Türklerin Göktürk Alfabesiyle Yazılmış Eski Fal Kitabı Irk Bitig
Irk Bitig, Doğu Türkistan’da Bin Buda Mağaraları’nda bulunmuş, runik harflerle 9. yüzyılda yazılmış bir fal kitabıdır. Yazarının ismi belli değildir ancak,
Tangüntan manastırı müritlerinden birisi tarafından abisi Sangun İtaçuk için yazıldığı anlaşılmıştır. Eserin adı 101. sayfada açıkça Irk (fal) Bitig (kitap) olarak geçer. Kitabın orijinal nüshası British Museum'da bulunmaktadır.
Irk Bitig, 1912 yılında Vilhelm Thomsen tarafından ilk olarak yayımlanarak tanıtılmıştır. Türkiye’de ise Hüseyin Namık Orkun, kitabın Türkçe tercümesini yapmıştır.
Irk Bitig bir fal kitabı olmanın da ötesinde tarihi bir öneme sahiptir.
Uygur Kağanlığı döneminde Göktürk alfabesi ile yazılmış Uygurca bir metindir. Göktürk alfabeleriyle kitap halinde yazılmış örnek metin olması bakımından değerli bir eserdir. Daha sonra Uygur alfabesi ile de kopyaları yazılarak çoğaltılmıştır.
Dönemin kültürü ve inancı hakkında değerli bilgiler sunmaktadır.
Yazım şekli itibari ile metin şiiri andırır. Kitap, toplamda 104 sayfadan oluşmaktadır. Ayrıca 65 paragrafa sahiptir ve her paragrafın başında 1 ile 4 arasında değişik sayılarda kırmızı mürekkeple içi boyanmış
siyah daireler mevcuttur. İnsanlar zar atıp çıkan numaraya bakarak ilgili paragraftaki yazıları okuyorlar ve talihlerini öğreniyorlardı.
"Alaca atlı yol tanrısı ben.Gündüz gece koştururum (atımla) ben. Güleryüzlü iki insanoğluna denk gelmiş,insanoğulları korkmuş. 'Korkma' demiş.
'Kut vereceğim ben' demiş. Böyle biliniz. İyidir o."
"Ak benekli doğan kuşum ben. Sandal ağacı üzerinde oturarak mutluyum ben. Böyle biliniz. İyidir o."
"Altın kanatlı yırtıcı kartalım ben. Tenimin tüyleri büyümemişken, denizde yatarak dilediğimi tutarım ben,sevdiğimi yerim ben.
Ondan güçlüyüm ben. Böyle biliniz. İyidir o.
Kitabın içindeki paragraflar “bu iyidir” ve “bu kötüdür” yargısı ile sonuçlanmıştır. Genel anlamda eserin dört ana konusunun olduğu anlaşılmaktadır. İlki, insan ve hayvan yaşantılarından hareketle nelerin iyi ve kötü olduğunu göstermek
İkincisi, mitolojik karakterler ve tanrıların mutluluk ve şans sunan varlıklar olduğu ileri sürülmüştür. Üçüncüsü, doğaya dönük tasvirlerle insanlar arsında bağlantı kurup, insanlar hakkında görüşler aktarılmıştır. Son ana konu olarak da insanlara öğüt verilmiştir.
Son bölümde insanlara yapılan öğütte; insanları fazla mala ve şöhrete düşkün olmamaları, emek vererek doğru ve mutlu yaşam sürmeleri tavsiye edilmiştir. Kitabın 36. Paragrafında şöyle bir örnek ifade yer almaktadır “Binlerce ata sahip olma, ondan sana hayır gelmez.
Şöhret peşinden gitme, ondan sana mutluluk gelmez”.
Irk Bitig ana omurgasını iyi ve kötü ikilemi üzerinde oluşturmuştur. Bu doğrultuda aslında falların, insanların iyi bir yaşam sürmeleri için rehber olma durumu da söz konusudur.
Fallar zorluklar karşısında pes etmemeyi ve mücadeleci olmayı öğütler. Yine insanların kötü yollara saptıklarında durup kendilerini sorgulamalarını ve yanlış yoldan dönmelerini öğütler. Kötülükten dönenin sonu iyi olur denilirken,
kötülükte ısrar edenlerin sonunun kötü biteceği fallarda aktarılmıştır. Ayrıca doğanın insan yaşamı içindeki önemi oldukça dile getirilmiş, insanların doğa olaylarını nasıl yorumlamaları gerektiği belirtilmiştir.
Bu kadim fal kitabı, kitabı okuyanlara dolayısıyla topluma öğütler vermektedir. Irk Bitig, İyi ve kötü üzerinden inşa edilen anlatılarla toplumda bir düzen oluşturma gayesi barındırır. Eser kaleme alındığı dönemin kültür ve düşünce dünyasının izlerini günümüze yansıtmaktadır.
Son olarak belirtmek gerek, bu kitabın yazıldığı dönem Uygur edebiyatının örneklerini barındıran pek çok eser kaleme alınmıştır. Bunlardan Altun Yaruk, Sekiz Yükmek gibi bazıları günümüze kadar gelebilmiştir. Büyük ölçüde dini metinlerdir.
Kakynaklar: Kuban Seçkin: Irk Bitig: Toplumsal İyi ve Toplumsal Kötünün İnşasında İdeolojik Bir Fal Kitabı #ANUNNAKİSÜMERTANRILARI sayfasından alıntıdır
• • •
Missing some Tweet in this thread? You can try to
force a refresh
3700 YILLIK TABLETE GÖRE TRİGONOMETRİYİ YUNANLAR DEĞİL BABİLLER BULDU
Antik Yunanların keşfettiği sanılan tarihten yaklaşık 1.000 yıl önce, Babillilerin günümüzdekinden bile gelişkin seviyede trigonometri bildiği ortaya çıktı.
3700 yıllık kil bir tabletin yeniden incelenmesi, Babilli matematikçilerin, Antik Yunanlardan 1000 yıl önce trigonometri tablosu oluşturduğunu ve aynı zamanda konuya bakmanın tamamen yeni bir yolunu bulduklarını ileri sürüyor.
Bununla birlikte, Plimpton 322 (P322) olarak da bilinen kil tableti inceleyen diğer uzmanlar, yeni çalışmanın spekülatif olduğunu söylüyor.
Söz konusu tabletin, Yunan filozofu Pisagor’un kendi adını vermesinden çok önce, Babillilerin dik açılı üçgenler için Pisagor’un ünlü
Geri gelsin beş kardeş oturduğumuz sofralar..
Aynı tabak çanaktan yemelerimiz..
Geri gelsin sen evde yokken evi temizleyip seni mutlu ettiğimiz günler..
Geri gelsin otuzlu yaşların..
Soba yakmanı özledim anne..
Biz yataktayken daha sobanın külünü boşaltırdın ya..
Nasıl da ses çıkarırdı.. Nasıl da kızardık
sana..
Ama o zahmetin ardından gelen sıcaklık..
Güğümden gelen tıslamalar..
AH pause tuşuna basıp dondurabilseymişiz zamanı..
Yada geri tuşuna basıp dönsek o doyulmamış günlere..
O zaman sabahın körü dediğimiz, şimdilerde sabahın nuru olduğunu anladığımız sabahın altısına geri dönsek..
Ve yine yaksan sobamızı..üstünde demlenen çayımız olsa..
Yataktan çıkmak istemesek biz..
Yere kurduğun sofra..
Sobada kızaran ekmeklerle çağırsan bizi sofraya..
" Karı gibi gülme" derler.
" Yalanım varsa o*ospu çocuğu olayım" derler.
" Senin ben karını, bacını ...... der
Sonra " Dur ben ona ne yapacağımı biliyorum, ona etek giydirip sokakta gezdireceğim" derler.
" Vay anasını satayım" derler.
Bütün bunlar yetmez "Saçı uzun aklı kısa" derler
" Kadın mutfakta aşçı, yatakta fahişesi, sokakta hanfendi olsun" derler.
" Dişi köpek kuyruk sallaması..." derler.
" Vatanını satanlar, karısını satsın" derler.
En sonunda " Cennet anaların ayakları altındadır" derler.
Çünkü onlar " Adam" değil sadece "Erkek" lerdir.
Hiç lafı dolandırmaya gerek yok.
Sistem kendi elleriyle sapık üretti ve üretmeye devam ediyor. Ne hayvana ne çocuğa ne de kadına değer verdiler.
Aşağıda gördüğünüz fotoğraf Titanik mi? Hayır değil onun adı Karadeniz vapuru. Bizzat Mustafa Kemal'in projesiydi, yüzen fuar'dı, dünyada ilkti. 1924 de satın alındı. 130 metre boyunda, 16 metre genişliğindeydi. Aslında siyahtı Haliç'e çekildi bembeyaz boyandı kuğu gibi oldu.
1926 Cumhuriyetin ilanından sadece 3 yıl sonra hazırdı.
Mustafa Kemal Mudanya'dan bindi son denetlemeyi bizzat yaptı. İçinde Türk Malı ürünlerden oluşan bir sergiydi. İçinde üzüm, incir, Hereke halıları, Kütahya çinileri, lokum, Edirne sabunu, nakışlar, bakır tepsiler, tütün,
yün, deri, koza, fındık tamamı Türk Malı ürünlerden oluşan sergiydi. Sergi salonları Sanayi Nefise Mektebi öğrencilerin yaptığı heykel, resim ve biblolarla süslenmişti.İbrahim Çallı gibi ressamlarımızın tabloları asılıydı.
''Kadınlarını geri bırakan toplum, geri kalmaya mahkumdur'' 🇹🇷
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Küçük kız babasının annesine uyguladığı şiddete tanık oldu.
Bu deneyim beyne şöyle yerleşir ;
Annesinin o an yaşadığı duygular kızın beynine aktarılır.
Çocuk ,annenin çaresizlik, değersizlik, dışlanma, öldürülme korkusu gibi tüm olumsuz duygularını alır.
Yaşadığı travma öyle üç beş aya dedikleri gibi geçmez, yıllarını alacak, o da iyi bir destek alırsa ki zannetmiyorum.
Eşine şiddet uygulayan şahısın bilinç dışında da öldürme arzusu var.
Bu arzu evin içinde önce küfürle başlar, hakaretle başlar. Şiddet eğilimli insanlar şaka ya da gerçek fark etmez, şunları sık kullanır ; gebertirim, öldürürüm seni, siktir git, senin ananı... ,
Hepimiz Şahmeran hikayesini biliriz. Belinin üstü kadın vücudunun altı ise yılan formunda olan, yarı insan yarı sürüngen bir canlıdır Şahmeran.
Pek çok araştırmacıya göre de, eski çağlarda dünya dışından gelen ziyaretçiler,
dünya insanının genetik kodlarıyla oynayarak yeni bir ırk geliştirme çabalarında bulunmuştur. Şahmeran hikayesinin konusu tam olarak bu varsayımdan kaynağını almış olabilir. Şahmeranın, genetiği değiştirilmiş yarı insan yarı uzaylı bir varlık olması muhtemeldir.
Bu hikayenin ve yukarıda bahsetmiş olduğumuz yarı insan yarı uzaylı varlıkların olabileceğine dair kendi tarihimizden, Osmanlı’da tarih kayıtlarına geçtiği rivayet edilen bir olaydan bahsedeceğiz. İddia edilen olay Sultan II. Abdülhamid Han zamanında meydana geliyor.