"Yeni pabucu nenem görsün için gittim”

O dönemde Elazığ,Tunceli, Bitlis illerini kapsayan bölgedeki köylerden kız öğrenci toplamak ve tatillerde onları köylerine bırakmak için yaya olarak, kamyonla veya at sırtında yaptığı gezilerle tanınmıştı öğretmen Sıdıka Avar.
Köylerden topladığı kız çocukları Elazığ Kız Enstitüsü’nde yatılı olarak okutuluyordu.1940 yılında kendi isteği ile Elazığ Kız Enstitüsüne tayin olmuş, daha sonra müdürlüğünü yapmıştı.
İstanbul’lu Sıdıka Avar (1901-1979) fedakar, cefakar, yiğit, Atatürk ve insan sevgisi ile dolu efsane bir cumhuriyet öğretmenidir. Yirmi yıl hizmet ettiği o bölgenin insanlarına veda ederken kaleme aldığı bir ömür yaşanmış hatıralarını, “Dağ Çiçeklerim” adlı kitabında yazmıştır.
Gelin 1942 yılında yaşanmış bir olayı öğretmen Sıdıka Avar’dan dinleyelim.

“Köylerden yeni gelen öğrencilere terlik verdik. Ayak ölçüleri alınıp ayakkabıları yapılmaya başlandı. Birinci partiyi dağıttık. Çocuklar çok mutlu oldular. Gözleri ayaklarındaydı.
Etüt’te iki kişi eksikti. Araştırdık, Hozat’ın Taner köylerindendi ikisi de, Zarife Akdoğan ve Beser Şirin. 11-12 yaşlarındaydı. Bütün kadromuz ve büyük kızlarımızla okulumuz içerisini, çarşıyı, hali, kamyonları hep aradık. Yok, yok!..
Yalnız bir şoför: ‘Mürüdü köyü cıvarında okul kıyafetli iki kız gördük’ dedi. Kolordu müfettişliğine haber verdik. Bütün jandarma karakollarına haber verildi.

Köyleri 69 kilometre den fazla uzaktaydı, gitmiş olamazlardı. Arada koca bir Murat çayı vardı.
Pertek köprüsü jandarmasına sorduk, haber yoktu. Böyle endişeli araştırmaların üçüncü günü akşamı Hozat jandarması çocukların köylerine geldiğini müjdeledi. Dördüncü günü de okula iade edildiler. Antreye heyecanla koştum. Kılık kıyafetleri, ayakkabıları perişandı.
Önlük, yaka, elbiseleri yırtılmıştı, yer yer yüzleri solgundu.

Kaçış biçimini anlattı Beser Şirin: Karşıki tepeye vurup el ele çıkmışlardı. Yolda bir kadın, “Ana, bunlar Enstitü kızları değil mi?" diye seslenince korkmuşlar, sine sine gitmişler.
Mürüdü köyünün önünden geçip Hersek’e varmadan hava kararmıştı. Karanlık bir ahıra girmişler. Karınları da açmış ama yemek istemeye çekinmişler. Saman yemliklere girip uyumuşlar. Sabah şafakta Pertek köprüsü başında karşıdaki jandarmayı gözetlemişler.
Asker karakola gidince, görünmeden köprü parmaklıklarına sine sine karşıya geçip yolun ters yönündeki kayalıklara tırmanıvermişler. Ondan sonra kolay olmuş. Çobanlardan, yolculardan ekmek, katık almışlar, pınar başlarında karın doyurmuşlar, yol üstündeki bir köyde gecelemişler.
Üçüncü günün gecesi köylerine kavuşmuşlar (Tunceli, Hozat, Taner köyü).

Bu kadar günlük üzüntünün acısıyla, hayretle ayağımı yere vurarak sordum: “Niçin izin almadan gittiniz?” Bana tabanı kaymayan, dikişleri sökülmüş, paramparça olmuş ayakkabılarını gösterdi:
“Yeni pabucu nenem görsün için gittim”. Gözyaşlarımı zapt edemedim. Öylece kaldım..

Fot.1) Zarife Akdoğan okula kayıt olduğu gün, bir yıl sonraki hali ve mezun olduğu gün.
Fot. 2) Öğretmen Sıdıka Avar at sırtında ve arkasında köylerden topladığı öğrencileri ile.

Kaynak: Sıdıka Avar, Dağ Çiçeklerim-Anılarım. Berkan yayınevi 2004 Ankara.
SAYGI VE MİNNETLE

Yıllar önce İzmir Kadınlar Hapishanesindeki mahkum kadınlara akşam
dersleri verilmesi kararlaştırılmıştı.
Bir gün milli eğitim müdürünün odasına zayıf, ufak-tefek bir genç kız
girdi.
- Ben bu dersleri memnuniyetle kabul ederim, efendim, dedi.
Müdür şaşırmıştı.
Karşısındaki genç kız, okuldan yeni çıkmış, üstelik son
derece de hassas bir insana benziyordu.
Müdür bir kez daha hapishanedeki tipleri gözünün önüne getirdi. Olacak şey
değildi... Lakin düşüncesini belli etmedi.
- Peki, hoca hanım, dedi. Bu işle meşgul olacağım.
İki hafta geçmeden, genç kız, soğuk ışıklar altında hapishane koğuşundaki
akşam derslerine başlamıştı. İşi bittikten sonra, ince pardösüsünün yakasını kaldırıyor,
süngülü nöbetçilerin, zincirli kapıların arasından geçerek sokağa çıkıyor ve hızlı
adımlarla evine koşuyordu.
Hapishane müdürü de, milli eğitim müdürü gibi, hayretler içinde idi.
O, kavgacı, o geçimsiz mahkumlar, genç öğretmeni hem sevmeye, hem saymaya
başlamışlardı.
Kadınlar hapishanesinde ilk defa böyle bir hava esiyordu.
Fakat işinde inanılmaz bir başarı gösteren kızın, bir süre sonra acayip bir
suçla adliyeye götürüldüğünü görüyoruz.
Hakkındaki suçlama: Misyonerlik...
Gittikçe kabaran dosyalar, hep misyoner öğretmenden bahsediyordu.
Neler de neler yapmamıştı ki:
Kadınlar hapishanesi derken, Kinder Garten Teşkilatında çalışmalar,
çocuklara iyi insan olmak etrafında birtakım telkinler.
Bütün bunlar misyonerlik denilen şeyden başka ne idi....?
İş o kadar dallanıp budaklandı ki, Ankara'ya kadar intikal etmiş ve onca
mühim işi arasında Atatürk meseleyi merak etmişti.
- Bana misyoner öğretmenin dosyasını getiriniz, dedi.
Bütün bir gece o dosyayı inceledikten sonra, ertesi günü öğretmen Sıdıka
Avar'ı yanına çağırttı.
Genç öğretmen Atatürk'ün karşısına çıktığı vakit bir
yaprak gibi titriyordu.
Atatürk, bu ufak-tefek kıza hayretle baktı.
- Misyoner öğretmen sensin, öyle mi?" diye sordu.
Avar şaşırmıştı. Yavaşça,
- Efendim, ben öğretmen Avar, diye fısıldadı.
Atatürk, o zaman genç öğretmene doğru parmağını uzatarak yüksek sesle
şunları söyledi:
- Hayır. Sen misyoner Avar'sın. Bana, senin gibi misyonerler lazım.
Ondan sonra da Atatürk fikirlerini açıkladı:
"Bir toplum, daha ziyade aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla
kazanılabilirdi.
Genç öğretmen Doğu'ya gidecekti.
Oradaki genç kızları, hatta bunların arasında hiç Türkçe bilmeyenleri bile
toplayacaktı....Onları, bu toplumun potasında yetiştirecekti; sonra bu çocuklar
birer ışık huzmesi altında köylere gönderecekti."
Sözlerinin sonunda:
- Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan; orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini göreceksin, dedi.
Genç öğretmen, içi içine sığmaz bir halde Atatürk'ün yanından çıktı.
İşte yıllar ve yıllardır Avar, doğu illerinden birinde Kız Enstitüsü Müdürlüğünde bu inanılmaz işle meşguldür. Şimdi; Elazığ, Tunceli, Bingöl çevrelerindeki halk, bu ufacık-tefecik kadından bir azize gibi bahseder.
Onun hakkında iki yüze yakın mani, masal ve çocukların dilinde sayısız Avar şarkıları vardır.
O, yol vermez, geçit tanımaz dağlara at sırtında tırmanır, dağ köylerinden, çoğu esmer köy kızlarını toplar, onları kendi ceketine sarıp okuluna götürür.
Avar, Doğu'da gerçekten inanılmaz bir isimdir. Dağ tepesindeki köylere bu masal kadının, öğrenci toplamak için gittiği zaman köylüler:
- Kızımı da götür, Avar...! diye atın üzengisine yapışıyorlar.
Şehre, Avar'ın okuluna gelen kızı, bir kere de üç-dört yıl sonra görünüz.
Ben, bir insan yaratma mucizesini orada gözlerimle gördüm

Hikmet Feridun Es
Hayat Dergisi 1957

• • •

Missing some Tweet in this thread? You can try to force a refresh
 

Keep Current with İlkay

İlkay Profile picture

Stay in touch and get notified when new unrolls are available from this author!

Read all threads

This Thread may be Removed Anytime!

PDF

Twitter may remove this content at anytime! Save it as PDF for later use!

Try unrolling a thread yourself!

how to unroll video
  1. Follow @ThreadReaderApp to mention us!

  2. From a Twitter thread mention us with a keyword "unroll"
@threadreaderapp unroll

Practice here first or read more on our help page!

More from @KemalistIlkay

8 Jun
Bu Öğretmeni Unutma Türkiye

Size 7 yıl atanmayan öğretmenler için mücadele eden daha sonra Antep'in yoksul bir ilçesinde öğretmenlik yapan bir yakınımdan bahsedeceğim.
Antep'in ilçesine beden eğitimi öğretmeni olarak atanan bu genç öğretmenden, çocukları bir takım sporuna yönlendirmesini ister okul müdürü.

Müdür, genç öğretmenden çocukları takım sporuna yönlendirmesini ister çünkü yoksul ilçede çocukların suça bulaşmasının önüne geçilmelidir.
Genç öğretmen durum tespiti yapar; okulun takım sporu için herhangi bir alanı/bahçesi yoktur. Top, pota, kale, file vb. yoktur.

Öğretmen düşünür taşınır ve çocukları 'bocce' adındaki takım sporuna yönlendirmeye karar verir. Federasyona yazı yazar, malzeme talep eder.
Read 21 tweets
8 Jun
Dağlar Kızı Reyhan malvarlığını bağışladı!

''Dağlar Kızı Reyhan’ şarkısıyla ünlenen ve müzik yaşamını 1984 yılında bırakarak Muğla’nın Bodrum İlçesi’ne yerleşen sanatçı tüm mal varlığını Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) bağışladı.
Bodrum’da kız öğrenciler için yurt yapılması çalışmalarına da başladı.
Eşi ölen, çocuğu bulunmayan ve 70 yaşında olan Zeliha Özgen, bugüne kadar elde ettiği 3 lüks villasını, 40 yataklı Zaliha Apart Oteli ve
Gürece Köyü’ndeki deniz manzaralı 5 dönümlük arazisini eğitim amaçlı kullanılmak üzere ÇYDD Bodrum Şube Başkanı Meral Saraçbaşı’na bağış belgesiyle verdi.
Zaliha şöyle devam etti;
Türkiye’de özellikle kız çocukları arasında eğitime ihtiyacı olan sayısız evladımız var.
Read 5 tweets
8 Jun
GERÇEK HAYATTAN...

Dünyanın en büyük finans şirketlerinden J.P. Morgan'ın CEO'su James Dimon'un, zengin koca avcısı bir kızın kendisine attığı bir e-mail'e verdiği cevap.
"Sayın Morgan,
Sizinle dürüst olacağım. Bu yıl 25 yaşına giriyorum. Çok güzelim, iyi bir stilim var ve kaliteli şeyleri severim. Yıllık geliri en az 500 bin dolar veya daha fazla olan bir adamla evlenmek istiyorum.
Aç gözlü olduğumu düşünebilirsiniz fakat New York’ta yıllık geliri 1 milyon dolar olan insanlar maalesef orta sınıf sayılıyor. Çok şey istemiyorum. Bu sizin sitenizde yıllık geliri 500 bin dolar veya daha fazla olan biri var mı? Hepiniz evli misiniz?
Read 16 tweets
8 Jun
Şeyh Said taraftarları çok tehlikelidir;

Ki Fetöye kadar takipçisidir...

Talebeler de dahildir!

Özlerine bakarsak, Kürt ve Sünni mezheplidir;

Fakat;

Alevi kimlikli Kürtlere bakarsak da bu ülkenin en aydınlarından birilerine denk gelebiliyoruz.

+
Alevi Kürt arkadaşlarım çok oldu, sağlam Atatürkçülerdi.

Elbette her etnik kimlikte hem iyi hem kötü var.

Bana göre insan ırkı ikiye ayrılıyor,

İyi ve kötü olarak;

İyiler, eğitimli insanlardan daha çok çıkıyor.

Cehalet kötülükleri doğuruyor.
Ama gerçekten Şeyh Said takipçilerine bakarsak;

Seksen dönemlerini bir düşünün;

Özal da onlardandı,

PKK terör örgütü oluşsun diye,

O dönem Kürtlere yapılan zulümleri bir düşünmek gerekiyor!
Read 22 tweets
7 Jun
5 Yaşında ...
Anne ve babamın birbirlerine bağırmalarının beni ne kadar korkuttuğunu öğrendim.
7 Yaşında ...
Meşrubat içerken gülersem içtiğimin burnumdan geleceğini öğrendim.
12 Yaşında ...
Bir şeyin değerini anlamanın en iyi yolunun bir süre ondan yoksun kalmak olduğunu öğrendim.
13 Yaşında ...
Annemle babamın elele tutuşmalarının ve öpüşmelerinin beni daima mutlu ettiğini öğrendim.
15 Yaşında ...
Bazen hayvanların kalbimi insanlardan daha fazla ısıttığını öğrendim.
18 Yaşında ...
İlk gençlik yıllarımın keder, şaşkınlık, ıstırap ve aşktan ibaret olduğunu öğrendim.
24 Yaşında ...
Aşkın kalbimi kırabileceğini ama buna değer olduğunu öğrendim.
Read 11 tweets
7 Jun
Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal Napolyon'u saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da "Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı" diye savuşturmuş. Biraz sonra Napolyon'un muhafızları yetişmişler
Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon'a sormuş: "Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?"
Napolyon birden öfkelenmiş. "Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?" diye bağırmış.
Askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş.
Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık "ateş" emri verilecek.
Adamcağız içinden 'Ah, ne yaptın sen?
Read 4 tweets

Did Thread Reader help you today?

Support us! We are indie developers!


This site is made by just two indie developers on a laptop doing marketing, support and development! Read more about the story.

Become a Premium Member ($3/month or $30/year) and get exclusive features!

Become Premium

Too expensive? Make a small donation by buying us coffee ($5) or help with server cost ($10)

Donate via Paypal Become our Patreon

Thank you for your support!

Follow Us on Twitter!

:(