Onun hikâyesindeki yarım kalmışlığın, bilinmezliğin eksikliğini tamamlama arzusu neden bu kadar güçlüdür?
5 yaşındayken ilk bestesini yaptı. 35 yaşındayken son eseri Requiem’i tamamlayamadan öldü.
Mozart, Klasik Batı Müziği’nin opera, senfoni, sonat, konçerto gibi her türünde eserler yazdı, besteledi.
Leopold Mozart, içine doğduğu bu “gerçekliği” hep rahatsız edici bulmakla birlikte, hiçbir zaman sorgulama ve rahatsızlığını açık etme yoluna gitmedi.
Toplumun “soylular ve soylu olmayanlar” olarak düzenlenmiş kurgusunda, ona sanatı dolayısıyla görece bir alan açılması, onun için kâfi derecede memnuniyet vericiydi.
Bu gerçekliğin içine doğan baba Mozart kendi sınıfının şartlarını görmüş, yapılması gerekene razı olmuş ve kendini bütün benliğiyle sarayın hizmetine adamıştı.
Viyana’da ise onu bekleyen somut hiçbir şey yoktu.
Yine de kendi yoluna gitmeyi, geleceğini orada inşa etmeyi göze aldı.
Ama asıl sorun, onun Viyana’dan beklentilerinin yanlış olmasıydı.
Mozart Viyana’da, yani yanlış yerde ve yanlış zamanda, "geleceğin sanatçısı" için savaşmaya gidiyordu.
O, hayatı boyunca orta sınıf bir burjuva gibi yaşadı.
Babasını ise onun bu yönünden her zaman tedirginlik duyardı, rahatsızdı.
Onun ümidi Viyana'daydı.
Nitekim ümit ettiği gibi de oldu ve Viyana, Wolfgang Amadeus Mozart’a istediğini verdi.
Ama yalnızca kısa bir süre için...
Onun Viyana hayatında deneyimlediği sarayla olan kişisel ilişkisindeki bu düalist tavır, aslında...
Bundan dolayı Mozart’ın kişisel dilemması, Viyana’da yani Alman düalizminin güney hattında yer alan eski dünyada doğmakla da irtibatlıydı.
Kuzeyde ise -18. yy itibariyle- sanatçı ya da düşünürün kendisini patrisyenlerin beğeni kanonundan bağımsız kılmaya imkân sunan bir ortam vardı.
Evet, müzik ondaydı, ona aitti ama o babasına rağmen evlendiği eşinin sadakatini, saygı duyduğu ve saygı görmeyi umduğu şehre koşulsuz aitliği; sevdiklerince sevilmeyi, onlar tarafından kendi kalarak benimsenmeyi de istemişti.
*(Opera, sarayın değer sıralamasında en üst sırada yer alan, aristokrasinin kendileri için özel, kendilerine uygun eğlence türü olarak gördükleri ve sahnelenmesi için büyük harcamalar gereken bir müzikal türdür.)
*(Bir Delilik Günü veya Figaro'nun Düğünü)
O dönemde bir operanın arka arkaya dokuz defa oynanışı, çok büyük bir başarıydı.
Bu çevrenin de desteğiyle, Mozart’ın operada aristokrasiyi tahkir ettiği söylentileri, onun Viyana macerasının devamını çok kötü etkiledi.
Fakat bunun bedeli olarak kendisinden beklenen sanatına saraydaki “beğeni kanonunun” zevkini dikkate alarak form vermesi ve “öngörülebilir bir tavra” sahip olmasıydı.
Geleneksel sanat - iktidar ilişkilerinden hareketle tavrını belirlerken, yalnızca kendisi açısından önemli olanı esas saydı.
O, kendini tam olarak Habsburg sarayının müzik siyasetini belirleyen kanona karşı bir yere konumlandırdı.
Anlatılanlara göre, Salieri inançlı biridir ve Tanrı’dan inanmış biri olmanın “imtiyazını” beklemektedir.
*imdb.com/title/tt008687…

Bu “dönüşüm” ise ancak Mozart gibi bir sanatçının “kefilliği” ile mümkün olabilirdi.
Bunun için, hayatın olduğu gibi, sanatın da güç devşirdiği çatışma alanlarını, müziğinin konusu haline getirdi.
O, içine doğduğu dünyanın gerçekliğine rıza göstermemiş...
Mozart aşkın yeteneğe sahip biri olarak, bir dönem soylular arasında itibar görmüş…
Babasının, Salzburg prensinin, Viyana sosyetesinin isteklerini yerine getirme zorunluluğu onu hayatı boyunca hep zorladı.
Hiç durmadan çalışması, tutkuyla çalışması, biraz da maruz kaldığı gerçeklikten kaçma arzusunu tatmin içindi.
Mozart, 5 Aralık 1791’de, Viyana’da öldü.
Öldüğünde, onun hâlâ Viyana’da olduğunu bilen pek az kişi vardı.
Onu defnetmek üzere gelenler, defnetmeye götürdükleri kişiyi tanımıyorlardı.
Son yolculuğuna çıkarken yanında karısı yoktu,
ünlü dostları yoktu, hayranları yoktu,
saraydan kimse yoktu…
Yalnızdı.
Çok teşekkür ediyoruz.
Bu vadide farklı paylaşımlarda birlikte olmak dileğiyle.