Böylece ahlâk bireyselleşmişti.
Böylece ahlâk meselesinde İslâm düşüncesi bir ayrışma yaşamıştır.
Oysa Batı'da dahi ahlâk bireye ait değil toplumsala ait değer alanıdır.
"Kırmızı ışıkta geçmemek" Batılı toplumda sosyal ahlâk emridir.
Türk toplumunda ise kırmızı ışıkta geçen birinin bireysel eylem yaptığı düşünülür.
Fakat Müslümanlar otomobil sahibi olduklarında böyle düşünmezler.
"Kaldırıma park etsin ne olacak" diyen biri yayaların güvenli yürüyüşünün tehdit edilebileceğini söylemiştir.
Cevdet Said de bireysel kurtuluşla toplumların kurtulacağının "Toplumsal YASA" olduğunu savundu.
Bu yaklaşımlar FARABİ'ye karşıttır.
Müslüman toplumun "BEYT" sistemi ile inşa edilebileceği ahlâkın da BEYTLER TOPLUMUnu hedeflediği görülememiştir.
Bu nedenle İslâmî camiada "aile" tanımlanamamıştır.
İslâmî camiada "eğitim-okullaşma" meftunluğu bekârlık imal etmekte ve ailesizliği yapısallaştırmaktadır.
Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları" bir aile tanımı yaparken "feminizmi" savunuverir.
Türk düşüncesi aile meselesinde müflistir.
AİLE denilen kurum Tanrı'nın ev-bark'a tecellisidir.
Ev-BARK kelimesinin anlamı MABET'tir.
Meskeninin bu kutsallığı nedeniyle evlere ayakkabısız girilir.
Bu grup aydınlar 2 katlı evlerle KENT'in yıkılacağını ve ŞEHRİN geri geleceğini düşünmektedir.
KADIN meselesine değinmek ise demir leblebi çiğnemekten başka nedir?
Ahlâklı toplum ise ancak "beytler topluluğunda" gerçekleşir.
Bu ise FARABİ'ye DEVVANİ'ye, TUSİ'ye dönmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.
Aile temelinde bir toplum teklif edemediklerinden hareketle bunu söylemek mümkündür.
Aileyi tanımlayamayan, kadın-erkek eşitliğine inanan Türkçü ve İslamcı mütefekkirlerin "ÖZNE olmak" davasından ahlâk toplumu çıkmayacaktır.
Cinsellik dürtüsünün tavan yaptığı döneminde gençliği evlenme yollarından uzak tutan eğitim sisteminde ahlâk toplumuna varılmaz.
Bugün Müslüman mütefekkirler "Bu kentlerde yaşamak bir sıkıntı" dediler Charles Baudelaire gibi "Paris buhranı"nı yaşadılar fakat KALDIRIMLAR'da yürümekten büyük haz duydular.
Namık Kemal'in "Paris-Londra medeniyetin şahikasıdır" sözünü tekrar etmemiş aydın yok gibidir.
Hz. Peygamber (asv) Roma kentlerine nazar etseydi, Mescid-i Nebevî'yi Ayasofya'ya rakip bir mimarî heykel kılardı.