Patates cipsiyle ilgili bilinen en eski yazılı tarif İngiliz gözlükçü ve aşçı William Kitchiner’a aittir. Bay Kitchiner, 1817 yılında yazdığı The Cook’s Oracle kitabının 1822 yılındaki baskısında patates cipsinden bahseder.
Tarife göre ince ince doğranıp kurutulan patatesler, bitkisel ve hayvansal yağ karışımında kızartılır. Burada yağın "taze" olması oldukça önemli bir detaydır. Bu sayede patateslerin kararması engellenir. Kızartılan patatesler tüm bu işlemlerin sonunda iyice süzdürülür.
Kitchiner’ın kitabı Amerika ve İngiltere’de ciddi bir üne kavuşur. Kazandığı bu popülerliğin sonucunda kitapta yer alan cips tarifi de büyük bir ilgi görerek mutfaklarda uygulanmaya başlar. Yemeklerin yanında iyi bir garnitür olarak çokça tercih edilir
Dilimize İngilizce chip “yonga, ince ve küçük tahta parçası, talaş” kelimesinden geçen cips, bu isimlendirmeyi patatesin incecik dilimlere ayrılmasını ahşap parçasının yontulmasıyla kurulan bir benzerlik sonucu kazanmıştır.
Günümüzdeki cipslerin trans yağlarla pişirilmesi sebebiyle sağlığa zarar verecek nitelikte olduğunu belirtelim. -Kamu Spotu-
Daha geniş halini ve çeşitli yiyeceklerin geçmişini/kökenini "Kelime Gezgini"nde anlattığımı da söyleyeyim. -Reklamlar-
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Söylenişleri benzer olsa da dilimizde anlamları farklı üç "misket" kelimesi vardır. Bunlardan ilki çocukluğumuzda oynadığımız, bilye olarak da bildiğimiz renkli cam güllecikleri ifade eden "misket"tir.
Bilyeyi ifade eden misket kelimesinin, ok atmaya mahsus bir silahın kısa okunu ifade etmek için kullanılan İtalyanca "moschetto" kelimesinden geldiği düşünülmektedir. Moschetto kelimesi kökte İtalyanca mosca "sinek" kelimesine dayanır.
Kısa okun fırlatılırken çıkardığı sese veya okun küçüklüğüne istinaden kelimenin "sinek" anlamına gelen kökü arasında bir bağlantı olduğu düşünülebilir.
"Konuşurken el ve baş hareketleri yapanlar sadece Avrupalılardır. ... Bir Frank birçok söz söylemek için çırpınıp dururken, bedenini hırpalarken bir Türk bir an nargilesini ağzından çıkarır, yarım ağızla iki sözcük söyler ve onu bir vecize ile ezer geçer."
Jean-Jacques Rousseau
Rousseau, Türkçeyi Kuzey dillerinden biri olarak tasnif eder. Fransızca, Almanca ve İngilizce de bahsi geçen Kuzey dillerindendir. Ona göre Kuzey dilleri konuşmaktan çok yazmaya uygundur. Bu dilleri dinlerken değil okurken daha büyük bir haz duyulur.
Güney dilleri (Arapça ve Farsça gibi) güçlü ve saf duygulanımlardan doğar. Bu dillerin doğduğu topraklar bereketin ve refahın yüksek olduğu topraklardır. Ancak Kuzey dillerinde duygulanımlar Güney'in aksine gereksinimlerden doğmuştur. İklim şartları onları sürekli tetikte tutar.
Farsça sâye kelimesi "gölge" anlamına gelmektedir. Kelime mecazen "bir kişinin himayesi" anlamında da kullanılır. Sâye salmak yani "gölge yapmak, gölgelendirmek" deyimi de bu anlamda çok hoştur.
"Bîhûde değil bu gönlüm almak
Gelmek başım üzre sâye salmak"
Fuzûlî
Farsça sâye "gölge" kelimesiyle oluşturulmuş bazı bileşikler:
"sâyende, sâyesinde vb." kullanımlarındaki "sâye" de tam olarak bahsi geçen "sâye"dir. "sâyende" sözü "X kişinin/durumun gölgesinde, onun himayesi altında, korumasında, gücü altında" anlamında kullanılmaktadır.
Bazı yiyeceklerin/yiyecek malzemelerinin kök anlamları(1):
Köfte: dövülmüş, çiğnenmiş
Kadayıf: hav, kırpıntı
Sütlaç: sütlü aş
Keşkül: dilenci kasesi
Bazlama: hamur yumağı
Büryan: kızarmış et
Cacık: yemeklik yabani ot
Turşu: tuzlu / ekşi
Midye: kas, fare
Şöbiyet: çok yeme, doyma
Liste çok ama çok uzun. Keyfi olarak aşçılık okurken bitirme tezi olarak "Gıda Ürünleri ve Etimolojileri" şeklinde bir dosya hazırlamıştım. Baharatlar, tahıl ve baklagiller, kuru yemişler, süt ve süt ürünleri, sebze ve meyveler diye sürüp gidiyordu.:)
Amerikan filmlerinde oldukça klişe bir sahne vardır. Ateşin başında toplanan bir grup, dal parçalarının ucuna beyaz bir yiyecek takıp pişirirler. Küçükken "peynir" sandığım "marşmelov" adlı şekerleme aslında bir ilaç olarak ortaya çıkmıştır.
Yumuşak şeker veya puf şeker olarak da tanımlanabilecek olan marşmelov "bataklık ebegümeci" anlamına gelir ve malum bitkiden elde edilir. Biz bu bitkiyi "hatmi" olarak da adlandırırız.
Hatmi veya bataklık ebegümeci denen bu bitkinin özü çeşitli işlemler sayesinde elde edilir. Ortaya çıkan öz daha sonra balla karıştırılıp iyice kaynatılır ve süzülür. Soğuduğunda pelte kıvamı kazanan şekerleme dilimlenip hastalara yedirilir.
Elementlerin adlarını borçlu oldukları isimler/bölgeler(1):
-İtriyum: İsveç'in Ytterby kasabasından.
-Kadmiyum: Fenikeli prens Kadmos'un adından.
-Toryum: İskandinav mitolojisinde tanrı Thor’un adından.
-Küriyum: Marie Curie'nin adından.
-Lutetyum: Paris'in eski adı Lutetia'dan.
Elementlerin adlarını borçlu oldukları isimler/bölgeler(2):
-Niyobyum: Tantalus’un kızı Niobe’den.
-Paladyum: Pallas adlı asteorit. Ayrıca mitolojik bir unvan.
-Helyum: Güneş tanrısı Helios’un adından.
-Magnezyum: Magnesia bölgesinden.(bkz: Manisa)
-İndiyum: Hindistan adından.
Elementlerin adlarını borçlu oldukları isimler/bölgeler(3):
-Skandiyum: Eski İskandinavya bölgesi Skaney ‘den.(?)
-Titanyum: Yunan mitolojisinde üst tanrı ırkı “Titanlar”dan.
-Vanadyum: İskandinav mit. güzellik tanrıçası Vanadis'in adından.
-Rutenyum: Ruthenia (Rusya) adından.