-Merhum babamın bu gazi askerini ziyaret etmek isterim!
Artık yorgunluklar unutulmuştu. Gül Baba’nın kulübesine doğru yürüdüler. Kulübeye doğru yaklaştıkça gül kokuları artıyor, insanın gözü – gönlü açılıyordu. Değerli misafirlerin geldiğini gören Gül Baba koştu,
onları kapıda karşıladı. Padişah, daha atından inmeden sordu:
-Savaşta bastığı yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren yiğit asker, selam sana!
Gül Baba mahçup olmuştu, güçlükle konuşabildi:
-Sizden böyle iltifatlar görmek bizim için ne büyük şereftir Sultanım, sağ olun!
-Sen ki, İstanbul’u fetheden ordunun bir neferi olarak şereflerin en büyüğünü almışsın Gül Baba. O büyük şerefin yanında bizim sözlerimizin hükmü mü olur?
Gül Baba tebessümle başını öne eğerken Padişah atından indi ve Gül Baba’nın gösterdiği mindere bağdaş kurup oturdu ve O’nun kendi elleriyle pişirdiği kahveyi yudumlayıp yorgunluğunu giderdi. Sonra da şöyle bir teklifte bulundu:
-Dilersen seni saraya alayım. Artık çalışma da yaşlılık devrini dinlenerek geçir!
-Sağ olun Sultanım! Burada oturmak benim için daha iyi.Amma bir iyilik yapmak istersen, şu kulübemin bulunduğu yere bir mektep – medrese yaptır ki,memleketimizin çocukları ilim – irfan öğrensinler!
Gül Baba’nın sözleri Padişah’ı çok duygulandırmıştı. Yerinden kalkarken O’nu mutlu edecek cevabı verdi:
-Gönlün rahat olsun Gül Baba, dilediğin olacaktır!
Sonra bahçeyi gezdiler…
Padişah gülleri okşuyor, eğilip kokluyor ve yanındakilerle konuşuyordu.
Bu arada Gül Baba da özenle seçtiği gülleri koparıp demet yapıyordu. Padişah ayrılırken O’na bir demet sarı, bir demet kırmızı gül verdi. Padişah gülleri alıp kokladı, bağrına bastı ve atını sürüp gitti.
Kısa zaman sonra ise Gül Baba’nın kulübesi yıkıldı ve oraya büyük bir bina yapıldı. Zaman içerisinde okul oldu, hastane oldu ama hep insanlığa hizmet etti.1868 yılında “Mekteb-i Sultani” adıyla yeni bir kimliğe bürünen okul,Cumhuriyet döneminde de “Galatasaray Lisesi” adını aldı.
Gül Baba’nın Sultan İkinci Bayezid’e verdiği o güzel kokulu sarı ve kırmızı güller önce bu lisenin, sonra da Galatasaray Spor Kulübü’nün 💛♥️
sembolü OLDU..
Cabbar Bozdan
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Picasso bir resmi beş dakikada yapınca, göze batar.
"5 dakikada çizdiniz, bunun için 1.000 dolar mı istiyorsunuz?" diye sorana, "40 yıl + 5 dakika" diye cevap verir.
"Biz şapka devrimi yaparken Almanlar Mercedes'i, BMW'yi üretiyordu." diyorlar;
oysa Almanlar + 200 yıllık birikimle üretiyorlardı o otomobilleri. Benz ilk otomobilini 1885'te tanıttı.
300-400 yıllık geri kalmışlığın faturasını Cumhuriyet'e çıkarıyor çapsızlar.
Almanya sanayi devrimi yaparken, Kant, Niçe, Marx gibi düşünürleri, Bach,
Beethoven gibi müzisyenleri, Kafka, Goethe gibi yazarları yetiştirirken, dedelerimiz okumayı bile bilmiyordu. Matbaa bile yoktu uzun süre. Oysa sultanlar, hiç de cahil adamlar değildi fakat halkın cehaleti, tek adam iktidarları için nimettir.
"Bir gün bahçede tek başıma oyun oynarken ağaçtaki olgunlaşan dutları gördüm. Hemen ağaca çıkıp yemeye başladım. O kadar çok yedim ki yemekten yorgun düştüm. Ağaçtan inip gölgesine uzandım, uyudum. Sonra birden ablamın çığlıgı ile uyandım.
Beni yerde ağzım burnum kıpkımızı bir halde görünce ağaçtan düştüm sanmış. Yanıma gelip bakınca kan olmadığını, karadut lekesi olduğunu anladı. Bu seferde üstümü başımı kirlettiğim için ağlamaya başladı. Bilirsin karadut lekesi de hiç kolay çıkmaz.
Annemle babam işten gelip beni o halde görseler kendisine kızacaklar. Sonra babaannem bahçeye gelip “Ne oldu Nergis?” dedi. Ablam, “Baksana babaanne, bütün üstünü kirletmiş, annem kızacak bana.”
Babaannem, “Hadi ağlama, şimdi çıkartırım ben onları” dedi.
Emine Erdoğan, annesine atfettiği kitapta, 2014-2020 yıllarında Cezayir, Ekvator Ginesi, Etiyopya, Cibuti, Somali, Fildişi Sahili, Gana, Nijerya, Gine, Uganda,Kenya, Tanzanya, Mozambik, Madagaskar, Sudan, Çad, Tunus, Moritanya, Mali, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zambiya, Gambiya ve
Senegal olmak üzere 23 Afrika ülkesine gerçekleştirdiği seyahatlerdeki anılarına yer verdi.
Somali'ye 2011 yılındaki ilk ziyaretine dair konuşan Emine Erdoğan, "Açlıktan yavrularını kaybeden annelerin acısını hissetmek için tercümana gerek yoktu.
O gün ağladığım kadar hayatım boyunca hiç ağlamadım. Çaresizliğin ortak dili gözyaşıydı. Eti kemiğine yapışmış çocuklar gördük. Hastaneye gönderdiğimiz çocukların yolda son nefesini verdiği haberini aldık…
Bahçelerimizde ucuz veya ücretsiz erişilebildiği için sıkça kullanılan ahşap paletler hakkında, bugün öğrendiğim bir bilgiyi paylaşıyorum. Ahşap paletler uluslararası kuralllar gereği zararlı böceklerin ülkeden ülkeye yayılmaması için Metil Bromürle ilaçlanıyormuş.
Eskiden zirai ilaç olarak kullanılan, daha sonra yasaklanan bu madde, insan sağlığı açısından toksik özellikler barındırıyor yani zehirlidir.
Geri dönüştürülerek yapılan, meyve sebze sandıkları, oturma grupları (sedir), piknik masası gibi eşyalar,
gıdaya veya insan bedenine kontaminasyon oluşturacağı için sakıncalıdır. Paletlerin mangalda yakılması da ahşabın bünyesine emilmiş olan zehrin buharlaşmasını sağlayacağı için insan sağlığını tehdit edebilir.
Bana sorma ırkımı, kökenimi.
Ben, Yenişehir’de Türk, Kötek’te Kürt’üm.
Ben Mardin’liyim;
Sorma bana ne olduğumu.
Savur kapı’da Arap, Şar Mahallesinde Süryani’yim
Ben Kızıltepe’de Çeçen , Midyat’ta Ezidi’yim.
Ben Mardin liyim…
Derik’te Zaza , Estel de Mehellemiyim,
Ömerli’de Ermeni , Nusaybin’de Keldani’yim ben…
Mardin’liyim , sorma dinimi , sorma kıblemi , inancımı.
Ben Necmettin’de Müslüman , Şehidiye’de Hiristiyan’ım.
Kivax’ta “Meleke Tavuz” dur önderim,
“Mıshafe Reş”tir benim rehberim…
Ben Mardin’liyim...
Gül Mahallesinde Nasturi Mazıdağı’nda Alevi’yim ben.
Güneyim mülayim ,
“Tur Abidin’im isyankâr’dır benim.
Dedim ya ben Mardin’liyim…
Ben Artuklu’da Hanef i , Kosere’de Şafiyim.
AVRUPA'NIN GÖBEĞİNDE TÜRKLER..!
.
** Bu fotoğraf Trakai diye bir göl köyü. 7-8 bin civarı nüfusu var. Litvanya'da. Haritadan bakıldığında, Türk ve Müslüman dünyasıyla pek alâkası olmayan bir yer.
Orada 600 yıldır yaşayan Karay Türkleri var.
Büyük Litvanya Kralı Vytautas, Kuman soyundan gelen Kırım Türklerini toprak verip bölgeye yerleştirmiş.
Ahâli o günden bu güne kültürünü, dilini ve kendine has yaşantısını sürdürmüş.
Atatürk'le ilgisi ise düşündürücü.
Karaylar o bölgede asırlarca kalmış ama ne Osmanlı ne de başkalarının bunlardan haberi yok.
Ufak bir topluluk, uzak bir coğrafya, kimsenin umurunda değiller.
Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu 1970'ler de Atom fiziğiyle alâkalı bir toplantı için Litvanya'ya gidiyor.