İsmet İnönü, harf inkılabına nasıl karşı çıktığını kendi hatıratında bizzat şöyle itiraf eder:
"Harf İnkılâbı ilân edilmeden iki sene evvel Atatürk’e söyledim. Bu kolay değil. Sen harp zamanı karargâhta çalıştın mı? Hayır, dedi.
1- Ben bilirim dedim. Bunu tecrübe ettim. Bütün devlet muamelâtı herşey bozulacak. Herkes iki yazı kabul edildi diye kendisini mecbur hissedecek, yeni harfleri kullanacak, bir de asıl işidir, kıymetli işidir diye eski harfleri kullanacak. Başa çıkamayız iyi düşün.
2- Atatürk'e bunları söyledim ve benim ikazım cesaretini kırdı. Harf inkılabını iki sene sürükledi. Resmi beyanlarında, grupta, partide yaptığı konuşmalarda 'Yeni harfleri düşünüyoruz.' diyordu. Fakat başlayamıyordu.
3- Nihayet harf inkılabını emrivaki halinde ilan etmeden önce kendisine şöyle dedim:..."
(İsmet İnönü, Hatıralar, Ankara, 2006, s. 483)
Oysa İnönü tarihi çarpıtmaktadır. Bu inkılap asla bir emrivaki biçiminde yapılmamıştır.
4- Atatürk, daha 1922’de Arap harflerinden ayrılmak ve Etrüsk Türklerinin icadı şimdiki alfabemize geçmek düşüncesindedir. Nitekim bu fikrini 1922’de Batı Cephesinde Halide Edip ve Adnan Adıvar’a açar. Halide Edip Adıvar, Türk’ün Ateşle İmtihanı'nda bu hususu nakletmiştir.
5- 1923 İzmir İktisat Kongresi’ne İzmirli Nazmi ile iki arkadaşı tarafından verilen önerge Kongre Başkanı Kâzım Karabekir Paşa tarafından “Latin harfleri İslâm birliğini bozar.” gerekçesiyle okutulmayınca Kılıçzade Hakkı Bey makalelerinde “Biz yalnız Müslüman mıyız?
6- ...Yoksa hem Türk, hem Müslüman mıyız? Eğer yalnız Müslüman isek bize Arap harfleri yetişir ve Arap dili gerekir. Eğer Türk isek bir “Türk kültürüne” muhtacız. Bu kültür ise herşeyden önce dilimizden başlayacaktır. Arap harflerinden başka harflerle Kuran yazmak küfür değildir.
7- İşte sorunun özü buradadır.” diye yazmıştır. Atatürk, altı yıllık hazırlıklardan sonra 1928 başlarında Türk harfleri konusunda harekete geçmiştir. 8 Ocak 1928’de Mahmut Esat (Bozkurt) Ankara Türk Ocağı'nda, Türk harfleri hakkında bir konferans verirken 8 Şubat 1928’de...
8- İstanbul’da Türkçe hutbe okunmuş, 24 Mayıs 1928’de de Türk rakamları kabul edilmiştir. 28 Haziran’da ise Harf inkılabı için “Dil Encümeni” oluşturulmuştur. 17 Temmuz’da Encümende konuşan İsmet İnönü'nün bu inkılaba direndiği görülmektedir.
9- Atatürk'ün Arap harflerinden Türk harflerine tam geçiş için altı ayı yeterli bulmasına karşın İsmet İnönü, yedi yıllık bir geçiş dönemine lüzum olduğunu öne sürmüştür. Atatürk kararlıdır, bu kararlılıkla 9 Ağustos 1928’de Sarayburnu’ndaki Halk Gazinosu’nda şu söylevini verir:
10- “Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Bunu vatanperverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Yeni Türk harflerini her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz.
11- Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin %10’u, %20’si okuma yazma bilir, %80’i bilmezse bu ayıptır…” Artık her yerde yeni harfleri öğrenme, öğretme çabası başlamıştır.
12- Atatürk'ün 23 Ağustos’ta Tekirdağ’da yeni harfler üzerinde konuştuğunu, memurları tahta başına kaldırarak imtihan ettiğini görüyoruz. Eylül’de Maarif Vekaleti'nde (Milli Eğitim Bakanlığı'nda) müsteşarlar toplanarak yeni harflerin uygulanması konusunda konuşmalar yaparken...
13- 29 Eylül’de “Yeni Harfler Marşı” bestelenir. Nihayet 31 Ekim’de Halk Fırkası’nın da yeni harfler üzerinde toplanarak karara vardığını, 1 Kasım 1928’de de Meclis'in yıllık toplantısının açış nutkunda, Atatürk'ün konuyu şu sözlerle özetlediğini görüyoruz:
14- “Büyük Türk Milletine, onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol dışında, kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lâzımdır.”
15- Açılış törenini takiben toplanan komisyonun hazırladığı tasarı, 1 Kasım 1928 tarih ve 1353 Sayılı Kanun olarak oy birliği ile kabul edilerek 3 Kasım günkü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Atatürk'ün bu kesin tavrıyla İnönü de hem tavır hem de ağız değiştirir.
16- İnönü'ye tekrar kulak verelim:
"Harf inkilabı oldu. Herkes bilir ki ondan sonra ben eski yazıyı kullanmış değilim. Harf inkilabı çıktıktan sonra şimdiye kadar eski yazıyla yazmış olduğum 20 satırı bulmaz. Yapmadım, yapamadım, akıllılık ettim.
17- Çünkü ilk sıkıntıya katlanmayanlar ömürlerinin sonuna kadar yeni yazıyı kullanamadılar. Yeni yazıya alışmak için bir kaç ay, her ne kadar ise kabiliyetine göre sıkıntı çekip onun içine kapanmak lazımdı. Onu kullanmakta ısrar etmek lazımdı.
18- Cemiyete bunu yaptırmak için almadığım tekbir, katlanmadığım eziyet ve vermediğim eziyet, güçlük kalmamıştır. Ben vekillerin, mebusların, memurların, herkesin cep defterini muayene eder ve eski yazı ile notlarını gördüğüm zaman mesul tutardım."
19- Kaynak: İsmet İnönü, Hatıralar, Ankara, 2006 s. 484
İsmet İnönü böylece en iyi bildiği şeyi yapmış; ortama uymuştur.
20- Harf Devrimi’ne ilk uyan sanatkârımız: Neyzen Tevfik’in Yeni harflerle ilk şiiri.
21 Eylül 1928 tarihli Vakit gazetesinin haberi:
Neyzen Tevfik, dün bizim matbaaya uğradı. Bize yeni tamamladığı “İkinci öğut” manzumesini okudu.
21- Neyzen bu manzumesini pek yakında yeni harflerle bastıracağını söylüyor. Şiirden birkaç parça seçtik; neşrediyoruz:
22- Can gözüyle sahne-i dilden nigâh ettim sana,
Verme artık gönlünü, dükkân gibi icara Türk!
Kendi mülkünde garibâne dilendin din için,
Tıpkı beygirler gibi döndürdü şeyh ayin için,
Sırtta heybe, cerre çıktın gafleti telkin için,
Pek fedakârâne yandın bir Kureyşî kin için,
23- Çal da söylet bunları sazındaki evtara Türk!
Zalimin titrek elinden çektin aldın dizgini,
Kükresin, namerde tarihinde bir kaplan kini.
Tuttuğun yol asra ait her teceddüdden yeni,
“Müstakim ol hazret-i Müncî utandırmaz seni”
Aklın erdiyse yeter bir Vâhidülhahhar'a Türk!
24- Musikiye ârız olmuştur yobazlık bit gibi,
Bu akan çirk-i hilafet sanata kibrit gibi,
Saltanat davasına her faslı bir şahit gibi,
Toplanıp hep bir ağızdan hırlaşırlar it gibi,
Eyle bunlardan şikâyet Dâhî-i Serdâr’a Türk!”
Vakit gazetesi, 21 Eylül 1928, sayfa: 3.
25- 1 Kanunusani (1.1.1929) tüm yurtta Millet Mektepleri kurslarının açıldığı tarihtir. 16 yaşından 40 yaşına kadar yeni harfleri bilmeyen herkes bu kurslara katılmaya mecbur tutuldu. Fotoğrafta Millet Mektepleri kurslarına ait afişleri taşıyan öğrenciler. Taksim, İstanbul, 1928.
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
"... Fransız le Monde Muhabiri Guillaume Perrier'nin şaşırtıcı bir "Türkiye analizi"
"Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı.
1- Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren "kültürel bölünme". Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye...
2- ...giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış...
Özellikle bizim Türkologlar Hazarya'daki Yahudiliğin ve Yahudilerin ortaya çıkışı konsunda bazı dini anlatımlara dayanılarak anlatılan Kenan diyarından (Filistin) Simon gibi üç Yahudi kabilesinin Hazarya'ya geldiğini ve bunların Yahudilikte etkili olduğunu ve bunların...
1- ...soylarının Hazarya'da çoğalmasına bağlıyorlar. Gerçi bu bizimkilerin kendi düşünce ve çalışmaları değil sadece nakilcilik yapıyorlar. Oysa biraz araştırmış olsalardı burdaki anlatılan konunun bile yine Türkler ile alakalı olduğunu görmüş okumuş olurlardı.
2- İskitler Medya'ya saldırır, yağmalar ve giderken yanlarında üç kabile götürürler Hazarya coğrafyasına.. (Hazar denizi civarına) Bu durumu inceleyen batılı tarihçiler ve bazı asiller götüren ve götürülenlerin aynı kavimden olduğunu belirtmişlerdir.
“Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti- otuz yıldır.” Hz.Muhammed Mustafa (S.A.V) (bk. Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221)
1- "Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak." (Müsned, IV, 273)(1)
2- "Müslümanların pek çoğu "Halife Kureyş'ten olur" hadisine inanır ve halife olmak için Kureyş kabilesinden olmak şart, olmayanın halifeliği geçersizdir der. TBMM hilafeti kaldırırken "Osmanlı Kureyş'ten değildir, hilafeti çoğunlukça geçersiz sayılıyor" gerekçesine dayandı.
GARAMANTES KRALLIĞI
LİBYA-FİZAN /AFRİKA
Bir zamanlar Libya'nın Fezzan vahalarında yer alan gizemli Garamantes Krallığı ile ilgili birçok efsane var.
Bu yerli Sahra toplumunun kasabaları, gelişen vaha tarımı, teknolojik başarıları ve Akdeniz ve Sahra Altı Afrika ile ticari,+++
1-++ bağlantıları vardı.
Afrika'daki Neolitik dönemde (MÖ 1000) ve MS 7. yüzyıla tarihlenen Arap Fethi zamanına kadar , Garamantes, korunaklı başkent Garama ve diğer şehirlerle çok gelişmiş bir toplumu geliştirdi.
2-Garamantes: 3.000 Yıllık Gelişmiş Kuzey Afrika Topluluğu 3.000 Millik Yeraltı Sulama Kanalları Ağı İnşa Etti
Politik olarak konfederasyon halinde örgütlenen Garamantes bir kral tarafından yönetiliyordu.
YÜZLERCE DİL BİLİMCİ VE MATEMATİK DEHASI BİR ARAYA GELSE BÖYLE BİR DİL YAPAMAZ!..
TÜRKÇENİN TARTIŞILMAZ KALİTESİ
Türkçe yoğun bir dildir, derindir. Kökü çok diplerde olduğundan, uzun yıllar içinde fazlalıklardan arınmıştır. Bir fikir kısa sözcüklerle rahatça anlatılabilir.
1- "Okutturdu" sözünü Farsça söyleyebilmek için kaç kelimeye ihtiyaç vardır mesela? 7 mi ? 10 mu? 13 mü?
"Okutturmuştum" sözünü söyleyebilir misiniz peki?
"Gelemeyecekmiş" kelimesinin İngilizcesine bakalım: "it has been learned that he will not be abla to come"...
2- Öyle kelimelerimiz vardır ki, bir İngiliz dil bilimci bir sayfa yazsa bile o anlamı çıkartamaz.
Beyin yanması garanti!
Türkçeyi sonradan öğrenmiş İngiliz bir arkadaşım vardı. Bir türlü "işe gidiyorum" diyemezdi. "İşemeye gidiyorum" derdi. Bizi gülmekten öldürürdü...
İkinci Abdülhamit, Abdülaziz yönetiminden, güçlü bir donanma devralmıştı. Yerli milli sanayi temeline ve köklü inşa ve ikmal tesislerine dayanmasa da, dışarıdan alınan savaş gemilerinden oluşan bir donanma..
1- Abdülhamit tahta çıktığında bu donanma, Karadeniz'e hakimdi. Ve öyle olması gerekiyordu. Çünkü daha sonraları, Karadeniz'de güçlü tersaneler inşa edip, egemen bir deniz gücü yaratan Rusya'nın, henüz sözü edilir bir donanması yoktu.
2- Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında, donanmasını kullanmadı. Çünkü o zaman da donanma, tamamen ihmal edilmişti. Zaten Meclisi Mebusan'ın kapatılışında da, bir deniz başarısızlığı etkili oldu: Ruslar, Karadeniz'de güçlü olmadıkları halde, içinde Balkan ordularının...