Bir konuda minik birkaç tweet yazmak istiyorum.
İnsanın olduğu yerde tartışma ve ihtilaf kaçınılmazdır. Bu tartışma ve ihtilaflar esasa taalluk edebileceği gibi dallarda da ortaya çıkabilir. İhtilafları bitirmenin yolu var mıdır bilmiyorum ama ...
... azaltmanın yolunun samimiyetle ilmî ve kalbî zeminde tartışmak, müzakere etmek, karşılıklı delilleri ortaya koymak olduğunu düşünüyorum.
Ama burada bazı kardeşlerin bir noktayı gözden kaçırdığını düşünüyorum. Evet ortada bir “mevzu” varsa oturulur, tartışılır, ...
... deliller ortaya koyulur ve bir neticeye varılması beklenir. Lâkin bu demek değildir ki her ihtilafta “öyleyse getir delilini” şeklinde bir tartışma daveti yapılmalı, her ihtilaf için masalar kurulmalı. -Kurulmamalı demiyorum, yavaş ol ve sabırla oku.-
Hatta bazı hastalıklı vatandaşlar birileri kendisinin tartışma davetini reddettiğinde onları “çünkü onlar zebra, çünkü onlar korkak” gibi nitelemelerle nitelediğine şahit olunabiliyor. Oysa bu hastalıklı zihnin ve bazı kardeşlerin gözden kaçırdığını düşündüğüm şey ...
... bazı ihtilafların ferde değil, esasta olduğudur. Söz gelimi Kur’an’dan ayet eksilten birisiyle aile hukukunun ne kadar sağlıklı konuşulabileceği bir muammadır. –İllaki bizim gibi düşünen adamlarla konuşalım demiyorum, yavaş ol ve sabırla oku.-
Zira o kişilerle aramızda daha en baştan bir usul farkı olduğu, o usul farkının bizi başka alanlarda bambaşka usullere büründürdüğü ortadır. Usullerin usulünde, ana usulde ayrışma yaşandığında, takdir edersiniz ki diğer hemen her konunun esasında tâli konu olarak kaldığı vakıadır
Yahut bir tarihselciyle bir evrenselci bir konuyu ne derece sağlıklı tartışabilir? Bir kere birisinin getirdiği delilin diğeri nazarında itibarı yok. Neticede her ihtilafta getirilen “delilini getir tartışalım” söylemi Kur’anî bir söylemmiş gibi dursa da ...
... aklî bir söylem olmadığı ortadır.
Elbette farklı usüllere sahip gruplar birbirleriyle tartışabilir, görüş alışverişinde bulunabilir. Hatta direkt usullerini masaya yatırıp tenkit süzgecinden geçirebilir ...
... lâkin bu tartışmanın her zaman, zemin ve muhatapla yapılamayacağı da zannederim apaçıktır.
Ezcümle, "o iş öyle değil".
O zaman bir de fıkrayla bitirelim.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
"Bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak
Unutulacak diyorum, iyice unutulsun
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak."
Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak?
Bir zaman bir abi bir vatandaş için demişti ki "onun en büyük bahtsızlığı çevresinde onu uyaracak kimsenin olmayışı. Uyaracak adamları çevresinden uzaklaştırıyor, bunda üslubu ve hareketleri etkili oluyor"
Hasbelkader bir fakülteyi kazanıp kopiciden çıkarttığı notları ezberleyerek finale giren, beşeri bilimlerin ideolojiyle paket program halinde geldiğinden, sosyal alanlarda kesinlikten bahsetmenin imkansıza yakın olduğundan, alanındaki çalışmalardan, +++
yayımlanan makalelerden bîhaber olan neticede ritüellerin sakinleştirici etkisini yadsıyıp hocasının delilsiz konuştuğunu zanneden; üstelik bunu da bilim savaşcısı pozlarıyla meşrulaştırmaya çalışan ve meşrulaştırabildiğini zanneden, +++
cehli yüzüne vurulduğunda bunu kabul edemeyecek kadar kendini beğenmiş, dahası cehlinin idrak edemeyen ve her şeyi çözdüğünü zanneden ortalama öğrenci tweeti...
"Kelimeler ne çok şeyi gizliyor" demiştim aylar evvel. Kelimelerle örtülüyor bazı şeyler
Ruhbanlık derken neyi kast ettiklerini izah etmediler, gevşek konuştular. İslam'da ruhbanlık yoktur diyerek hoşlarına gitmeyen fetvaları savunan alimlere savaş açtılar, o alimlerden alıntı yapanlarıysa ata tapıcısı olmakla itham ettiler.
Ruhbanlık yok dediler ama demek istediler ki "tek fetva merci ben ve kıt aklımdır, gayrısını tanımam. Tanıyan da müşriktir."
Peki ya hevaya tapmak yahut hiç bastıramayacağı büyüklenme tutkusuyla ayetler hakkında ilimsiz konuşmak da şirke dahil değil midir?
Aramızda matbaacı, kırtasiyeci, fotokopiciler varsa birkaç soru sormak istiyorum.
Bugün çıktı aldım. Ağırlığa çanta dayanmadı, kulpları yırtıldı. Tramvayda rezillik... Geçelim o faslı.
Çıktılar kopicilerde 70-80 gramlık A4 kağıdına alınıyor. A4 kaliteli, pahalı ve ağır bir kâğıt
Oysa benim işimi bildiğimiz kitap kağıdı, enzo kağıt görür. İşimi görecek kalitede, daha ucuz ve çok daha hafif.
Bir kopiciye "enzoya basar mısın" dediğimde "enzo toz yapıyor, makinayı bozuyor" demişti. Üstelemediydim ben de.
Sorum şu;
1) Kopiciler neden Enzo'ya basmaz? 2) Enzo kağıda çıktı veren bir yer biliyor musunuz? 3) Evdeki yazıcıma enzo kağıt koysam ne olur? 4) Enzoya büyük çıktılar alabileceğim bir yazıcı tavsiyeniz varsa da dinlemek isterim. Ben de matbu okumadan anlamayangillerdenim de...
Yusuf resul 92. ayette kardeşlerine hitaben "size kınama yoktur" deyip onları affettiğini beyan ettikten sonra 100. ayette sözünde durmuş ve anne babasıyla buluştuğunda ince bir hitapla kardeşleriyle arasının açılmasını şeytana izafe etmiştir, kardeşlerini suçlamamıştır.
"Attığında sen atmadın Allah attı" ayeti bu durumun güzel bir ifadesidir. Yakın fail insan iken, uzak fail Allah'tır. Kul bunu unutmamalıdır.
Aynı şekilde günahtaki yakın fail kardeşler iken uzak fail şeytandır.
Alıntıladığım tweetteki incelik üzerine de düşünmek gerek. Yakub resulün oğlu Yusuf'a hitabında kardeşleriyle arasının açılmasından endişe ettiğini beyan ederken kullandığı üslup örnek alınası.
Örneğin yemek yemeye direnen çocuğunu "bak 'falan kişisi' senin yemeğini yiyecek" +++