Bir Merkez Bankası Başkanı daha görevden alındı...
Hukuk bir kere ihlal edildiğinde sessiz kalınca başka ihlallerin önü açılır.
Temmuz 2019’da TCMB’nin kurumsal kimliği ve bağımsızlığı darbe yediğinde bunu kabullenenler, bugün yaşanan utanca zemin hazırlamış oldu.
Anayasanın 104’üncü maddesinde
“Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz.... Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kanunlarda farklı hükümler bulunması halinde, kanun hükümleri uygulanır.” hükmü yer alıyor.
TCMB Yasası 28’inci maddesi şöyle; “Başkan (Guvernör) ancak, 27 nci maddedeki yasakların gerçekleşmesi ve bu Kanunla kendisine verilen görevlerin devamlı surette ifasını imkansız kılacak durumların ortaya çıkması hallerinde, atanmasındaki usule göre görevinden af olunabilir.”
Yasada “ancak... hallerinde görevinden af olunabilir” derken Merkez Bankası başkanını kararname ile görevden almak Anayasaya aykırıdır.
...
İşin hukuki yönü bir tarafa ekonomiyi ve kurumsal yönetişimi ilgilendiren boyutları da var. Nereden baksanız akıl alacak bir şey değil...
Merkez Bankası bağımsızlığı elitist bir fantezi ya da popülist siyasetin iddia ettiği gibi “küresel finans çetesi”nin bir komplosu değildir. İnsanlığın tarihsel deneyiminin defalarca kanıtladığı üzere paranın itibarını, yurt içi varlıkların değerini korumak için bir zorunluluktur
Enflasyon yoluyla vatandaşın cebindeki parayı tırtıklamak hırsızlıkla eşdeğerdir. Enflasyon kanunsuz vergidir. Bunun tek çözümü ise merkez bankasının bağımsızlığıdır.
Başkanı bu şekilde görevden almak, affedilmez günahlar arasında ilk sıralardandır.
...
Çok yazık...
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
Demek ki neymiş;
- döviz alımına yüksek vergi koyarak “dış mihrakların operasyonunu çökertmek” buraya kadarmış,
- TL mevduatın reel getirisini törpüleyecek vergilerle bu iş olmuyormuş,
- swapları yasaklayarak “Londra’daki komployu bozma” efelenmesi rezervler bitinceye kadarmış,
Demek ki neymiş;
- bir rasyo icat edip kredi vermeye zorlama, dış açık patlayıncaya kadarmış,
- “faizi düşürürsün, enflasyon düşer” iddiası gerçeğin duvarına çarpıncaya kadarmış,
- “faizi artırmak faiz lobisinin tezgahıdır, hainliktir” zırvası enflasyonun ipi kaçıncaya kadarmış,
Demek ki neymiş;
- makro iktisat bilmeden, sadece finansal mühendislikle, Ali Cengiz oyunlarıyla ekonomi yönetimi kuru 27 ayda 4,50’den 7,85’e çıkarıp sonra da “bakamayacak” hale gelinceye kadarmış
- ciddiyetsiz, yukarıdan bakan davranışlar sergileme iş ciddiye bininceye kadarmış
Eski adıyla Orta Vadeli Program (OVP), 2018’den beri “Yeni Ekonomik Program” olarak adlandırılıyor.
5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Yasası’ndaki isim hâlâ OVP.
Bugün bu program iki haftalık bir gecikmeyle de olsa açıklanacak.
Bu isim değişikliği, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sonrasında oluşan ekonomi yönetiminin eskiden yapılan işlere yönelik reddi miras duygusunun, geçmişle bağlarını koparma isteğinin bir dışavurumu olabilir mi?
Gerçekten de hem politikalar hem kurumlar bu “YENİ” dönemde değişti.
Tabii şöyle bir kavramsal sorun var.
2018’deki program “Yeni Ekonomik Program” ise 2019’dakine “yepyeni” bugün açıklanacak olana “daha da yeni” demek gerekebilir.
Merkez Bankası geçen hafta:
“Güçlü kredi ivmesiyle ekonomide sağlanan hızlı toparlanma ve finansal piyasalarda yaşanan gelişmeler neticesinde enflasyon öngörülenden daha yüksek bir seyir izlemiştir.” dedi.
Kredi büyümesini fiyat istikrarı ve finansal istikrar için risk görüyor.
BDDK ise aktif rasyosunu bir miktar gevşetmekle birlikte uygulamaya devam ediyor. Bu durum politika tutarlılığı konusunda kuşku yaratıyor.
Tıpkı geçen yıl swapla yurt dışına TL finansman yapmayı vatana ihanetle eşdeğer tutup şimdi kur baskısı artınca kısıtlamayı gevşetmek gibi.
Tıpkı; “faiz sebeptir, sonuç değil” ısrarı ile ekonomide büyük kayıplara yol açtıktan sonra zor karşısında faizi artırmak gibi.
Madem, “dezenflasyon sürecini tesis etmek ve fiyat istikrarını desteklemek” için faizi artırmak gerekiyordu neden 11. Kalkınma Planına şunu yazdınız:
Türkiye çok değerli yıllarını yüksek enflasyonla boğuşarak kaybetti. 1979’da Türkiye’nin kişi başına milli geliri Güney Kore’den 300 dolar yüksekti, enflasyonun tahribatıyla geçen 18 yılın sonunda Kore tam 10 bin dolar öne geçmişti.
Her 4 yılda en büyük para 10 kat büyüyordu.
Milyarlarla konuşuyor, günlük alışverişi milyonlarla yapıyorduk.
Yeniden o günlere dönmek istemiyorsak Hükümet elini Merkez Bankasından çekmelidir.
Enflasyona karşı etkili araç fiyat istikrarına odaklanmış, bağımsız merkez bankasıdır.
Türkiye enflasyon sarmalına sürükleniyor.
Resmi rakamlarla tüketici fiyat enflasyonu dünya ortalamasının 4,8 katı, Türkiye ile benzer ekonomik koşullarda olan ülkelerin 3 katıdır.
Bu ekonomi yönetimi, göreve geldiğinden beri cebimizdeki her 100 TL’nin 26 TL’sini yok etmiştir.
Bugün piyasalardaki gelişmeleri; riskten kaçınma eğilimi sebebiyle USD’nin güçlenmesi şeklinde yorumlamak mümkün.
Bununla birlikte asıl sebebin, teknik dinamiklerle oluşan likidite talebinin varlık satışlarını zorlaması olduğu görüşü ağır basıyor.
TL’de görünüm küresel dinamiklerden kaynaklanıyor. Hatta TL olumsuz fiyatlamadan nispeten daha az etkileniyor. Dolayısıyla hareket iç dinamiklerden kaynaklanmadığından, bugün gözlemlediğimiz kur hareketini, arkası gelecek yukarı yönlü hareket şeklinde yorumlamamak gerekir.
Ekim ortasından itibaren USD’nin kısa vadede -6 ay kadar- yeniden görece zayıf seyredeceği bir görünümün olasılığı hâlâ yüksek görünüyor. 2021’in ikinci yarısında ise başka bir hikaye olacak.
Küresel piyasaları oynaklığın yüksek olacağı zorlu bir dönem bekliyor.
“Türkiye şu an ekonomide pik yapıyor, dibe değil tavana...”
Açıklamayı yapan makam ciddi ve önemli. Dolayısıyla bakalım; acaba hangi ekonomik gösterge “peak (pik okunur)” yani zirve yapıyor olabilir?
En önemli gösterge büyüme.
En son açıklanan veriye göre bir önceki yılın aynı çeyreğine göre %9,9 daralma var. Uluslararası karşılaştırma için yıllıklandırılmış çeyreklik büyümeye baksak,
eksi 37,3 !
Kapasite kullanım oranı da olamaz, o da hem geçen yıl aynı dönemdeki hem bu yılın başındaki seviyesinden düşük.
İkinci önemli veri istihdam. İstihdam geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık 2 milyon aşağıda. Buna karşılık işsizlik hem de işten çıkarma yasaklarına rağmen yüksek.