Dün @a.okancaglar hesabında 1950’li yılların başında Türkiye’de bir margarin fabrikası kurulduktan sonra nasıl bir algı operasyonu yapıldığını anlattım.
Margarin satılabilmesi için her yol denendi.
Bizim çocukluğumuzda bir çok doktorun tereyağını kötüleyip margarine yönlendirdiğini hatırlıyorum.
Zeytinyağlı yemenin, pamuklu kumaş giymenin aşağılanmış bir davranış olduğu algısı yaratılmak üzere bir halka ilişkiler mucizesi gerçekleştirildi.
“Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman...” türküsü yaptırıldı. Bu türkü 1954 tarihinde Muzaffer Sarısözen’e derlettirildi ve sonrasında bu türkü ülkenin en popüler türküleri arasına girdi. Aslında öğrendik ki bu Türkü rembetika türü bir Yunan ezgisiymiş.
Hatta sözlerinin tercümesini de okuduk, bir aşk ezgisiymiş yani zeytinyağıyla hiç ilgisi yok.
Pek çoğumuz altında yatan gerçeği bilmeden bu türküyü matah bir şeymiş gibi yıllarca söyledik ve halen de söylemeye devam edenler var.
Bu gidişe dur demek ve farkındalık yaratmak amacıyla hazırlanan Sağlıklı Yaşıyoruz gönüllülerinin söylediği “zeytinyağlı yerim de aman” türküsünün videosunu paylaştım.
Bu videonun altına bir diyetisyen arkadaşımız aynen şu yorumu yazdı.
“Üniversitede margarin ne kadar besleyici lezzetli ve diğer yağlardan farklı olmadığını 2 saat boyunca anlatan bir profesörü koca bir fakülte dinlemek zorunda bırakıldık. Sonunu getirmeden dayanamayıp salondan çıktım, kabus gibiydi.”
Bu hikayeyi dinleyince aklıma Prof. Dr. Kenan Demirkol'un yazısı geldi.
“Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız..
Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız."
Çok acı değil mi? Ben ne zaman televizyonda bir bir bilim insanının, işlenmiş pakete girmiş bir ürünü övdüğünü, açık veya örtülü reklamını yaptığını görünce hemen aklıma bu söz geliyor.
Ölmekten başka çaresi kalmayan bir kadının hikâyesi bu. ALS hastasıydı. Ağrısını dindirmenin başka bir yolu kalmamıştı. Acılar içinde eriyerek kaybolmaktansa ‘ötenazi’ hakkını kullanan ABD’li sanatçı Betsy Davis, ‘bu taraf’taki son
48 saatini her ayrıntısını planladığı bir partiyle, dostlarıyla kutladı. Giderayak insanoğluna hayatın sıcaklığı, ölümün hafifliği üzerine küçük bir masal anlattı.
Bilinmezlikten, bilmediğinden korkar insan. Kimse bilmez ölümün aslında ne olduğunu.
Bu yüzden insanlığın en büyük korkusudur ölmek. Kim bilir belki de Sokrates haklıdır. Belki de: “İnsana verilen en büyük iyiliktir” ölüm. Betsy Davis’in hayatta en sevdiği alıntılardan birinin bu olması tesadüf değildi. Hayatını tesadüflere bırakmayan, yaşamını heykelle, resimle,
Okunacağını ummuyorum ama yazıyım.
Hamza Yerlikaya ve Devlet bankası yanyana gelince aklıma geldi. Anne O Bizden Biri kitabımda yazdım. Takdirlerinize.
1931’de Ankara’da, Mustafa Kemal Atatürk, yurtdışında Türkiye’yi iyi temsil ettiğini duyduğu Kurtdereli’yle tanışıyor ve o günün
geceyarısı kendisine bir mektup yazıyor.
Mektubunda da: “Çoluk çocuğun için sana ufak bir armağan gönderiyorum.
O, bu mektubumla beraberdir.
Pehlivan ömrünün tam sağlıkla uzun sürmesini dilerim.” diyor.
Geceyarısı bu mektubu, Salih Bozok’u görevlendirerek Zafer Oteli’nde kalmakta olan Kurtdereli’ye yolluyor.
Mektubun içinde de 1000 Liralık bir İş Bankası çek’i koyuyor; çekin üzerini de imzalayarak ve “Kurtdereli Mehmet Pehlivan’a 1000 T. Lira veriniz.
Geçmiş vakitlerin birinde alimin biri, boğazın öbür yakasına geçmek için bir sandalcının yanına gelerek ona
sorar:
– Karşıya geçirmek için ne kadar
para
alıyorsun?
– Garşuya bir liraya geçürüm efendü.
Alim, sandalcının bu bozuk Türkçe ile verdiği cevabı beğenmez.
– Bu ne biçim konuşma böyle? Yoksa sen dilbilgisi bilmiyor musun?
– Yok ağam, güççükken haytalık ettük, okuyamaduk!
– Tüh, yazık sana! Desene gitti
hayatın dörtte biri!
Bir müddet gittikten sonra dil alimi tekrar sorar:
– Allah bilir şimdi sen, matematik de bilmezsin!
– Yok beğüm! Onu da bilmem! Dedik ya, güççükken haylazluktan okula gidemedük!
– Tüh yazık, yazık! Hayatının dörtte biri daha boşa gitti!
Bir müddet daha yol aldıktan sonra alim, tekrar sorar:
İsmet İnönü bir gün yorgun ve sinirli bir halde Çankaya'ya çıkıyor.
Kahveden sonra Atatürk soruyor: - Hayrola İsmet?.. Sende bir fevkaladelik var bugün... Ne oldu?.. Neye sinirlendin?
- Türk Hava Kurumu'nun toplantısı vardı da...
- Eee, ne olmuş varsa?
- Fuat beyi (THK Başkanı) epey terlettim... İstifaya falan kalktı.
- Çalışkan çocuktur Fuat... Kurumu da iyi yönetiyor.
- Bunlara bir diyeceğim yok... Fakat canımı sıkan bir şey oldu.
- Neymiş o?
- Hesaplarda bir kuruş oynuyor.
- Bir kuruş.
İnönü:
- Daha önceki toplantıda dikkatimi çekmişti... Bu bir kuruşun nereye gittiğini öğrensinler diye talimat vermiştim. Bulamamışlar... Fuat beyin hassasiyetini anlıyorum... Ama milletimiz ondan daha hassastır... Verdiği paranın nereye gittiğini mutlaka bilmek ister...
ADI Sezgi. Antalyalı bir ailenin 15 yaşındaki canı gibi sevdikleri kızı. Güzel, tatlı, hayat dolu. Kolunda sakızdan çıkan ejdarha dövmesi var. Daha çocuk yani. Markete gitmek için evden çıkıyor. Parmak arası terlikleriyle. Ve bir daha haber yok.
KAÇIRIYORLAR SABAHA KADAR TECAVÜZ EDİYORLAR
Sonradan anlaşılıyor ki, Facebook üzerinden tanıştığı aşağılık, yüreksiz, kansız bir insan müsveddesi onu kaçırıyor. İki de arkadaşı var yanında. Bu üç pislik, bir eve kapatıyorlar Sezgi’yi.
Kolundan şırıngayla eroin veriyorlar, alkol içirerek sabaha kadar tecavüz ediyorlar.
Vahşetin sınırı yok, tecavüz ettikleri yetmezmiş gibi, kızcağızın göğüs kafesini, ağzını, burnunu kırıyorlar ve öylece bırakıyorlar. Zaten 41 kilo, kuş gibi bir şey.
Duvardaki çatlaktan bakan fare, çiftlik sahibi ile karısının bir paket açtıklarını gördü.
“İçinde yiyecek mi var?” derken, bir baktı ki fare kapanı.
Hemen bahçeye koşup alarmı verdi.
“Evde kapan var! Evde kapan var!”
Tavuk gıdaklayıp kafayı kaldırdı ve,
“Bay fare, bu sizin için ciddi bir sorun olsa da şahsen beni ilgilendiren bir tarafı yok ne yazık ki.” dedi.
Fare dönüp bu sefer keçiye,
“Evde kapan var, evde kapan var!" dedi.
Keçi konuyla ilgilendi ama kendi hesabına
“üzgünüm bay fare, vah vah! Emin ol senin için dua edeceğim.” dedi.
Fare bu kez öküze yöneldi:
“Evde kapan var! Evde kapan var!” diye bağırdı nefes nefese.
Öküz: “Wow, Bay Fare, senin için üzüldüm, ama burnumu sokacağım bir şey değil.” dedi.