Erdoğan’ın muhtemelen “Prompter metnine” bağlı kalmadan söyleyiverdiği “Edirne’deki zat İmralı’dakine hesap verecek” ifadeleri basit bir açıklamanın ötesinde kökleri açılım sürecine dayanan travmatik bir düş kırıklığını deşifre ediyor…
Demokratik Açılım/ Kürt Açılımı kapsamında, 23 Şubat 2013’te BDP/ HDP heyeti ile görüşen Abdullah Öcalan, “Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” sözleriyle Başkanlık Sistemi’ne destek verebileceklerini ifade etmişti…
Selahattin Demirtaş, o günlerde henüz yıldızı parlamış bir Kürt siyasetçisiydi. BDP Genel Başkanlığına, Öcalan’ın onayıyla 2010 yılında getirilmişti. Sadece 36 yaşında getirildiği bu görevde Açılım Sürecine tanıklık ediyordu. 2011 Seçimleri’nde Hakkari’den milletvekili olmuştu.
Kürtler partilerinin kapatılmasına alışkındı ama ilk kez partileri kapanmadan farklı bir siyasi partiye toplu geçiş yaptılar. Öcalan’ın “Benim Projem” dediği Halkların Demokratik Partisi (HDP) 15 Ekim 2012’de Açılım günlerinde kuruldu.
Aslına bakılırsa HDP bir Açılım Müessesi olarak kurulmuştu. Maksadı ise Açılım’ın başarılı olmasıyla oluşacak yeni toplumsal düzende Kürtlerin daha kapsayıcı bir hareketin içinde örgütlenmeleriydi.

AK Parti iktidarı da bu partinin kurulumunu memnuniyetle karşıladı.
İşleri karıştıran ise günden güne kamuoyunda tanınırlığını arttıran ve sempati toplamaya başlayan Selahattin Demirtaş oldu.

Bu genç adam; Kandil-İmralı ikilemine sıkışmış pasif bir memur hüviyetinden uzak bir görüntü ortaya koyuyor; ekranlarda her gün daha çok gözüküyordu.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi gelip çattı. AK Parti, Tayyip Erdoğan’ı; CHP ile MHP, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu; HDP ise Selahattin Demirtaş’ı Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdi.
Erdoğan’ın ilk turda kazandığı seçimlerin sonunda Demirtaş da %10’a yakın oy alarak beklentilerin üstüne çıktı.

Artık Demirtaş için daha büyük oynayacağı günler geliyordu.
Artık Cumhurbaşkanı olan Erdoğan için önündeki en büyük hedef Başkanlık Sistemi’ne geçişti. Bunun için de 2015 Genel Seçimleri’nde mutlak bir başarı elde etmesi gerekiyordu.
Açılım resmiyette devam ediyordu, İmralı’nın başkanlığa destek sözü geçerliliğini koruyordu. Akılları karıştıran ise günden güne popülaritesini yükselten ve İmralı’dan rol çalmaya başlayan Selahattin Demirtaş’tı.
Mart 2015 geldiğinde ise Demirtaş, İmralı’nın da Kandil’in de ajandasında olmayan son derece radikal bir çıkış yaptı.

Bu çıkış; 7 Haziran 2015 Seçimleri’nin kaderini etkileyecek konuşma aynı zamanda Demirtaş’ın da adeta şahsi özerklik manifestosu olarak tarihteki yerini aldı.
HDP, 2015 Seçimleri’ne bağımsız olarak değil parti olarak katılım kararı almıştı. Bu kararın tek bir anlamı vardı:

HDP, tek başına %10 barajını aşarsa AK Parti 13 sene sonra ilk kez tek başına iktidarı kaybedecekti. Kısacası seçimin anahtarı HDP’nin alacağı oy oranına bağlıydı.
AK Parti cephesi ise bu karardan büyük rahatsızlık duydu. Eğer HDP, 2007 ve 2011’de olduğu gibi bağımsız adaylarla seçime katılırsa Meclis’e en fazla 35-40 kadar vekil sokabiliyordu; oysa barajı aşarlarsa 100 kişilik grup kurma ihtimalleri bile vardı.
Erdoğan yakın çevresine “Bu Kürtler hani Öcalan’ın sözünden çıkmazdı” diye kızadursun; Demirtaş için sahneye çıkma vakti gelmişti.

Meydanlarda Erdoğan’a mizahi bir dille yükleniyor; Erdoğan ise alışık olmadığı bu tarz karşısında bocalıyordu.
Demirtaş’ın ekranlarda saz çaldığı, Türkiye’nin Batı şehirlerinde HDP için oy istediği günlerde; AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını istemeyen kitlelerin de destek vermesiyle HDP çok ciddi bir rüzgar yakaladı.

Demirtaş kampanyayı resmen tek başına sırtlamıştı…
7 Haziran 2015 gecesi; Cumhuriyet tarihinin en etkili siyaset fenomenlerinden Tayyip Erdoğan 2002 sonrası ilk kez Partisi’ni tek başına iktidara getiremedi.

HDP, barajı aşmakla kalmamış; %13 oy alarak TBMM’de 80 kişilik grup kurmayı başarmıştı. HDP çok büyük bir zafer kazandı.
Gelgelelim; Erdoğan, 7 Haziran sürecini asla unutmayacaktı. Bizzat Öcalan’dan destek sözü aldığı başkanlık süreci; genç bir Kürt siyasetçinin kampanyası sonunda ciddi şekilde baltalandı. “400’ü verin bu iş huzur içinde çözülsün” diyen Erdoğan, 258 sandalye ile yetindi…
Türkiye için 2015 yazı fazlasıyla sıcak geçti. AK Parti-CHP arasında bitmeyen koalisyon görüşmeleri sonunda erken seçim yolu gözüküyordu.

Ancak Türkiye’nin kaderini değiştirecek asıl sarsıcı haber 22 Temmuz 2015’te Şanlıurfa’dan geldi.
Ceylanpınar’da iki polis memuru pusuya düşürülerek şehit edildi.

Bu saldırı, Açılım’ın sonu demekti!
Saldırının ilk etapta PKK'ya bağlı HPG tarafından üstlenildiği açıklandı.

Fakat birkaç gün sonra BBC'ye konuşan KCK Sözcüsü Demhat Agit saldırının PKK ve ona bağlı birimler tarafından yapılmadığını iddia etti.
Şanlıurfa saldırısının failleri muallakta da kalsa; Türk kamuoyu olayın sorumluluğunu PKK’ya yükledi.

Selahattin Demirtaş da bu olayın üstüne yaptığı açıklamada “Asker polis öldürülerek bir yere varamayız” diyerek Kandil’i eleştirdi.
Ancak akıllardaki asıl soru yerini koruyordu!

PKK, HDP gücünün zirvesindeyken neden silaha sarılmıştı?

HDP, Türk Parlamentosu’nda 80 kişiyle temsil edilirken silahları patlatmak kime fayda sağlardı?

Bu soruların cevabını Demirtaş da merak etti…
Kulis Bilgileri: Demirtaş’ın Şanlıurfa Ceylanpınar saldırısını öğrendiğinde öfkeden deliye döndüğünü ve Kürtçe olarak PKK’ya yönelik “Lanet olsun, bütün dertleri benimle, beni bitirmek istiyorlar” diye bağırıp genel merkezdeki vazoyu duvara fırlattığını fısıldıyordu…
Yine aynı Demirtaş’ın basına PKK aleyhine çok daha sert bir açıklama yapacakken Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ’ın “Örgüte tavır alamayız” sözleri ve Ahmet Türk’ten gelen “sakin ol” telefonu üzerine demecini yumuşattığı bana gelen bilgiler arasında…
Demirtaş yine de kameraların karşısına geçti ve PKK’yı eleştirip silah bırakma çağrısı yaptı.
Demirtaş, PKK eleştirisini yumuşatsa da PKK’dan gelen yanıt hiç de yumuşak olmadı.

Ertesi gün zehir zemberek bir açıklama yapan Cemil Bayık, Demirtaş’a haddini bildirdi.

Bayık, özetle: “Sen kimsin de bize ne yapacağımızı söylüyorsun” diye balans ayarı verdi.
İşin daha dramatik tarafı ise; 7 Haziran sürecinde partiyi %13’lere taşıyan; Bursa’dan, Konya’dan, Aydın’dan milletvekilleri kazandıran, adeta bir popstar gibi yükselen Demirtaş’a tek bir HDP’li yetkili sahip çıkmamıştı.

PKK, patronun kim olduğunu hatırlatıyordu.
İşin tadı kaçıvermişti. Güneydoğu’da çatışmalar yeniden başladı. PKK’nın saldırıları, TSK’nın operasyonları gölgesinde Türkiye 1 Kasım seçimlerine ilerledi.
10 Ekim’de ise IŞİD’in üstlendiği cumhuriyet tarihinin en kanlı katliamında büyük çoğunluğu HDP’li olan 100’ü aşkın kişi Ankara Garı’nda hayatını kaybetti.
Saldırıların, katliamların, terörün gölgesinde Türkiye 1 Kasım 2015’te erken seçime gitti.

Sonuç belliydi. Ak Parti %49 ile yeniden tek başına iktidar oldu.

HDP ise %11 oy ile kılpayı barajın üstünde kalmayı başardı.
7 Haziran sonrası rafa kaldırılan başkanlık hayalleri yeniden akıllara geldi.

Ancak yine de Parlamento’da yeterli çoğunluk yoktu.

15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişiminin ardından Ekim ayında Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla Başkanlık referandumunun yolu açıldı.
Demirtaş’a gelince; 4 Kasım 2016’da yapılan bir geceyarısı operasyonu ile Eş Genel Başkan Figen Yüksekdağ ile birlikte "terör örgütü üyesi olmak", "silahlı terör örgütüne üye olmak", iddialarıyla gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak Edirne F Tipi Cezaevi'ne götürüldü.
Edirne’ye gönderilen Demirtaş’a ise ne İmralı’dan ne de Kandil’den doğru dürüst bir destek açıklaması geldi.

Başkanı olduğu Partisi bile belki de İmralı/Kandil endişesinden büyük çaplı protestolar ortaya koymaktan sakındı.

Cılız açıklamalar yapıldı.
2015 yazında; Parti çizgisinin tarihinde görmediği kitleleri HDP’ye kazandıran Demirtaş; haddini ve hududunu fazlasıyla aşmış; hem İmralı’dan hem de Kandil’den roller çalmıştı.

Karanlık kalan 7 Haziran-1 Kasım arasında olanların üstünde soru işaretleri dolaşmaya devam ediyor.
Erdoğan ise her ne kadar başkanlığını ilan edip Demirtaş’ı zindana göndermeyi başarsa da içindeki hınçtan kurtulabilmiş gözükmüyor.

Zira bizzat Öcalan’ın desteğiyle sancısız şekilde gerçekleşmesi muhtemel başkanlık sürecini Demirtaş’ın manipüle ettiğini düşünüyor.
Erdoğan’ın bu öfkesinde ve tespitinde haksız olduğunu söylemek ise zor. Zira Demirtaş gerçekten de İmralı ile Devlet arasında uzlaşılan bir konuda sıradan bir memur olması gerekirken kitleleri peşinden sürükleyen bir lider profili ortaya koydu.
Öcalan’ın “benim projem” dediği HDP ise daha pasif kalması gerekirken 2015’te toplumsal muhalefetin ve Erdoğan karşıtlığının simgesi haline gelerek sosyal demokratlardan, liberallere kadar geniş kitlelerin desteğini aldı…
Erdoğan bunu hiçbir zaman affetmedi. Tıpkı Erdoğan gibi kendi sözünden çıkıp boyundan büyük işlere kalkıştığı için Öcalan’ın da Demirtaş’a soracağı ciddi bir hesap var.

Erdoğan’ın kast ettiği hesap İşte bu.
Demirtaş’ın ise zindanlarda geçen yılları, ödediği bunca bedel ve uğradığı ihanetlerin ardından İmralı’nın ve Kandil’in sözlerine bundan sonra ne kadar kulak asacağı tartışmalı bir konu.
Nitekim, 23 Haziran 2019 (İstanbul Tekrar Seçimi) öncesi Öcalan’dan Kürtlere gelen “tarafsız kalın” çağrısına Demirtaş son derede kibar bir dille “bu senin görüşün” diye yanıt vermiş ve sonuçta Kürtler İstanbul’da tarafsız kalmayarak Ekrem İmamoğlu’na güçlü bir destek vermişti.
“hesap verecek” sözlerinin arka planı budur efendim.

NOT: bilgiselde kullandığım tüm içerikler, şahsıma değil logoları gözüken kurumlara aittir.

Teşekkür1: Montajlarda yardım @EmreEsmertas kardeşime teşekkür ederim.

Teşekkür2: Üşenmeden okuyan herkese teşekkür ederim. 🙏

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with Ali Yağız Baltacı

Ali Yağız Baltacı Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @aybaltaci

Jan 19
Hrant Dink suikastının üstünden 15 yıl geçti.

15 yılın ardından elimizde ne var?

Gerizekalı bir çocuğun eline verilen tabancayla öldürüldüğünü biliyoruz.

O çocuğu azmettiren kişinin Alperen Ocağı çıkışlı bir maganda olduğunu biliyoruz.

Peki başka neler biliyoruz?
Suikast, ilk etapta bir ırkçılık cinayeti olarak kamuoyuna lanse edildi.

Bütün suçu Ogün Samast adlı çocuk ve onu azmettiren Yasin Hayal adlı kişi aldı. Bu iki isim cezalandırılarak konu kapanmak istendi.

Birkaç emniyet mensubuna da ufak tefek “ihmal” cezaları verildi…
2008 yılında Türkiye’de “Ergenekon” dönemi başladı.

Gülenciler, bu suikastı de Ergenekon iddianamesi içine sıkıştırmak istediler.

“Hrant Dink’i de Ergenekoncular öldürdü” salvoları Taraf’ta, Zaman’da manşetleri süsledi…
Read 10 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal

Or Donate anonymously using crypto!

Ethereum

0xfe58350B80634f60Fa6Dc149a72b4DFbc17D341E copy

Bitcoin

3ATGMxNzCUFzxpMCHL5sWSt4DVtS8UqXpi copy

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!

:(