My Authors
Read all threads
Wolfgang Amadeus Mozart 🎶
(Doğum 1756, Salzburg - Ölüm 1791, Viyana)
Bu, soyluların dünyasında soylu egemenliğine itirazın ve mutlak ile sıradan arasındaki çatışmanın hikâyesidir. 🔎
Dünyaca bilinirliği bu kadar yüksek bir müzik adamının, itibarı her seviyeden sanat çevrelerince kabul görmüş bir müzik dehasının, Mozart'ın çok da eski olmayan hikâyesinde efsaneler, birbirine çelişik rivayetler neden bu kadar çok karşılık bulur?
Neden “Mozart” deyince, çokları onunla yalnızca güçlü bir müzik bağı kurmaktan öte, hikâyesindeki eksik parçaları da tamamlama endişesine kapılır?
Onun hikâyesindeki yarım kalmışlığın, bilinmezliğin eksikliğini tamamlama arzusu neden bu kadar güçlüdür?
Hiç kuşkusuz bu yalnızca onun vakitsiz ölümüyle doğmamış nice yüksek eserlerin eksikliğine hayıflanan Klasik Batı Müziği sevenlerin değil; aynı zamanda kendini iyiye, güzele, estetiğe yakın hissedenlerin de dahil olduğu ortak bir vicdanî rahatsızlık gibidir.
Bundan dolayı onun adına filmler çekildi, ölümü romanlara konu edildi, müziğe katkılarını değerlendiren onlarca eser neşredildi ki onun “her şeye rağmen” yüksek sanata kazandırdıklarının hakkı teslim edilebilsin, aşkın olanla kurduğu bağın bir paydaşı olunabilsin.
Mozart 5 Aralık 1791’de, Viyana’da öldü.
Öldüğünde, onun hâlâ Viyana’da olduğunu bilen pek az kişi vardı.
Onu defnetmek üzere gelenler, defnetmeye götürdükleri kişiyi tanımıyorlardı.
Üstelik Mozart’ı taşıyan arabada birkaç kimliği belirsiz kişinin cesedi daha vardı.
Mozart, yoğun sis ve kar yağışı altında, kim olduğu bilinmeyen birkaç kişiyle birlikte gömüldü. Defnedenler, daha sonra onlara defin yeri sorulduğunda, yağış gerekçesiyle nereye gömdüklerini hatırlayamadıklarını söylediler.
Mozart’ın defnedildiği yer bir daha hiç bulunamadı.
Wolfgang Amadeus Mozart öldüğünde henüz 35 yaşındaydı. Kısa sayılabilecek ömrüne, onu müzik tarihinin en önemli isimlerinden biri yapan çok sayıda ve yüksek eser sığdırdı.
5 yaşındayken ilk bestesini yaptı. 35 yaşındayken son eseri Requiem’i tamamlayamadan öldü.
30 yıllık sanat hayatında, müzik dünyasına 626 eser kazandırdı. Bu, ortalama iki haftada bir eser hazırlaması demekti.
Mozart, Klasik Batı Müziği’nin opera, senfoni, sonat, konçerto gibi her türünde eserler yazdı, besteledi.
Mozart’ın müziğe olan kabiliyetini babası Leopold Mozart keşfetti. Kendisi de bir müzisyen olan baba Mozart, Salzburg’da Başpiskoposun orkestra şefliğini yapıyordu.
(Leopold Mozart’ın keman öğrenimi için yazdığı bir de kitabı vardır: Versuch einer gründlichen Violinschule.)
Leopold Mozart titiz, disiplinli, zeki, yükselme hırsı olan fakat müzikal kabiliyeti ihtirasına oranla vasat sayılabilecek biriydi.
Diğer taraftan soylu olmamasına rağmen, saray çalışanı olmanın gereklerini yerine getirmekte son derece mahirdi.
Sarayda çalışmak hangi birimde, hangi rütbede olursa olsun, “hizmetli” olmak ve bu seviyeyi hiçbir zaman aşamamak demekti.
Leopold Mozart, içine doğduğu bu “gerçekliği” hep rahatsız edici bulmakla birlikte, hiçbir zaman sorgulama ve rahatsızlığını açık etme yoluna gitmedi.
O ait olduğu sosyal sınıfının gereklerine içtenlikle rıza gösteren biriydi.
Toplumun “soylular ve soylu olmayanlar” olarak düzenlenmiş kurgusunda, ona sanatı dolayısıyla görece bir alan açılması, onun için kâfi derecede memnuniyet vericiydi.
Soyluların hâkim olduğu dünyada, onlara nitelikli bir hizmetkâr olmak, sıradan insanlar için erişilebilecek son makamdı.
Bu gerçekliğin içine doğan baba Mozart kendi sınıfının şartlarını görmüş, yapılması gerekene razı olmuş ve kendini bütün benliğiyle sarayın hizmetine adamıştı.
Mozart’ın babasıyla olan ilişkisi çok boyutludur.
Babası, oğlundaki müzikal kabiliyeti keşfettiğinde, Mozart henüz 3 yaşındaydı.
Çocuk Mozart olağanüstü bir duyuş kabiliyetine sahipti.
Bu kabiliyeti keşfediş hem baba Mozart hem de bütün aile için yeni bir istikamet demekti.
Leopold Mozart, oğlunun kabiliyetini ailesinin parlak geleceği olarak görmüş ve henüz 5 yaşındaki Mozart’ı sık sık turnelere çıkarmaya başlamıştı.
O, kendini bütün imkânlarıyla oğlu Wolfgang Mozart’ın geleceğine hasretmişti.
Babası ondaki kabiliyetin görünür olmasını istiyor,
Oğlunu adeta kendi alter egosu olarak görüyor, kendisinin ve ailesinin imkânsızlığını, oğlunun aşkın kabiliyetiyle birlikte aşmayı istiyordu.
O artık babasının himayesinde 5 yaşında İmparatorun huzurunda konser verebilen, ünü Paris'ten, Floransa'ya kadar yayılan bir çocuktu.
Kendisini oğlunun geleceğine adayan baba Mozart, oğlunun hem ilk hocası hem arkadaşı hem de emprezaryosuydu.Oğul Mozart ailenin geleceği, baba Mozart ise yirmili yaşlara kadar oğlunun koruyucusuydu. Fakat bu durum, ergenliğinden itibaren Mozart için rahatsız edici olmaya başladı.
O çocukluktan ergenliğe geçerken babasının arzularından, sosyal sınıfının zorunluluklarından kaçmaya çalışıyor, kabiliyetinin imkânlarını kendisi yeniden keşfetmek istiyordu.
Bunun için babasıyla, sosyal sınıfıyla, kendisi için yapılmış planlarla özdeş Salzburg şehrini terk etti.
Babasına rağmen alınmış bu karar, Mozart için “emniyetli sahadan” uzaklaşmak demekti; çünkü o ciddi hiçbir hayat tecrübesine sahip olmayan biriydi.
Üstelik giderken, dönmemek adına Salzburg piskoposu Kont Colloredo ile de kavga etmiş, Viyana’ya adeta “gemileri yakarak” gitmişti.
Mozart babasından farklıydı.
Onun katlanamadığı bir aşçı ya da oda hizmetlisi gibi zorunlu ve daimî bir ilişkiye mahkûm ve "işverenin" beğeni sınırlarına hapsolmaktı.
Babası bir “zanaatkar sanatçıydı”, Mozart'ta ise geleceğin sanatçı tipinin davranış ve duyumu vardı.
Mozart Salzburg’da her daim babasının gölgesinde yaşadı. Orada ona ne yapması gerektiğini söyleyen bir babası ve hayatını idame ettirebileceği bir maaşı vardı
Viyana’da ise onu bekleyen somut hiçbir şey yoktu.
Yine de kendi yoluna gitmeyi, geleceğini orada inşa etmeyi göze aldı.
Mozart’ın Viyana’ya giderken güvendiği yalnızca kendi yeteneği ve Viyanalıların onun müziğine teveccüh edeceği ümidiydi.
Mozart'ın geleceği, Viyanalıların takdirindeydi; ama bu, o dönem bir "burjuva sanatçı” için hiç de makul olmayan, tecrübe edilmemiş bir beklentiydi.
Mozart Paris’te, Alman şehirlerinde esen burjuva karşıtlığının rüzgarını hissediyor ve 18. YY’da “serbest çalışan sanatçıların” bir figür olarak ortaya çıktığını biliyordu.
Bundan dolayı kendisi de Viyana’ya gitmek, orada “serbest çalışan sanatçı” olarak çalışmak istiyordu.
O, Salzburg’dan ayrılırken tüm yaşamını, varoluşunu, sanatını belirsiz bir gelecek için riske atmıştı.
Ama asıl sorun, onun Viyana’dan beklentilerinin yanlış olmasıydı.
Mozart Viyana’da, yani yanlış yerde ve yanlış zamanda, "geleceğin sanatçısı" için savaşmaya gidiyordu.
Mozart paranoyak tepkiler de veren, manik-depresif eğilimleri olan biridir. Onun ilgileriyle sanatı birbirinden bağımsız bir görünüm arz eder. O adeta paralel akan iki hayatı birden yaşar.
O, içinde sesle sonsuz düş kurabilen büyük bir sanatçıyı yaşatan…
Ama dışında tavırları öngörülemeyen, yer yer şımarık da davranan bir çocuk gibidir.

O, küçük iltifatlarla dahi çok mutlu olan ama dostane eleştirilerle de derinden sarsılan naif bir tabiata sahiptir.

Yakın dostlarından Schachtner, onunla ilgili şu notu aktarır:
“Onunla ilgilendiğim için bana öylesine sevecen davranıyordu ki bazen günde on kez kendisini sevip sevmediğimi soruyor, ben de şaka olsun diye sevmediğimi söyleyince, gözleri yaşlarla doluyordu.”*

*(Mozart, Die Dokumente seines Lebens. Otto Erich)
Mozart hayatı boyunca bir 18. yy insanı, bir homme du monde, bir gentleman olmadı. İlişkilerinde her zaman bir doğrudanlık, bir pervasızlık vardı.

O, hayatı boyunca orta sınıf bir burjuva gibi yaşadı.
Babasını ise onun bu yönünden her zaman tedirginlik duyardı, rahatsızdı.
Tıpkı kısa zamanda Viyanalıların da olacağı gibi.

Viyana, Klasik Batı Müziği’nin merkeziydi ancak diğer taraftan geleneksel iktidar ilişkilerinin de hâlâ canlı ve sağlam olduğu bir dünya idi.
Viyana’da da bir sanatçının -soylu değilse- saraylılar arasında bir kariyer sahibi olması için “düşük konumlarına” uygun kıyafet giymesi ve o tavrı benimsemesi gerekirdi; ama burada Salzburg'dakinden farklı olarak "kıymeti" bilinecek ve "serbest çalışma” fırsatı bulabilecekti.
Mozart öyle düşünmüş ve onun kendisi için planladığı hayatı yaşamasını isteyen babası da ona bu gerekçeyle itiraz etmişti.

Onun ümidi Viyana'daydı.

Nitekim ümit ettiği gibi de oldu ve Viyana, Wolfgang Amadeus Mozart’a istediğini verdi.

Ama yalnızca kısa bir süre için...
Viyana Avusturya’nın, Roma Germen İmparatorluğunun siyasî; Avrupa kıtası için de müziğin başkentiydi.
Müzik insanları bu küçük kıtanın herhangi bir noktasında ses verebilir ama ancak Viyana’da da sahne alınca “rüştünü ispatlamış” kabul edilirdi.
Viyana “gidilmesi gereken” yerdi.
Mozart’ın içine doğduğu dünya, ondaki dehanın fark edilmesini, gelişmesini sağlamıştır. Aristokrasinin yüksek zevkleri çocuk yaştaki Mozart’ın kabiliyetlerini takdir edip, ona sahne aldırmıştır.

Ancak diğer taraftan...
Bu kurumsallaşmış beğeni kanonu, Mozart’ın “yeni dünyayı” temsil eden hem tavrını hem de müzikal açılımlarını yok saymaya, gölgelemeye çalışmıştır.

Onun Viyana hayatında deneyimlediği sarayla olan kişisel ilişkisindeki bu düalist tavır, aslında...
Daha büyük bir siyasal ve kültürel ayrışmanın, Alman düalizminin bir cephesinde yer almakla ilgiliydi.

Mozart bir Roma Germen İmparatorluğu “vatandaşıydı”. Bu imparatorluk ise Mozart henüz hayattayken kuzeyde Prusya, güneyde ise Avusturya arasında ayrışma eğilimindeydi.
Bu eğilim siyasal ayrışmayı öngördüğü gibi, aynı zamanda kültürel açıdan da eski ve yeni dünyanın referanslarını esas sayıyordu.

Bundan dolayı Mozart’ın kişisel dilemması, Viyana’da yani Alman düalizminin güney hattında yer alan eski dünyada doğmakla da irtibatlıydı.
Viyana “eski dünyaydı”. Buradaki iktidar - sanat ilişkileri eski dünyanın referanslarına göre biçimleniyordu.

Kuzeyde ise -18. yy itibariyle- sanatçı ya da düşünürün kendisini patrisyenlerin beğeni kanonundan bağımsız kılmaya imkân sunan bir ortam vardı.
Kuzeydeki edebiyat ve felsefe alanındaki gelişmeler, burjuva sınıfının aristokrasi karşısında öz bilincini, güvenini geliştirip, yeni kültürel sahada, yeni biçimlerinin gelişmesine imkân sağlıyordu.
Kuzeyde ya da güneyde olmak farklı iki kaderi yaşamak demekti.

Kuzeyde J.G. Herder koleksiyonuna Halk Şarkıları* adını verirken, güneyde Gramsci’nin “güdülen sınıflar” dediği yani seçkin olmayanlar, Mozart’ın şahsında kendilerine alan açmaya çalışıyordu.

*Volkslied
İşte böyle bir ortamda, Mozart’ın durumu tam olarak bir “saraylı-burjuva” olmaktı. O hayatı boyunca bu karşıtlığın gerilimini yaşadı.

Mozart Viyana’da “sıradanın” varoluş savaşını vermiş; Viyana ise Mozart’ın şahsında “sıradan insanın yükselişine” direnmiştir.
Mozart üç şeyi çok sevdi: Viyana’yı, eşini ve müziği.
Evet, müzik ondaydı, ona aitti ama o babasına rağmen evlendiği eşinin sadakatini, saygı duyduğu ve saygı görmeyi umduğu şehre koşulsuz aitliği; sevdiklerince sevilmeyi, onlar tarafından kendi kalarak benimsenmeyi de istemişti.
Bunları babasına, imkânlarına, sosyal sınıfına rağmen sevmiş, istemişti.

İtibar, para, sevgi…

Mozart bunların gerçekleşmesi için müziğinin, şahsiyetinin gölgelenmesine sebep olacak hiçbir şeye razı olmadan, hepsini bir süreliğine elde etti.
Büyük kabiliyetlere sahip erkeklerin “kendilerine denk olmayan” kadınlara meyilli olmaları enteresandır ve bu sık rastlanılan bir durumdur.

Mozart da Viyana’ya geldikten kısa bir süre sonra çevresindeki herkesçe yadırganan bir ilişkiye girdi.
Ve babasının şiddetli itirazına rağmen Constanze Weber ile evlendi.

Constanze, baba Mozart’a göre eğitimsiz, çevresiyle lüzumsuz samimiyet içinde, “hafif meşrep” bir kadındı.
Mozart “çapkın” sayılabilecek, kadınlarla sohbetinde “edepsiz” ve neredeyse bütün kız öğrencilerine âşık olduğu anlatılagelen biriydi.

Ama onun evlilikte aradığı şey Viyana’daki yalnızlığını paylaşabilmek, değer verilmek ve her halükârda sevilmekti.
Mozart başta babası olmak üzere, herkese rağmen eşini çok sevdi. Daha doğrusu bir eş sahibi olmayı çok sevdi ve bir sanatçı olarak o da eşi tarafından sevilmek, görülmek ve takdir edilmek istedi.

Mozart, eşinin de kendisini sevdiğini ve kendisine inandığını düşünüyordu...
Babasının rahatsızlığına karşın, evliliğini şu cümlelerle savunmuştu:

“O, beni gönülden seviyor!”*

Oysa eşi, kendisinin ona verdiği kıymete karşılık vermekten çok uzaktı…

*Mozart, Die Dokumente seines Lebens.
O, ileride kendisini ölüme götürecek hastalık görülmeye başlayınca, eşi de ondan uzaklaşmaya başladı.

Bu durum onu üzüyor, hassas ruhunu derinden incitiyordu.

Mozart “kaybederken” eşinin ilgisini bekliyor, eşi ise “parlak zamanların” kendisine açtığı alanı geri istiyordu.
Mozart Viyana’ya geldikten bir süre sonra, onun buradaki ilişkilerini ve geleceğini güçlü bir şekilde etkileyen çok şaşırtıcı ve bir o kadar da tartışmalı bir eseri sahnelendi:

Figaro’nun Düğünü.
Figaro’nun Düğünü bir operaydı. *

*(Opera, sarayın değer sıralamasında en üst sırada yer alan, aristokrasinin kendileri için özel, kendilerine uygun eğlence türü olarak gördükleri ve sahnelenmesi için büyük harcamalar gereken bir müzikal türdür.)
Pierre Beaumarchais tarafından Fransızca yazılmış La Folle Journee ou le Mariage de Figaro* (1784) adlı eserin librettosu Lorenzo Da Ponte hazırlandı ve eser Mozart tarafından opera formunda bestelendi.

*(Bir Delilik Günü veya Figaro'nun Düğünü)
Bu eserin prömiyeri (1786) Viyana’daki ünlü Burgtheater’da yapıldı ve eser büyük bir coşku ile alkışlandı.

Eserin ilk iki oynanışında orkestra şefliğini -o zamanın modasına uygun olarak- klavyeli enstrümanda bizzat Mozart’ın kendisi yaptı.
Figaro’nun Düğünü bundan sonra aynı sezonda 6 defa daha oynandı ve orkestra bu oyunlarda Franz Weigl tarafından yönetildi.

O dönemde bir operanın arka arkaya dokuz defa oynanışı, çok büyük bir başarıydı.
Ancak…

Figaro’nun Düğünü içeriğiyle -başta İmparator olmak üzere- soyluları son derece rahatsız etti.

Çünkü operaya kaynaklık eden bu eser, Fransız Devrimi'nden 10 yıl önce aristokratlarla alay ettiği için zararlı yayın olarak görülmüş ve sahnede oynanması yasaklanmıştı.
Geleneksel iktidar yapısının meşruiyeti bütün Avrupa’da sorgulanırken, böylesi hassas bir konuyla ilgili bir esere, bu kadar başarılı bir opera ile sahne aldırmak, üstelik bunu bir de Viyana’nın merkezinde yapmak Mozart için hiç de iyi olmadı.
Oyun planlandığı gibi sahnelendi ama sonra İmparatorun oyundan hoşnutsuz olduğu dedikodusu yayıldı ki bu aynı zamanda Viyana yüksek sosyetesinin de gözünden düşmek demekti.

Sosyetenin gözünden düşünce, Mozart’ın da Viyana’daki bütün ilişkilerine sanki kara bir gölge düştü.
Üstelik Mozart’ın Avusturya’da çok güçlü düşmanları da vardı.

Sarayın mûsikî dünyası, ağırlıklı olarak İtalyan kökenlilerin elindeydi ve onlar için Almanca müziğin dili olamayacak, kaba bir dildi.

Viyana’da devletin dili Almanca, müziğin dili ise çoğunlukla İtalyancaydı.
Mozart, sarayda çok güçlü bir lobi olan bu çevre için hem müziği hem de dil tercihi ile yeniliği temsil eden “bir tehlikeydi”.

Bu çevrenin de desteğiyle, Mozart’ın operada aristokrasiyi tahkir ettiği söylentileri, onun Viyana macerasının devamını çok kötü etkiledi.
Aslında Mozart’a açılan alan, geleceğini yüksek bir itibarla, refah içinde geçirmesini sağlayacak türdendi.

Fakat bunun bedeli olarak kendisinden beklenen sanatına saraydaki “beğeni kanonunun” zevkini dikkate alarak form vermesi ve “öngörülebilir bir tavra” sahip olmasıydı.
Mozart kendisinden bekleneni dikkate almadı.

Geleneksel sanat - iktidar ilişkilerinden hareketle tavrını belirlerken, yalnızca kendisi açısından önemli olanı esas saydı.

O, kendini tam olarak Habsburg sarayının müzik siyasetini belirleyen kanona karşı bir yere konumlandırdı.
Mozart gücünü sanatının üstünlüğünden alıyordu.

Onun müziği melodik zenginlik açısından olağanüstüydü. Eserlerinin her biri onlarca yeni esere yetecek melodik zenginlikle doluydu. Kısacık aralıklara serpiştirilmiş melodik çeşitlilik...
Onu kendi kanonlarından uzak tutmak isteyenlerin işini zorlaştıracak türdendi.

Bu rahatsızlık, sanki Mozart’ın çağdaşı Salieri ile ilgili anlatılagelen hikâyelerin detaylarına gizlenmiş gibidir.

Bu hikâyelerde Salieri geleneği, Mozart ise geleceği temsil ediyordu.
Bugünkü araştırmalarda, gerçeği yansıtmadığı kabul edilen Salieri & Mozart gerilimi için “Amadeus” filmine bakılabilir. *

Anlatılanlara göre, Salieri inançlı biridir ve Tanrı’dan inanmış biri olmanın “imtiyazını” beklemektedir.

*imdb.com/title/tt008687…
Ama Salieri’nin inancında saflığın, adanmışlığın değil, hesâbi olmanın kırılganlığı vardı.

Salieri’nin şahsında ses bulan, İtalyan ağırlıklı kanonun düşünceleriydi.

Onlar için “Mozart gibi bir köylüdeki” kendi konjonktürünü inşa edebilecek kabiliyet huzursuzluk sebebiydi.
Mozart, Habsburg sarayındaki yerleşik müzik kanonun direncine rağmen, o güne kadar ağırlıklı olarak İtalyanca olan müziğin dilini Almancaya çevirdi.

Bu “dönüşüm” ise ancak Mozart gibi bir sanatçının “kefilliği” ile mümkün olabilirdi.
Mozart, Yahya Kemal’in “Sanatın istikametine, o sanatın kendi içinde yetişenler müdahale edebilir” sözünü doğrularcasına, artık edebiyatı yüksek eserler veren Almancayı müziğin dili haline getirmiş; “Almanca müziğe uygun değil” gibi yerleşik kabulleri kökten değiştirmişti.
Mozart hem temada hem de müzikal üretimde yenilik demekti.

O, başta din olmak üzere geleneksel müzik temalarından uzak durdu.

Mozart, Bach ile Beethoven arasında son klasik isimdi.

O kiliseden (Barok, Eski Dünya) öznelliğe geçişin (Romantik, Yeni Dünya) hazırlığını yaptı.
Mozart, yeni dünyanın sesiydi; fakat o aynı zamanda Avrupa medeniyeti için yeni dünyaya gidişin izlerini de müziğine taşımıştı.

Bunun için, hayatın olduğu gibi, sanatın da güç devşirdiği çatışma alanlarını, müziğinin konusu haline getirdi.
Türklük, Mozart’ın yaşadığı Avrupa’da artık korkulan değil, hayranlıkla bilinmek istenen bir olguydu.

Türk, indirgemeci yaklaşımların ötesinde, modern dünyanın siyasî ve kültür hayatında mutlak karşılığı olan merkezi bir olguydu. Ciddi her hususta nispet değeri haizdi.
Mozart’ın en ünlü eserlerinden birinin adı “Türk Marşı”dır. *

Türklük, Mozart’ın ilgilerinin çeşitliliğine ve neyi müziğin konusu olmaya değer bulduğuna dair önemli bir göstergeydi.

*Rondo alla Turca
(Beethoven’ın da bir Türk marşı bulunmaktadır.)
Mozart, 1789’daki kırılmanın öncesinde, ‘Saray’ın hâlâ çok güçlü olduğu bir dünyada “dışlanmış bir burjuva” olarak yaşadı.

O, içine doğduğu dünyanın gerçekliğine rıza göstermemiş...
Aristokrasinin, soyluların muhafaza etmeye çalıştıkları imtiyazlı işleyişe hayatı boyunca direnmişti.

Mozart aşkın yeteneğe sahip biri olarak, bir dönem soylular arasında itibar görmüş…
Ancak o soylu eleştirilerini, soylu araçlarla yapma kudretine sahip biri olarak, kendi olmanın mücadelesini vermişti.

(Kitap: Norbert Elias - “Mozart, Bir Dahinin Sosyolojisi Üzerine”)
Mozart kendi değerini bilen, gururlu bir insandı
Babasının, Salzburg prensinin, Viyana sosyetesinin isteklerini yerine getirme zorunluluğu onu hayatı boyunca hep zorladı.
Hiç durmadan çalışması, tutkuyla çalışması, biraz da maruz kaldığı gerçeklikten kaçma arzusunu tatmin içindi.
Masasında, “herkesten uzakta” tek gerçeğin müzik olduğu bir iklimi canlı tutmaya çalışıyordu.

O mutlak sevgiyi, koşulsuz itibarı arzulayan ama bunlar için kendi şahsiyetinden, işinin niteliğinden de ödün vermeyen…
Bunun için yalnızlığı, kimsesizler mezarlığını göze alan büyük bir sanatçıydı.

Hastalık ve malî sıkıntılarla geçen son yılları, onun aynı zamanda ev verimli yılları olmuştu.

Öldüğünde henüz son çalışması olan Requiem’i* tamamlayamamıştı.

*Ağıt.
Ölmeden kısa bir süre önce “ağzımda bu dünyaya ait olmayan bir tat var” dedi.

Mozart, 5 Aralık 1791’de, Viyana’da öldü.

Öldüğünde, onun hâlâ Viyana’da olduğunu bilen pek az kişi vardı.

Onu defnetmek üzere gelenler, defnetmeye götürdükleri kişiyi tanımıyorlardı.
Mozart defnedilmeye giderken yalnızdı.

Son yolculuğuna çıkarken yanında karısı yoktu,
ünlü dostları yoktu, hayranları yoktu,
saraydan kimse yoktu…

Yalnızdı.
Wolfgang Amadeus Mozart paylaşımını arkadaşımız Ömer BEYOĞLU hazırladı.

Çok teşekkür ediyoruz.

Bu vadide farklı paylaşımlarda birlikte olmak dileğiyle.
Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh.

Keep Current with İstanbul Sosyoloji

Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

Twitter may remove this content at anytime, convert it as a PDF, save and print for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video

1) Follow Thread Reader App on Twitter so you can easily mention us!

2) Go to a Twitter thread (series of Tweets by the same owner) and mention us with a keyword "unroll" @threadreaderapp unroll

You can practice here first or read more on our help page!

Follow Us on Twitter!

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3.00/month or $30.00/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!