, 115 tweets, 16 min read Read on Twitter
Türkiye’nin geleceğine dönük yapılan her yorum maksimum miktarda kahır içeriyor, herkes umutsuz. Anlattığım herkesin ‘sen çok iyimser bakıyorsun’ dediği fakat başka bir ihtimalin de olmadığı ülkemizin geleceğinden bahsedeyim. (flood)
İlk olarak durum tespiti yapalım. Türkiye’ye 2001 Krizi’nden sonra IMF geldi. Borç aldık, ekonomik reformlar yapıldı ve yıllarca bu yolun peşinde yürüdük. O dönem ülkenin refaha doğru yaptığı sıçramanın tüm puanları da Akp’ye yazıldı.
Bu yaşananlar Akp sayesinde değil, Akp’ye rağmen oldu. Ekonomik reformlar, hukuksal reformları izlemek zorunda kaldı ve IMF sayesinde Türkiye’de globalde seyreden liberal/rekabetçi ekonomi temelleri oluşturuldu.
O dönem, Amerika’da patlayan ve Dünya’yı eriten 2008 kriziyle bitti ve peşinden ülkemiz için daha hayırlı yeni bir dönem başladı. Amerika bu krizi dolar bolluğu yaratarak çözdü. Tüm Dünya ucuz dolarla tanıştı. Türkiye’de de dolar 2014’e kadar 2 liranın altında seyretti.
Türkiye’deki herkesin paraya ulaşabildiği, kültür-sanat etkinliklerinin patlama yaptığı, girişimlerin çoğaldığı o dönemi yaşadık. Rock’n Coke’un o dönemki lineup’ına bakın, Dünya çapında bir festival düzeyine yaklaşmıştı; şimdi festival dahi yapılamaz durumdayız.
Şimdi konuya devam etmeden IMF’den de biraz bahsetmem gerek. IMF, Uluslararası Para Fonu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra her yer dümdüz olunca, hiçbir yeri Sovyetlerin kapması istenmediği için, çökmüş ülkelere kredi imkanı sunmak amacıyla kuruldu.
Bu sayede hem ülkeler hızlıca yeniden inşa olup Sovyetlerin tehlikesinden kurtulacak, hem de her şey Amerika’da üretildiği için alımgücü elde eden ülkeler, Amerika’nın ithalatçısı pozisyonuna geçmiş olacak. İki taraf da kazanacak ama Amerika daha çok kazanmış olacak.
Ve son olarak da Dünya’nın para birimi de Dolar olmuş olacaktı. 2019 itibariyle görüldüğü gibi iki ileri bir geri de olsa bu IMF projesi işe yaradı. Türkiye’de defalarca IMF’den kredi alan bir ülke oldu. Peki, IMF gerçekten çok kötü bir şey mi?
Genelde IMF, tefeci olmakla, işleri bok etmekle, ülkenin iç işlerine karışmakla suçlanır ve karalanır. Kimsenin ‘IMF iyidir’ dediğini görmemişsinizdir. Bunun sebebi biraz farklı ve suçlusu da politikacılar.
Kimse kimseye zorla borç veremez. İhtiyaç sahibi olan ülke de, ihtiyacının aciliyeti tepeye ulaşmışsa bu borcun karşılığındaki yapılacaklar konusunda pasif kalmak zorunda kalır. Çünkü bir nevi tefeciye düşmüşsen, adam ne isterse istesin o paraya ihtiyacın olduğu için ‘he’ dersin.
Türkiye, 10 yılda bir ‘tefeciler’in eline düşüp, tüm suçu tefecilere atmayı başarabilmiş bir ülke. Kimse ‘Yav peki IMF’den borç alacak kadar nasıl sıkıştık?’ sorusunu sor(a)madığı için ağız dolusu ‘Çünkü siyasetçiler ülkenin ağzına sıçtı’ cevabını da duyamıyoruz.
IMF, neden gidip Almanya’yı, Güney Kore’yi, Polonya’yı karıştırmadı da Türkiye’nin içişlerine karıştı sorusunun cevabı burada saklı. Bizim siyasetçilerimiz Türkiye adına kredi çekip, eşine dostuna yedirmeyi tercih ettiği ve bunun hesabını da halka veremediği için IMF karalanır.
Ama 2001 Krizi gibi battı balık pozisyonuna kadar düşmüş ve sıfırı tüketmişseniz IMF’yi kırmızı halılarla karşılamak zorunda kalırsınız. Dediğiniz her lafı da yutarsınız. Geçmişte olan şey, bu belediye seçimlerinden sonra da sike sike olacak. Çünkü deniz kurudu.
Şimdi konuya devam etmeden önce, Türkiye’de neden süreklilik olamadığına bakalım. (Daha geniş okuma için: )
Türkiye’de bütün reformlar taban tarafından/ortak akılla değil, sistem çıkmaza girdiği için yapıldı. Ne demek bu? Türkiye’nin aydın sınıfı yok demek arkadaşlar. Hiçbir zaman olmalarına izin verilmediği için yoklar.
Hükümet bir karar aldığı zaman henüz uygulamaya geçmeden önce aydınlar/gazeteciler/akademisyenler bunu tartışır; kamuoyu bilgilendirilir. Olası sonuçlar bu sayede önceden engellenir haliyle çat diye karar alınmaz. Peki, Türkiye’de nasıl böyle çat diye alınıyor?
Atatürk’ten beri hükümetin aldığı her karar başlangıçta eleştirildi; sonra eleştirenler ya hapise atıldı, ya ülkeden çıkmak zorunda kaldı ya da bu işlerden el çektirildi. Ya da ülkeden gitmek istemeyip, bu işlerden uzaklaşmak da istemeyenler hapise girmemek için siyasete atıldı.
Nazım Hikmet’ten, Ahmet Şık’a kadar binlerce aydınını/gazetecisini/akademisyenini harcamayı seçtiğinden de şu an yaşadığımız ve geçmişte de yaşadığımız bürokratik/ekonomik felaketlerin önceden engellenme durumu hiç olmadı. Hep çat kapı oldu. Sonuçları da ağır oldu.
Akıllı insanlar, yenileceklerini bildikleri savaşa girmezler. Bu yenilgiyi kabul etmektir fakat ‘yanlış’ olduğunu bildikleri bir şeyi ‘doğru’ kabul ettikleri anlamına da gelmez. Zamanı beklenmek zorundadır birçok şeyin.
En çok sinirlendiğim konulardan biridir bu, sosyal medyada bir cümlesiyle/hareketiyle bir akademisyenin/yazarın/gazetecinin üstünü çizmeye çok alışık herkes. Oysa sırf sizin sikik egonuz okşansın, ‘oh be koymuş lafı’ deyin diye kimse kaybedeceği savaşta çarpışmamalı.
Önce hastanın teşhisi kabul etmesi gerekir, aksi halde tedaviye başlayamazsınız. Haliyle birçok doğru, zamanını beklemek zorundadır. Eşcinsel evlilik Amerika’da 2015’i beklemek zorunda kaldı. Türkiye de belki de 2040’a kadar beklemek zorunda kalacak.
İnsanların ifade özgürlüğünü koruyacak hukuk yapısı oturursa bu süre elbette erkene çekilecek. Konuştukça tartışılacak, tartışıldıkça anlaşılır hale gelecek ve sonrasında yasallaşacak. Bunlar olmayınca süreklilik de olmuyor. Ve bi batıp, bir çıkıyoruz 3-5 senede bir.
Twit limiti doldu. Yarın devam edeceğim. Yarın neler olacak:
- 2008’den sonraki dolar bolluğundan bu güne nasıl geldik?
- Önümüzdeki seçimlerden sonra ne olacak?
- Türkiye’nin güzel geleceği ne şekilde, nasıl ve ne zaman gelecek?

Yarın görüşürük.
Türkiye’nin yakın geçmişi ve önümüzdeki geleceği üzerine yazdığım yazının 2. bölümü:
2001 Krizi, peşinden IMF ve ekonomik/hukuksal reformlar, peşinden AB ile başvuru sürecinin hızlanması ve sonra da 2008 global krizi geldi. 2008 global krizini kavramak için Inside Job belgeselini izleyebilir ya da şu yazıyı okuyabilirsiniz. eksisozluk.com/entry/14255350
Akp’nin günümüze kadar ekonomiyi çökmeden ayakta tutmasını sağlayan en büyük fırsat 2008 krizi sonrasında Amerika’nın dolar basması oldu. Fakat o dönemi ülkemiz öyle yanlış okudu ki bu paralar hem çarçur edildi hem de Ortadoğu’da oyun kuruculuk denemeleri yapıldı.
Önce Amerika’da basılan dolarların bizle olan ilişkisi ne? sorusuna cevap vermek lazım. Gelişmiş ekonomilerde büyüme yavaşlar, risk azaldığından faizler de düşer. Bu durumda tasarrufta bekleyen para değer kazanamamaya başlar.
Fakat bizimki gibi gelişmekte olan ülkelerde daha yapılacak çok iş olduğundan dışarıdan sermaye olarak getirilen her paraya ihtiyacımız olduğundan büyüme ve faiz oranımız yüksektir. Bu sayede gelişmiş ülkelerde beklemek yerine para bizim gibi ülkelerde koşturulur.
2008 krizinden sonra bu bolluktan en çok Türkiye, Brezilya, Arjantin, Güney Afrika, Çin, Hindistan, Rusya nasibini buldu. (Arjantin de geçen sene IMF’yle anlaşmak zorunda kaldı zaten, onların devlet geleneği de bizimki gibi aynı bok)
Amerika, 2013 itibariyle krizi atlatmaya başlayıp bu bolluğu normalize etmek için faiz yükseltmeye, haliyle dışarda gezen parayı ülkeye çekmeye başladı. Ülkemiz o sırada bunlarla ilgili gelecek planı yapmak yerine Ortadoğu’da oyun kurucu olmakla uğraşıyordu.
Bu oyun kuruculuk denemeleri şimdi ortada gözükmeyen Davutoğlu’nun vizyonuydu. Ilımlı İslam fikriyle Türkiye, Ortadoğu’nun önder ülkesi olacaktı ve Amerika-Rusya gibi bir oyun kurucu olabileceğini sandı.
Bu uğurda önce ortada bir şey yokken kanki Esad’la düşman olundu ve Suriye’de iktidar değişecek yanılgısıyla hem Işid gibi terörist gruplar desteklendi, hem de Suriyeli göçmenlerden Suriye’de siyasi bir güç devşirileceği düşüncesiyle sınır kapıları tamamen açıldı.
Işid gibi terör örgütleri hem ülkemizin güvenliğini hiç etti, hem de Irak’ta büyükelçi rehin alarak ülke rencide edildi. 3-5 çapulcunun tehdit ettiği bir yere dönüştü.
Herkesle düşman olduk, herkesle. İlkin Amerika’yla başladı bu, Obama selam vermez oldu bize. Biz de bu iş bittiğinde kral olcaz sanıyorken, Rusya gelip siktir çekti. Bırak oyun kuruculuğu evdeki bulgurdan da olduk.
İran’ın ambargosunu delip yasadışı ticaret yapıp (Reza Zarrab) Amerika ve AB’nin eline koz verdik. Rusya’nın uçağını düşürüp tezek yakarız deyip, sonra Putin’in kapısında uyuduk.
Ortadoğu’da Müslüman Kardeşler’den taraf olup bütün ülkelerin içişlerine karışmaya çalıştık. Sonuç, Katar dışında ilişkilerimizin sürdüğü ülke kalmadı. Mısır’la da düşmanız, Suudilerle de. Ermenistan’la ilişkileriniz donmuş. Bulgaristan’da gümrük krizi.
Peki, Gezi neden başarısız oldu? Çünkü dolar 1.7 olan ülkede devrim olmaz; bıçak kemiğe dayanmamıştır çünkü. Çöküş niye uzun sürdü? Kredimizi son noktaya kadar tüketene kadar herkesin kapısında ağladık da ondan.
Bu da yetmezmiş gibi son kurşunu da ülkemizdeki Suriyelilere kuduz köpek muamelesi yapıp Avrupa’yı tehdit ederek çöküşü yavaşlatmaya çalıştık.
Türkiye’nin içpolitikasına girmedik daha farkındaysanız. Ne başarısız bir yönetim yav bu. İnsan hatırladıkça utanıyor. İçerde olanları hatırladıkça da kahroluyor. Ne güzel şeyler olabilirdi oysa ki...
Bu arada bu güzel şeyler Adnan Menderes’ten beri olabilirdi, ama başta da dediğim gibi eğer hukuk sisteminiz kurumsallaşamamışsa bir sarmala girersiniz ve bundan sizi kurtaracak iş ve beyin gücünü de ülkeye küstürmüş olduğunuzdan sarmal kırılmaz.
Ancak sistem çıkmaza girer, yani para biter, borç alacak yer kalmaz, halk ekmek bulamaz. O zaman ihtiyaç olan reformlar, mecburen kabul edilir. Durum düzelince de bunun puanı iktidara yazılır, ikinci iktidar dönemi garantilenir ve hukuksuzluk tekrar başlar. İşte sarmal bu.
Sonuç olarak Akp, kurulduğu günden bu yana o meşhur ‘Dış Güçler’in yarattığı fırsatlarla gücünü perçinlemiş, bu fırsatları hiç etmiş ve şimdi fırsatsız bir döneme girildiğinden de Ortadoğu’da oyun kuruculultan, manavda soğan satmaya dönen bir kariyerle karşı karşıya kaldı.
Yine çok uzun oldu ama anlatmak da gerekiyordu bunları. Bir sonraki flood’da devam edeceğiz. Neler olacak?
- Yakın zamanda bizi neler bekliyor?
-Gelecekte güzel günler nasıl, ne şekilde ve ne zaman gelecek?

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Eleştiri yapmak hakkınız.
Yarına bırakmadan 3. bölüme geçiyorum. Türkiye’yi yakın gelecekte ne bekliyor, uzun vadeli gelecek nasıl olacak? (Bak kıymet bilin aşağı yukarı 10 kişi okuyor floodu, 10 kişiye kimse yazmaz bu kadar. Ben kimse okumasa da yazdığım için sorun yok.)
Şimdiden sonra bugüne gelerek devam edelim. Türkiye, şu anda finansal bir çıkmaza girmiş durumda. Nedenlerini daha net okumak için birkaç paylaşım yapmak istiyorum meraklısı daha fazlasını öğrenmiş olsun:
Ekonomist Mahfi Eğilmez, blogunda iki yazı yazdı bu hafta. @mahfiegilmez İlki: Cari Açık Nasıl Finanse Edildi? mahfiegilmez.com/2019/02/cari-a…
İkincisi: Türkiye Ekonomisindeki Gidişin Analizi: mahfiegilmez.com/2019/02/turkiy…
Ekonomist Atilla Yeşilada, Youtube kanalında ekonomi okur-yazarlığını geliştirecek bir amme hizmeti yapıyor. Tüm ekonomik gelişmeleri güncel olarak anlatıyor: @AtillaYesilada1 youtube.com/channel/UCNwlN…
Artı Tv’nin 6 Haziran 2018 tarihli ekonomist Haluk Levent’in katıldığı Dünya ve Biz programının bölümü Youtube’dan silinmiş. Bulursanız Haluk Hocaya da kulak verin. @AydnSelcen
Kısaca şuanki durumumuzdan bahsedeceksek, 2019 ve 2020 ekonomik anlamda kötü geçecek. Girişimler azalacak, istihdam azalacak, enflasyon yüzünden de sürekli olarak cebimizdeki para azalacak. Bunlar tartışmasız gerçekler.
Bunlara benim güzel ülkemin insanları alışık olduğu için yapacak da çok bişey yok. Ama 2019-2020 yıllarının kötü geçeceğini kabul ettikten sonra yavaş yavaş uzun vadeli geleceğimize bakabiliriz.
Önümüzdeki kısa vadeli dönemi IMF sayesinde aşacağız. B planı diye bir şey yok çünkü. Devlet yetkilileri kendince program/paket/tasarruf açıklasalar da, ekonomi tepetaklak olduğu için sadece tasarruf yaparak geçtiğimiz 10 yılın çarçurunu toparlayamaz hiç kimse.
Peki, IMF’yle anlaşmazlarsa ne olur? O zaman biraz daha bekleyip ülkenin serveti dibe vurunca IMF ile anlaşırlar, ne kadar geç olursa o kadar kötü olur tabi. Para lazım arkadaşlar, değirmenin suyu çoktan aktı gitti bile. Seçenekler tükendi.
IMF geldiğinde 2001 Krizi’nden sonra temelleri atılan kurumlar (şimdilik o kurumlar çalış(a)mıyor, cumhurbaşkanımız tek başına çalışıyor) tekrar işler hale gelecek. Bunun hukuksal zeminleri hazırlanacağı için devletimiz tekrardan paşa paşa bunları onaylayacak.
Sonrasında da tekrardan Kopenhag Kriterleri’ne hazırlanan/çabalayan bir devlet görüntüsü verecekler. 2023 seçimlerine kadar tamamen kendi içişlerindeki reformlarla ilgilenecek yani Türkiye.
Ne kadar berbat bir şey görüyor musunuz? Ülkemizdeki yöneticiler ülkeyi daha fazla bok etmesin diye, başka ülkeden yetkili getirmek zorunda kalıyorsun. Sonra da vatan millet edebiyatı dinlemeye devam; Yediği Kaba Sıçan Türkiye.
Türkiye’deki kurumların işler hale gelip, demokrat bir çizgiye gelmeleri sağlandıktan sonra; sarmal tekrar devreye girer ve yeni bir hukuksuzluk sarmalının içinde bulamaz mıyız kendimizi? Aynı Akp’nin 2007 seçimlerini kazandıktan sonra ince ince işlemeye başladığı gibi.
Bu sarmala girmek için önce başarılı bir birinci dönem ve bu başarılı dönemin kazandıracağı 2. seçim dönemine ihtiyaç var. Yani 2023 seçimlerinin kazananı hala kasanın anahtarını alabilmiş olmayacak. Bunun için bir seçim kazanması daha lazım.
Geçmişteki örneklere bakarak bu tekerrürleri görüyoruz belki fakat hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını kesinleyen ve tüm dünyayı değiştiren ‘internet devrimi’nin etkisi nasıl olacak? Bu etki hesap edilmeden 2020 sonrası konuşulamaz.
Son bölüm 2020 sonrası Türkiye’yi anlatacağım. Hayal mi öngörü mü okuyanlar karar verir artık. Yarın son bölümde görüşmek üzere.
Şu ana kadar Türkiye’nin yakın geçmişinden başlayıp, günümüzdeki zor dönemlere nasıl geldiğimizi ve bunu nasıl aşacağımızı anlattığım yazının final bölümüne geldik. Neden hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve Türkiye’nin geleceği nasıl olacak tane tane anlatmaya çalışacağım.
Son bölümü bitirirken gelecekte her şey bir şekilde yoluna girse de tekrardan aynı sarmala girip politikacıların ülkeyi mahvetmeyeceği ne malum sorusunu sormuş ve internet devriminin bunlara izin vermeyeceğini söylemiştim. Şimdi bu konuya giriş yapalım.
İnterneti sadece ekran başında olmak diye düşünmemek lazım. Hele hele ‘Twitter sayesinde devrim yapacağız’ gibi doğrudan sonuçlara odaklanmak genel resmi görmeyi engelliyor.
İnternetin ilk önce bitirdiği şey şu oldu; hiçbirimiz kimliğimizde yazan kişi olmak zorunda değiliz. Hiç kimse doğduğu yerin, çevrenin, babasının mesleğinin peşine gitmek zorunda değil. Çünkü artık hepimiz Dünya’nın nasıl olduğunu görüyoruz ve buna ulaşma imkanımız da var.
Bu sadece Türkiye’nin batısına sunulmuş bir şey de değil. Urfa’nın bir kasabasında kuran kursuna yollanan çocuklar, derste birbirlerine Iphone’larından İspanya’daki bir olayın videosunu izlettiriyorlar. Bunu engelleyebilecek bir güç yok artık.
Bununla birlikte Türklüğün, Kürtlüğün, Müslüman ya da ateist olmanın da bir önemi yok. Çünkü artık insanların kendini mutlu hissetmediği yerde kalma zorunluluğu da bitiyor. Atlar otobüse gidersin başka şehire ya da başka ülkeye... Sonuçta herkes sadece huzur ve refah peşinde.
Bu kimlikler eskiden ister istemez önemliydi. Eskiden iletişim yoktu; iletişim yoksa renklilik olamaz. Haliyle her bölge kendi kimliği üzerinden güvenini sağlar ve bunu korumak zorunda hissederdi. Harita açık değil çünkü, korkmak ve birbirine benzeyenlerle birarada kalmak şarttı.
Dünyanın haritası tamamen açıldı ve her noktasından bilgi akışı geliyor. New York’daki sokak hayatını da Google aramasıyla öğrenebilirim, Kanada’daki asgari ücreti de, Madrid’in gece hayatını da... Haliyle bu bir aydınlanmadır. Artık karanlık yok ve birbirimizden korkmuyoruz.
Bu nedenle Dünya yavaş yavaş uluslarla sınırları belirlenmiş bir yer olmaktan çıkıyor. Irk ya da inanç birlikteliğiyle birarada yaşama dönemi bitti. Artık başka başka şeyler bizi bir arada yaşamaya sevk ediyor ve bunun onlarca nedeni de olsa temeli huzur ve refah.
Ben şu anda İngiltere’nin içbölgesinde bir kasabada yaşıyorum 6 aydır. Ve Türkiye’yi gerçekten özlüyorum. Ama benim özlediğim Türkiye ile benimle aynı pozisyondaki birinin özlediği Türkiye aynı olamaz. Nedenini anlatayım:
Ben Kadıköy/Moda’dan geldim buraya. Oradaki şehirli, genç, kendini yetiştirmiş, meslek sahibi insanların oluşturduğu o renkli mahalleyi özledim. Çünkü burada küçük bir kasabada, durmadan çocuk doğurup devletten yardım alarak geçinen mesleksiz, eğitimsiz, tek renkli insanlarlayım.
Bana bir yeri yaşanır kıldıran şey yukarıda saydıklarım. Milliyeti ya da inançlarının önemi yok. Ben meslek sahibi, açık görüşlü, canlıların tamamını seven ve özgürlüğe saygı duyan insanları arıyorum; Japonya’da da olsam aynısını arıyorum ya da Amerika’da.
Fakat İngiltere’ye Yozgat’taki kasabasından çıkıp gelen insan ise kendi insanını, mahallesini, Yozgat kültürünü özleyecektir. Zamanla buraya adapte olunca da Yozgat’ta bunalacaktır. Biz değişiyoruz, çevremizde bizle değişiyor ve seçim şansımız var artık.
Haliyle tüm ülkeler gibi Türkiye de çeşit çeşit insanların bir arada yaşadığı bir topluluk olacak. Ülke kendi başına refah ve huzuru tahsis etmek için uğraşmazsa da insanlarını kaybetmeye devam edecek. Bunun vatanı sevmekle alakası yok, bunlar eskimiş hikayeler.
Vatanla ilgisi neden yok? Buna bir de ekonomik olarak bakalım. En önemli kısımlardan birisi bu. Örnekle anlatayım: Bir iş insanı olduğunuzu düşünün, uluslararası çalışan taze meyve-sebze ve perakende işi yapıyorsunuz.
Türkiye’den, Yunanistan’a sıçrıyor oraya para harcıyor, iş kuruyor, gayrimenkul alıyor ve işçi istihdam ediyorsunuz. Sonra Polonya pazarı aklınıza yatıyor yine aynı işlemleri Polonya’da yapıyorsunuz. Yunanistan’a da Polonya’ya da 200 milyon dolar götürdüğünüzü düşünelim.
Bu paralar artık o ülkelerin içpiyasasında dönüyor, yüzlerce insana maaş veriyor ve binlerce insana tüketim malzemesi sunuyorsunuz. Karlılık artınca da bir kısmını tekrar sermaye olarak yatırıyorsunuz. İşler güzel.
Sonra Yunanistan devletinde bir kriz peydah oluyor, enflasyon fırlıyor, alım gücü düşüyor. Ama siz bunları az çok zaten biliyordumuz, ülkenin iktidarı işleri iyi idare edememiş ama sizi ilgilendiren durum çok hayati durumlara gelmemiş.
Sonra Yunanistan devlet başkanı çıkıyor anamuhalefet partisine ait bir bankanın hisselerini hazineye aktarmak istiyor; haydaaa, yabancı bir ülkede yatırım yaptığın gayrimenkullerin mülkiyet hakkı için endişe duymaya başlıyorsun.
Sonra yetmiyor, devlet başkanı çıkıp pazarcıları, perakendecileri vatan hainliğiyle, sahtekarlıkla, stokçulukla suçlayıp, piyasadaki tüm sistemi bozmayı göze alarak manavlık yapmaya başlıyor. Ne yaparsınız?
En az zararla o ülkeden ayrılmanın yollarını ararsınız değil mi? Türkiye’nin yöneticileri 10 yıldır yaptıklarıyla, hem yabancıların Türkiye pazarından kaçmasına, hem de Türklerin girişim için heveslenmesine engel oluyorlar. Bunun vatanla milletle ihanetle alakası yok.
Çünkü Dünya’da gidip yatırım yapacak ülke çok, hukuk/istikrar yoksa basar gider neden uğraşsın ki? Kimse uğraşmaz zaten. Ve o ülkede istihdam azalır, seçenek azalır, fırsatlar azalır ve bunun başka başka sonuçları ortaya çıkmaya başlar.
Böyle anlatınca da ‘biz eskiden her şeyimizi üretebiliyorduk, şimdi dışa bağımlı olduk’ gibi ne anlama geldiği belirsiz cümleler kurulur. Onu da basitçe anlatayım.
Arkadaşlar hiç kimse her şeyini üretemez, bu yüzyıllar önce fark edilmiş ve vazgeçilmiş bir ekonomi metodudur. O zaman neden elinizde Iphone, altınızda Mercedes, evinizde Samsung istiyorsunuz. Üretin o zaman bunları da; konumuz buğday mı yani gerçekten? Bu ne saçmalık yav?
Her şeyi üretmek gereksizdir. İyi yapabildiğin/imkanının uygun olduğu şeyleri üret geri kalanı da başkalarından al. Ama buradaki şu kilit nokta önemli; başkalarının senden alacağı bir şey üretmiyorsan, onun malını hangi paranla alacaksın? İşte her şey bu kadar basit.(Limit doldu)
Arkadaşlar anlatacaklarım bitmedi henüz. Yine twit limiti doldu. Geceye doğru yazıp bitirmeyi umuyorum.
Buraya kadarki olan kısım için eleştiri ve düşüncelerinizi bekliyorum.
İnternetin tüm insanlığı doğduğu/yaşadığı mahalleden alıp Dünya vatandaşı yapmasından ve liberal/rekabetçi ekonominin ancak hukukla sürdürülebileceğinden bahsediyorken yine limit dolmuş ve flood yine yarım kalmıştı. Önce konuyla alakalı başka bir durumdan bahsedeyim:
Amerika, IMF, liberalizm, Avrupa Birliği, Batılı olmak gibi konulara tamamen ezberi tekrar ederek düşmansanız, yazdıklarımı boşuna okumayın. Hiçbir argüman sunmadan salak salak konuşan insanlarla uğraşamam çünkü.
Ama şunu düşünün; Dünya’daki en iyi ilk 100 üniversitenin en az yarısı Amerika’da, en çok makaleyi onlar yazıyor, bilimi onlar yapıyor, sayısız çok güçlü bağımsız medyaya sahipler ve 18 trilyon dolarlık bir ekonomiler.
O salak tayfa, böyle bir bilgi verdiğiniz zaman şöyle diyor; ‘E tüm Dünyayı sömürerek yaptılar zaten...’ bitti, bu kadar. Böyle diyerek benim yazdıklarım geçersiz, o kendince haklı konuma geçmiş oluyor.
Sonsuza kadar Ortadoğu sömürseniz günümüzü ilgilendiren bir tane kütüphane kuracak kitap toplayamazsınız arkadaşlar. Bu iş sadece para işi değil, şu ağzınızdaki sömürü/emperyalizm ezberlerini bırakın, gerçeklerle alakanız yok, sadece saçmalıyorsunuz.
Bir diğer ezber, ‘Kapitalizm ancak zengine yarar, kurtuluş yine sosyalizmle olacak.’ Ya Küba’daki milyonlarca insan neden Amerika’ya kaçtı o zaman? Kuzey Kore niye aç, Sovyetler neden yıkıldı, Venezuela niye bitik? Sebebi Amerika mı?
Diyelim ki sebebi Amerika. Peki bu zevzek Amerikalılar neden kendilerine rakip olacak Çin’i, Japonya’yı, Avrupa Birliği’ni durdurmuyor? Bunları engellese neredeyse tüm dünya Dolar kullanmış olurdu? Neden? Neden? Şu soruyu kendinize sorun, aptal olmayın. aptal ölmeyin.
Peki, bu İsveç, Norveç, Danimarka, Japonya, Avrupa Birliği ülkeleri kapitalizm içinde halkına sosyal yardım yaparak, fakirliği ortadan kaldırmaya yaklaşarak ‘sosyalist’ bir politika izlemiş olmuyor mu? Neden Küba’ya değil de İsveç’e kaçmaya çalışıyor herkes? Neden? Neden?
‘IMF gelirse Amerika’nın piyonu oluruz, içişlerimize karışır.’ Bu da başka bir ezber. O zaman ülken neden IMF’ye üye ve her sene aidat ödüyor? Hem içişlerine sen karışabiliyor musun? 1 tane adamın dediği oluyor, daha ne kadar piyon olabilirsin? Daha ne kadar fakir olabiliriz?
Amerika katil mi? Elbette. Ama Türkiye’de katil. Çin de katil. Fransa da katil. Norveç de katil. Hepsi katil. Tarihin her döneminde çok fazla yanlışlar yapıldı. Yapılmaya da devam edecek. Fakat burada görmemiz gereken şey bu değil ki.
Şunu görmek gerekiyor. Tarihin her dönemi yanlışlarla dolu fakat yanlışlarını azaltan ülkeler var. İsveç, Norveç, Danimarka, Almanya, Japonya, Güney Kore şeklinde giden bu listede Türkiye yok. Yanlışlarını azaltan ülkeler kurumsal yapısı oturmuş, liberal, rekabetçi ülkeler.
Bu ülkelerin tamamı kapitalist. Bu ülkelerde neredeyse fakir yok. Bu ülkeler bilim ve sanat konusunda ilerdeler. Geçin şu Amerika katil, Avrupa Birliği suç ortağı, kapitalizm vampir ezberlerini. Vampir olan Türkiye, vampir olan Venezuela, vampir olan Ortadoğu...
Yaşama şansı verilmiyor yav bize. Sizin boş ezberleriniz yüzünden de politikacılar yeni yalanlar bulmak zorunda bile kalmıyor, katil Amerika deyip geçiyorlar peşine takılıyorsunuz. Aptal olmayın. Aptal ölmeyin.
Dünya açık kaynaklı bir yazılım gibi artık internet sayesinde. Her bilgiye erişebilirsiniz. Youtube’daki bir liselinin hazırladığı ‘İkiz Kuleler’i Amerika mı Yıktı?’ gibi videolar izleyeceğinize açın güvenilir kaynakları kurcalayın. Bu ne zevzekliktir ya 2019 yılında.
Floodu yarına bitirmiş olurum. Bunları da anlatmam gerektiğini düşündüm; çünkü okuyan birçok kişiye aslında ulaşamıyorum. Küfür etmek için okuyorlar. Bu da benim onlara naçizane cevabım olsun. İyi geceler.
Sona yaklaşırken anlatmam gereken birkaç konu daha var. Türkiye’nin geleceği nasıl olacak sorusuna cevap aramak Dünya’nın nasıl olacağını düşünmeyi de gerektiriyor.
Dünya’da siyaset dönemi bitiyor; çünkü artık cep telefonu satmak, silah satmaktan daha karlı. Silah endüstrisinin büyümesiyle ortaya çıkan ulus-devlet modeli bitti. Yani artık insanlar vatan millet palavrasına inanıp ölmeye gitmiyor ama cep telefonlarına bayılıyorlar.
Eskiden bireylerin alım gücü olmadığı için devletlere satacak bir şey gerekiyordu, o zamanlar silah vardı. Silah satılacaksa da çok savaş gerekiyordu.Sonuçları hala bitmedi fakat bitmek üzere olduğu da ortada. Geçmişi düşünün, bir de şimdiyi? Pazar hacmi sürekli küçülüyor. Neden?
Çünkü teknoloji endüstrisi artık daha çok kazandırıyor. İnsanları öldürmeden çalıştırarak para almak daha karlı ve çok daha kolay. Ama silah endüstrisini bitiren tek sebep bu da değil.
Avrupa, Amerika refahı Ortadoğu’ya Afrika’ya götürmezse; oradaki sefillerin kendi ülkelerine göçmelerini nasıl engelleyecek? Böyle bir sorunla kim uğraşabilir? Hem refah oralara giderse, onlar hem buraya göçmez kalırlar. Hem de onlara cep telefonu satabiliriz. Nasıl fikir?
Ayrıca o topraklarda yapılacak çok iş var. Ne yol var, ne baraj var, ne sistem var, ne konut var... Bizim şirketlere de iş imkanı doğar, mimara, mühendise istihdam olur. İşte bu nedenlerle silah endistrisi, teknoloji endüstrisine yenildi.
Bu ilk değil bu arada. Tarihte bunun örnekleri de var. Peygamberlik endüstrisi de bitti. (Kimsenin dinine hakaret etmiyorum; bir olgudan bahsediyorum.) Hem de çok önce bitti. Artık bunun tekrar etmeyeceği çok açık. İşte şimdi de vatan bayrak düşüncesini saçma bulmaya başladık.
Bu da ulus-devlet modellerinin ve silah endüstrisinin sonu oluyor. Zor olmasının nedeni çok açık; siyaset işinde çok para var ve kimse bunu bırakmak istemiyor. O nedenle vatan millet demeye devam ediyorlar; ama huzur ve refah diyenlerin üstünlüğü ortaya çıktı bile.
Bundan sonrası kolay. Ama zorlamaya devam edecekler. Bunu da tarihin dönemlerinde gördük. Sanayi Devrimi sırasında İngiltere’de ilk defa kullanılan makinaları yakmaya ve lanetlemeye çalışanlar dokuma işçileriydi ve işlerinin ellerinden alınmasından korkuyorlardı.
Siyasetçiler de artık varoluşlarını sürdürmek için vatan millet hikayesinden dünya standartları gerçeğine uymak zorundalar. Akp de belediye seçimlerinden sonra 3.5 yıl boyunca seçim olmadığının bilinciyle gidip paşa paşa IMF ile anlaşacak ve reformlara başlayacak.
Akp için her şeyi söyleyebilirsiniz ama parayı sevmediklerini söyleyemezsiniz. Ülkeye 80 milyar dolar para lazım ve hemen lazım ve vatan millet para getirmiyor çünkü deniz kurudu; ne yapacan? IMF hoşgeldin diyecen. Ve bu Akp’nin iktidarı boyunca yaptığı en doğru icraat olacak.
Daha fazla uzatmadan size bir video tavsiye ederek bitiriyorum. Bu yazıyı yazmama neden olan sık sık izlediğim bir söyleşinin kaydı. Tüm yazılanları okuduktan sonra Büyük İnsan Çetin Altan’ın 2001 yılında neler söylediğine mutlaka kulak verin:
Düşünce, eleştiri ve tavsiyelerinizi yazarsanız memnun olurum. hoşuma kaçar. Enseyi karartmayın.
Missing some Tweet in this thread?
You can try to force a refresh.

Like this thread? Get email updates or save it to PDF!

Subscribe to Asaf Vodvil
Profile picture

Get real-time email alerts when new unrolls are available from this author!

This content may be removed anytime!

Twitter may remove this content at anytime, convert it as a PDF, save and print for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video

1) Follow Thread Reader App on Twitter so you can easily mention us!

2) Go to a Twitter thread (series of Tweets by the same owner) and mention us with a keyword "unroll" @threadreaderapp unroll

You can practice here first or read more on our help page!

Follow Us on Twitter!

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just three indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3.00/month or $30.00/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!