köy bulunmaktaydı (Bostan, 2002a: 359-360).

(Kürtün şimdilerde Gümüşhane ye bağlı ilçedir)

1486 yılında, Akçaabat
kazasına ait dirliklerden birer tımar Çepnilere aittir (Bostan, 2002a:
360-361).

1486’da yapılan tahrire göre, Araklı’nin Ayvadere (Aho) köyünde tımar sahipleri arasında Mustafa Veled-i İskender Çepni, İskender Çepni’nin oğlu Mehmet sayılmaktadır.

Gahura köyünde (Araklı’ya bağlı
Ortaköy civarı), Hasan Veled-i Mustafa Çepni’nin hissesi bulunmaktadır.
Ayoforid köyünde (günümüzdeki yeri tespit edilememiştir) ise İskender Çepni Veled-i Sinan, Araklı Bereketli (Mahura) köyünde ise Mahmut Veled-i İskender Çepni hisse sahipleri arasındadır (Bilgin ve Yıldırım, 1990: 180-182, 191, 200, 212).

Mah-ı nev köyünde (günümüzde Yeniay beldesi, Sürmene Çamburnu)25, Hüseyin Veled-i Mustafa Çepni isimli kişi tımar sahibidir (Bilgin ve Yıldırım, 1990: 207-208). Of’un pek çok köyünde Çepniler yaşamaktadır (Bostan,
2002a: 369-370) ve bunların pek çoğunun isminin Bayram (Umur, 1942: 25-62)olması, dikkat çekicidir.

Bölgedeki köy veya yöre isimlerinin Rumca veya Yunanca sanılması, bölgedeki Osmanlı valilerinin Türk şuuru eksikliğindendir. Çünkü bölgede Komnennos prensliği kurulmadan önce( M.S. 1204-1461) bu yer adlarının çoğunluğu Danişmenliler ve Selçuklu öncesi ve sonrası Türk beyliklerinin verdiği Türkçe adlardı.
Örneğin Gümüşhane-Bayburt-Erzurum merkezli Saltuk Oğlu Beyliği 1072 yılında kurulmuştu yani 1461 den 400 sene kadar daha eskidir. 1204 den ise 35 yıl daha eskidir.
Ancak Osmanlı bölgeyi hakimiyetine aldıktan sonra bu yer isimlerini eski Türkçe adlarına geri çevirmeden Komnennosların verdiği adlarla 500 yıl boyunca devam ettirdiği için bugün Türkçe isimlerin çoğu maalesef bilinmemektedir. Aynı durum Ermeni yer adları içinde geçerlidir. Ermeniler bölgede hiç yokken bölgede asırlardır Türkler vardı. Ermenilerin Fırat Nehrinin batısına geçişi ancak 1221 yılında Bizans imp ile yapılan toprak takasi sayesindedir. Bu tarihte İskit/Selçuklu akınlarından bıkan Van, Ağrı ve Siirt Erzin(Kurtalan) Ermenileri buraları Bizans'a bırakıp Sivas'a gelmiştir. Bu da ancak 14 bin çadırdır. Yani çadırda 5 kişi olsa 70 bin kişidir (Bknz: İbrahim Tellioğlu, Fethedilenlerin Gözünden Anadolu'nun Fethi).Image
Read 10 tweets
Mar 27
Kur'an'ı Kerim Arapça değil 10 dillidir.

Kuran’da Arapça olmayan yüzlerce sözcük bulunmaktadır. Bu sözcükler Arapçanın herhangi bir lehçesi değildir, en az on yabancı dilden gelen sözcüklerdir.
Kuran’da geçen yüzlerce yabancı sözcüğün aslında Arapça karşılığı bulunmaktadır. O zaman şu soruyu sormamız gerekmez mi, Arapçası varken neden yabancı sözcükler kullanılmıştır?
Peki, büyük çoğunluğu okuryazar olmayan Mekkeli Araplar, Kuran’ın ayetleri onlara okunduğunda yabancı sözcükleri anlamışlar mıdır?
619 yılında Mekke’de doğmuş, Hz. Muhammed’in ailesiyle çok yakın ilişkilerde bulunmuş İbn-i Abbas, Arapçayı çok iyi biliyordu. Ama yine de Kuran’da geçen şu şu sözcüklerin anlamını bilmiyorum, diyordu! Kuran’daki sözcüklerin tamamı Arapça olsaydı böyle bir sorun ortaya çıkar mıydı?

Paylaşacağım analizi okuyanın kolayca anlayacağı gibi;
Arapça kutsal bir dil değildir.
Arapça, tüm dillerden daha zengin bir dil hiç değildir.
Kuran’ın Arapçadan başka bir dile çevrilemeyeceği Arapların şişirdiği ve ülkemizde Arap milliyetçisi yobaz dincilerin üflediği bir balondur.
Kuran, Allah’ın kelamı, yani Allah’ın sözleri değil mi?..
Peki, Allah Kuran’da Arapça olmayan yabancı sözcükler kullandığına göre, bu gerçeği Kuran’ın yabancı dillere rahatlıkla çevrilebileceğinin somut bir göstergesi olarak anlamak gerekmez mi?..
Kaynak link:
gundemarsivi.com/kuranda-arapca…Image
1-Kuran’da Arapça Olmayan Yüzlerce Sözcük Var

Kuran’da Arapça olmayan yüzlerce yabancı sözcük bulunmaktadır.
Şaşırtıcıdır, “Kuran” sözcüğü bile Arapça değildir. Bu sözcüğün aslında Aramiceden geldiği söylenilmektedir.
Aramice; İsa’dan önce, M.Ö. 900 yılından itibaren bugünkü Suriye, İsrail ve Lübnan Topraklarında konuşulmuş bir dildir. Hz. İsa’nın da konuştuğu dil olarak bilinmektedir. Aramice, Yahudilerin dili olan İbranice ile yakın akrabadır.

Değerli Dostlar,

Kuran’da Arapça olmayan yüzlerce yabancı sözcüklerden bazılarını sunuyorum.

İBRANİCE SÖZCÜKLER:
İşte, Kuran’daki İbranice sözcüklerden birkaçı:

Ahlede: Yahudilerin dili olan İbranicedir, bağlanmak anlamına gelmektedir. Enam suresi 74. ayette geçmektedir.
Azer: Bu sözcük Kuran’da bir yerde geçmektedir.
Esbat: Bakara suresi 136. ve 140. ayette, Al-i İmran suresi 84. ayette, Nisa suresi 163.ayette ve Araf suresi 160. ayette, toplam beş yerde geçmektedir.
Yemn: Kuran’da sekiz yerde geçiyor.
Bair: Yusuf suresi 65. ve 72. ayetlerde geçmektedir.
Hitta: Bakara suresi 58. ayette ve Araf suresi 161. ayette geçiyor.
Dereste: Enam suresi 105. ayette geçiyor.
Raina: Bakara suresi 104. ayette ve Nisa suresi 46. ayette geçiyor.
Rahman: Bu sözcük en başta Kuran’daki tüm Besmelelerde ve başka birçok yerde geçiyor. İbranice “Rağman” kökeninden gelmektedir.
Remz: Al-i İmran suresi 41. ayette geçiyor.
Tuva: Taha suresi 12. ve Nâziat suresi 16. ayette geçiyor.
Salavat: Çoğul bir sözcüktür. İbranice kökenli olup havralar anlamına gelir. Hac suresi 40. ayetinde geçmektedir.
Fum: Bakara suresi 61. ayetinde geçmektedir.
Hüdna: Araf suresi 156. ayetinde geçmektedir.
Hud-Yehud: Hud sözcüğü Kuran’da Bakara suresinde üç yerde, 111., 135. ve 140. ayetlerde geçiyor. Yahudi anlamına gelir. Yehud sözcüğü Yakup peygamberin Yahuza oğlunun soyundan gelenlere denir. Her iki sözcük de Arapça değildir.
Line: Haşir suresi 5. ayetinde geçiyor.
K.f.r: Kuran’da on dört yerde geçiyor.
Elim: Kuran’da birçok yerde “Azap” sözcüğünden sonra gelmektedir.
Hittetün: Kuran’da Bakara suresi 58. ayette ve Araf suresi 161. ayette geçmektedir.

RUMCA SÖCÜKLER
Kuran’daki Rumca, yani Yunanca sözcüklere bakalım.

İncil: Aslında Yunanca bir sözcüktür, sevindirici haber anlamına gelir.
Rakim: Kehf suresi 9. ayette Ashab-ı Kehf olayıyla birlikte geçer.
Mizan: Tartı anlamına gelen bu sözcük Kuran’da çok kez geçer ve Arapça değildir.
Kıstas: Kuran’da adalet anlamında kullanılmış, Şuara suresi 182. ayetinde ve İsra suresi 35. ayette geçiyor.
Kırtas/Keratis: Yunancadan gelen bu sözcük Kuran’da Enam suresi 7. ve 91. ayetlerde geçiyor, kâğıt anlamına gelir. Kuran’da da bu anlamda kullanılmıştır.
Sırat: Yol anlamına gelen bu sözcük aslında Rumca, yani Yunancadır.
Tafak/Tafika: Araf suresi 22. ayetinde ve Taha suresi 121. ayetinde geçmektedir.

FARSÇA SÖZCÜKLER
İşte, Kuran’daki Farsça sözcüklerden bazıları:

Ebarik: Vakıa suresi 18. ayette geçiyor.
İstebrak: Kehf suresi 31. ayetinde, Duhan suresi 53. ayetinde, Rahman suresi 54. ayetinde ve İnsan suresi, 21. ayetinde geçiyor.
Biya: Hac suresi 40. ayetinde geçmektedir.
Dinar: Al-i İmran suresi 75. ayetinde geçiyor.
Dirhem: Yusuf suresi 20. ayetinde geçmektedir.
Zencebil: Zencefil bitkisi demektir. Kuran’da İnsan suresi 17. ayetinde, cennet içecekleri konusunda geçiyor.
Sicill: Hud suresi 82. ayette, Hicr suresi 74. ayette, Fil suresi 4. ayette. Ayette, Enbiya suresi 104. ayette geçiyor.
Süradik: Kehf suresi 29. ayette kullanılmıştır.
Kâfur: İnsan suresi 5. ayette geçiyor.
Misk: Koku demektir. Kuran’da Mutaffifin suresi 26. ayette geçiyor.
Sündüs: İnce atlas demektir. Kuran’da Kehf suresi 31. ayette, Duhan suresi 53. ayette ve İnsan suresi 21. ayette, cennetliklerin giyecekleri bağlamında geçiyor.
Mekalid: Zümer suresi 63. ayette, Şura suresi 12. ayette geçiyor.
Num: Bu sözcük Kuran’da Kalem suresinin başında geçiyor.
Küvviret: Zümer suresi 5. ayette iki kez ve Tekvir suresi 1. ayetinde geçiyor.
Yakut: Değerli bir cevherin adıdır. Kuran’da Rahman suresi 58. ayetinde geçiyor.
Mercan:+++
2-Mercan: Rahman suresinde 22. ve 58 ayetlerinde geçiyor. Bir yerde inci ile birlikte geçiyor ve Tanrı, bu iki cevher denizden çıkıyor, diyor.
Kenz-Künüz: Bu sözcük hem tekil (kenz), hem de çoğul (künüz) olarak Kuran’da birkaç yerde geçiyor.
Mecus: Hac suresi 17. ayette geçiyor.
Tennur: Türkçede bilinen tandır demektir. Kuran’da Hud suresi 40. ayetinde ve Müminun suresi 24. ayetinde geçiyor. Burada da tandır kastedilmiştir.
Kufl: Muhammed suresi 24. ayette geçmektedir.

SÜRYANİCE SÖZCÜKLER
Kuran’da Süryanice sözcükler de kullanılmıştır. İşte, bunlardan birkaçı:

Esfar: Cuma suresi 5. ayette geçiyor.
Rebbaniyyun: Bu sözcük Maide suresi 44. ve 63. ayetlerinde, Al-i İmran suresi 79. ve 146. ayetlerinde geçiyor.
Reh/Rehven: Duhan suresi 24. ayette geçiyor.
Sücceden: Süryanicede baş eğmek anlamına gelmektedir. Bu demektir ki, namaz kılarken Müslümanların başlarını eğip yere değdirme âdeti Süryanilerden gelmektedir. Bu sözcük Kuran’da Bakara suresi 58. ayetinde, Nisa suresi 154. ayetinde ve Araf suresi 161. ayetinde geçiyor.
Seriyy/Seriyyen: Meryem suresi 24. ayette geçiyor.
Cehennem: Bu sözcük aslında Arapça değildir. Süryanice “Kehnam”dan geldiği söylenmektedir. Ayrıca İbranice ve Farsçadan geldiğini yazanlar da vardır. Bu sözcük Kuran’da yetmişten fazla yerde geçmektedir.
Tur: Bakara suresi 63. ve 93. ayetlerinde, Nisa suresi 154. ayetinde, Meryem suresi 52. ayetinde, Taha suresi 80. ayetinde, Müminun suresinin 20 ayetinde, Kasas suresinin 29. ve 46. ayetlerinde, Tur suresi 1. ayetinde ve Tin suresi 2. ayetinde geçmektedir.
Şehr: Kuran’da yirmi bir yerde geçiyor. Süryanicede “Sehr” den geliyor.
Firdevs: Kuran’da cennetin bir türü olarak geçiyor. Süryanicede üzüm bağı demektir. Kuran’da Kehf suresi 107. ayetinde ve Müminun suresinin 11. ayetinde cennet sözcüğüyle birlikte geçiyor.
Kıntar: Al-i İmran suresi 14. ve 75. ayetlerinde, Nisa suresi 20. ayetinde geçiyor. Arapça olmadığı kesin olan bu sözcüğün Rumcadan mı yoksa Süryaniceden mi geldiği tartışmalıdır.
Hevnen: Furkan suresi 63. ayetinde geçiyor. Arapça olmadığı kesin, ancak İbranice mi yoksa Süryanice mi olduğu tartışmalıdır.
Kummel: Araf suresi 133. ayetinde geçiyor.
Kayyum: Süryanicede uyumayan, demektir. Kuran’da Bakara suresi 255. ayetinde, Al-i İmran suresi 2. ayetinde, Taha suresi 111. ayetinde ve Mühezzeb suresinin 134. ayetinde geçiyor ve asıl anlamını koruyor.

HABEŞÇE SÖZCÜKLER
Kuran’da Arapça olmayan yabancı sözcüklerden bir bölümü de Habeşçedir. İşte, örnekler:

Haram: Kuran’da çok kullanılmış bir sözcüktür, Arapça değil, Habeşçedir.
İb’lai: Hud suresi 44. ayetinde geçiyor.
Eraik: Kehf suresi 31. ayetinde, Yasin suresi 56. ayetinde, İnsan suresi 13. ayetinde ve Mütaffifin suresi 23. ve 35. ayetlerinde geçiyor.
Evvah: Tevbe suresi 114. ayetinde ve Hud suresi 10. ayetinde geçiyor.
Evvabb, Evvibi: Sad suresi 17., 19. ve 44. ayetlerinde, Kaf suresi 32. ayetinde ve Sebe suresi 10. ayetinde geçmektedir.
Cibt ve Tağut sözcükleri: Kuran’da Cibt ile Tağut söcükleri şeytan ve putperestlik anlamında kullanılmıştır. Cibt sözcüğü Nisa suresi 51. ayetinde, Tağut sözcüğü Bakara suresi 256. ve 257. ayetlerinde, Nisa suresi 51., 60. ve 76. ayetlerinde, Maide suresi 60. ayetinde, Nahl suresi 36. ayetinde ve Zümer suresi 17. ayetinde geçiyor.
Haseb: Enbiya suresi 98. ayetinde geçiyor.
Hûben: Nisa suresi ikinci ayetinde geçiyor.
Düriyy: Nur suresi 67. ayetinde geçiyor.
Sekr/Sekeren: Nahl suresi 67. ayetinde geçiyor.
Sinin: Halk arasında bilinen Sina dağı bu kökenden gelmektedir. Kuran’da Tin suresi 2. ayetinde ve Müminun suresi 20. ayetinde geçmektedir.
Şatr: Bakara suresi 144., 149. ve 150. ayetlerinde üç kez kullanılmıştır.
Tuba: Bu sözcük Habeşçede cennet demektir. Kuran’da Rad suresi 29. ayetinde ağırlıklı olarak mutluluk anlamında kullanılmıştır.
Arim: Yalnız Sebe suresi 16. ayetinde bir kez geçmektedir.
Ğıyde: Hud suresi 44. ayette ve Rad suresi 8. ayette geçiyor. +++
Read 6 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Don't want to be a Premium member but still want to support us?

Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us!

:(